VEDAM

Ahmed Hulûsi

Değerli Dostlarım,

Yakın geçmişte pek bizim gibisine rastlamamış olanlar, haklı olarak soruyor:

“Amacın, beklentin, hedefin ne?.. Ne yapmak istiyorsun?..”

Daha nasıl açıklayabilirim bilemiyorum… İşte bu sorunun cevabı:

Eserlerimin hiçbirinde telif hakkından kaynaklanan herhangi bir tür bedel talebim yoktur. İnternet sitemdeki (www.ahmedhulusi.org) tüm bilgiler, Hz. MUHAMMED (aleyhisselâm)’ın bildirip açıkladığı “ALLÂH” ismiyle işaret edilenin hakikatinin ne olduğunun öğrenilmesi ve “DİN” denilen yaşam sisteminin bu vizyonla değerlendirilebilmesi için, tüm insanlarla karşılıksız paylaşılmak üzere hazırlanmıştır. Tüm yayınlarımı ücretsiz okur, dinler, bilgisayarınıza indirebilir, çoğaltabilir; YAZAR ve KAYNAK ADRESİ BELİRTMEK ŞARTIYLA bireysel veya toplumsal iletişim araçlarıyla, internet üzerinden veya her yoldan çevrenizle paylaşabilirsiniz. Ancak yayınlarımın hiçbiri bu vb. yollar kullanılarak çoğaltılıp yazılı izin almaksızın satılamaz. Allâh ilmine karşılık alınmaz. Prensibim, maddi ya da manevî karşılıksız paylaşımdır.

Bu çalışmalarımla ilgili olarak kimseden hiçbir talebim yoktur! Ölümümde de ardımdan maddi miras kalmayacaktır, ardımdakilere!

Ne bir derneğim vardır bağış toplanan; ne de bir vakfım; ya da başka bir kuruluşum!

Hiçbir dernek, vakıf, teşkilat, kuruluş, kulüp, cemaat üyesi değilim; boynumda bağ yoktur Dünya’daki hiçbir merkez veya kuruluş veya organizasyona!.. Ne politika ve siyaset ile ilgim var; ne de bu alanda bir beklentim ve emelim!

Kimseyi kendime veya bir cemaate davet etmiyorum! Üstelik, beni aramayın; yazdığım bilgilerden yararlanıyorsanız, sadece Allâh Rasûlü Muhammed Mustafa (aleyhisselâm)’a bağlanın samimiyet ve sâfiyetle, O’nu tanımaya çalışın bu size yeter; diyorum!..

Beni aramayın boş yere,diyorum… Ulaşamazsınız! Bu yüzden de 60’lı yıllarda yazdıklarımdan bu yana kitaplarıma soyadımı koymuyor, sadece ön iki adımı yazıyorum… E-mail adresim yok! Belirteyim ki, benim adıma konuşacak, yorum yapacak kimsem de yoktur ardımda. Bu konularda fikir beyan edenler, yalnızca kendi yorumlarını dillendirir kesinlikle, benim görüşümü değil. Benim düşüncelerim ya yazılıdır ya da sesli-görüntülü kayıtlarda belirttiğim gibidir.

Kitaplarımdaki ön kapak zeminindeki siyah renk, karanlığı ve bilgisizliği, üzerindeki harflerin beyaz rengi ise aydınlığı ve bilgiyi temsil eder. Kapakta yer alan amblem, Kûfi hat sanatı ile yazılmış olan “Lâ ilâhe illâ Allâh; Muhammed Rasûlullâh” cümlesidir ve bu “tanrılık kavramı yoktur, yalnızca Allâh adıyla işaret edilen vardır; Muhammed (aleyhisselâm) bu anlayışın Rasûlü’dür” anlamını taşır. Amblemin ön kapakta ve her şeyin üzerinde yer alması, bu anlayışın tüm eserlerimde ve hayatım boyunca her anlamda baş tacı yapmış olmamın sembolik ifadesidir.

Karanlıktan aydınlığa açılan Kelime-i Tevhid penceresinden Allâh Rasûlü’nün nûrunu temsil eden yeşil renkte yansıyan ışık, kalemimden yansıyarak, işaret ettiği konuda aydınlanmayı amaçlayan “kitap isminde” beyaz renkte somutlaşmıştır. Allâh Rasûlü’nün nûruyla yayılan bilginin, onu değerlendirebilenlere sağladığı aydınlanma da kitap içeriğinin özetlendiği arka kapak zeminindeki beyaz renk ile ifade edilmiştir.

Kitaplarımı okurken sizlerle satırlardan konuştuğumu hissedecek, ama birtakım gerçekleri anlatmakta ne kadar yetersiz olduğumu da fark edeceksiniz. Olsun! En azından size yepyeni bakış açıları sunmuş oluyorum ya… Bana bu hizmetin zevki de yeter. Sizler bunu çok daha ileri götürebilirsiniz.

Daha önce de vurguladığım gibi, İslâm Dini insanlara “Evrensel ALLÂH SİSTEM ve DÜZENİ”ni bildirmek için gelmiştir… İnsan, bu sistemi, ve içindeki düzeni anlarsa, buna dayalı olarak kendi durumu ve geleceğini de çok iyi fark eder! Bu fark ediş de ona ölüm ötesinde süregidecek olan sonsuz yaşamı kazandırır… Çünkü insan, ancak şu anda dünyada yaşarken, yapabileceği bazı çalışmalarla ölüm ötesi yaşamına yön verebilir, ALLÂH SİSTEMİNE ve DÜZENE göre!

Öyle ise insanlara verilebilecek en güzel hediye, onlara sonsuzluğu kazandırabilecek ilimdir…

Allâh’ı ve kendini tanımış olan; tüm insanlarla barışıktır! Irk, renk, din, dil farkı gözetmeden yağar rahmet gibi hepsine Aldatmaz onları!

Allâh’ı bilenin, insanlardan beklentisi olmaz; Allâh yeter ona!

Hakkı tavsiye eder; hoşgörüyle sabreder dünya günlerinin sona ermesi için…

Bilir ki, herkes, yaratılış amacına hizmet ederek, zaten mutlak anlamda Allâh’a kulluk hâlindedir! Gene bilir ki, ister ağa, ister paşa, ister vali ister velî, kim olursa olsun, herkes tek başına ölümü tadarak madde boyutundan ayrılıp, yeni bir boyutta yerini alacak; dünyadayken o ortama hazırlandığı oranda da, orada zorunlu olarak sonuçlarına katlanacaktır… Öyleyse oranın şartlarını iyi bilmek gerek!

Acı ya da tatlı, sayılı günler nasıl olsa geçer; ama gelecekteki, ölüm diye bildiğimiz dönüşüm sonrası sayısız günler?..

İşte bu sebepledir ki, hiçbir dünyevî değer veya şartlanmanın tesirinde kalmaksızın, tüm insanlarla bu gerçekleri paylaşmayı seçmişiz. Erenler elbette bilir bizi, kimiz, neyiz, neyleriz; bilmeyen zâhir ehlinin ise zaten bilmesine gerek yoktur! Zira, kimseden bir beklentimiz yok; yalnızca bu bilgileri paylaşmak için aralarına çıkıyoruz insanların; işimiz onlara, bildiklerimizi zorla uygulatmak değil ki! Zorlama, Allâh Rasûlü’ne bile tanınmamışken, biz kim oluyoruz! 

İşte bu nedenledir ki, insanların yaşam tarzları ve tercihleri bizi hiç ilgilendirmediği gibi; bizim de yaşam tarz ve tercihimiz kimseyi ilgilendirmez!.. Çünkü…

Örnek, ben değilim; örnek, “Allâh Rasûlü” Muhammed Mustafa’dır!..

O bir güneştir, ebedî, insanların dünyasını aydınlatan…

Bense yalnızca bir meteorum, derinliklerden gelip düşünce semânıza girerek parlayan, bir Ramazan boyu… Sonra da sönüp kaybolan!.. Hani derler ya “bak yıldız kaydı dilek tut” diye!.. İşte öylesine… Hemen DUA’ya yönelin gecenizde bu yıldız kayarken! Abdest alıp iki rekât namaz kılın bir gece, kendi başınıza bir odada ve secdede dua edin…

“Arşın, Ruh’un ve bütün melâikenin Rabbi olan yüce Allâh’ım. Senin indînde bir hiç olduğum idrakı içinde sana yalvarıyorum. Ne olur Rabbim, bana indîndeki gerçekleri idrak etmeyi nasip et. Ne olur beni bütün yanlışlarımdan, bilmeyerek ve dayanamayarak yaptığım bütün fiillerimden dolayı beni bağışla!..”

“Efendimiz Muhammed (aleyhisselâm)’ın Rabbi olan Allâh’ım, bana in’amda bulunduklarının yolunu kolaylaştır ve gerçekten sapanlardan olmaktan beni koru!.. Kendine seçmekle şereflendirdiklerinden eyle; şu anda yeryüzünde yaşayan en sevdiğin zâtlara beni yakın eyle; onların fiillerini bana da kolaylaştır, sevgili eyle!.. Sevdiğin kullarında açık ettiğin hakikatleri yaşamayı kolaylaştır, yanlışlarımı bana göster ve onlardan uzaklaşmayı bana kolaylaştır.”

“Kendisinden gayrı olmayan Allâh’ım, yarattığı her şeyi tam bir mükemmeliyetle var eden Allâh’ım, ihâta edilmesi asla mümkün olmayan Allâh’ım, yâ HÛ yâ men HÛ!..”

“Zâtın hakkı için, basîretimdeki körlükten beni kurtar; mutlak gerçeği bana idrak ettir, hazmını ver!.. Öyle bir yakîn ihsan et ki, ondan sonra küfr ve şirk olmasın!..”

“Allâh’ım, Hakk-el yakîn olarak yaşamama engel her ne var ise, ondan sana sığınırım. Senden sana sığınırım!.. Benlikle huzurunda bulunmaktan sana sığınırım. Koruyucu sensin ve senin gücün her şey için yeterlidir. Âlemlerin Rabbi olan Aziym Rab sensin Allâh’ım.”

“Bu gerçekleri bize bildiren Rasûlünü hakkıyla anlama yollarını bize aç. İndîndeki sayıca, O’na ihsanda bulun, ne şekildekine lâyık ise; biz onu takdirden âciziz” diye…

Ve daha dua edin, secdede içinizden geldiği gibi… Özünüzdekine ulaşacaktır mutlaka bu istekleriniz. Ve Rabbiniz, sizden size icabet edecektir, kuşkunuz olmasın!

Sizinle paylaştığım bu bilgilerin ötesinde, tekrar söylüyorum; ben ne din adamıyım, ne ilâhiyatçıyım, ne şeyhim, ne âlim. Ne bir önderim, ne de bir lider… Ne de başka bir ünvan ve bir etiketim var. Yalnızca, kendi hâlinde, okyanus ötesindeki köyünde yaşayan bir Allâh Rasûlü hayranı!

Sayısız eksiği, kusuru, hatası olan bir dertli!

Rasûlullâh’ı, O’nun bildirdiği ALLÂH’ı ve Sünnetullâh’ı hakkıyla tanıyamamış olmanın derdini çeken bir dertli!

Size en açık ve net türkçe ile muhteşem bir olayı anlatmaya çalışıyorum… Ne var ki anlayışlar çok farklı. Bakın iki örnek vereyim bana yansıyanlardan:

Adamın biri arkadaşının tavsiyesi ile bu sohbete bağlanıyor ve bizi kısa bir süre dinledikten sonra çat diye TV’yi kapatıyor ve arkadaşına telefon açıp bana küfrederek şu cümleyi söylüyor:

– Adam resmen tanrı yok diyor! Bunun nesini dinletiyorsun bana!

İkinci olay bana gelen bir mesaj:

– Bir arkadaşımızın Özdenûr isimli 6 yaşında bir kızı var. Size SOHBET BABA diyormuş ve babasının kucağında TV programınızı izliyormuş; genelde gözleri kapalı olarak… Ebeveyni de onu uyuyor sanıyormuş.

İki gün önce annesi Özde’nin okuldan bir arkadaşı ile ilginç bir konuşmasına şahit olmuş.

Özde’nin arkadaşı kızdığı biri için;

– Onu (parmağını yukarı kaldırarak) Allâh’a şikâyet edecem, demiş.

6 yaşındaki Özde :

– Allâh yukarıda değil, niçin parmağını göğe kaldırıyorsun?, demiş.

Annesi şaşırmış kalmış. Çünkü o Özde’nin babasının kucağında uyuduğunu düşünüyormuş…

Sonra çocuk sormuş Özde’ye:

– Peki Allâh nerede?

Özde:

– Herkesin içinde O, demiş…

Gene soruluyor bana…

– Niye bunları biz daha evvel duymadık?

Duyamazdınız!..

Çünkü Türkiye’deki en katı sansür Ahmed Hulûsi’ye uygulanmaktadır. Ahmed Hulûsi adını anmak dahi yasaktır belli çevrelerde. 40 yıldan beri telif haksız basılan Ahmed Hulûsi’nin kitaplarını satmak yasaktır Diyanetçe. Konuşmalarının yayınlanmasına bile müsaade yoktur!

Yanlışlıkla yayınlayacak bir medya çıksa, hemen görünmeyen eller devreye girer ve olayı anında yasaklarlar ve dahi belki de o yöneticileri işten attırırlar. O yüzden de Ahmed Hulûsi’nin Türkiye’de yaşamasına gerek yoktur!

Bazıları da hemen iftirayı yapıştırıyor, Amerika’dan new age, ılımlı İslâm görüşünü getiriyor, diye!

Bu kadar önyargılılığa ancak gülünür! Cevap vermeye bile değmez böyle ithamlara…

Ahmed Hulûsi’nin çizgisi apaçık ortadadır. Açın okuyun 1966 yılında 21 yaşında iken kendisindeki açılımlar sonucu düşünüp hissettiklerini yazdığı TECELLİYÂT isimli kitabını. Açın 1985’te yazdığı İNSAN ve SIRLARInı okuyun. Açın 1989’da yazdığı HZ. MUHAMMED’İN AÇIKLADIĞI ALLÂH kitabını okuyun göreceksiniz ki Ahmed Hulûsi çıkış çizgisinden zerre kadar sapmadan 42 yıllık bir seyir sonucu bugünlere gelmiştir ve bunları sizlerden hiçbir şey talep etmeyerek paylaşmıştır! İşte, bir Ramazan boyunca Ahmed Hulûsi’yi dinlediniz, yayınları ortada… Niye sansür uygulanır bu görüşlere, bunu da takdirinize bırakıyorum.

Dostlarım…

Bu bilgileri alın, değerlendirin; sonra da beni terk edin! İşiniz benimle değil, yeryüzüne gelmiş en muhteşem bilinç Muhammed Mustafa (aleyhisselâm)iledir!

İlminizin gereğini anlayışınız kadarıyla uygulayın ve sonuçlarını yaşayın! Bilin ki ölüm ötesinde hiçbir mazeret geçerli olmayacaktır! Orada yanılmanıza yol açan falanca veya filanca size mazeret oluşturmayacaktır! Herkes yalnızca yaptığının sonuçlarına katlanacaktır!

DECCAL’in dünyasının renk ve şekilleri sizi kandırmasın ve yanıltmasın!.. Onun dünyasında geçiciler bâkî görünür; yanlışlar doğru!.. Sonsuzda değersiz olan, sonluda değerli sanılır deccaliyetin dünyasında!.. Bir kısım insanlar, gerçekler fark edilip foyalar ortaya çıkmasın diye, bol bol yasaklamalar ile, insanları sorgulamaktan ve düşünmekten uzak tutmaya çalışmaktadırlar! İnsanları sürüler hâlinde gütmek istemektedirler. Onlar çoban, insanlar koyundur onların indînde.

Özgürlüğünüzü kazanın artık! Düşünün, sorgulayın eski bilgilerinizi her an, Kurân’ı ve Muhteşem insanAllâh Rasûlü’nü daha iyi tanımak için.

Size dost elimi uzatıyorum çığın altından kurtulmanız için! Hz. Âli’den bu yana gelmiş onyüzmilyon fetvanın altından kurtulun, çıkın dışarı. Yalnızca Rasûlullâh’ı dinleyin ve O’nun dediklerine göre yaşamınıza yön verin yeter! Dünya’nın bin çeşit yöresinde yaşayıp, tanrı yoktur Allâh vardır inancına sahip, Rasûlullâh’ı ve Kurân’ıkabul eden milyonlarca insan, onbinlerle fetvadan habersiz diye, tarikata bağlanmamış ya da mezhep kavramı yok diye, dinsiz midir kâfir midir sizce? Lütfen aklınızı mantığınızı kullanıp, gerçekçi olarak sorgulayın DİN olayını ve anlatılanları!

Kesin olarak bilelim ki, Rasûlullâh’ı kabul edip Kurân’ın bildirdiklerine iman etmiş her kişi mümindir! Dünya’daki tüm müslümanlar ona kâfir dese de!

Tâbi olduğunuz tek kişi Dünya üzerinde yaşamış en muhteşem kişilik, Allâh Rasûlü ve son Nebisi olan Muhammed Mustafa olsun!

Hristiyanlıkta kişi kilisesiz, vatikansız tanrıya yönelemez! Yahudilikte haham olmadan tanrıya yönelinemez! İslâm dinini kabul etmişlerin ise ne dinî teşkilatlara, ne müftüye, ne şeyhe ne lidere ne öndere ne devlete ihtiyacı vardır! Dönün yüzünüzü Rasûlullâh’a… Dönün özünüzdeki ALLÂH’a, aranıza kimseyi sokmadan!

Bizim, Yahudi veya Hristiyanlıkla en büyük ayrılığımız Hz. Muhammed konusundadır. Onlar Hz. Muhammed’in Allâh Rasûlü olduğunu kabul etmezler ve O’nun açıkladığı ALLÂH kavramına inanmayıp, gökte bir tanrı olduğunu kabul ederler Belki de yakında yeryüzüne gelecek bir tanrı! Oysa bakın, Hz. Muhammed farkı buradadır işte! O, Allâh’ı bildirerek, insanın Allâh ile arasındaki tüm aracıları kaldırmıştır! İncil denen bugün ellerdeki kitap, bir hadis kitabı muadilidir, Kur’ân muadili değil! Çünkü İsa’nın havarilerinin akıllarında kalanların yazılımından ibarettir; Kur’ân âyetleri gibi bire bir vahiy değil! İncil yani müjde adıyla Hz. İsa’ya bildirilenler ise, ne kadarıyla bu hadis kitabı muadili kitaplarda yer almıştır bilinmiyor.

Siz, Rasûlullâh öğretisi doğrultusunda, hiç kimseyi Allâh’la aranıza sokmadan, tüm yeryüzünde ibadet edebilirsiniz! Fetvaya, müftüye, hacıya, hocaya, şeyhe, efendiyebağımlı değilsiniz Rasûlullâh öğretisinegöre! Öyle ise, her yerde, her aklınıza geldikçe, Özünüzdeki ALLÂH’a yönelip, her şeyinizi her an Allâh’tan isteyiniz! Kimseyi Allâh ile aranıza sokmayın. O günlerden bu yana, gelmiş geçmiş onbinlerce hocanın yüzbinlerce fetvasına tâbi olmak zorunda değilsiniz!

Dinde fetva bir kurum değildir! Fetva kimseyi bağlamaz! Fetva denen şey sadece, birisinin kendi anlayışı kadarının sonucu olan yorumudur! Yanılmışsa şayet, fetva size asla mazeret de olmaz!

Yalnızca Allâh Rasûlü’nün bildirdiklerini yaşamınızda esas almanız, sizin ebedî mutluluğa ulaşmanız için yeterlidir.

Bak dostum, eğer, 1400’lü yıllarda başlayan bu devir, son yenileyicinin devri ise… Bilelim ki artık, mezheplerin ve tarikatların son bulup, tek yenileyicinin ilminin Dünya’ya yayılıp, benim dahi bugün istifâde etmekte olduğum, o zâtın ilmi doğrultusunda, Rasûlullâh güneşinin evlerimizi aydınlatacağı devirdir bu devir. O güneş ışığında artık tüm yıldızlar gün be gün silinir görüntü alanından.

Yok eğer, bu devir son yenileyicinin devri değil de, o normal bir yüzyıl yenileyicisi ise… Bu devir, bu insanlık neslinin kıyametine gitmiyorsa… Kıyamet alâmeti sandıklarımız gerçek değilse, Deccal’ın, İsa’nın ortaya çıkması söz konusu değilse önümüzdeki yıllarda… Bu takdirde de birbirine sapık, kâfir gözüyle bakan mezhep, tarikat, cemaat zıtlıkları daha bir hayli zaman sürüp gidecektir demektir!

Ben köyümden seyredeceğim gelişmeleri, ecelim gelene kadar… Rasûlullâh 61’inde ayrılmıştı dünyanızdan.60’ından sonra benim de ne kadar ömrüm var dünyanızda, bilemem! Ama bu arada fark edin ki ömür hızla tükenmekte! Bitiş düdüğü bizi hangi hâldeyken yakalayacak bilemiyoruz.

Bu nedenle kalan ömrü iyi değerlendirmek için Kurân’daki özellikli kelimelerin anlamını ve niye o kelime yerine, öbür kelimenin kullanılmadığını düşünün, araştırın. Niye Rasûl denmiş de Nebi denmemiş, kelime-i şehâdet misalinde olduğu gibi. Niye Rahmân denmiş Kurân’ı talim eden olarak da, burada Hak veya Rahıym denmemiş misalinde olduğu gibi! Bu gibi kelimelerin orijinalinin yerinde kullanılmadığı meâller, size Kurân’ın mesajını hakkıyla iletemezler!

Rasûlullâh kapısından girmeye çalışın ki Allâh’a eresiniz! Bunu yapmaz, yukarıda Allâh var diye hayalindeki tanrısını ve cennet anahtarını pazarlamaya çalışana tâbi olursanız, uzayda gökte, ötenizde, dışınızda bir tanrı arayarak; bulamayınca da, sonunda Allâh’ı inkâra giderek ömrünüzü boşa geçirmiş olursunuz!

TOP SİZDE ARTIK!

Bilin ki kurtulacaksanız Allâh Rasûlü’nün gösterdiği yoldan yürüyerek Allâh’a erecek ve kendinizi kurtaracaksınız!

Bunu yapmazsanız, yarın size acıyacak hiç kimse olmayacaktır; çünkü o şartlar altında artık hacılar, hocalar, şeyhler, velîler dâhil, herkes kendi derdine düşmüştür! Herkes hakkıyla hazırlanamamanın pişmanlığı içindedir, o ortamda.

Pişmanlığın hiçbir yarar sağlamayacağı o günden kendinizi koruyun, Dünya’da yaşarken, alacağınız tedbirle; denmektedir.

Bunun yolu da yaşamınızda REFORM yapmaktan geçer!

DİN anlayışınızda REFORM!

Değerli dostlarım…

Allâh’ın lütfettiği bilgileri, 1965 yılında yazdığım ilk kitaptan bu yana geçen 40 yıllık süreç içinde, yazabileceğim ve dillendirebileceğim ölçülerle sizlerle paylaştım.

Bugün görebildiğim kadarıyla, bizim ilk defa açıkladığımız değerlendirmeler ve bakış açıları, “DİN”e en tutucu ve şekilci yaklaşanlardan, en aydın görünenlere kadar, hemen her çevrede, yer almaya başladı; altındaki imzadan söz edilmese de.

Samimi olarak “DİN”i değerlendirmeye çalışanlara şu görüşümü son kez belirteyim ki…

İslâm Dini’ni gerçekten samimiyetle benimsiyorsanız; geçmişin şartları içinde oluşmuş yorumları bir yana koyarak, Hz. Muhammed (aleyhisselâm)’dan bize intikâl eden verileri, günümüz şartları ve bilgileri ışığında yeniden değerlendirmeye alınız!

DİN’DE REFORM OLMAZ!.. Çünkü Din, “ebeden değişmez Sünnetullâh” üzerine bina olmuştur. DİN, Allâh’ın evrensel yaratış sistemidir, ki onda reform olması imkânsızdır! Siz, nasıl insan bedeninin doğasını değiştiremezseniz, doğa kanunlarını değiştiremezseniz, DİN denen evrensel yasalar da öylece değişmez! Reformu, kendi DİN anlayışınızda yaparak, Hz. Muhammed’in bildirdiği İslâm Dini’ni yeni baştan öğrenerek yaşamınızda reform yapın!

DİN’İ ANLAMADA REFORM ise, çağımızda zaten başlamıştır…

Ancak bu reform, çeşitli çevrelerde dine lokalize yaklaşımlarla yapılmaya çalışılan şey değildir!

Bilmem ne şûralarının, “falanca filanca konular bugüne nasıl uyarlanır” yaklaşımı boştur ve asla bu türden yaklaşımlarla “Din”i anlamada reform meydana gelmez.

Din’i anlamada REFORM’un gerçekleşmesi için, konunun kesinlikle en başından ele alınarak, DİNÎ ANLAYIŞIN temelden yeniden yapılandırılması zorunludur.

“DİN”, “gökte tanrı var yerde postacı-elçi peygamberi” kabulüne dayalı şekilde ele alınıp; sorunlara lokalize çözümler arayışı ile anlayış reformuna çalışılırsa, kesinlikle bilelim ki, ortaya çıkan ucube, hiçbir aklı başında insan tarafından üzerinde düşünülmeye, tartışılmaya değer bulunmayacaktır!

“Kurân’ın RUHU” esas alınmadan ortaya konulacak bütün yaklaşımlar, “göktanrı”nın fermannamesine,kelime ve harf bazında şekilci ve mantık-akıl dışı yaklaşımlar getirecektir. Bu da bazı akılsızların, “iman akılsızca yaklaşımdır(!?) savına pâye vermekten başka bir şey sağlamayacaktır.

Fark edelim ki…

İslâm Dini, bir kabile veya aşirete, tanrı manitu ya da ilâh anlayışı edindirip; onları sopa korkusuyla yola getirmek amacıyla, bir tanrı peygamberi tarafından topluma tebliğ edilmemiştir!

“İslâm DİNİ”, ALLÂH indîndeki “DİN”dir ve insanlığın tek kurtuluş reçetesidir!.. Evrenin, insanı ilgilendiren kadarıyla, boyutsal sistemini açıklamaktadır! Ne var ki, ahmakların bu gerçeği kavrayabilmesi mümkün değildir!

Öte yandan, maalesef, Türkiye’de en aydın kesimler dahi, henüz, “İslâm DİNİ”ni temelden ele almak ve her boyutuyla akıl ve mantık eşliğinde, ilim ışığında değerlendirebilmek noktasına ulaşamamışlardır.

“DİN”, hiçbir zaman ne, neden, niçin, nasıl sorgulama ve araştırmalarıyla değerlendirmeye alınmamakta; falanca demişse öyledir MUKALLİTLİĞİYLE, düşüncesiz kabul edişler yaşanmaktadır!

Konulara yaklaşımlar, bunların tümünde, lokalize yaklaşımlardır; olay temelden ele alınmamaktadır.

Tıpkı körlerin filin çeşitli organlarını tutup, ele gelen şekle göre filin yapısı hakkında hüküm vermeleri gibi!

Yüzde 99’u müslüman toplum” aldatmaca ve masalıyla hiçbir yere gidilemeyecektir! Bu kendi kendini aldatmaktan ve avunmacadan başka bir şey değildir!

Kesin olarak bilelim ki…

İMAN”, TAKLİT KABUL ETMEZ!

Kimse, “iman” gereken konuları bilinçli olarak, idrak ederek kabul etmedikçe, “mümin” olmaz! Taklidî kabuller kişiye âhirete dönük olarak, hiçbir yarar sağlamayacaktır.

Tanrı-manitu-ilâh anlayışıyla gerçekte ne İslâm Dini kabul edilmiştir, ne de “iman” oluşmuştur.

Bütün bu konular topluma en açık ve anlaşılır şekilde açıklanmadan, bu gerçek kavranılmadan; “DİNİ anlamada reform” da asla oluşmaz.

Gerçekte müslüman toplumların ihtiyacı olan şey, ilimdir. Müslümanlar, “uyarıcı-mehdi”ler ve konfeksiyon kurtuluş reçeteleri beklemeyi terk edip, ilme yönelmek, sorgulamak, düşünmek ve gerçekleri kavramak zorundadırlar.

İnsanlar, samimi bir şekilde sorgulayarak, araştırarak; “DİN”in gerçeğini ve dayandığı SİSTEM ve DÜZENİ yani “Sünnetullâhı” kavramadıkları takdirde, entipüften meselelerle, boş tartışmalarla ömür tüketecekler, sonunda da hüsrandan başka bir şey yaşamayacaklardır!

Bugüne kadar nasıl yaşamış olursanız olun; dün dünde kalsın, bugün yeni bir güne başlayın. Hedefiniz Allâh’ın bize en büyük nimeti olan O muhteşem insan Allâh Rasûlü Muhammed Mustafa’yı yeniden tanımak, bildirdiklerini yeniden değerlendirmeye almak olsun! Bu o kadar zor değil. Sadece O’nun anlatmak istediklerinin RUHUNU, Kurân’ın RUHUNU kavramaya çalışın yeter!

Şunu da vurgulamış olayım ki, tek bir kitabım okunmakla, anlatmak istediğim SİSTEM kesinlikle anlaşılmaz.

Ahmed Hulûsi’nin bakış açısını öğrenmek için, tüm kitaplarının okunması zorunludur… Zira, tüm kitaplar, aslında, “İSLÂM DİNİ” adıyla bildirilen ALLÂH yaratısı SİSTEM ve DÜZENİ, günümüz anlayışı ve diliyle açıklayan, tek bir kitabın değişik bölümleri hükmündedir.

Topluma gereken kadarıyla da düşünce ve değerlendirmelerim, bakış açım, kitap ve kasetlerimde mevcuttur.

Dua edin bu fakîre, ALLÂH, iman ile huzuru, Rasûlullâh’a gidenlerden olmayı nasip etsin… Tüm eksik ve kusuruma rağmen! Dedikodu ve gıybetimle ömrünüzü boşa harcamayın; zira kötüysem, zaten kötülüğümün sonuçlarını yaşayacağım. İyi isem; ne deseniz bana ulaşmaz, size zaman kaybettirmekten, nefesinizi boşa harcamaktan başka!

Ayrıca… Tamamen Rasûlullâh açıklamalarına yani Kur’ân ve hadislere, ve maneviyatın en ileri gelenlerinin görüşlerine dayalı bu değerlendirmem isâbetli ise… Buna ters düşen görüşlerin yeri neresidir ve sonuçları ne getirir kişiye, bunu da takdirinize bırakırım efendim.

Evet…

Allâh bizleri, birbirimizle uğraşmaktan kurtarıp, kendi geleceğimizi en güzel şekilde hazırlamayı kolaylaştırsın!Tekrar ediyorum kesin gerçeği…

Pişmanlık, geleceği kurtarmamıza yetmeyecektir; yeterli bilgi ve çalışmalarımız yoksa!

İşte Bayram geldi… Şeker değil, Şükür veya Ramazan Bayramı… Ramazan’ın bereketine erenlerin bayramı…

Yaşamınızda Dünya’nın en muhteşem insanı Rasûlullâh güneşi mekânınıza doğmuş olarak bayram edin!

O’nu yakından tanımaya çalışın ve amacını anlayın ki, çok sevesiniz… O size dünyadaki tüm yakınlarınızdan daha yakındır ve korumacıdır. Sizin ebeden sıkıntı görmemeniz, ebedî mutluluğu yaşamanız için elinden geleni yapmıştır!

İşte bu bilince ermenin bayramı olsun Bayramınız.

Allâh’tan niyaz ederim ki: Habibi Muhammed Mustafa (aleyhisselâm) hürmetine, bu ilmin dile gelmesine vesile olan fakîre, dinleyene, paylaşana, paylaşılmasına vesile olanlara indînden rahmet ihsan eyleye, “iman ve mârifet nûru” bağışlaya, sadık yakîne erdire, her türlü tefrika ve nifaktan muhafaza eyleye!.. İlmince Rasûlüne salât ve selâm eyleye bizim tarafımızdan.

Allâh cümlemize Rasûlullâh’ın bildirdiği İslâm’ı değerlendirenlerden olmayı nasip etsin!..

Bana Ramazan boyu yuvanızı açıp misafir ettiğiniz için şükranlarımı sunuyor; haddimi aştımsa özür diliyor; taşmışsam, bunu içtenliğime vermenizi ve hoşgörmenizi istirham ediyorum… Elin ehli kitabına gösterdiğiniz hoşgörüden, minicik bir pay talep ediyorum efendim…

Allâh’tan hepinize selâmet dilerim.

Elveda dostlarım…

 

3 Kasım 2005
(Expo Channel sohbetleri)