Zâhid
- Bilinç, kendinin beden olmayıp, bedenden sonra da yaşamı devam edecek madde ötesi bir varlık olduğunu farkettiği zaman; gerek kendi özünü, hakikatını tanıma yolundan alıkoyan davranışları, günahları, gerekse de düşünceleri dolayısıyla pişmanlıklar içine girer; yani arapçasıyla kendisine “levm” eder… Bu yüzden de “levvame nefs” adını alır… Bu anlayış içinde olan kişiye, abid, zahid, derviş gibi isimler verilir…
- Halkın “Evliyâ”dan sandığı kişi, binde 999 çoklukla nefsi levvâme düzeyindeki zâhid sınıfı ile, nefsi mülhime’deki “ârif” sınıfıdır!. Oysa bunlar daha hakikatın oksijeni ile nefes bile almamış kişilerdir… Bunlar “Hak”ka urûc yolunda olup yüzü hakka dönük kişilerdir ki, işin mecâzıyla meşguldürler… Seyri enfüsî ile varlığın hakikatına erme yolunda yürümektedirler…
Ey Gavs-ı Â`zâm. Zâhidleri nefis yolunda; ârifleri kalb yolunda; vâkıfları ruh yolunda kıldım. Nefs`i de HÜR olanlara mahâl kıldım.Hürlerin kalbleri sırlar kabirleridir.
” Ve daha buyurdu ki;
-Ey Gavs-ı Â`zâm. Zâhidleri nefis yolunda; ârifleri kalb yolunda; vâkıfları ruh yolunda kıldım. Nefs`i de HÜR olanlara mahâl kıldım..”
“Hürlerin kalbleri sırlar kabirleridir.” demişlerdir.
“Zâhidleri nefis yolunda.” mücadele ile meşgul kıldım;
Zâhidler, nefis terbiyesi için çeşitli şeylerden ellerini ayaklarını çekerler. Nefsin terbiye olması gayesiyle evden barktan çeker elini ve bir lokma bir hırkaya kalana kadar her şeyden çeker elini eteğini. Ama gene de nefsinin isteklerinin sonu gelmez kolay kolay. Bu yolda ömrünü tüketenlerin sayısı hadsiz hesapsızdır.
Hadîslerden haberi olmayan, ya da aklı basmadığı için onları inkâr eden din adamları ve ilâhiyatçıların (tanrıbilimci) bu olayı deşifre edebilmesi elbette mümkün değildir.
“Kıyâmet günü, Güneşin dünyaya bir mil mesafeye geleceğini, insanların sıcaktan terlerinin bellerini ya da ağızlarını gemleyeceğini” söyleyen Allah Rasûlü`nün, nasıl bir cehennemden söz ettiğini anlamak için, çok kapsamlı ve sistemli düşünen bir beyne sahip olmak gerekir. Âyet ezberleyip, üç kuruşluk aklının, kavrayamadığı hadisleri inkâr eden sözde din âlimlerinin bu konuları değerlendirmesi elbette mümkün değildir.
Olayın bu kadar açık ve sarih yanlarını kavrayamayanların; insanın hakikatini, varlığın aslını ve insanın ne yönüyle cennet diye tanımlanan boyutu nasıl ve nerede yaşayacağını ya da neden nasıl yaşayamayacağını anlaması ise hiç mümkün olmaz elbette.
Öte yandan, tasavvuf menkıbeleriyle ömür tüketip; mahallelerindeki zamanın “gavs“ı(!) olan şeyh efendinin, “her şey “Hak”tır; hak`tan başka bir şey yoktur, ben de Hakk`ım sen de Hak`sın” anlatımlarıyla avunan kişilerin, “zâhidân“ı (yoğun ibadetle tanrıya tapınan) evliyadan sanması elbette ki gayet normaldir.
“Ben hakkım” diye bağırmaya başlamanın, “nefsi levvame” düzeyinde kendindeki hakikati yaşayamamanın bunalımı içindeki bilincin, “mülhime” düzeyindeki varlığının hakikatine ait ilhamları almasının sonucu olduğunu…
“Kâh çıkarım gökyüzüne seyrederim âlemi, kâh inerim yeryüzüne seyreder âlem beni” diyenin; “cüppemin altında Allah`tan gayrı yok” diyenin, bunları “Mülhime” bilinci yaşantısı içinde aldıkları ilhamlarla söylediklerini ve orada “velâyet“in daha kokusunu bile almamış olduklarını ne bilsin bu yolun heveslileri…
Ne bilsinler, kerâmet sandıkları bir kısım olağan dışı olguların, “velâyet” delili olmadığını… Müslüman olmayanlarda bile bunların açığa çıkabildiğini! İstidraç ile kerâmetin aynı mekânizmayla meydana geldiğini… Bu yüzden de, evliyâullahın, “kevni kerâmet“leri hoş görmeyip, “önemli olan ilmî kerâmettir” dediklerini nereden bilecekler. Peki, ne ola ki o “ilmî kerâmet” denilen?
ZÂHİDLER ,
NEFİS YOLUNDA MÜCADELE İLE MEŞGULDÜR
” Ve daha buyurdu ki;
-Ey Gavs-ı Â’zâm. Zâhidleri nefis yolunda; ârifleri kalb yolunda; vâkıfları ruh yolunda kıldım. Nefs’i de HÜR olanlara mahâl kıldım..”
“Hürlerin kalbleri sırlar kabirleridir.” demişlerdir.
“Zâhidleri nefis yolunda.” mücadele ile meşgul kıldım;
Zâhidler, nefis terbiyesi için çeşitli şeylerden ellerini ayaklarını çekerler. Nefsin terbiye olması gayesiyle evden barktan çeker elini ve bir lokma bir hırkaya kalana kadar her şeyden çeker elini eteğini. Ama gene de nefsinin isteklerinin sonu gelmez kolay kolay. Bu yolda ömrünü tüketenlerin sayısı hadsiz hesapsızdır.
Kavram hakkında henüz bir not alınılmadı.
Abdullah
Anlamı Esasen, “Abdiyyet sırrı” ki, Hazreti Rasûlullah Aleyhisselâm, “Abdiyyet” Sırrı sonucu olarak kendisinde olan “Risâlet” Sırrı`nın çok üstündeki bir kemâlâta sahiptir. Nitekim, Muhyiddin-i Arabi Hazretleri de : “Bildim ki, Abdiyyet mertebesinden daha üstün hiç bir mertebe yoktur!..” demiştir.. Burada kastedilen “Abdiyyet”; ilâhi