Ulûhiyet

  • Vâhid’in zâtı “Ahadiyyet”, kendini bilişi “Eniyyet”, zâtında hiçlik hâli “Â’mâ ‘iyet”…Evet bunların tümü birden de tekrar edelim “ULÛHİYET”tir!. Allah’ın bizde izhâr ettiği ilme göre, bu böyledir…Muhakkak ki Hakikat Allah indindedir!.
  • ALLÂH… Öyle bir isimdir ki… “Ulûhiyet”e işaret eder! “Ulûhiyet” hem “HÛ” ismi ile işaret edilen “Mutlak Zât” anlamını içerir; hem de “Zatî” İlim mertebesinde, ilmiyle ilmini seyir anlamında oluşmuş “nokta”lar âlemlerini, her bir “nokta”yı oluşturan kendine özgü “Esmâ” mertebelerine işaret eder! “Zât”ı itibarıyla, “şey”in ayrı, “Esmâ”sı itibarıyla “şey”in aynı olan Allâh ismiyle işaret edilen; âlemlerden Ganî ve benzeri olmayandır! Bu yüzdendir ki, “şey”i ve fiillerini Esmâ‘sıyla yaratan Allâh ismiyle işaret edilen, Kur’ân-ı Kerîm’de “BİZ” işaretini kullanmaktadır. “Şey”de kendisinin gayrı yoktur! Bu konuda çok iyi anlaşılması gereken husus şudur: “Şey”den söz ettiğimizde “şey”in zâtı derken onun varlığını oluşturan “Esmâ mertebesinden” söz ederiz. “Şey”in zâtı hakkında tefekkür edilir, konuşulur. Allâh adıyla işaret edilenin Zâtı hakkında ise konuşmak muhaldir; yani kesinlikle olanaksızdır! Çünkü Esmâ özelliğinden meydana gelmişin, mutlak Zât hakkında fikir yürütmesi, “vahiy” yollu gelmiş bilgi ile dahi olsa -ki bu da olanaksızdır- mümkün olmaz! İşte bunu anlatmak sadedinde yolun sonu “hiç”likte biter, denmiştir!

  • Esas itibariyle, Ulûhiyet, Vâhidiyet ve Vahdâniyeti anlatır. Vâhidiyetin bâtını Ahadiyyet, zâhiri ise Rahmâniyet’tir. Topluca adı ise Ulûhiyet’tir.
    “Allah” ismi hiçbir isimden türememiştir!…Tamamıyla özel, has ismidir “Ulûhiyetin”. “İlâhiyet” ile “Ulûhiyet” tamamıyla ayrı şeylerdir. İlâhin me’lûhu vardır…Yâni, İlâhin, ilahlığını kabul edecek kendi dışında bir varlık vardır…Gayrı vardır…
  • Ahadiyyet sırrı, Zât’ına işaret eder ki orada kesret kavramı düşünülemez… Düşünülemediği gibi, kesret kavramına dönük bir şey de konuşulamaz… Zâtın kendi kendini bilişidir!…
    Ulûhiyet ise, hem Ahadiyeti, hem de kesrete ait bütün kavramları içine alır… Bu yoldan da şuur, özüne döndüğünde, erebildiği noktaya kadar ulaşır…Bu sebeble Ulûhiyetin kişideki tecellisinden sözedilebilir, fakat Ahadiyet tecellisinden sözedilemez… edilse dahi, bu ancak anlatım sadedindedir…
  • Ulûhiyet, O’nun Zât’ını da anlatan SIFATIDIR!…
  • Algılanan ya da algılanamayan, bildirilen veya bildirilmemiş olan her şey, varlığını “Allah” ismiyle işaret edilenin “ULUHİYET”inden aldığı içindir ki; “ULUHİYET” kapsamı dışında hiçbir şey olmadığı içindir ki; “Esmâ” mertebesine “ALLAH” denmiş; “sen atmadın atan ALLAH`tı” buyrulmuştur! “Teşbih” tâbiri, gerçeklerin işte bu tür anlatımına işaret sadedinde kullanılmıştır.

  • Dipnot: İlâhiyet

    Huvelleziy fiy es semâi ilâhun ve fiyl arzı ilah” (Zuhruf: 84) âyetinde geçen “ilah” kelimesi sema ve arz kelimeleriyle işâret edilen âlemlerdeki bir İŞLEVE işaret etmektedir, insani-beşerî yani insanda açığa çıkan anlayışa göre

    Allah” isimleri arasında “el ilah” diye bir isim yoktur. “İlâhiyet“, Allah isimlerinin anlamının açığa çıkmasındaki “işlevi”nin adıdır. Yoksa, tapınılası varlık anlamında değil!. “İlahin nas” açıklaması insanlarda “Allah esması“nın açığa çıkmakta olduğuna işaret eder.

  • “Zikir = insana hakikatini hatırlatıcı” olarak bildirilen Kur’ân-ı Kerîm, gerçekte, tümüyle “Ulûhiyet”i anlatan “El Esmâ ül Hüsnâ”nın açılımıdır! İnsanın “hatırlaması” istenilen, kendisine talim edilmiş olan “esmâe külleha”dır! Yani, “var”lığını meydana getiren, “bildirilen isimlerin özelliklerinin tamamı”! Bunların bir kısmı Kur’ân-ı Kerîm’de bildirilmiş, bir kısmı da Rasûlullah tarafından açıklanmıştır. Bu yüzdendir ki, asla, her şey bu doksan dokuz isimden ibarettir, denemez! Misal verelim… Rab, Mevlâ, Karîb, Hallak gibi bazı isimler Kurân’da mevcut olmasına rağmen doksan dokuz isim arasında sayılmamıştır. “Yefalu ma yurîd” âyetinde bildirilen İrade sıfatının (dilediğini oluşturma) adı olan “Mürîd” ismi de gene bu isimler arasında bildirilmemiştir. Buna karşın Celiyl, Vacid, Macid gibi bazı isimler ise doksan dokuz isim içinde var olmasına karşın, Kur’ân-ı Kerîm’de geçmez. İşte bu yüzdendir ki, Allâh ismiyle işaret edilenin, ilminde seyrini oluşturan “Esmâ mertebesi” olarak tanımlanan isimlerini (özelliklerini – Kuantum Potansiyel) doksan dokuz ile sınırlamak çok yanlış olur. Belki, insana hakikatini hatırlaması için bu kadar isim özelliği bildirilmiştir; hakikatini hatırlayıp yaşayan ise hadsiz hesapsız bilinmeyen başka isimlerin özellikleriyle yaşar; diyebiliriz. Ayrıca, cennet diye tanımlanan yaşam boyutunun dahi buna işaret ettiği söylenebilir. Evren içre evrenler gerçeğini var kılan sayısız özelliklere işaret eden isimlerden ise hiç haberimiz yoktur belki de!

  • EL ADL… Ulûhiyetinin sonucu olarak açığa çıkardığı her Esmâ özelliğinin yaratış amacına göre hakkını veren. Haksızlık etmekten, zulüm etmekten münezzeh olan!

  • EL MUKSIT… Ulûhiyeti gereği olarak, her yaratılmışa yaratılış amacına göre hak ettiğini vermek suretiyle adaletini uygular.

  • Tekrar ediyorum; esasen, “ALLAH” için «düşündü» veya «hayâl etti» gibi tâbirler kullanmak mahzurludur; çünkü gerçeği yansıtmaz; ve «ALLAH»ın ulûhiyetine eksiklik getirir. Ancak biz burada, bir hususu anlatabilmek, okuyanları bir hedefe yaklaştırabilmek amacıyla, ifade zorluğundan dolayı bu tâbirleri kullanmak zorunda kalıyoruz.
  • “Elif”, “Ahad” isminin mânâsına;
    “Laaam”, “Lâtif” ismi yönünden “Ulûhiyet”e;
    “Miiiym” ise “Hakikatı Muhammedi”ye işaret etmektedir..
  • birimi o programla yaratan; ve o görevi takdir eden Allah, yanlış bir iş mi yapmış?. Ne yaptığını bilmiyor mu?. Evet!. Biliyor!.. Bile bile böyle yarattı!.. O hâli yaşasın, belirlenen görevi ifa etsin diye yarattı.. O halde, sen onu, yanlış, yersiz, kusurlu, hatalı görüp sinirlendiğin anda, O’nun “ALLAH”lığını “ulûhiyet” vasfını inkâr ediyorsun gerçekte!..
  • Uluhiyet hakikati, insanın zâtını yaratırken, kendine ayna kılmış; Vahidiyeti ile onu “Vahid” yapmış; Rahmaniyeti ile her an ondan yaratışta bulunmuş; Rububiyeti ile insanın tüm fiillerinin Hâlik’i olmuştur!.
  • “Isteiynu Bi–llahi.” (A’raf:128)
    Yardımı, özünüzdeki ulûhiyet hakikatından isteyin!..”
  • İlâhin nâs”… Tüm insanların hakikatinde yer alan Ulûhiyet hakikatine ki her birim varlığını onunla devam ettirir… Ne var ki yanlış zan ile O mertebeyi kendi dışında ilah kabul eder.
  • Her birimin ve zerrenin Hakikati; özündeki Rabbi, Melîki, İlâhı (Ulûhiyet mertebesinin özelliklerinin, yani sıfat ve esmâ mertebesinin olduğu boyut) olan, O!.
  • Nefse zulmetmenin mânâsı, nefsinin hakikatı olan Rubûbiyet kemâlini, Ulûhiyet kemâline genişletmemendir.
  • “RUKÛ”; Ulûhiyet önünde, Rubûbiyet hükümleriyle varolan varlığın sembolizesidir!.
  • Allah ismiyle işaret edilenin (Ulûhiyet) kapsamında yer alan ve şey kelimesiyle işaret edilen her ferd (birim), tümün ihtiva ettiği her şeyi, Zâtıyla ihtiva eder. O şey ister varlığı daim olsun (esma mertebesi), ister sonradan olmuş olsun (esma mertebesinde var olan her şey).”

  • Ahadiyyet sırrı, Zât’ına işaret eder ki orada kesret kavramı düşünülemez… Düşünülemediği gibi, kesret kavramına dönük bir şey de konuşulamaz… Zâtın kendi kendini bilişidir!…
    Ulûhiyet ise, hem Ahadiyeti, hem de kesrete ait bütün kavramları içine alır… Bu yoldan da şuur, özüne döndüğünde, erebildiği noktaya kadar ulaşır…
    Bu sebeble Ulûhiyetin kişideki tecellisinden sözedilebilir, fakat Ahadiyet tecellisinden sözedilemez… edilse dahi, bu ancak anlatım sadedindedir…
  • TEK`in kendisinden her “AN” açığa çıkan (irsâl olan) sayısız özelliklerinden “münezzeh” oluşuna işaret etmek muradıyla, bu konuları işlerken yeni bir ezber bozucu olarak da “veri” veya “henüz işlenmemiş salt bilgi” anlamına gelen “DATA” tâbirini kullandık… Birçoklarına yabancı gelse de, aslında “data” tâbiri, günümüzde batılı pek çok araştırmacı bilim adamının yayınladığı eserlerinde, evrenin özündeki, onu meydana getiren “bilgi” anlamına yaygın biçimde kullanılmaktadır.

    Bize göre, bazı yanlış anlamaları en kısa yoldan ortadan kaldıracak bir çözümdür bu… Zira, “Uluhiyet”i dolayısıyla “ALLAH” adıyla işaret edilmesi ve her mertebede Kendisinin gayrı olmayışı, pek çok kişinin zannında, “Esmâ mertebesinin” bir tür tanrı-ilah şeklinde anlaşılmasına yol açmıştır. Dolayısıyla, hem şartlanmışlıklar ötesinde beyinlerde yeni açılımlar sağlaması bakımından hem de din bilgisinin modern bilimsel veriler ışığında hayalden uzak, güncel verilerle gerçekçi biçimde değerlendirilmesi ve doğru anlaşılabilmesi bakımından önemlidir bu yeni açılım!

Soru

-Ulûhiyet, Zât’ a mı mahsustur?..

Üstad

Ulûhiyet, O’nun Zât’ını da anlatan SIFATIDIR!…

 

Soru

-İnsan-ı Kâmil`in tercümesinden şu cümleyi açıklamanızı rica etmekteyim:

Ahadiyyet, Ulûhiyyetin mertebe olarak daha altındadır. Ulûhiyyet zâtın mazharlarının kendisine ve başkasına şumûl itibariyle en faziletlisidir. Bundan dolayı Allah ehli kimseler Ahadiyyet tecellisini men etmiş fakat Ulûhiyyet tecellisini men etmemişlerdir.

Üstad

-Ahadiyyet sırrı, Zât’ına işaret eder ki orada kesret kavramı düşünülemez… Düşünülemediği gibi, kesret kavramına dönük bir şey de konuşulamaz… Zâtın kendi kendini bilişidir!…

Ulûhiyet ise, hem Ahadiyeti, hem de kesrete ait bütün kavramları içine alır… Bu yoldan da şuur, özüne döndüğünde, erebildiği noktaya kadar ulaşır…

Bu sebeble Ulûhiyetin kişideki tecellisinden sözedilebilir, fakat Ahadiyet tecellisinden sözedilemez… edilse dahi, bu ancak anlatım sadedindedir…

 

Soru

-Hz.Muhammed`in isteği Allah`ın isteği iken, niye Mi’râc yaygın biçimde yaşanmıyor?..

Üstad

-Allah`ın Muhammed Aleyhisselâm’dan isteği o iken, Ulûhiyetinin isteği de oluşmakta olandı!…

Elbette ki Ulûhiyetinin isteği kesin yerine gelecek olandır!… Anlatabildim mi?

 

Soru

-“Gayyûr” ve “Gayretullah” mânâlarını biraz açar mısınız?..

Üstad

-Allah, varlığında her boyutta kendinden gayrısının olmadığını görmeyi diler demektir…

Gayretullah” o dur ki, açığa çıktığı yerde ulûhiyet hükümlerinin gereğince oluşumların açığa çıkmasını ister…

 

Üstad

-Şimdi farkedilmesi ve idrâk edilmesi çok önemli bir konuyla karşı karşıyayız…

Sevgi”, nedir?

Cevap

-Sevgi, Kudret Sıfatının tezâhürüdür. Bu mânâyı algılayan bir birimde sevgi gösterileri başlar.

Üstad

-Sevgi nedir, sorusunun bana göre cevabı şudur:

Yaratmayı dilediği mânâların, birbiriyle ilişkilerini düzenleyen, birimin özüne verilmiş manyetik alan…

Ya da diğer bir yönüyle…

Açığa çıkan mânâya diğer mânânın duymuş olduğu arzu…

Kendinde bulup da, açığa çıkaramadığına hasretin sonucu, onu, açığa çıktığı yerde seyretme arzusu…

Soru

-Bağlantı öğesi gibi mi?..

Üstad

-Bunlar bana göre “sevgi“nin değişik açıklamalarıdır…

Ancak farkedin ki;

Bunlar hep “ALLAH Adıyla İşaret Edilen”in “ulûhiyeti” kapsamında cereyan eden; ve asla kendisini bağlamayan özelliklerdir!..

Burasını anlatabildim mi?…

Cevap

-Teşekkür ederiz Üstadım.

Üstad

“ALLAH ahlâkı”yla ahlâklanmış olanda, sevgi ne kadar veya nasıl olur?..

Bunun cevabını düşünürsek…

Fenâfillah“, “ALLAH Adının İşaret Ettiği”nin, kendi kendineliğinin adıdır, hakikatı itibariyle…

Gayrı” , “Mâsiva” kavramının “yok” olduğunun yaşanmasıdır “Fenâfillâh” !…

Yani; sen , fenâ fillah olamazsın!…

O yüzden de, bunu farkettirmek için, önce “fenânın fenâsı” demişler; sonra o da yetmemiş, “fenânın fenâsının fenâsı” demişler…

Gerçekte ise, kişi fenâfillah olmaz!…

Fenâfillah“, o isimle işaret olunanın, kendi kendineliği içinde “Ulûhiyet“ini seyridir…

Bunun minyatürü diyebileceğimiz de, bir birimde, kendi seyrini seyredişidir…

Dolayısıyla, “fenâfillah“, gerçeği itibariyle bizim anladığımız gibi; bir birimin, “ALLAH Adıyla İşaret Edilen”de, fenâya ermesi gibi anlaşılamaz..

Şimdi “fenâfillah“ın mânâsı bu olduğuna göre…

Fenâfillah” ile sevgi olayını nasıl birleştirebiliriz…

 

Soru

-Hû`ya bağlanan Rasûllük ile ALLAH’a bağlanan Rasûllük arasındaki farkı nasıl anlayabiliriz..

Üstad

-Birincisi Zâti hakikate işâret etmesi, ikincisi sistemi açıklamasıyla ilgilidir…

Birisi, Hüviyete Rasûllüktür; diğeri Ulûhiyet kemâlâtına Rasûllüktür…

BAKARA 2-23 Kulumuza inzal ettiğimizden (hakikatinden-Esma mertebesinden bilincine açığa çıkandan) şüpheniz varsa, onun benzeri bir sure ortaya koyun. Eğer (sözünüzde) sadıksanız, Allah (adıyla işaret edilen Uluhiyetin) dununda (Allah adıyla işaret edilenin misli veya benzeri olması mümkün olmadığı içindir ki, edinilen veya tahayyül edilen tanrılar ancak onun “dunu”nda olabilir; onların da ne gayrılığından ne denkliğinden ne eş değerinden ne de kapsamından sözedilebilir. Bu yüzdendir ki birimin düşündüğü ya da tahayyül ettiği hiçbir şey Mutlak hakikati itibarıyla Allah adıyla işaret edileni tanımlayamaz. ileride görülecek “leyse kemislihi şey`a-misli olacak şey yoktur” uyarısı Allah adıyla işaret edilene hiçbir kavramın yaklaşmasının mümkün olmadığını vurgulamaktadır. Tüm bunlar yazdığımız “dunu” kelimesiyle anlatılmaktadır. Çalışmamızda sık sık göreceğiniz “dunu” kelimesinin Türkçe`de karşılığı olmadığı içindir ki mecburen bu kelimeyi muhafaza ettik. A.H.) şahitlerinizi getirin!

BAKARA 2-98 Kim Allah`a (Uluhiyet hakikatine), Meleki boyuta (alemlerde Allah isimlerinin işaret ettiği anlamların açığa çıkmasına) ve Rasullerine (hakikati dillendirmeleri için irsal ettiklerine), Cibril`e (Allah ilminin inzali işlevine), Mikail`e (rızıkların yerini bulması işlevine) düşman olursa, muhakkak ki Allah (o) gerçeği örtenlerin düşmanıdır!

NiSA 4-171 Ey kendilerine hakikat bilgisi gelmiş olanlar… Dininizde ölçüyü kaçırıp haddi aşmayın… Allah üzerine Hak olmayanı söylemeyin… Meryemoğlu isa Mesih, yalnızca Allah Rasulü ve O`nun Kelimesi`dir… Onu Meryem`e ilka etmiştir ve kendinden (El Esma ül Hüsna`sından) bir manadır (ruhtur)… O halde Esma`sıyla her şeyin hakikati olan Allah`a ve Rasullerine iman edin… “Üçtür” (baba-oğul-kutsal ruh) demeyin! Sizin hayrınıza olarak (buna) son verin… Allah ancak ilah`un Vahid`dir (Tek Uluhiyet sahibidir)… Subhandır “Hu”, çocuk sahibi olma kavramından! Semalar ve arzda ne varsa O`nun içindir… Vekil olarak Esma`sıyla hakikatiniz olan Allah yeterlidir.

MAiDE 5-73 Andolsun ki: “Allah, üç`ün üçüncüsüdür” diyenler de hakikati inkar edenlerden olmuşlardır! Tanrısallık kavramı geçersizdir, Uluhiyet sahibi TEK`tir!.. Söylemekte olduklarından vazgeçmezler ise, onlardan hakikati inkar edenler, elbette acı veren azabı yaşayacaklardır!

EN’AM 6-19 De ki: “Şahitlik bakımından hangi şey daha büyüktür?”… De ki: “Benimle sizin aranızda Allah şahittir… Bana vahyolan şu Kur`an ile sizi ve ulaştığı (her) kişiyi uyarırım… Siz gerçekten Allah yanı sıra başka ilahlar bulunduğuna şahit misiniz?”… De ki: “Ben (buna) şahitlik edemem”… De ki: “O Uluhiyet, TEK`tir ve doğrusu ben, sizin ortak koştuğunuz şeylerden beriyim.”

ARAF (A’RAF) 7-128 Musa kavmine dedi ki: “Allah`tan (Uluhiyeti dolayısıyla hakikatinizden; nefsinizi oluşturan El Esma`sındaki kuvveden) yardım isteyin ve sabredin… Muhakkak ki o yeryüzü, Allah`ındır… Kullarından dilediğini ona mirasçı kılar… Gelecek, korunanlarındır!”

TEVBE 9-31 Allah dununda ahbarlarını (hahamlarını), ruhbanlarını (rahiplerini) rabler edindiler… Meryemoğlu Mesih`i de! (Oysa onlara) sadece Uluhiyeti TEK olana kulluklarının farkındalığını yaşamaları emrolunmuştu… La ilahe; illa Hu = tanrı yoktur; sadece “Hu”! Subhan`dır onların ortak tuttuklarından!

İbrahim 14-52 işte bu insanlara bildirimdir; onunla uyarılsınlar ve bilsinler ki “Hu”, Uluhiyet sahibi BiR`dir! Derin düşünebilen akıl sahipleri de (bu hakikati) hatırlayıp değerlendirsinler!

NAHL 16-22 ilah olarak düşündüğünüz Uluhiyet sahibi BiR`dir! Sonsuz gelecek yaşamlarına iman etmeyenlere gelince, onların şuurlarını inkar kaplamıştır ve güçlü bir benlikle yaşamaktadırlar (benliklerini şirk koşanlar)!

NAHL 16-51 Allah buyurdu ki: “iki ilah edinmeyin! `Hu`, sadece Uluhiyet sahibi BiR`dir (cüzlere ayrılmayı ya da cüzlerin bütünü olmayı kabul etmeyen TEKilliktir)… O halde yalnız Ben`den korkun.”

KEHF 18-110 (Rasulüm) de ki: “Ben, benzeriniz olan, bir beşerim (dolayısıyla siz de benim gibisiniz); sadece (sizden ayrıcalıklı olarak) Uluhiyetin TEK`liği şuuruma vahyolunuyor! O halde kim Rabbine likayı (Esma hakikati gereğini yaşamayı) umuyorsa, imanının gereğini yaşasın ve Rabbinin kulluğunda (devam edip) O`na ortak koşmasın!”

MERYEM 19-37 Çeşitli anlayıştakiler (Uluhiyetin TEK`liğinden perdeliler) aralarında ayrılığa düştüler (Allah`a iftira attılar)… Yaşanacak azametli sürecin dehşetinde yazık olacak o hakikat bilgisini inkar edenlere!

TAHA 20-98 Uluhiyet sahibiniz sadece Allah`tır… Tanrı yoktur sadece “Hu”! ilmiyle her şeyi (her yönden) kuşatandır!

ENBiYA 21-47 Kıyamet sürecinde uluhiyet hükümlerine göre ölçütler koyarız! Hiçbir nefs (benlik-bilinç) en küçük bir zulme uğramaz. Bir hardal tanesi ağırlığınca olsa dahi onu getiririz. Hesap görücüler olarak biz (hakikatlerindeki Hasib özelliği) kafiyiz.

ENBiYA 21-108 De ki: “Bana sadece şu vahyolunuyor: Sizin tanrı diye düşündüğünüz sadece Uluhiyet sahibi TEK`tir! Siz müslimler misiniz (teslimiyetinizin farkında mısınız) peki?”

HAC 22-34 Allah ismini anmaları için, kurbanlıklarla rızıklandırdığımız her ümmete bir mensek (ibadet yeri-Rahmani hakikatin gereği) kıldık… Sizin ilah olarak düşündüğünüz, Uluhiyet sahibi TEK`tir! Bu durumda O`na teslimiyetinizin farkında olun! Teslimiyet ve itaati fark etmeye müsait olanları müjdele!

FUSSiLET 41-6 (Rasulüm) de ki: “Ben sizin benzeriniz beşerim; ne var ki bana şu gerçek vahyolunmuş bulunuyor: tanrınız olarak düşündüğünüz Uluhiyet sahibi TEK`tir! O halde O`na yönelin ve O`ndan bağışlanma dileyin… Yazıklar olsun şirk koşanlara!”

RAHMAN 55-9 Değerlendirmeyi (Uluhiyet hükümlerine göre) adaletle yaşayın ve mizanı dengelemede yanlış yaparak hüsranı yaşamayın!

KALEM 68-1 Nun (Uluhiyet ilmi) ve Kalem`e (ilmi açığa çıkaran) ve satır satır yazdıklarına (ilmin gereğini tüm detaylarıyla Sünnetullah olarak yaratana) kasem ederim ki…

Kavram hakkında henüz bir not alınılmadı.

Enel Hak

Anlamı Ben Hakkım Yakîne erenin ibadeti biter!.. Ancak, ubûdeti devam eder!.. Yakîne erenin ibadetinin bitmesi ne demektir?…İbadet nasıl biter?.. Sonra ne olur?.. Fiil, kula bağlandığı zaman ibadet adını alır. Fâili

Oku »

Ahadiyet

Anlamı Ahadiyyeti” târif eden en uygun kelime de “HİÇLİK”tir. “LÂHUT”  fikir kabul etmez! Düşünce, o boyutta “yok” olur! “Ahadiyet” denilen bu mertebe “hiç“liktir! “Allah yerleri ve gökleri yaratmadan evvel altında ve üstünde

Oku »

Sabretmek

ES SABUR…  Her yaratılmış olanın amacına uygun işlevini yapmasını bekleyip, o işlevini tamamladıktan sonra sonuçlarını yaşatan. Zâlimin zulmüne müsaade etmesi, yani Sabur özelliğini açığa çıkarması, hem zâlim hem mazlum yönünden yaşanacak

Oku »