Şuur
Bilinç kendindekilerle farkındalığında olmaktır.
Şuur da ise o şeyin idrak ve değerlendirmesi vardır.İslâm terminolojisinde “şûur” ya da bugünkü deyimiyle “bilinç“, “kalp” kelimesiyle, “gönül” kelimesiyle tanımlanır.
- Hakikati hissetme merkezi..
- “Şuur”, Esmâ mertebesi özelliklerinin bir bileşim hâlinde birimsellik görünümünde açığa çıkıp, kendini seyretmesi hâlidir.
- “Bilinç” ise genetik veriler yani kendisine öncekilerinden akagelen veritabanı yanı sıra, dıştan aldığı şartlanmalar veya astrolojik etkilerle oluşmuş özellikler bütününün adıdır.
“Bilinç”, açığa çıktığı beyin itibarıyla kendini yalnızca “beden” olarak düşünür (insansı) ve ona göre yaşar genellikle. “Bilinç”, aklı kullanarak fikirleri değerlendirerek yaşamını sürdürür. Akıl ise bedenin biyolojik yapısının getirisi altında baskılı çalıştığı için, çoğu zaman akılsızca diye tanımlanan, aklın işlevini tam yapamadığı davranışlar ortaya çıkar. Bu yüzdendir ki, aklın kendi başına Hakikati bulması imkânsıza yakın zordur! Çünkü akıl duyularla elde ettiği verilere dayalı hüküm verme durumundadır. İşte bu nedenledir ki, akla, duyu dışı alanda kalan gerçekliğe “iman” ederek yola çıkması teklif edilmiştir. Çünkü işin hakikati, madde ötesi yaşam boyutunda, maddeyi de kapsar şekilde yaşanmaktadır. “İnsan” olan “şuur” sahibi varlık, gözlerini “bilinciyle” yaşayan bir “insansı” bedeninde açmıştır! Aslı “Akl-ı küll” olan “şuur”, yetişme sürecince örtülü kalmış; “İnsan”, kendini yarın toprak olacak biyolojik bedenden ibaret varlık olarak kabullenmiştir.
“CAN” denen şey aynı zamanda “şuur-bilinç” kelimesiyle işaret edilen mânânın ta kendisidir.
“İNSAN” ismiyle isimlenen gerçek varlık, tamamıyle “BİLİNÇ“ten ibaret bir yapıdır..
Bu şuur, beynin ürettiği bir düşünsel yapıdır. Beynin yapısındaki genetik bilgiler; artı astrolojik etkilerin meydana getirdiği özellikler; artı, şartlanmalar, artı bunların sonunda doğan düşünce sistemi, “kişilik şuuru” dediğimiz şeydir.
Nefs, zâtı itibariyle, ‘’salt şuur’’dur.
Bireysel bilinç, şartlanmalardan kendini arındırdıktan sonra bir şuur sıçramasıyla kendini “kozmik bilinç” olarak tanıyabilir…
“NEFS” kelimesiyle anlatılan ve “nefis” diye de bilinen hep bu “kişilik şuuru“dur…
“Bireysel bilinç“in orijinal hâli, “Nefsi Sâfiye“dir…
- MÜ’MİN… Algılananın ötesi olduğu farkındalığını oluşturandır Esmâ boyutu itibarıyla. Bu farkındalık, boyutumuzda “iman” olarak açığa çıkar. İman edenler şuurlarındaki bu farkındalıkla iman ederler; dünyamızda Rasûller; tüm varlıkta ise melekler dâhil! Bu farkındalık, bilinçteki aklın vehim esaretinden kurtulmasını sağlar. Vehim, kıyası kullanarak muhakeme yapan aklı saptırabilirken, iman karşısında güçsüz ve etkisiz kalır. Mümin isminin özelliğinin açığa çıkışı şuurdan bilince direkt yansır; dolayısıyla da vehim kuvvesi onun üzerinde tasarruf edemez.
Bir fiîli yapıyorsun. Ne ile yapıyorsun?.. Bir şartlanma ile yapıyorsun!.. Şuur var mı orada?.. Yok!.. Şuur, derken neyi kastediyoruz?.. Allah`a vâsıl olma, Allah`ı yaşama anlamında bir şuur!..
ŞİRK`in kökeninde, şuura yerleşmiş olan isimlere varlık vermek yatar!…
Bir kişi, iyilik yapıyor kötülük yapmıyor, doğru söylüyor!.. Ama buna rağmen muhakkak cehenneme uğrayacaktır. Cehennemde uzun bir sürede kalacaktır!.. Çünkü, bu hareketleri, tabiî terkîbinin neticesi olarak yapıyor!.. Şuurlu olarak yapmıyor!.. Kendisindeki isimler, zuhûra çıkış anında, bu fiilleri meydana getiriyor!..
Allah’ı tanıma yolunda bir çalışması yoksa, hâlâ izâfî varlığı söz konusuysa, onun bu konudaki -bilgisi’ hiçbir şey sağlamaz ona!..
Hiç bir şey hariç olmamak üzere, her şey canlıdır, şuurludur, diridir, varoluş gayesine göre, canlı ve şuurlu olarak tesbihini, zikrini yapmaktadır.
- Müzik, aklın ötesinde gelir; ve şuurun ötesiyle değerlendirilir!.
- Bedenin yaşı vardır; şuurun ise ilmi, ya da , şartlanmaları… veya, her ikisi!.
Şunu hiç unutmayalım… Beden boyutu da ebedidir; biyolojik-ruhsal-nursal beden şeklinde; bunun yanısıra şuur boyutunda kişinin şuurunun erdiği idrâktaki düşünsel boyut da ebedîdir..
- Bedenin ve şuûrun!.. hayâli ve gerçek varlığın!..
- Kendine yaş veremediğin anda şuûrunda, belli bir yaşta hissettiğinde ise bedeninde yaşıyorsun, demektir!.
- Organların bir varoluş sebebi de, şuûrunun imtihanıdır!..
- Şuûru, bedenine tâbi olanın, ızdırabı asla son bulmaz!..
- Güdünün, dürtülerinin, organlarının değil; şuûrunun, sesine kulak ver!
- Duyguların kabardığında, şuûrun onu kontrol edemiyorsa, diğer mahlûkattan ayrıcalığın nedir?..
- Evrende, cansız, ya da şuûrsuz, tek bir zerre mevcut değildir!.. Algılamak istiyorsan, “perdeni” terket!..
- Şuûrunu arındır, algılamayı bırak; bak bakalım, kim kalacak?..
- Örtü, perde, şuûrundadır!.. Dışında var sandığın, perdeleri kaldırma çabasıyla ömrünü boşa geçirme!..
- Cehennemin manevi ateşi, şuurundaki sahiplik düşüncesidir!. Ki yakışı dünyada başlar…
- Namazdan amaç, “Mi`râc”tır! Mi`râc `tan amaç, Allah`ı bâtınında müşahede etmektir! Allah`ı bâtınında müşahede etmek, idrâk ile-şuur ile olur!
- Yaşamdaki-varlıktaki hakikati görmenin yolu; daima, şuur boyutunda Tek`ten çok`a bakışla mümkündür!
- Rasûlullah Aleyhisselâm`ı sevmekten amaç; O`nun hâliyle hallenip, O`nun ilmi ile ilimlenip, O`nun şuuru ile şuurlanıp, O`nda yok olmaktır!.
- Şuur boyutuna yönelme,‘’Tek”liğe; yani Allah`ın Vahdâniyetine yönelmedir!.
- Beyin veya seslenişi olan şuur, hiç bir zaman tatmin olmaz ve olmayacaktır… Çünkü öğrenilecek şeylerin sonu yoktur!…
- ŞİRK`in kökeninde, şuura yerleşmiş olan isimlere varlık vermek yatar!…
- Şuurundaki arınmışlıktır, ölüm ötesinde sonuçlarını yaşayacağın!.
- Bil ki, Cehennem; şuurun ve bedenin azap duyacağı, Cennet ise huzur bulacağı yerdir!.. Fakat orada ne odun vardır, ne de kömür!..
- Yanmamanın bir tek yolu vardır; O sırada kişinin basiretine-şuuruna imanın hâkim olması !..
- “Hakikat”, şuur boyutunda yaşanan bir şeydir!..
- Tasavvuf; aklı başında, şuurlu, yüksek tefekkür gücü olan üstün istidat ve kâbiliyetli insanların konusudur!
- Bilmek, şuurdadır… Uygulamak, ef`âl alemindedir.. İhsâ, ilimdedir… İnzâl, zuhurdur!.
Bugünkü modern bilim neticesinde oluşan düşünce sisteminin eriştiği gerçek olarak “KOZMİK BİLİNÇ” adıyla tanımlanan “Evrensel TEK Şuur” tasavvuf çalışmalarıyla asırlardır tanınan “İNSAN-I KÂMİL”den başka bir şey değildir.
Şuur ya da yeni ifade şekliyle bilinç, iki yönlüdür;
Afâka ve enfüse…. Yani, dışa ve öze!..
Melek ve cin sınıfında âfâka yani dışa, çevreye dönük şuur olmasına karşılık; öze dönük, hakikatını bilme istikametinde bir şuur kapasitesi mevcut değildir. Ki bu yüzden insan “yeryüzü halifesi” olmuştur.
İnsanların hepsinin, temel yapıları, itibariyle sahip oldukları bir kemâlât vardır ki o da beyinleridir. Esasen beyin kâbiliyeti olarak bütün insanlar, bütün özellikleri ortaya çıkartabilecek özelliklere sahiptirler…
Ancak, her biri değişik kozmik tesirlere ya da orijinal ifadesiyle melekî programlamaya mâruz kaldıkları için; ve de farklı bilgi genetiğine sahip oldukları için birbirlerinden ayrılırlar. Ama buna rağmen, neticede hepsi de belirli ilâhî isimler bileşimidirler.
Bu konuda geniş izah “KENDİNİ TANI” isimli kitabımızda mevcuttur.
Netice olarak diyelim ki; ister İnsân-ı Kâmil, ister birimsel mânâda insan olsun hepsi de ilâhî isimlerin zuhur mahalli olarak vücûd sahibidirler; ki dolayısıyla, Allah onlardan daha câmi mânâda hiç bir varlıkta zuhur etmemiştir!.
“Uyku” hâliyle bahsedilen husus, burada, “insanlar uykudadır” hadîs-i şerîfinde bahsedilen mânâdaki bir uykudur!.. Yani, bedenî mânâda “uyku” değil; “şuurî” mânâda “uyku”dan sözedilmektedir bu beyanda!..
Neydi bu “uyku” hâli?..
Eğer bir kişi kendini sadece bu et – kemik beden olarak var sanıyor, âlemi de beş duyuyla algıladıklarından ibaret olarak kabulleniyor ise; kendisinin, beden ve ruhun ötesinde “şuur”dan ibaret bir bilinç varlık olduğundan haberdar bile değilse, o kişi hiç uyumadan daima ayakta dolaşsa dahi “uyku” hâlindedir. Ve tüm algıladıkları da rüya hükmündedir. “Ölmedikçe” de uyanamaz!..
“Şuur” kendisini “ceberût” boyutunda tanıdığı zaman, kendi vehmî benliği, birimsel benliği kalkmış olur; ve kendisinde Hakkânî vasıflar ile Rabb zuhûr eder.
Havasın orucu ise, kalbin veya ruhun orucu olarak bilinen oruçtur!..
“Kalb” ve “ruh” kelimeleriyle işaret edilen mânâyı iyi bilmek gerektir evveliyetle.
“Ruh”, şu anda bildiğimiz madde bedenin yerine, ebediyen kullanılacak olan ikinci bedenimizdir; ki yapısı “halogramik özelliklere sahip dalga” türündendir. Bu bedendeki şuura da “kalb” denilir.
“Kalb gözü” denildiği zaman gaye “şuur” gözüdür. Bedende nasıl bir “şuur” mevcut ise, aynı şekilde ruh bedende de bir şuur mevcuttur ki; işte bu “şuur”dan, bu şuurdaki idrâk özelliğinden “kalb gözü” veya “basîret” isimleriyle bahsedilmiştir!..
“Kalb“in yâni “şuur“un orucu nasıl olur?..
“Kalb” yani “şuur“un, beş duyu, şartlanmalar ve bunlara dayalı olarak vehmin kendisine var kabul ettirdiği varlıklardan bilincini arıtması, bu tür kabullerden kesilmesi, onun orucudur.
Evren, ismi “ALLAH” olanın, bildirilen kadarıyla isim ve sıfatlarının özellikleriyle varolmuştur ve sonsuza dek bu böyledir!
İnsan, ismi “ALLAH” olanın, bildirilen kadarıyla isim ve sıfatlarının özellikleriyle varolmuştur ve sonsuza dek bu böyledir!
Evren “Hay”dır (diridir–canlıdır); çünkü ALLAH “HAYY”dır!
İnsan “Hay”dır (diridir–canlıdır); çünkü ALLAH “HAYY”dır!
Evren şuurludur; çünkü ALLAH Âlim’dir!
İnsan şuurludur; çünkü ALLAH Âlim’dir!
İlim sıfatının açığa çıkışı şuur adını alır!
Madde boyutundan yola çıkıp, salt şuur boyutuna doğru ilerledikçe izafî zaman birimi de sürekli olarak değişir ve kapsamı genişler.
Bir boyutta yaşanmakta olan, bir önceki boyutta yaşanmış olaydan başka bir şey değildir!..
Beynin üst düzeylerdeki çalışma kapasitesine ulaşması sonucu, yapabildiği «Şuur sıçramaları» ise, o birimin bir üst boyuttaki yaşama ve gerçeklere erişebilmesi anlamını doğurur.
Hakikat ehli olan «tahkik ehli» zevât, bu «şuur sıçramaları» ile bir üst boyutlara intikâl ederek; içinde bulunduğu boyutta oluşagelen şeylerin, nasıl, neden ve hangi gayeye dönük olarak gerçekleştiğini lütfû ilâhi yollu seyredebilir.
Tek «RUH»tan sayısız enerji yayılmış ve onlardan sayısız mânâları havi olan «melek»ler oluşmuştur. Çeşitli mânâlar ihtiva eden bu melekler çeşitli şekillerde ve boyutlarda yoğunlaşarak kâh bir tür bedenleri olan yıldızları oluşturmuşlar; kâh da ışın – beden düzeyinde «şuur» varlıklar olarak yaşamalarına devam etmişler ve etmededirler.
«Yıldız» şeklinde bedenlenmiş «şuur birikimleri» olan «melek»ler, kendi varoluş gayelerine uygun olarak, varlığa sayısız mânâlar – ışınlar yaymaktadırlar.
Nihâyet en son olarak, bu sayısız mânâları değerlendirebilecek bir beyin kapasitesi ile insan yaratılmıştır.
Sizin terkibi yapınıza göre; size uygun düşmeyen şeylere siz, “şer” adını verirsiniz. Halbuki bileşiminize uygun olmaması dolayısıyla o şey sizin hakkınızda gerçekte hayırlıdır… Sizi, terkibinizin oluşturduğu kayıtlardan çıkarmak için olay oluşturulmuştur. Şuurunuzu, terkibinizin kaydından kurtarmak için o olay düzenlenmiştir…
Ve…
Size birçok şeyler “hayır” gibi gelebilir. Çünkü o oluşan şey, senin bileşimine uygun olan şeydir. Ne var ki o olay esasında “şer“dir!.
Senin terkibine uygun geldiği için, senin hoşuna gider, ona devam edersin ve o şey seni bedenselliğe, birimselliğe bağlar; ve yine o olay seni şuur boyutundan uzaklaştırır!.
Şuur boyutundan uzaklaştırdığı için de o şey sana hayır gibi gelmesine, gözükmesine, o şeyi hayır gibi düşünmene rağmen, esasında o şey senin için şer`dir!.
Hayır ve şerrin gerçeği şudur:
Seni, yani şuurunu, isimler bileşiminin yapısından ve kayıtlarından kurtarmaya çalışan şey, hayırdır…
Seni terkipsel yapına, bedensel yapına çeken, kendini beden gibi, birim gibi kabullenmene yol açan şey de şerdir!… Gerçek böyledir!.
İnsan bedeni milyarlarca hücreden oluşmuş.. Sen, vücudundaki o hücrelerin farkında mısın?… Hayır! Ama, o bütün hücreler, bütün olarak bir kişisel ruh, kişisel yapı, düşünce meydana getiriyor ve bundan da senin şuurun meydana geliyor.
Ama senin şuurun, senin şuurunu meydana getiren bu bedenin parçalarından oluşmasına rağmen, bunun farkında değil!…
Eski klasik anlayışa göre bir “cansız et-kemik beden“; ve bir de buna “can” veren, dışarıdan bir yerden gelip bu bedenin içine giren “RUH” anlayışından sözedilirdi ki; insan bedeninde ortaya çıkan “şuur-bilinç” bu ruhta mevcut sanılırdı…
Oysa işin gerçeği, aslı bu değildir!..
“CAN” yeryüzünde ve evrenin her noktasında mevcuttur!..
“CAN” denen şey aynı zamanda “şuur-bilinç” kelimesiyle işaret edilen mânânın ta kendisidir.
Dolayısıyla, yeryüzünde ve evrende “CANSIZ ve BİLİNÇSİZ” tek bir şey mevcut değildir!..
“RUH” adı verilen ve her kuantta yerini bulan “ÖZ” aynı zamanda “ŞUUR” kaynağıdır… Yani, evrende mevcut bulunan her nesnede birimsel ölçüde bilinç vardır… Ancak bilelim ki, bilinç bölünür ve cüzlere ayrılır bir şey değildir.
Dolayısıyla kainatta var olan her hareket asla tesadüfî olmayıp, taşıdığı “ŞUUR“un sonucu olarak, bize bugün düzensizmiş gibi gözükse de, gerçekte düzenli hareketler göstermektedir…
“ŞUUR“suz sanılan hayvanlar veya cisimler veya zerrecikler dahi, taşımakta oldukları birimsel bilinç dolayısıyla gerçekte, belirli bir düzen içinde hareket etmektedirler… Ancak, kendileri bu durumu idrâk edecekleri bir sistemden, yapıdan öte oldukları için; bu özelliklerini kendileri bilememekte; biz dahi beş duyumuzun kaydında kaldığımız sürece onların bu durumunu idrak edememekteyiz…
Beden boyutunu dünya (dış-üst boyut), âhiret boyutunu şuur (alt-iç boyut) olarak algılasak…?
Şuurda rabbini görmeyi, âhirette Rabbini görmek olarak değerlendirip bunun anlamını fark etsek….
“Şehid”lik iki anlamdadır İslâm’da…
Bedensel şehidlik.
Şuursal şehidlik.
“Bedensel şehitlik”, kişinin, “Allah” için bedeninden vazgeçerek, bir şekilde öldürülmek suretiyle, bedensiz kalarak ruh boyutunda yaşamaya başlamasıdır.
Bunlar, aramızdan kaybolmaları ve bedenlerinin kullanılmaz hâle gelmesi itibariyle “ölü” hükmünü alırsa da bizler tarafından; gerçekte onlar “ölü” değil, ruh bedenle serbest bir şekilde o boyutta yaşamaktadırlar. Kabir âleminde değil, “berzah” yâni geçiş boyutundadırlar.
Dünyada olup bitenlere de vâkıf oldukları söylenmektedir. Bunların öldüklerini bile başlangıçta fark etmedikleri anlatılmaktadır. Bu yüksek bir mertebe olmasına rağmen “velâyet” mertebesinin altındadır; çünkü bu kişide “şuursal şehidlik” oluşmamıştır; yâni, “ene” ortadan kalkmamıştır!.
Oysa esas hedef hayatta, dünyada iken “ene”yi terktir! Ki, gerçek “BEN” diyen açığa çıksın… “OL” dediğinde “olsun”!.
“Şuursal şehitlik” ise, “Zen”de, “ölürsen ölmeden, ölünce ölmezsin” cümlesiyle ifade edilen; bizim kaynağımızda “ölmeden önce öl” şeklinde ifadesini bulan; “kendini şuur boyutunda tanımak ve gereğini yaşamak” diye açıklık getirebileceğimiz olaydır. Buna “velâyet” mertebesi; yani, “Veli”si “Allah” olan; yâni, hakikatinin gerektirdiği şekilde yaşayan da denir.
Sanırız ki, çok ibadetle insan “veli” olur!. Evet, insan çok ibadetle olur “veli”; ama bu ibadet, yalnızca “beden” boyutu itibariyle değil; “şuur” boyutu itibarıyladır!.
Şuurda yaşanılası bir muhteşem olay salât!. Yalnızca bedensel hareketler değil!.
“Var”olan hiçbirşey “yok” olmayacağına göre, “var”olan her şey bir dönüşümle, bir başka boyutta yaşamına devam ettiğine göre, ben de bu mantıkla biliyorum ki; bugün için “var”olan şu şuurum-bilincim, bir süre sonra bir dönüşüme uğrayacak ve bu dönüşümle birlikte yeni bir yaşam boyutunda yeni bir yaşam şartlarında yaşamıma devam edeceğim.
Hz. Rasûlullah da, kişinin ölümü tattıktan sonra çevresini görmeye devam ederek mezara konulduğunu, mezara konulduktan sonra çevresinde kendisine seslenenleri duyduğunu anlatıyor ve diyor ki Hz. Ömer`e;
“Bugünkü şu anki dünyadan ayrılmadan evvelki aklın-idrâkın-şuurun-bilincin neyse, kabirde de o idrâkla, o akılla, o bilinçle o şuurla, yaşamına devam edeceksin ya Ömer!”
İşte bu yüzden de Bedir savaşında ölmüş, toprağa atılmış, üstü kapatılmış, yani mezarlara gömülmüş insanlara gidip hitâb ediyor, ve o mezardakilerin ölü olduğunu sanan dışarıdaki kişiler sorduğunda da, “bu ölülere nasıl hitâb ediyorsun, seni duyarlar mı Ya Rasûlullah?” dediklerinde de;
“Evet… Onlar sizden daha az duyar bir halde değiller. Yani sizden daha iyi bir şekilde benim bu seslenişimi duyuyorlar ve düşünüyorlar, benim dediklerimin doğruluğunu da tasdik ediyorlar.” diyor.
Yani kabre konan kişi ölü değildir, diridir, akıllıdır, idrâklıdır, şuurludur!.
İsmi “ALLAH” olarak bildirilen, her türlü beşeri anlayış ve kapsamsal kavramın ötesinde olarak, yalnızca “HU” yani sadece “O” olarak tanımlanır (ki bu boyuta “âlemi lâhut” da tabir edilir).
“HU“, evren içre evrenleri, ilminde, ilmiyle, bir “NOKTA“dan yaratmıştır!
O “nokta“, “HU” zamiriyle işaret edilenin, ilminde açığa çıkardığı özelliklerinin varlığıyla var kılınmış şuurlu bir çekirdektir (heyûla); “Hakikati Muhammedî“dir (âlemi ceberûttur)!.
Algılanan ve algılanamayan, bilinen ve bilinmeyen her şey, bu şuurlu ve bilinçli “NOKTA“nın varlığındaki isimlerin işaret ettiği özellikler ile gene ilimde varolmuş “ilmî suret“lerdir.
Bu “nokta“nın ilim mertebesinde ilmî açılımı ile “melekût âlemi” meydana gelmiştir ki bu mertebe, evren içre evrenlerin meydana geldiği “salt enerji okyanusu“dur. Burada çokluktan, çokluğa ait sayısallıktan ve birimsellikten söz edilemez!.
Buraya kadar açıklanan durum, Hazreti ÂLİ`nin “bu AN o AN`dır” işaretinin ihtiva ettiği “nokta“dır; ki bu, ezelden ebede böyledir ve hiç değişmez!.
İşte bu “nokta” içinde, “nokta“nın varlığındaki Allah isimlerinin, değişik bileşimler hâlindeki açığa çıkışları ve bunların yapıları gereği algılamaları, “GÖRESELLİĞİ” ve çokluk (kesret) kavramlarını oluşturmuştur (nâsut âlemi).
Burada konunun iyi anlaşılabilmesi için, çok önemle dikkat edilmesi zorunlu olan husus şudur:
Olay, yukardan aşağı, gökten yere değil; bir tekillikten açılan, gelişen, oluşan, meydana gelen algılamalara dayalı “çokluk” tarzında düşünülmelidir.
Her birim, aynı TEK`ten (melekût) meydana gelmiştir!. Melekût, birimin dışından gelen değil; birimin derûnundan zahirine (bilincine) açığa çıkan, birimin varlığını meydana getiren mertebe anlamındadır!. Kurân-ı Kerîm`deki “B” sırrı, kişinin hakikatindeki bu mertebeye işaret eder!.
“Melekût”, evren içre evrenlerin varlığını meydana getiren şuurlu enerji-kudret sıfatının açığa çıkışıdır!.
Evren içre evrenlerde meydana gelen her yapı ve birim, evrensel enerji ve şuurla meydana geldiği için de, aslında cansız ve şuursuz hiç bir şey yoktur evrende!. Belki algılama sınırları ötesini inkâr edenler tarafından cansız ve şuursuz yakıştırması yapılır bir kısım yapılara.
Tümüyle canlı ve şuurlu olan evren ve içindeki tüm yapılar “SÜNNETULLAH” diye isimlendirilmiş olan “evrensel sistem ve düzen” içinde oluşmuştur. Ve gene sonsuza dek o sistem içinde Yaratanın muradına göre her an yeni bir şan alarak yaşamını sürdürecektir.
İnsanlık içinde açığa çıkan RASÛL ve Nebilere gelince…
Bu zevât, yukarıda denilen gökteki ve “ALLAH” ismiyle etiketlenen tanrı tasavvurunun seçtiği aracılık işiyle görevli postacılar veya elçiler olmayıp, hakikatlerinden bilinçlerine “nâzil” olmuş, kendi derûnlarındaki isimlerin özelliklerinden kaynaklanan ilmin, şuurlarında açığa çıkmasıyla, Hakikate tercüman olan ve o evrensel hakikati dillendiren zevâttır!. “İrsâl“, “açığa çıkarma” anlamındadır… “Rasûl” ise Türkçe karşılığı itibariyle “açığa çıkarılmış yakînî bilgi kaynağı” anlamına gelir. “Semâ” yalnızca gök katları anlamına gelmez; bilinç (nefs) mertebeleri anlamını da ihtiva eder!. “Nüzul“ün anlamı mekânsallık ifade eden “inme“-“indirilme” değildir. “Gök“ten “kitap” inmemiştir!. Kurân`da geçen “kitap” kelimesinin Türkçe`deki anlam karşılığı “bilgi“dir!.
Bunlar gibi pek çok kelime dilimize veya yabancı dillere yanlış anlamlarla çevrildiği için, eciş bücüş bir “DİN” anlayışı ortaya çıkmakta; o yüzden de pek çok aklıbaşında insan bu anlatımlardan yüz çevirmektedir.
Artık bu yanlış anlatımları yeniden sorgulama zamanı gelmiştir!.
“Çokluk” âlemlerinde “yok”tan “var” kılınmış her şey, “Allâh” adıyla işaret edilenin “El Esmâ ül Hüsnâ”sıyla varlığını sürdürüp işlevini yerine getirdiği içindir ki; “şuur” boyutu itibarıyla bu hakikat boyutunu algılayıp yaşayan “İnsan”, yeryüzünde açığa çıkışı itibarıyla “halife” olarak tanımlanmıştır. Kurân’a göre, bunu hisseden, yaşayan, “Diri”dir; “Gören”dir; buna karşın hakikatini fark edemeyen veya inkâr eden ise “ölü”dür; “âmâ – kör”dür! İşte hakikatini hissedip yaşayan, “şuur”unun hakikati itibarıyla “melek – kuvve” olan “İnsan”ın aslı da, Allâh isimlerinin işaret ettiği özelliklerdir ki, bu isimlerin mânâlarının onda “insana yakışır” şekilde kuvveden fiile çıkması, “cennet” denilen yaşamı oluşturur! Cennet, insansıya dönük yaşam ortamı değil, “melek – kuvve” olan “insan”ın özelliklerinin yaşanacağı ortamdır. Umarım neye işaret ettiğim anlaşılır!
“Kitaplara – BİLGİ’ye” iman ise, Rasûl ve Nebilerin, hakikatlerinden boyutsal bir geçişle “şuur”larında buldukları, “vahiy” diye tanımlanan şekilde açığa çıkan -inzâl olan- Hakikat ve Sünnetullah BİLGİSİ‘ne imandır.
“Rasûl”ler, Hakikat Bilgisini, hakikatlerinden, Esmâ mertebesinden, melekî kuvvelerle, -bilinç devrede olmaksızın- “vahiy” yollu alarak şuurlarında bulan ve bunu bilinç boyutunda dillendiren -irsâl olmuş-, açığa çıkmışlardır.
“Allâh isimleri”, bilinç devrede olmaksızın şuurda açığa çıkıp (vahiy), daha sonra bilinç tarafından değerlendirilmeye çalışılan evrensel -kâinat anlamında değil, âlemler işareti doğrultusunda- özelliklerdir.
Soru
-Farklı boyutlarda yaşayan Cennet ehlinden alt boyuttaki, üsttekini görebilir mi?
Üstad
-Alt boyuttakinin üst boyuttakini görmesinden murad şudur;
meselâ: senin benim iç dünyamı görüp hissedebilmen… Bu durum Dünya yaşamında ne kadar mümkün ise, Cennet yaşamında da o kadar mümkündür!
Dünyanın madde kavramı başkadır .. Âhiret’in başka! Rüyada da bir tür o ortamın madde bedeniyle yaşıyorsun… Esas olarak iki tür yaşam vardır… Bir mücerret=soyut yaşam; bir de bedenli yaşam… Bedenli yaşamın bir şekli ve görüntüsü vardır…. Mâhiyeti ne olursa olsun!.. Bedensiz yani mücerret=soyut yaşamda ise algılanacak bir şekil ve görüntü yoktur!.Şuûr yaşamıdır!.
Soru
-Üstadım!.. Yâsin /12.âyette; ” …… İmamı Mübin’de İHSÂ ettik” deniyor , İhsâ `nın İnzal ile olan farkı nedir?
Üstad
-Bilmek ile uygulamak arasındaki fark gibi… Bilmek şuurdadır… Uygulamak Ef`âl Âlemi’ndedir.. İhsa, ilimledir…
Soru
-Kur`ân ’da “Yakılacak şeyleri insanlar ve taşlar olan” ateşten bahsediyor. Buradaki ” taştan..” kasıt nedir?
Üstad
-Dünya!… Cehennem’de yanmanın iki boyutuna işaret ediliyor bu âyette…
Birinci boyut; şuursal yanma… Buna “İNSAN” kelimesiyle işaret olunuyor..
.İkinci boyut; maddesel yanma.. buna da “TAŞLAR” kelimesiyle işaret olunuyor; anladığım kadarıyla!.
Soru
-Terkibiyet ne zaman kalkar?
Üstad
-Terkibiyetin sonsuza dek kalkmayacağını söyledik…
Terkibiyet ile kişinin varlığı oluşmuştur. Bu varlık kendi özünde eğer hakikatine doğru bir yolculuğa çıkarsa… Kendini Ef’âl boyutunda, Esmâ boyutunda, Sıfat boyutunda ve Zât boyutunda tanıyabilir!…
Esmâ boyutunda tanıdığı zaman şuurunda çokluk kavramı değerini yitirir…
Eğer Esmâ boyutundan Sıfat boyutuna geçerse, ilminde terkibiyet hükmü kalkar…
Zât boyutu itibariyle ise yaşayan bilir…
Esmâ boyutundaki, şuurda çokluk kavramının kalkması, kısmen terkibiyetin kalkması diye ifade edilir…
Sıfat boyutunda olanda ise terkibiyet hükmü kalmamıştır… İlminde!…
Ancak hiç bir şekilde, kesret boyutundaki yani Ef’âl boyutundaki birimsellik ortadan kalkmaz!… Yani terkibiyet hiç bir şekilde ortadan kalkmaz… Anlaşıldı mı?
Soru
-Kur`ân ‘da bahsi geçen Tarık yıldızı.. a) Yeryüzü Semâsı’nın dışında bir yıldız mıdır?… b) ” O delen bir yıldızdır ” Âyeti ile anlatılmak istenen nedir?..
Üstad
-Tarık, Cediy yıldızıdır!.. Yeryüzü semâsının dışında bir yıldızdır… Gün doğarken görünür, karanlığın ilk anında görülmesi sebebiyle karanlığı delip geçmesi sembolize edilmiştir…
Semâ insanın şuur boyutuna işaret ettiği gibi; semâdaki yani şuur boyutundaki bazı gerçekler, insandaki bilgisizlik karanlığını delip geçer anlamındadır.. Bu konuda Elmalı Tefsirinin 8. cildinde adı geçen Sûrede bilgi bulabilirsin…
Soru
-Üstadım, şu anki Âdem neslinde bilinç olarak en geniş daireyi çizen mutlak şuurun özelliklerini tamamıyla ortaya koyabiliyor mu?
Üstad
-Hayır ortaya koyamaz.
Soru
-Bazı kemikleşmiş huylar var ki, sadece şuurda terk yetmeyebilir. Bu durumda mücahedeyi fiiliyatta yapmak gerekir mi ?
Üstad
-Toplum düzenine ters düşmüyorsa,evet!…
Soru
-Üstadım…Şuur boyutumuz âhiretimiz olduğuna göre, bügünden âhiretimizi bilmemiz mümkün müdür? Teşekkür ederim.
Üstad
-Size daha önce bir soru sormuştum, cevap vermediniz; gündüzki düşünceleriniz ile geceki rüyalarınız ne kadar bağdaşıyor diye…
Esasen, rüya bir yana, şuursal durumun bugünkü âhıretin olduğuna göre, şuursal olarak ne kadar Cennet’i ve ne kadar Cehennem’i yaşadığını kendine sorabilir herkes…
Soru
-“Arşın şuur olduğu” “Allah arşı istiva etti” şuhûduna ne dersiniz..?
Üstad
-Arş nedir önce onu kavramak lazım… Sonra da arşı taşıyan MELEKLER nedir bunu düşünmek gerek…
Eğer bunu anlarsanız; meleklerin, şeytan denen cinler gibi somut objeler olmadığını da düşünürseniz; o zaman “Arş” ismi arkasında açığa çıkan mânâ nedir ve bu mânâ hangi özelliklerle ayakta durmaktadır; sorusunun cevabını düşünme noktasına geliriz…
O zaman “hamd“ın ve “tesbih“in ne olduğunu düşünmek; ve burada açığa çıkan mânânın “hamd“ının ne şekilde olabileceğini farketmek zaruretiyle karşı karşıya kalırız…
Arş, ilimde vahdetin kesrete dönüştüğü sınırdır!…
Yani ilmi ilahi ile Esmâ ve Efâl boyutu arasındaki sınır… Ef’al boyutunu kapsayan alan, arşın altıdır…
Bir diğer ifade ile, Esmâ ve Ef’âl boyutu arasındaki sınır…Ef’âl boyutunu kapsayan alan arşın altıdır…
Bir diğer ifade ile; arşın üstü ilmi ilâhi , içi de kesret âlemi-ilmin zuhur mahallidir…
Allah’ın arşı ıstıvası, kesret âleminin O’nun ilmiyle meydana gelmesi ve ezelden ebede bunun böylece devam etmesidir… İşte bütün bunları eğer hissedebilirsek o zaman bu Âyetin mânâsına YÖNELMİŞ OLURUZ…
BİLİNÇ
- Şuur
- Yapısını henüz değerlendiremediğimiz meçhul frekanslı bir dalga boyu…
- Beyin genetiğinin oluşturduğu mânâlar…
- Beynin ürettiği bir düşünsel yapı…
- Kalb
- Can
- Gönül
- “Ben”
- Nefs
***
- Bilinç(Şuur)
- Bilincin oluşturucusu ve aracı(Beyin)
- Beynin ürettiği düşünsel yapı
- Varsanılan herşey, “Bilinçteki ilim mânâları”dır.
- “Bilinç”, beyin genetiğinin oluşturduğu mânâlardır.
- Bilinç, yapısını henüz değerlendiremediğimiz meçhul frekanslı bir dalga boyudur.
- Evrendeki Holografik Bilinç
- Yaşamda varolan herşey, bilincini meleklerden alır.
- Evrende, “cansız” ve “bilinçsiz” birşey mevcut mudur?
- Kozmik Bilinç(Evrensel Bilinç)
- Bilinç, bölünür ve cüzlere ayrılır birşey değildir.
- “Kuantsal boyut”ta herşey, tek bir şuur hâlindedir.
- Bilinç, “Can”dır!
- Bilincin, yaşamın ve herşeyin Evrenin dokusunu oluşturmasının şaşırtıcı sonuçları!
- Birimlerde mevcud olan bilinç, aynı “Öz”den geldiği halde niçin farklılıklar gösterir?
- “Özbilinç” noktası
- İnsanda niçin bilinç oluşmuştur?
- İnsanda şuur ne zaman meydana geldi?
- Bilinç nasıl oluşur?
- Bilinci oluşturan, yönlendiren, etkileyen faktörler nelerdir?
- Bilinç nerede oluşur?
- Beyin, oluşan bilinci ürettiği “ruh”a yükler!
- “Bilincin bedeni”
- Bilinç, hiçbir zaman bedensiz kalmaz!
- Bilincin, ölüm ânında Ruh’u kullanması
- Bilinç, “madde” değildir!
- İnsan bilinci ölümsüzdür.
- İnsan şuur olarak bâkidir!
- Bilinç, ölümü “tadar”; hiç kesinitiye uğramaksızın!
- “Bilincin yaşı” var mıdır?
- Bilincin sûreti yoktur!
- “İnsan”, beden ve ruh değil; “Bilinç Varlık”tır!
- Bilinç boyutunda “Dişilik” ve “Erkeklilk” kavramı var mıdır?
- Bilinçte “Dişilik” ve “Erkeklik” kavramını oluşturan ve güçlendiren nedir?
- Bilincin “Dişilik” ve “Erkeklik” kavramıyla bloke olmasının neticesi nedir?
- Bilinç, bedene ait değildir!
- “Ben” ve “Nefs” kelimeleriyle işaret edilen, “Bilinç”tir!
- “Kişilik Şuuru”(“Bireysel Bilinç”- “Bilinç Sahibi “Ben”) nedir? “Ben” Bilinci nasıl oluşur?
- “Kişilik Şuuru” diye adlandırılan düşünce sistemi
- “Kişilik Bilinci”nin (Bireysel Bilincin) orijini nedir?
- Eğer bir kişi, “bilinç” boyutunda kendini bulabilirse, ışık hızının üzerindeki “düşünce hızı”na ulaşır!
- Şuur, niçin “Ruh”a izâfe edilmiştir?
- Ruh Bedendeki Şuur (Kalb-Kalb Gözü-Şuur gözü-Basiret)
- Ruh Bedende mevcud olan şuurdaki idrâk özelliği
- Şuurdaki “Kara Nokta”
- Bilinç, beyin faaliyetinin eseridir!
- Şuurun algılama aracı nedir?
- Bilincin öğeleri nelerdir?
- “Zihinsel yetenek kapasitemiz” nedir? “Yeni düşünsel anlamlar”a nasıl sahip oluruz?
- “Galaktik Bilinç”
- Galaktik Bilinçler de yaşam boyutlarını değiştiriyorlar!
- Öz Şuur, nasıl olup da “Birimsel Bilinç” hâline gelmiştir?
- Bilinç kaç yönlüdür?
- Bilincin örtüleri nelerdir? Bilinç nasıl sınırlanır ve kayıtlanır?
- “Bilincin mezarı”
- “Dünya saltanatı”na mı tâlipsiniz; “Semânın krallığı”na mı?
- Bilinç bulanıklığı
- Uykudaki bilinç (Şuurî Uyku-Bilincin uyku hâli)
- Şuur boyutunda ölümü tatmak
- Uykudan uyanan bilinç için, “rüya” biter!
- Şirk’e bulanmış bilincin, Allah’ın sırlarını anlaması mümkün değildir!
- Kalbin (Bilincin) Mârifet Nûruyla dirilmesi
- Bilincin sınırları nasıl aşılabilir?
- Üst Bilinç[Alt Bilinci-“Zeka”yı)] kontrol eden mekanizma] ve Alt Bilinç (Bilinçaltı-“Şeytan”)
- Üst Bilinç, Alt bilinci[Üretimi olan fikri faaliyeti(“Zeka”yı)] kontrol eden mekanizmadır.
- Üst Bilinç, evrensel gerçekleri bir bütün içinde değerlendirir!
- Alt Bilincin akıl tarafından kontrol edilemeyişinin sonucu nedir?
- Alt Bilinç, niçin evrensel gerçekler doğrultusunda kontrol altına alınmalıdır?
- “Bilinçaltı”nı (Alt Bilinci) oluşturan kaynaklar
- Bedensel bilincin hükmüne girmek
- Gerçek değerini yitirmiş, bedene tâbi duruma düşmüş bilinç
- Tefekkürden yoksun bilinç
- Evrensel Bilinç boyutundan ebediyyen mahrum kalacak olanlar
- Bilincin arınışı nasıl gerçekleşir?
- Saflaşmış Bilince yolculuk, bilmekten değil; tatbik edip yaşamaktan geçer!
- Bilinç, benimsediği huylardan ölümden sonraki boyutta kurtulabilir mi?
- Bilinç Sıçraması
- Bilinç Sıçramaları
- Bilinç ne zaman “Sidre-i Müntehâ”dadır?
- Bilinç, makro ve mikro varlıklarla iletişim kurabilir mi?
- “Üst Bilinç”in katılaşması… “Alt Bilinç”in de(Şeytan”ın da) yaptıklarını kendilerine süslü göstermesi.
- “Şuurun Kayması”(“Ruh’un Kayması”)
- Şuurun Orucu
- “Şuurun Orucu” nasıl bozulur?
- Şuurunun imtihanı
- Şuuru bedenine tâbi olanın…
FATiHA 1-7 Ki o yol in`amda bulunduklarının (nefslerinin hakikati olan Allah Esma`sına iman edip, onlardaki kuvveleri şuurlu olarak açığa çıkarma) yoluna… Gayril mağdubi aleyhim; Gazabına uğrayanların (alemlerin ve nefsinin hakikatini göremeyip benlikleriyle kayıtlananların) Ve laddaaalliyn; Ve (Hakikatten-Vahid-ül AHAD-üs Samed olan Allah ismiyle işaret edilen anlayışından) saparak şirk koşanların yoluna değil.
BAKARA 2-7 Allah, onların hakikatlerinin kalplerinden (şuurlarında) açığa çıkışını algılamalarını kilitlemiştir; basiretleri perdelidir. Yaptıklarının sonucu olarak feci bir azabı hak etmişlerdir.
BAKARA 2-9 (Lafla “`B` anlamı kapsamınca iman ettik” diyerek) hakikatleri olan Allah`ı ve iman etmişleri aldatmaya çalışırlar; halbuki kendilerini aldatırlar ve bunun şuurunda değiller!
BAKARA 2-10 Onların şuurlarında (hakikati hissetme merkezlerinde) sağlıklı düşünememe hali vardır; Allah da bunu arttırmıştır. Yalanladıkları hakikatleri yüzünden feci bir azap yaşayacaklardır.
BAKARA 2-12 Biline ki kesinlikle onlar ifsat edenlerdir (olayı olması gerekenden saptıranlar); ne var ki bunun şuurunda değillerdir.
BAKARA 2-22 O sizin için arzı (bedeni) döşek (araç), semayı (şuuru) yaşanılan mekan olarak oluşturdu ve semadan bir su (ilim) inzal etti (boyutsal açığa çıkış) ve bunun sonucu olarak da size türlü (düşünsel-bedensel) yaşam gıdası verdi. Hal böyleyken artık ötede bir ilah edinerek O`na şirk koşmayın!
BAKARA 2-29 Hu (O işaretini boyutsal derinlikli düşünmek gerekir) yarattı sizin için arzda olanların (bedeninizdeki özelliklerin) tümünü; sonra da şuur boyutunuza yönelip onu yedi kat (yedi idrak-Nefs mertebesi) olarak düzenledi. O her şeyi bizatihi kendinden yarattığı içindir ki her şeyi bilendir.
BAKARA 2-30 Rabbin meleklere: “Ben arzda (bedende) bir halife (Esma mertebesinin farkındalığıyla yaşayan şuur sahibi) meydana getireceğim” dedi. Onlar da: “Orada fesat çıkarıp kan döken birini mi meydana getireceksin; biz seni hamdinle (bizde açığa çıkardığın varlığını değerlendirme haliyle) tespih (her an yeni hale dönüşen isteğine kulluk ederek) ve kudsiyetini (her türlü eksiklikten beri oluşunu) dillendirmiyor muyuz?” dediler. (Buyurdu): “BEN sizin bilmediklerinizin Alimiyim!..”
BAKARA 2-33 (Hitap etti): “Ya Adem (yoktan var olmuş, Esma ile hayat bulmuş) varlığındaki isimlerin hakikatinden onlara söz et.” Adem onlara (varlığını oluşturan Allah) isimlerinin işaret ettiği manalardan haber verince (yani bu isimlerin özellikleri kendisinde açığa çıkınca); Allah onlara fark ettirdi: “Demedim mi size ben, muhakkak ki bilirim semalar (şuur boyutu) ve arz (beden) boyutunun gaybını (açığa çıkmamış sırlarını, özelliklerini)… Ve ben bilirim gizlediklerinizi ve açıkladıklarınızı!”
BAKARA 2-38 Dedik: “inin hepiniz oradan (kendinizi bedensiz hissettiğiniz şuur boyutundan-cennet yaşamından)… Benden size HÜDA (hakikatinizi idrak ettirici Rasul) geldiğinde kim HÜDAma tabi olursa onlara ne korku vardır ne de mahzun olacakları bir şey.”
BAKARA 2-57 Ve sizi (yakıcı hakikatten perdeleyen ve beşeriyetinizin idamesini sağlayan) bulutla gölgeledik; üzerinize menn (varlığınızı oluşturan Allah Esma`sındaki kudret kuvvesi) ve selva (manevi aleminizi hissetme duygusu) inzal ettik (hakikatinizden şuurunuza)… “Rızık olarak verdiğimiz temiz şeyleri yeyin”, dedik. Onlar (hakikat bilgisini değerlendirmeyerek) bize zulmetmediler, kendi nefslerine zulmettiler! (Burada ayetin bir batın yorumuna yer verilmiştir zahir anlamı yanı sıra. A.H.)
BAKARA 2-59 Ne var ki, onların arasındaki nefsine zulmedenler, kendilerine söylenen sözü başka bir sözle değiştirdiler. Bunun sonucu olarak biz de semadan (şuur boyutundan) ricz (vehim, azaba sebep olacak fikirler) inzal ettik.
BAKARA 2-90 Haset yüzünden, Allah`ın fazlından (hakikatinden şuuruna) inzal ettiği kullarından birini inkar ederek, karşılığında nefslerindeki hakikati örtmeleri ne kötüdür! Bu yüzdendir ki gazap üstüne gazaba uğradılar (hakikatlerinden perdeli yaşam derekesine düştüler). Hakikati inkar edenler (kafirler) için, alçaltıcı bir azap oluşur.
BAKARA 2-97 De ki: “Kim Cibril`e düşman ise şunu bilmeli; kesinlikle O, kendindekinden öncekini tasdik eden ve iman edenlere hidayet ve müjde olanı (Kuran`ı) senin şuuruna Biiznillah (varlığını meydana getiren Esma bileşiminin elvermesiyle) inzal etmiştir.”
BAKARA 2-99 Andolsun ki biz sana apaçık deliller verdik; onları aslındaki safiyeti (şuurunda) bozulmuş olanlardan başkası inkar etmez.
BAKARA 2-107 Bilmez misin, semalar ve arz (şuur ve madde-beden boyutu) Allah`ın mülküdür (her an dilediği gibi tasarruf etmektedir, tamamında)… Sizin için Allah dununda ne bir dost ne de bir yardımcı olmaz!
BAKARA 2-118 (Allah ismiyle işaret edilen hakkında) bilgisizler (O`nu gökte bir tanrı sanıp) “Allah bizimle konuşsaydı ya da bize bir mucize verseydi ya” dediler!.. Onlardan öncekiler de onlar gibi konuşmuşlardı. Şuurları birbirine benzemiş! (Aynı kafadan!)… Biz ayetlerimizi (gerçeğe işaret eden oluşumu), onları hakkıyla değerlendirmek isteyenlere apaçık gösterdik.
BAKARA 2-127 Ve hani İbrahim, ismail ile el BEYT`in (Kabe-kalp-şuurun .kat seması) ana duvarlarını yükseltip (şöyle yönelmişti): “Rabbimiz, bizden kabul buyur, şüphesiz ki sen (varlığın hakikati olarak) Algılayan Alim`sin.”
BAKARA 2-164 Şüphesiz ki semalar ve arzın (gökler ve yeryüzünün-şuur boyutlarının ve bedenin) yaratılışının; gece ile gündüzün (alemlerin gerçekte yokluğu realitesinin ardından yeniden alem suretlerini seyir haline geçiş) birbiri ardınca gelişinin; insanların yararı için denizde akıp giden gemide (ilahi ilim denizinde yüzen bireysel şuurda); Allah`ın semadan su inzal edip onunla ölümden sonra arzı diriltmesinde (bilinç katlarından ilim inzal ederek hakikatine şuuru olmayan bedende “diri” olanın açığa çıkarılmasında) ve onda hareket eden tüm canlıları yaymasında (tüm organlarındaki havl ve kuvvetin Allah`la meydana gelmesinde); rüzgarları yönlendirmesinde (Esma kuvvelerinin bilinçte fark edilmesinde); sema ile arz arasında emre amade bulutların varlığında (beden boyutunda açığa çıkabilecek kuvvelerin şuurda varlığının oluşumunda), aklı olan topluluk için elbette işaretler vardır.
BAKARA 2-165 insanlardan kimi de Allah dununda tapındıkları varlıklar edinip, onları Allah sevgisiyle (Allah`mışçasına) severler! iman edenler ise sevdiklerinin yalnızca Allah olduğunun şuurundadırlar (gayrına varlık vermezler). O (hakikati inkar ederek nefslerine) zulmedenler, bu yüzden azaba düşeceklerini gördüklerinde, alemlerden açığa çıkan kuvvetin yalnızca Allah`a ait olduğunu fark ederler, ama iş işten geçmiştir; keşke bunu önceden görebilselerdi… Allah Şedid ül Azab`dır (yapılan yanlışta ısrar edenlere sonucunu şiddetle yaşatandır)!
BAKARA 2-177 Vechlerinizi (yüzünüzü veya şuurunuzu) doğuya veya batıya (varlığın hakikati veya sistem bilgisine) çevirmeniz BiRR (işin hakikatini yaşamak) değildir. Asıl BiRR, “B” işareti kapsamında Allah`a iman edip, gelecekte yaşanacak sürece, melaikeye (algılanıp fark edilemeyen varlığın hakikati olan Allah Esma`sının kuvvelerine), Kitaba (varlığın hakikati ve Sünnetullaha), Nebilere iman eden; Allah sevgisiyle malı, akrabaya, yetimlere, miskinlere, yolda kalmışlara (yuvasından-vatanından ayrı düşmüş), yardım isteyenlere, kölelikten kurtarmaya veren; salatı ikame eden (Allah`a yönelişinin bilfiil hakkını veren), zekatını veren (Allah`ın kendisine bağışladığından bir kısmını karşılıksız paylaşan), söz verdiğinde sözünde duran, sıkıntı, hastalık ve şiddete maruz kaldığında buna dayanandır. işte bunlar sadıklar ve korunanlardır.
BAKARA 2-238 Salatlara (namaz-Allah`a yöneliş), özellikle orta “salat”a (ikindi-şuurda her an bunu yaşamaya) dikkat edin. Kanitin (tam teslim olmuşlar) olarak, Allah için yaşayın.
BAKARA 2-248 Nebileri onlara dedi ki: “Muhakkak ki onun hükümranlığının işareti, o tabutun (kalbin-şuurun) size gelmesidir. Ki onun içinde Rabbinizden bir sekine (iç huzuru-ferahlık), Musa ve Harun neslinden bir geriye kalan (ilim) vardır. Onu melaike (nefsinizdeki Esma kuvveleri) getirecektir. Muhakkak ki bunda kesin açık bir işaret vardır, eğer iman ehli iseniz.”
BAKARA 2-274 Mallarını gece ve gündüz, gizli veya açık infak edenler var ya, işte onların ecirleri Rableri indindedir (hakikatlerinden gelip şuurlarında açığa çıkacak şekildedir). Onların ne korkacağı bir şey olur ne de hüzünleneceği.
BAKARA 2-285 Er Rasul (Hz.Muhammed a.s.) Rabbinden (varlığını oluşturan Allah`ın Esma bileşiminden) kendisine (şuuruna) inzal olana (boyutsal bir geçiş yapan bilgiye) iman etmiştir. iman edenler de!.. Hepsi iman etti (“B” harfinin işaret ettiği anlam doğrultusunda) nefslerini oluşturan hakikatlerinin Allah Esma`sı olduğuna, meleklerine (nefslerinin aslı olan Esma kuvvelerine), Kitaplarına (inzal olan bilgilerine), Rasullerine… Onun Rasulleri arasında (irsal olmaları konusunda) hiçbir ayırım yapmayız… “Algıladık ve itaat ettik, mağfiretini isteriz Rabbimiz; dönüşümüz sanadır” dediler.
AL-U iMRAN 3-8 Rabbimiz, bize hidayet ettikten (hakikati gösterip idrak ettirdikten) sonra şuurumuzu (nefsaniyete-egoya) döndürme ve bize ledünnünden bir rahmet bağışla. Muhakkak sen Vahhab`sın.
AL-U iMRAN 3-103 Hep birlikte varlığınızdaki Esma hakikatinden (uzanan) Allah ipine sarılın ve ayrılığa düşmeyin. Üstünüzdeki Allah nimetini hatırlayın. Hani sizler düşman idiniz de, şuurlarınızda aynı idrakı oluşturarak sizi bir araya getirdi; O`nun sizde açığa çıkan bu nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Siz ateşten bir çukurun tam kenarındaydınız; kurtardı sizi o ateşten. işte böylece, hakikate eresiniz diye, Allah size işaretlerini açıklıyor.
NiSA 4-1 Ey insanlar, sizi tek bir nefsten (insan şuurundan) yaratan ve ondan da kendi eşini (beden) halk eden ve ikisinden pek çok erkek ve kadın üretip (Dünya`ya) yayan Rabbinizden korunun! Korunun O Allah`tan ki, siz O`nun hürmetine (kişinin hakikatinin Esma olması sebebiyle hakikatte Allah`tan) ve de Rahimlerin hatırına (Esma mertebesinin oluşturduğu insani hakikat dolayısıyla) birbirinizden istersiniz. Çünkü Allah, Esma`sıyla sizi her an kontrolünde tutandır (Rakib`dir).
NiSA 4-155 Ahdlerinden dönmeleri, Allah`ın işaretlerindeki varlığını (Esma`sının açığa çıkışı olan işaretleri) inkar etmeleri, Hakk`ın muradına karşı Nebileri öldürmeleri ve “Kalplerimiz kılıflıdır” (şuurlarımız koza içindedir) demeleri yüzünden, yaptıklarının karşılığını verdik. Bilakis inkarları yüzünden anlayışlarını kilitledik! Artık pek azı hariç, iman etmezler!
MAiDE 5-41 Ey Rasul! Kalpleriyle (şuurlu olarak-anlamını hissedip yaşayarak) iman etmedikleri halde, ağızlarıyla “iman ettik” diyenlerden küfürde koşuşanlar, seni mahzun etmesin… Yahudi olanlardan öylesi var ki, yalan uydurmak için dinleyen veya sana gelmemiş bir topluluk adına (aracı olarak) dinleyendir… Yerli yerince söylenen Kelimeleri tahrif ederek, “Size şu verilirse alın, eğer o verilmez (Allah hükmü ile hükmedilir) ise sakın yanaşmayın” derler… Allah bir kimsenin dalaletini dilerse, artık onun için sen Allah`tan bir şey bekleyemezsin… işte onlar, Allah`ın kalplerini arındırmayı dilemediği kimselerdir… Dünyada onlar için rezillik vardır… Sonsuz gelecek sürecinde de onlar için çok büyük azap vardır.
EN’AM 6-25 Onlardan seni duyanlar vardır… Fakat biz, O`nu algılamalarına engel olması için kalplerinin (şuurlarının-anlayışlarının) üstüne perdeler, kulaklarının içine de (anlayışlarına) ağırlık koyduk! Ne kadar delil görseler yine de iman etmezler… Üstelik sana geldiklerinde seninle tartışan o hakikat inkarcıları şöyle derler: “Bu, öncekilerin masallarından başka bir şey değil!”
EN’AM 6-46 De ki: “Düşünün bakalım, eğer Allah işitmenizi (algılamanızı) ve gözlerinizi (görmenizi) alsa, kalplerinizi (şuurunuzu) kilitlese, Allah`ın gayrı olarak onu size getirecek bir tanrı mı var?” Bak nasıl işaretleri farklı şekillerle anlatıyoruz, sonra (buna rağmen) onlar yüz çevirip ayrılıyorlar.
EN’AM 6-110 Onların fuadlarını (Esma mana özelliklerini şuura yansıtıcılar-kalp nöronları) ve gözlerini (görüp değerlendirme) kalbederiz (kilitleriz), başta (mucize gelmeden önce) ona iman etmedikleri gibi! Onları kendi taşkınlıklarında kör ve şaşkın, bocalar durumda, kendi hallerine terk ederiz!
EN’AM 6-113 Ta ki, geleceklerindeki sonsuz yaşam süreçlerine iman etmeyenlerin fuadları (Esma mana özelliklerini şuura yansıtıcılar-kalp nöronları) ona (aldatıcı bilgiye) meyletsin, ondan hoşlansınlar; (buna göre de) yapacaklarını yapmaya devam etsinler.
ARAF (A’RAF) 7-179 Andolsun ki cinn ve insten çoğunu cehennem yaşamı için yaratıp, çoğalttık… Ki onların kalpleri (şuurları) var, (hakikati) kavrayamazlar; gözleri var bunların, onlarla baktıklarını değerlendiremezler; kulakları var bunların, onlarla duyduklarını algılayamazlar!.. işte bunlar en`am (davarlar) gibidirler; belki daha da şaşkın! Onlar gafillerin (gılaf içinde-kozalarında yaşayanların) ta kendileridir!
ARAF (A’RAF) 7-189 Hu ki, sizi TEK bir nefsten (makro planda: Hakikat-i Muhammedi-aklı evvel; mikro planda: insanlık şuuru-aklı-kül) yarattı ve ondan da eşini (makro planda: evreni; mikro planda: bedeni) oluşturdu; ona yerleşsin diye… Onu (eşini) örtüp bürüyünce, (eşi) hafif bir yük yüklendi, onu taşıdı… Ağırlaştığında, ikisi birden Rableri olan Allah`a: “Andolsun ki, eğer bize bir salih verirsen, mutlaka biz değerlendirenlerden oluruz” diye dua ettiler. (Bu ayet, hem alemlerin oluşuyla ilgili olarak anlaşılabilir, hem de insanın oluşumuyla.)
ENFAL 8-2 Kesinlikle iman edenler o kimselerdir ki, “Allah”ı anıp düşündüklerinde onların şuurlarında ürperti olur (o azamet yanında kendi acziyetlerini düşünmekten); onlara O`nun işaretleri okunduğunda, onların imanlarını arttırır (düşünebildikleri oranda)… Onlar Rablerine tevekkül ederler (hakikatlerindeki El-Vekil isminin gereğini yerine getireceğine iman ederler).
ENFAL 8-11 Hani O, kendinden bir sükun ve güven hali oluşturuyordu; sizi onunla (nefsani duygulardan) arındırmak, sizden şeytanın pisliğini (korku, evham) gidermek, şuurunuzdaki Hak müşahedesini kuvvetlendirmek ve ayakları(nızı) (bu ilimle) sabit tutmak için de üzerinize semadan bir su inzal ediyordu (SU, ilmi marifet; kesinlikle Allah muradı neyse onun yerine geleceğine, yakin haline işaret eder). (Bu ayet benzetme yollu anlatımın örneğidir. Zira olay sırasında gökten yağan su-yağmur, ayakları yere bağlamaz veya şeytanın dürtüsünü temizlemez realitesi. Kuran`daki pek çok ayetin hangi bakışla değerlendirilmesi gerektiğine de bir örnektir.)
TEVBE 9-93 Ancak şunlar sorumlu tutulabilirler: Zengin oldukları halde (seninle cihada çıkmamak için) izin isterler… Onlar savaşa katılmayıp; geride kalan kadınlar, çocuklar, acizler ile beraber olmaya razı oldular… Allah da kalplerini mühürledi (şuurları kilitlendi)… Artık onlar (hakikati) bilmezler.
YUNUS 10-26 ihsan ehline, daha güzeli ve fazlası vardır… Onların vechlerini (yüzlerini-şuurlarını) ne kara toz zerresi (bencillik), ne de (hakikatlerinden ayrı düşmenin getirisi olan) zillet kaplar… Onlar sonsuza dek cennet ehlidirler!
YUNUS 10-27 (Yaptıklarıyla) kötülükler kazanmış olanlara gelince; kötülüğün cezası (=karşılığı=sonucu) onun benzeri olaraktır! Onları zillet bürür… Onları, Allah`ın, yaptıklarının sonucunu yaşatmasından koruyacak (hiçbir kuvveleri) yoktur… Vechleri (şuurları) gecenin zifiri karanlığına bürünmüş gibidir… Onlar sonsuza dek cehennem ehlidirler!
YUNUS 10-57 Ey insanlar! Size, Rabbinizden bir öğüt, içinizde olan (şuur) için bir şifa (sağlıklı düşünme ilacı), iman edenler için bir hüda (hakikatlerine erdirici rehber) ve rahmet gelmiştir.
YUNUS 10-74 Ondan (Nuh`tan) sonra nice toplumlara, apaçık deliller (muhtevası özel Esma manaları) olan Rasuller ba`settik… Daha önceden yalanlamış oldukları şeye (gene) iman etmediler… işte haddi aşanların kalpleri üzerine böyle mühür vururuz (şuurları kilitlenir)!
YUNUS 10-105 (Şununla da emrolundum): “Vechini hanif olarak Din`e tut (mana yüzünü, hakikati Esma bileşimi olan şuurunu, tanrı kavramsız, alemler olarak algılanan sistemin hakikati olan soyut Esma mertebesine yönlendir) ve sakın şirk koşanlardan (Allah dununda tanrı vehmederek onu ortak koşanlardan) olma!”
YUNUS 10-108 De ki: “Ey insanlar… Gerçek ki size Rabbinizden hakikat bilgisi gelmiştir! Artık kim hakikate yönelirse yalnızca kendi nefsi için yönelmiş olur; kim de saparsa sadece kendi nefsi aleyhine sapmış olur! Ben sizin vekiliniz (hakikatinizin şuurunuzdaki yönlendiricisi) değilim.”
HUD 11-7 Hu ki semalar ve arzı altı aşama sürecinde yaratmıştır (enfüsi manada altı bilinç kademesindeki şuuru {sema} ve bedeni {arzı}); O`nun Arşı (hükümranlığının açığa çıktığı Esma mertebesi) Su (evrenin hakikati olan dalga {wave} okyanusundaki iLiM olarak); (insan için değerlendirirsek: Esma`nın işaret ettiği özellikler kişinin şuuru ve bedeni {yüzde SU yapısı – sudaki hafızanın çeşitli dalgalarla programlanması sonucu} üzerinde hükümrandır, anlamı düşünülebilir. A.H.) fevkindedir! Sizin hanginizin davranış olarak daha güzel şeyler açığa çıkaracağınızı belirlemek için… Andolsun ki: “Kesinlike siz ölümden sonra ba`s olunacaksınız” desen; hakikat bilgisini inkar edenler kesinlikle: “Bu apaçık bir sihirdir (olmayanı var göstermek)” derler.
HUD 11-107 Semalar ve arz (şuurları ve bedenleri) var oldukça onda ebedi kalırlar; Rabbinin dilemesi müstesna… Muhakkak ki Rabbin (hakikatin olan Allah Esma`sının bileşimi) irade ettiğini fiile dönüştürür!
HUD 11-108 Said olanlar ise, Cennet`tedirler… Semalar ve arz (şuurları ve bedenleri) var oldukça onda ebedi kalıcılardır; Rabbinin dilemesi müstesna… Akışı kesilmeyen bağışla yaşarlar.
RA’D – RAD 13-28 Onlar ki iman etmişlerdir ve şuurları Allah`ı hakikatlerinde olarak hatırlayıp hissetmenin tatminini yaşarlar! Kesinlikle biline ki, şuurlar Bizikrillah (Allah`ı, Esma`sının işaret ettiği anlamlar doğrultusunda hakikatinde HATIRLAYIP hissetmek) ile mutmain olur!
İbrahim 14-24 Görmedin mi Allah nasıl sembollerle anlatıyor: Tayyib Kelime (Hakikat bilgisi); aslı sabit (kökü şuurda), dalları semada (getirisi olan yaşantısı bilinçte) olan, tayyib ağaç (Kamil insan) gibidir!
İbrahim 14-37 Rabbimiz… Muhakkak ki ben, zürriyetimden bazısını senin kutsal evinin yanında, ekin bitmez bir vadiye yerleştirdim… Rabbimiz, salatı ikame (sana yönelişlerinin getirisini) yaşasınlar diye! (O halde) insanlardan bazı hakikati idraka açık olan şuur sahiplerini, onlara meylettir ve kendilerini ilim ve marifetlerden rızıklandır… Ta ki değerlendirsinler, şükretsinler.
NAHL 16-21 Hayy olmayan (yaşayan) ölülerdir… Ne zaman ba`s olunacaklarının da (yeni bir yapıyla yaratılacaklarının) şuurunda değildirler.
NAHL 16-22 ilah olarak düşündüğünüz Uluhiyet sahibi BiR`dir! Sonsuz gelecek yaşamlarına iman etmeyenlere gelince, onların şuurlarını inkar kaplamıştır ve güçlü bir benlikle yaşamaktadırlar (benliklerini şirk koşanlar)!
NAHL 16-65 Allah semadan (kişinin hakikatinden) bir su (ilim) inzal etti de onunla, arzı (bedeni) ölümünden (şuursuz-kendini sadece beden sanarak yaşama halinden) sonra diriltti (Allah Esma`sıyla var olan sonsuz yaşama sahip olduğunu fark ettirdi)… Muhakkak ki bu, duyduğunu değerlendirecek kişiler için önemli işarettir!
NAHL 16-78 Allah sizi analarınızın karınlarından bir şey bilmez bir halde çıkardı… Değerlendirerek şükredenlerden olasınız diye, size sem` (algılama), basarlar (görüp değerlendirme) ve fuadlar (Esma mana özelliklerini şuura yansıtıcılar-kalp nöronları) verdi.
NAHL 16-108 işte bunlar, Allah`ın, şuurlarını, işitme (algılama) kuvvelerini, basiretlerini (değerlendirme kuvvelerini) kilitlediği kimselerdir! Onlar kozalarında yaşayanların ta kendileridir!
iSRA 17-25 Rabbiniz (hakikatiniz olarak şuurunuzu {insan} ve bilincinizi {nefsinizi} meydana getiren El Esma bileşiminiz) nefslerinizdekini (bilincinizdekini) daha iyi bilir! Eğer siz salihler (hakikate imanın gereğini yaşayanlar) olursanız; muhakkak ki O, yetersizliklerinden dolayı tövbe edenlere Gafur`dur.
iSRA 17-36 Hakkında ilmin olmayan şeyin ardına düşme (zanla karar verme)! Muhakkak ki sem` (algılama), basar (değerlendirme) ve fuad (Esma mana özelliklerini şuura yansıtıcılar-kalp nöronları), işte onların hepsi ondan mesuldür (Şuur algılayıp değerlendirerek hakikatini yaşamak mecburiyetindedir. Kendini zanna dayalı verilerle duyularına kaptırırsa sonucunu yaşar)!
iSRA 17-46 Şuurlarını (kalplerini), Onu anlamalarına engel olan (batıla kilitlenme) örtüsüyle örter; kulaklarına da ağırlık koyarız (algılayamazlar)! Kuran`da, Rabbini TEK`liği ile andığında, nefretle geriye dönüp giderler.
iSRA 17-60 Hani sana: “Muhakkak ki Rabbin insanları (BinNas = insanların hakikati olarak) ihata etmiştir” dedik… Sende oluşturduğumuz o görüşü (mirac`da yaşadığını) ve Kuran`daki mel`un şecereyi (uzaklaştırılmış ağaç – beden yaşamını) de insanlar için yalnızca bir fitne (sınav objesi) kıldık! Biz onları korkutuyoruz… Fakat (bu), onların büyük taşkınlıklarından başka bir şeyi arttırmıyor. NOT: (Yasak ağaca dokunmak, Üflenen ruh = Esma {El Veli} açığa çıkışı = şuur varlık olarak kayıtsız şekilde yaşayan Adem`in, bedenini {Havva} kendisi olarak kabullenmesi; cennet boyutunu Esma kuvveleriyle yaşarken, kendini beden vehmederek, bu kuvvelerden uzak düşmesi, beden kayıtlarıyla arzda-bedende yaşamak zorunda kalması. A.H.)
iSRA 17-61 Hani (yeryüzü) meleklerine (bedendeki Esma kuvvelerine): “Ademi şuura boyun eğin” dedik de iblis hariç, doğal olarak boyun eğip gereğini uyguladılar (bu kuvveler kullanılmaya başlandı)… (iblis): “Balçık (su+toprak; maddeden oluşmuş beden {dabbe}) olarak yarattığına secde eder miyim?” dedi. (iblis`in insandaki varlığı, insandaki vehim kuvvesidir ki aklın {bilincin} hükmü altına girmeyen kuvvedir; “var”ı yok, “yok”u var kabul ettirir. A. Ceyli)
iSRA 17-63 (Allah) buyurdu: “Git! Onlardan kim sana tabi oldu ise, muhakkak ki cehennem sizin yaptığınızın sonucudur! Tam karşılık!” (Vehmine tabi olarak kendini yalnızca beden sanıp şuurunu = hakikatini inkar eden, bedenselliğin cehennemini yaşar.)
iSRA 17-65 Muhakkak ki Benim kullarım (Hakikatlerine = şuur varlık olduklarına iman etmiş olanlar) üzerinde senin bir sultan (zorlayıcı gücün) yoktur! Rabbin Vekil olarak kafidir.
iSRA 17-70 Andolsun ki, Ademoğullarını (şuur boyutunda yaratılmışın oğullarını) ikramlarla şerefli kıldık! Onları karada (beden) ve denizde (bilinç boyutunda) taşıdık… Onları temiz-yararlı yaşam gıdalarıyla besledik… Onları yarattıklarımızın birçoğundan üstün tuttuk!
iSRA 17-82 Kuran`dan, iman edenler için şifa (sağlıklı düşünme bilgileri) ve rahmet (Hakikatlerindeki özellikleri hatırlatma) olan şeyleri inzal ediyoruz (hakikatinden şuuruna yansıtıyoruz)! (Bu), zalimlerin (nefsinin hakikatini inkar ederek nefsine zulmedenlerin) ise sadece hüsranını arttırır.
KEHF 18-13 (Rasulüm) Onların haberlerini Hak olarak sana hikaye ediyoruz… Muhakkak ki onlar Rablerine (Bi-Rabbihim = hakikatleri olan şuurlarında olarak) iman etmiş delikanlılardı… Biz de onların hakikatlerini yaşamalarını kuvvetlendirdik.
KEHF 18-14 Onların kalplerine rabıta koyduk (şuurlarını, müşahede halinde devamlı kıldık)! işte (o delikanlılar) ayağa kalktılar da şöyle dediler: “Rabbimiz (aslımız olan El Esma mertebesi), semaların ve arzın Rabbidir (varlıkta olan her şeyi El Esma`sıyla oluşturandır)! O`nun dununda (o kavrama denk olmayan) ilah (varlıkta tasarruf eden) kabul edemeyiz!.. Andolsun, bunun aksini dillendirirsek o takdirde akıl ve mantığın alamayacağı kadar saçma bir laf etmiş oluruz.”
KEHF 18-27 Rabbinin Kitabından (Hakikatin olan El Esma mertebesindeki BiLGiden) sana (şuuruna) vahyolunanı oku (deşifre et-kavra)! O`nun kelimelerini (açığa çıkardıklarını) değiştirecek yoktur! O`ndan başka sığınak da bulamazsın.
KEHF 18-28 O`nun vechini dileyerek, sabah-akşam Rablerine dua edenlerle beraber, nefsine (bilincine) sabret! Dünya hayatının süslü gösterilen şeylerine yönelip de, onlardan ilgini kesme! Şuuru kozası içinde bizi hatırlamaktan mahrum bırakılmış; asılsız kabullerine tabi olup, işi yapması gerekenin ötesindeki olan kimseye itaat etme!
KEHF 18-37 Konuştuğu arkadaşı ona dedi ki: “Hakikatini inkar mı ediyorsun? Seni topraktan, sonra spermden yaratıp sonra da seni şuurlu insan kıldı!”
KEHF 18-48 Saf saf Rablerine arz olunmuşlardır (inanç mertebelerine göre yer alırlar)! Andolsun ki, sizi ilk yarattığımız gibi (bilinç karışıklığından arınmış, saf şuurlar olarak) bize geldiniz… Belki siz, sizin için böyle bir aşamayı oluşturmayacağımızı sandınız!
KEHF 18-65 Derken kullarımızdan bir kul buldular ki, biz Ona indimizden (Hakikatini yaşatan) bir rahmet vermiş ve yine Onda ledünnümüzden (Tecelli-i sıfat olarak tahakkuk etme {mardiye} şuuru) ilim açığa çıkarmıştık.
KEHF 18-105 işte onlar, Rablerinin kendilerindeki işaretlerini (Esma`sını) ve O`na LiKa`yı (varlıklarında Esma şuurunun açığa çıkacağını yaşamayı) inkar edenlerdir ki, bu nedenle de yaptıkları boşa giden kimselerdir! Artık onlar için kıyamet sürecinde hiçbir ölçü ikame etmeyiz (yaptıklarına değer vermeyiz).
KEHF 18-110 (Rasulüm) de ki: “Ben, benzeriniz olan, bir beşerim (dolayısıyla siz de benim gibisiniz); sadece (sizden ayrıcalıklı olarak) Uluhiyetin TEK`liği şuuruma vahyolunuyor! O halde kim Rabbine likayı (Esma hakikati gereğini yaşamayı) umuyorsa, imanının gereğini yaşasın ve Rabbinin kulluğunda (devam edip) O`na ortak koşmasın!”
MERYEM 19-55 Ailesine salatı yaşamayı ve safiyeti emrederdi. Rabbinin indinde mardiye (şuurunda-tecelli-i sıfat) idi.
TAHA 20-1 Ey iNSAN (Adem`e talim edilen Esma`nın tamamı ve bedene ruh olarak üflenen diye benzetme yollu anlatılan Muhammedi salt şuur)!
TAHA 20-3 Sadece, haşyete (Allah azametini hissetmeye) açık şuura (hakikatini) hatırlatmadır (inzal olan bilgi)!
TAHA 20-4 Arzı (bedeni) ve yüce semaları (Esma mertebenden açığa çıkan şuur boyutlarını ve bilinç kademelerini) yaratandan, bölüm bölüm indirilmiştir.
TAHA 20-6 Semalarda (şuur ve bilinçlerde), arzda (fiile döktüklerinde), ikisinin arasında (hayalinde ve vehminde) ve toprağın altında (bedenin derinliklerinde) ne var ise, O`nun (El Esma özelliklerinin açığa çıkması) içindir.
TAHA 20-7 Sen düşündüğünü açığa vursan (veya gizlesen); (bil ki) kesinlikle O, Sırr`ı da (şuurundakini de) Ahfa`yı da (onu meydana getiren Esma mertebeni de) bilir!
TAHA 20-12 Kesinlikle ben, ben Rabbinim! Hemen iki nalınını (beden ve bilinç bağlarını terk et; şuur olarak kal) çıkar; gerçekten sen mukaddes vadin Tuva`dasın!
TAHA 20-25 (Musa) dedi ki: “Rabbim, şuuruma genişlik ver (bunları hazmedebileyim ve gereğini uygulayabileyim).”
TAHA 20-116 Hani biz meleklere (arz kuvvelerine) “Secde edin Adem`e (şuur varlığa)” demiştik de, iblis hariç, (hepsi) hemen secde ettiler… (iblis) kaçınmıştı!
TAHA 20-117 Dedik ki: “Ey Adem, kesinlikle şu (iblis, vehmini tahrik eden kendini beden kabul etme fikri) senin ve eşin (bedenin) için bir düşmandır! Sakın sizi (kendinizi şuur {meleki yapı – kuvve} olarak yaşadığınız) cennetten (bedenselliğe – bilinç yaşamı boyutuna) çıkarmasın; sonra şaki (kendini beden sınırlamasının mutsuzluğu içinde bulan ve bunun sonuçlarını yaşayarak yanan) olursun!” NOT: Burada anlatılmak istenen, müşahedemizdekine göre özetle şudur: Adem ismiyle işaret edilen, yokken, Allah Esma`sının ihtiva ettiği ruh {manalar bütünü} üflenerek, bir “şuur varlık” halinde beyinden yani madde bedenden açığa çıkarılmıştır. Beyin bu açığa çıkarılışı kabul edecek şekilde `tesviye` edildikten sonra, açığa çıkan bu El Esma ruhu olan şuur varlık, meleki bir yapı-boyut olarak cinsiyetsizdir. Ne var ki iblis diye tanımlanan cin türünün, {göze göre görünmez} ışınsal bedenli varlığın, beyinde impulse ile oluşturduğu, kendini beden olarak kabullenme fikriyle, şuurun hakikati örtülmüş; kendisini eşi diye tanımlanmış olan beden kabulü noktasına indirmiştir. Beyin, yapısı itibarıyla, veri tabanını oluşturan genetik bilgiler, şartlanmalar, değer yargıları ve bunun getirisi duygular ile çeşitli fikirler doğrultusunda açığa çıkan bilincin, akıl kuvvesini değerlendirmesiyle yaşar. Bilincin şuur boyutunu oluşturan Allah Esma`sına `iman` etmesi ve buna göre yaşaması teklif edilmekte ve işin doğrusunun bu olduğu `hatırlatılmaktadır`. Şuur ise bu bağlardan öte, hakikati Allah ilmine uzanan meleki kuvve-nurdur. Şuur, kalp veya daha deriniyle hakikati hissetmesi itibarıyla `fuad` (Esma mana özelliklerini şuura yansıtıcılar-kalp nöronları) diye anlatılır. Şuurun, eşi olarak kendisine geçici süre verilmiş olan beden ise, kah maddeden meydana gelmesi itibarıyla `arzın dabbesi`, kah bedendeki hayvanlarla ortak özellikler dolayısıyla `enam`, kah da şuurun meleki vasfını sınırlaması veya örtmesi fikrini beyinde tetiklemesi itibarıyla `şeytan` diye tanımlanmıştır. “insan” diye tanımlanmış “şuur”, kendi orijin yapısını, bedende gözünü açması dolayısıyla da unutmuş, `hatırlamaz` olduğu için `zikir-hatırlatıcı` gönderilmiştir. Kuran bilgisi, `zikir` yani `hatırlatıcı`dır. insana hakikatini hatırlatmak içindir. Beyin-beden kabulünün getirisi sınırlı-kayıtlı cehennemi bedensel yaşam; şuur boyutundaki meleki boyuttaki seyir ise cennet yaşamı olarak tanımlanmaktadır. Bütün bu olaylar ve cennet-cehennem tasvirleri bir kısım ayetlerde vurgulandığı üzere, tamamıyla misal yollu benzetme ve işaret yollu anlatımdır. Cennet şuur yaşamı ve şuurdan, El Esma özelliklerinin açığa çıktığı bir yaşam olduğu içindir ki; biyolojik-hayvansı beden var olmadığı ve dahi söz konusu olmadığı içindir ki; buna dair oluşlar da o boyutta yer almaz. Onun için cennetin gerçekte, çok algı dışı bir yaşam boyutu olduğuna işaret edilmiştir. Konunun detayları ayrı bir kitap mevzuudur. Ancak Kuran`daki işaretlerin yerli yerinde değerlendirilip anlaşılması için bu kadar bir özet anlayışımızı buraya eklemeyi uygun gördüm. Eksik veya yanlış müşahedem oluşmuşsa bağışlanma dilerim. Hakikatini bilen Allah`tır. A.H.)
TAHA 20-121 ikisi de (şuur ve bilinç {beden}) ondan (ağacın, bedenselliğin meyvesinden) yediler! SEVAT`ları (bedenleri) hissedilir oldu da Cennet yaprağından (bedensellik duygusunu bilinçteki hissedişleriyle) örtmeye çalıştılar! Adem, Rabbine asi oldu da yaşayışı bozuldu.
TAHA 20-123 (Rabbi) dedi ki: “Birlikte (şuur ve daha sonra terk edilecek beden eşi) inin aşağı ondan! Bir kısmınız bir kısmınıza düşman olarak! Benden size bir Hüda (hakikatinizi hatırlatıcı) geldiğinde, kim benim Hüdama (hatırlattığım hakikatine) tabi olur ise, işte o sapmaz ve şaki olmaz!”
ENBiYA 21-21 Yoksa onlar yeryüzünde kabirdeki ölüleri (bedenlerdeki şuurundan gafil bilinçleri) dirilten (hakikatlerini hatırlatıp yaşatan) tanrılar mı edindiler?
ENBiYA 21-91 iffetini koruyan o dişiyi (Meryem`i)… Ona (Meryem`in rahmindeki {ademi yaratışın benzeri olarak} cenine) ruhumuzdan nefhettik (Onda Esma`mızdan bazılarının özel manalarını açığa çıkartarak isa`yı {şuur varlığı} halk ettik)… Onu ve oğlunu alemler için bir mucize olarak meydana getirdik.
HAC 22-8 insanlardan kimi de Allah (adıyla işaret edilen) hakkında ilim sahibi olmadan, gerçeğe kılavuzlayanı olmaksızın ve vahyi bilgiye (Esma hakikatinden şuura yansıyan bilgiye) dayanmaksızın mücadele eder.
HAC 22-32 işte böyle… Kim Allah`ın kurallarına saygı duyup uyarsa, muhakkak ki o, şuurun korunmak istemesi sonucudur.
HAC 22-35 Onlar ki, “Allah” anıldığında o anlam şuurlarında haşyet oluşturur… Kendilerine isabet edenlere sabredenler ve salatı ikame edenlerdir… Kendilerini beslediğimiz yaşam gıdalarından, başkalarına da bağışlarlar.
HAC 22-46 Değerlendirecek şuurları yahut algılayacak kulakları yok muydu ki, arzda gezip ibret almadılar! Gerçek ki gözler kör olmaz, içlerindeki kalp gözleri körleşir!
HAC 22-52 Senden önce hiçbir Rasul (hakikat ve marifetlerden haberdar eden) ve hiçbir Nebi (ilahi hükümleri ulaştıran) irsal etmedik ki, o (şuurundaki idrakı gereği) temenni ettiğinde, onun idealine, şeytanı (beşeri yanını oluşturan bilinci) bir fikir ilka etmiş olmasın! Allah (Esma hakikati şuuruna yansıyarak), şeytanın ilkasını geçersiz kılar; sonra da kendi işaretlerini en sağlıklı kesin şekilde yerleştirir! Allah Alim`dir, Hakim`dir.
HAC 22-53 Şeytanın ilkası olan (bilinç veri tabanından gelen) fikir, sağlıklı düşünemeyen ve şuurları örtülmüş (meleki kuvveleri-kudsi hakikati örtülmüş; bedeni zevkler, nefsani şehvetlere düşkün) olan kimseler için, sınav objesi oluşturması içindir… Muhakkak ki zalimler dönüşü olmayan yoldadırlar!
HAC 22-54 Ayrıca da kendilerine ilim verilenler, onun (şuurlarına yansıyanın) Rabbinden hak olduğunu bilsinler de Ona iman etsinler ve Ona şuurları huşu duysunlar… Muhakkak ki Allah iman etmiş kimseleri hakikate yönlendirendir.
HAC 22-65 Görmedin mi Allah, arzdakileri de (bedeni kuvveler), denizde (yüzde seksen su olan bedendeki) hükmüyle akıp giden gemileri de (bilinç) sizin (şuur) hizmetinize vermiştir… Semayı arza çarpmaktan O koruyor… Oluşmasına elverdiği şartları dışında… Muhakkak ki Allah insanlarda Rauf`tur, Rahim`dir.
HAC 22-66 Hudur ki sizi (şuurla) diriltti… Sonra sizi (“ben”liğinizden) öldürür, sonra sizi (hakiki hayat ile) diriltir… Muhakkak ki insan sınırlı değerlendirme özelliğine sahiptir.
MU’MiNUN 23-19 Onunla sizin için hurma ağaçlarından ve üzümlerden bahçeler (cennetler-şuur boyutunun yaşanası güzellikleri) inşa ettik… Onlarda sizin için birçok meyveler (marifetler, kemalatlar) vardır ve onlardan yiyorsunuz da.
MU’MiNUN 23-63 Fakat onların şuurları bundan koza içindedir… Bundan başka (nefsani dürtülerle, bedensel zaaflarla) yapageldikleri o işler de vardır.
MU’MiNUN 23-78 Hudur ki; sizin için sem` (algılama melekesi), basarlar (gözler) ve fuadlar (Esma mana özelliklerini şuura yansıtıcılar-kalp nöronları) inşa etti… Ne az şükrediyorsunuz!
NUR 24-35 Allah, semaların ve arzın nurudur (NuR ilimdir, semalar ve arzın hakikati ilimden ibarettir)! O`nun nurunun (ilminin varlığı ve açığa çıkışı) misali şuna benzer: içinde lamba (bilinç) bulunan bir kandil (beyin) gibidir… O lamba da bir sırça (kalp-şuur) kapsamındadır! O sırça (şuur) sanki inciden bir yıldız (yaradılış amacına göre işlevlenmiş Esma bileşimi) gibidir ki, doğu ve batıya (mekan ve zamana) ait olmayan mübarek bir ağaçtan (insani hakikatin), yani zeytinden (TEK`lik şuuruna sahip olması) tutuşturulur! O ağacın yağı (şuurdaki hakikat müşahedesi) neredeyse kendisine bir nar (arınma çalışmaları) dokunmasa da ışık saçar! Nur`un ala nur`dur (Esma ilminin birimsel ilim suretinde açığa çıkışı)… Allah (insanın hakikati olan Esma mertebesi) dilediği kimseyi kendi nuruna (kendi hakikati ilmine) erdirir! Allah insanlar için misaller veriyor… Allah her şeyi (Esma özellikleriyle, o şey olduğu için) Bilen`dir.
NUR 24-36 (O Nur = hakikat ilmi) Allah`ın, yükseltilmesine ve içlerinde (şuurda) kendi isminin (işaret ettiğinin) zikredilmesine (hatırlanıp müşahedesine, Esma`sının elvermesiyle) izin verdiği evlerdedir (beyin-bilinç)! Sabah-akşam (afaki ve enfüsi seyirde) oralarda (o evlerde) O`nun tespihindedirler!
NUR 24-37 (Onlar o) Ricaldir ki, kendilerini ne ticaret ne de (dünyevi) alışveriş Allah`ın Zikri`nden (hakikatlerini hatırlamaktan engelleyip), salatın ikamesinden (hakikatini yaşamaktan) ve zekatı vermekten (kendisindekini karşılıksız paylaşmaktan) alıkoymaz! Onlar, kalplerinde (şuurlarında açığa çıkan içsellikteki hakikat) ve gözleriyle görecekleri (afakta müşahede edilecek dışsal gerçeklik) nedeniyle, dönüşülecek süreçten korkarlar.
NUR 24-43 Görmedin mi ki Allah bulutları (fikirler) sürüyor, sonra aralarını birleştiriyor (onları hikmetle bütünleştirip), sonra üst üste yığıyor (sistem ve düzen)! Böylece yağmurun (rahmetin) onların aralarından çıktığını görürsün… Semadan, dağlar misali bulutlardan (rahmet kaynağından) dolu (hakikat ilmi sağanağı) boşanır… Onu dilediği kimseye isabet ettirir, dilediği kimseden de çevirir! Onun şimşeğinin (tecelli-i zat`ı berki = anlık şuurda parlayan zata dönük hakikat müşahedesi) şiddetli parıltısı neredeyse görülesileri görülmez eder!
FURKAN 25-32 Hakikat bilgisini inkar edenler dediler ki: “O`na Kuran`ın (Beniisrail kitapları gibi) hepsi birden tenzil edilmeliydi!”… (Oysa) böylece O`nunla, senin Fuadını (Esma mana özelliklerini şuura yansıtıcılar-kalp nöronları) sabitlemek için (böyle tenzil ettik) ve (hakikatinde, her birinin kuvvelerini ayrı ayrı bulman için) bölümler halinde okuttuk.
FURKAN 25-53 Hu ki.. iki deryayı (şuur ve bilinç-beden) birbirine salan; biri tatlı mı tatlı bir su (ruh-insani mana), diğeri ise tuzlu ve acıdır (kendini hayvani beden kabullenmiş bilinç)! Bu ikisinin arasında da bir berzah (engel, perde); hicri mehcur (zıddıyet-düşmanlık); bir engel oluşturdu (`Birbirinize düşman olarak inin` ayetini hatırlayalım. A.H.)!
FURKAN 25-63 Rahman`ın kulları (Esma hakikatlerinin şuurunda olanlar) arzda (beden yaşamında) benliksiz ve şuurlu yaşarlar… Cahiller (hakikatten perdeliler) onlara sataştıklarında: “Selam!” derler.
ŞUARA 26-89 Sadece, Allah`a kalb-i selim (şuurunda hakikat açığa çıkmış olan) ile gelmiş kimse müstesna!
ŞUARA 26-113 Onların yaptıklarının sonucu, Rabbimin bileceği iştir… Olayın şuuruna varsaydınız!
ŞUARA 26-192 Muhakkak ki O (Kur`an), Rabb-ül alemin`in tenzilidir (hakikatin olan El Esma mertebesinden şuuruna boyutsal iniştir)!
ŞUARA 26-194 Senin kalbine (şuuruna) ki, (bu bilgiye dayalı olarak) uyarıcılardan olasın!
NEML 27-6 Sen (şuurunla) kesinlikle Kuran`a, Hakim ve Alim`in ledünnünden (hakikatindeki Esma mertebesinden) nail olunuyorsun.
NEML 27-65 De ki: “Semalarda ve arzda gaybı Allah`tan başka kimse bilmez… Ne zaman ba`s olunacaklarına da şuurları yoktur!”
NEML 27-80 Muhakkak ki sen ölülere (şuursuzca yaşayanlara) işittiremezsin; (Hakk`a) arkalarını dönüp gittiklerinde, sağırlara da işittiremezsin!
KASAS 28-38 Firavun dedi ki: “Ey önderler… Sizin için benden gayrı bir tanrı bilmemekteyim! Ey Haman, tuğla ocağı yak da (tuğladan) bir kule inşa et, belki tepesine çıkar Musa`nın her şeyin üstündeki Tanrısını görürüm! Doğrusu ben Onun yalancılardan olduğunu düşünüyorum!” (Kadim Hakikat bilgisini elde eden Firavun, bunu şuurun sınırsız kuşatıcılığıyla tüm varlıkta müşahede yerine; birimselliğine hasrederek bedenselliğine vermiş ve bedenselliğinde dilediğini yapma noktasına, nefs-i emmare yaşamına düşmüştü. Bu yüzdendir ki Musa a.s. ona hakikat bilgisini aktarmak yerine yani Allah`a iman yerine, Rabb-ül alemin`e iman noktasına çekerek, uyarı yapmıştı. Yani Tüm varlıkta tedbir eden Esma mertebesine dikkatini çekerek hayalindeki vahdeti bedenselliğinde yaşamak yerine tüm varlığa yaygın Esma manaları çıkışına iman etmesini teklif etmişti. A.H.)
ANKEBUT 29-5 Kim Allah`ın likasını (ismi Allah olanın, şuurunda Esma`sıyla açığa çıkışını fıtratınca yaşamayı) umuyorsa, (bilsin ki) muhakkak ki Allah`ın takdiri olan bedenli yaşam sürecinin sonu elbette gelir! “Hu”; Es Semi`dir, El Alim`dir. (ayet sonundaki bu tanımlama daima “Hu” denerek Allah adıyla işaret edilenin tenzih yönüne; Esma adıyla da teşbih yönüne işaret ederek OKUyanda tevhid bakışını oluşturmak amacını gütmektedir Allahu alem. A.H.)
ANKEBUT 29-63 Yemin olsun ki eğer onlara: “Semadan suyu tenzil edip de (şuurunda hakikat ilmi açığa çıkarıp), ölümünden sonra (hakikat şuurundan mahrum ölü gibi yaşarken) onunla arzı (bedeni) kim diriltti?” diye sorsan, elbette: “Allah” diyecekler… De ki: “El-Hamdu lillah=Hamd, Allah`a aittir!” Hayır, onların çoğu aklını kullanıp bunları değerlendirmezler!
RUM 30-24 O`nun işaretlerindendir ki, korku ve umutlanmanız için size şimşeği (hakikat fikrini şimşek çakması gibi bir an hissettirir) gösterir… Semadan (şuurunuzdan) bir su (ilim) inzal eder de onun (ilim) ile ölümünden sonra (hakikati yaşamazken) arzı (kendini beden kabullenmiş bilinci) diriltir… Muhakkak ki bunda aklını kullanabilen bir topluluk için elbette işaretler-dersler vardır.
RUM 30-30 Vechini (şuurunu) Hanif olarak (tanrıya tapınmaksızın, Allah`a şirk koşmaksızın) o Tek Din`e yönelt! O Allah Fıtratı`na ki, insanları onun üzerine yaratmıştır! Allah yaratışında değişme olmaz! işte bu, Din-i Kayyım`dır (sonsuz geçerli Sistem, Sünnetullah`tır)… Ne var ki insanların çoğunluğu (bu gerçeği) bilmezler.
RUM 30-43 Allah`tan, geri çevrilmesi mümkün olmayan süreç (ölüm) gelmeden önce, vechini (şuurunu), Din-i Kayyım`a doğrult (islam`a-her şeyin Allah`a mutlak teslim olduğu gerçeğine) ki, o süreçte (insanlar) bölük bölük ayrılırlar.
RUM 30-59 Böylece cahillerin şuurlarını Allah kilitler!
LOKMAN 31-10 Semaları, dayanağı olmaksızın (Bi-gayrı amed) yarattı (direkt olarak Esma manaları olarak vardır-varlığın ilim-şuur boyutu); sizin (benlik bilincinizin oluşması ve) sarsılmamanız için arza (bedende) sabit dağlar (organlar) ilka etti ve orada (bedende) her DABBEDEN (hayvani özellikler) oluşturdu… Semadan (şuurdan) bir su (ilim-kendi hakikatini kavrama bilinci) inzal ettik de onda tümüyle kerim eşini (ölüm ötesi yaşam kişiliğini-ruhunu) oluşturduk.
LOKMAN 31-22 Kim muhsin olarak vechini (şuurunu) Allah`a teslim ederse, gerçekten en sağlam kulpa tutunmuş olur… işlerin sonu Allah`adır!
SECDE 32-4 Allah, O ki, semalar (gökler veya şuur) ve arzı (yeryüzü veya beden) ve ikisi arasında olanları altı aşamada-süreçte (insan itibarıyla aşama: .sperm/yumurta, .döllenme (zigot), .geometrik hücre çoğalması, .hücre farklılaşması, .organların oluşması, .farklılaşan organların işlevlenmesi-şuur ve duyuların oluşması. A.H.) yarattı, sonra Arş`a istiva etti (Esma özellikleriyle fiiller aleminde tedbirata başladı)… Sizin O`ndan başka ne bir Veli`niz ve ne de bir şefaat ediciniz vardır… Hala bunu düşünüp, değerlendirmiyor musunuz? (Bu ayeti iki yönlü düşünmek gerek kanaatimce. insanın dış dünyası ve insanın varlığı olarak. A.H.)
SECDE 32-5 Emri (hükmü) semadan (dışsal olarak; burçlar diye tanımlanan Esma özelliklerinin açığa çıkmasıyla oluşan yapılardan yayılan kozmik dalgalardan bilinci etkileyerek; ya da, içsel olarak, holografik gerçeklik gereği kalp nöronlarının yansıtmasıyla şuurda açığa çıkan Esma mertebesinden. A.H.) arzı (yeryüzü veya bedeni) tedbir eder… Sonra miktarı, bin sene olan süreç içinde O`na uruc eder (ruh beden yaşam boyutuna yükseliş veya boyutsal aslına dönüş. A.H.).
SECDE 32-9 Sonra onu (beyni, Esma manalarını açığa çıkaracak şekilde) tesviye etti ve onda kendi ruhundan nefhetti (nefh = üfleme içten dışadır; nefholan yani açığa çıkarılan Esma manalarının özellikleridir ki, varlık alemindeki “Allah`ın ruhu” diye işaret edilen de budur Allahu alem)… Sizin için sem` (algılama), basarlar (gözler-görme) ve FUADLAR (Esma mana özelliklerini şuura yansıtıcılar-kalp nöronları) oluşturdu… Ne az şükrediyorsunuz (değerlendiriyorsunuz)!
AHZAB 33-43 Hu ki, sizi (beden, benlik) karanlıklarından Nur`a (ilim-şuur boyutu yaşamı) çıkarmak için size salat (tecelli) eder ve O`nun melekleri (Esma kuvveleri) de! Hakikatine iman etmişlere Rahim`dir.
AHZAB 33-66 Vechlerinin (şuurlarının) o ateşe dönüşeceği (pişmanlıkla yanacakları) o süreçte: “Yazıklar olsun bize! Keşke Allah`a itaat etseydik, keşke O Rasul`e itaat etseydik” derler.
AHZAB 33-72 Muhakkak ki biz o Emaneti (Esma şuuruyla yaşamayı), semalara (benlik bilincine), arza (bedene) ve dağlara (organlara) önerdik de, onu yüklenmekten kaçındılar (Esma bileşimleri onu açığa çıkarmaya elvermedi); ve ondan korktular! Onu, insan (hilafeti oluşturan Esma manalarını açığa çıkarma şuuru) yüklendi! Muhakkak ki o zalim (hakikatini hakkıyla yaşamakta yetersiz) ve cahildir (sınırsız Esma`yı bilmede yetersizdir)!
SEBE’ 34-37 Size indimizde kurb (Kurbiyet mertebesi-Allah Esma`sı özellikleriyle şuurlu tahakkuk mertebesi) oluşturacak olan, ne zenginliğiniz ve ne de evlatlarınızdır; sadece iman edip imanının gereğini uygulayan müstesna… işte onlara bu çalışmalarının getirisi kat kat arttırılır. Onlar yüksek mertebeler içinde güvendedirler.
FATIR 35-1 Hamd; semaların ve arzın Fatır`ı (yaratış amacına göre belli bir programla icat eden), melekleri (şuurlu işlev kuvveleri) ikişer, üçer, dörder yönlü (işlevli) Rasuller olarak açığa çıkaran Allah`a aittir! Yaratılışta dilediğini ziyade eder… Muhakkak ki Allah her şeye Kadir`dir.
FATIR 35-3 Ey insanlar… Üzerinizdeki Allah nimetini düşünün! Allah`tan gayrı, semadan (şuur) ve arzdan (beden yollu) sizin yaşam gıdanızı veren bir yaratıcı var mı? Tanrı yoktur, sadece “Hu”! Nasıl (Hak`tan) sapıtırsınız!
FATIR 35-9 Allah ki, rüzgarları (rahmani ilmi) irsal etti de bulutları (beşeri duygu ve kabullerin şuurda oluşturduğu kara bulutları) sürüyor… Sonra onu (rahmani ilmi) ölü bir beldeye (bilince) sevk ettik de onunla o arzı (bedeni) ölüyken dirilttik! Nüşur (aslına dönüş) böylecedir!
FATIR 35-21 Zıll (Esma kuvveleri gölgesi şuur) ile harur (yakan sıcak bedenler) de!
SAFFAT 37-84 Rabbine selim bir kalp ile (şuurunda Esma hakikatini yaşamakta olarak) yönelmişti!
SAD 38-52 Onların (Esma kuvveleriyle kendini-Rabbini tanımış şuurların) indlerinde gözlerini kendilerinden (açığa çıkacaklara) çevirmiş aynı yaşıtlar (bedenler) vardır. (Esma hakikatiyle kendini tanımış {Rabbine yakin elde etmiş} bilinçlerin açığa çıkaracağı manaları uygulamaya hazır bekleyen yaşıtları olan cennet bedenleri. A.H.)
ZÜMER 39-1 Bu BiLGi, Aziz Hakim Allah`tan boyutsal olarak şuuruna indirilmiştir!
ZÜMER 39-7 Eğer küfür (nankörlük) ederseniz (insanlığınızı-yeryüzünde {bedende} halifeliğinizi {`B`illah işareti doğrultusunda Esma kuvveleriyle tasarruf gücünüzü} değerlendirip şükretmezseniz; hakikatinizden perdelenirseniz), muhakkak ki Allah sizden Gani`dir! (Allah) kulları için küfre (nankörlüğe; fıtratlarını zayi etmelerine, kaybolmalarına) razı olmaz! Eğer şükrederseniz (değerlendirirseniz), sizin için ona razı olur… Hiçbir kimse, bir başkasının vebalini yüklenmez! Sonra dönüşümünüz Rabbinizedir… Sizde yaptıklarınızın sonucunun ne olduğunu açığa çıkaracaktır… Muhakkak ki O, içinizdekilerin (bilinç ve şuurunuzun) Zatı (hakikati) olarak Alim`dir (sakladıklarınızı da, her şeyinizi de tam bilen).
ZÜMER 39-21 Görmedin mi ki Allah, semadan (Esma manalarının açığa çıkışı olan şuurdan) bir su (ilim) inzal etti de onu arzdaki (bedendeki) kaynaklara (beyine) koydu… Sonra ondaki kuvvelerle renkleri muhtelif (çeşitli huyların sonucu) ekinler (üretim) açığa çıkarıyor… Sonra kurur da sen onu sararmış görürsün (oluşumu sırasında çok değer verdiğin şeyler, olup bittikten sonra bakarsın tüm değerini yitirir)… Sonra onu bir hutam (kuru bitki, çer-çöp) kılar! Muhakkak ki bu (misalde) derin düşünen akıl sahipleri için elbette bir ders vardır!
ZÜMER 39-23 Allah, sözün en güzelini; müteşabih (benzetme yollu), mesani (aynı cümlede veya kelimede iki ayrı işareti vererek ikili anlatımla) bir bilgiyi (tafsilatlı) indirdi… Rablerinden haşyet eden kimselerin Ondan derileri (tüyleri) ürperir… Sonra bedeni ve şuuru Allah zikrine yumuşar (kabule müsait hale gelir)… işte bu Allah`ın hidayetidir ki onunla dilediğini hakikate erdirir! Allah kimi saptırırsa ona hidayet edecek yoktur.
ZÜMER 39-45 Allah, TEK`liği itibarıyla hatırlatıldığında, sonsuz yaşamlarına iman etmeyen kimselerin şuurları bundan hoşlanmaz! O`nun dunundakiler anıldığındaysa, hemen onlar müjdelenmişçesine yüzleri güler!
MÜ’MiN – MUMIN 40-7 Arş`ı taşıyanlar ve onun çevresinde bulunan (şuurlu) kuvveler (Allah kudretinin açığa çıkış mahalleri) Rablerinin Hamdı olarak (Hamid Esma`sı açığa çıkışı ile) tespih ederler; O`na (hakikatleri olarak) iman ederler ve iman edenler için (hakikatlerinin gereğini yaşayamamaları-hakkını verememeleri yüzünden) mağfiret isterler! “Rabbimiz, rahmet ve ilminle her şeyi kapsamışsın… Tövbe edenleri ve senin yoluna uyanları mağfiret et ve onları yanma azabından koru!”
MÜ’MiN – MUMIN 40-15 Refi`üd Derecat`tır (dereceleri yükseltendir), Zül-Arş`tır (Arş sahibidir)… Gerçeğin kavranması süreci (nedeniyle) uyarmak için, kullarından dilediğine hükmünden ruhu (Esma`sının anlamını fark etmeyi şuuruna) ilka eder!
FUSSiLET 41-5 Dediler ki: “Bizi kendisine çağırdığın şeye karşı şuurlarımız koza içindedir, kulaklarımızda bir ağır işitme var; bizimle senin aranda da bir perde mevcut! Artık yap elinden geleni; muhakkak ki biz de yapmaktayız.”
FUSSiLET 41-11 Sonra duhan (şekillenmemiş fıtri benlik) halindeki semaya (bir kısım Esma manalarını açığa çıkarmak suretiyle) yerleşerek, ona (şuura) ve arza (bedene) dedi ki: “isteyerek yahut zorunlu olarak gelin (Esma`mın gereğini açığa çıkarın) ikiniz!” ikisi dediler ki: “isteyerek, itaat ediciler olarak geldik!”
ŞURA 42-11 Semalar ve arzın Fatır`ıdır! Sizi, hem kendi nefsinizden (hakikatinizden) eşler (şuur+bilinç); hem de en`amdan (hayvansal bedenden) çiftler (biyolojik+ışınsal {ruh} beden) halinde oluşturmuştur… Böylece sizi üretiyor! O`nun benzeri bir şey yoktur! O, Semi`dir, Basir`dir.
ŞURA 42-24 Yoksa “Allah hakkında bir yalan uydurdu” mu diyorlar? Eğer Allah dilerse senin kalbini (şuurunu) kilitler! Allah batılı mahveder ve kendi kelimeleri olarak Hakk`ı sabit kılar! Muhakkak ki O, Esma`sıyla Zat`ınız olarak Alim`dir!
ŞURA 42-52 Böylece sana hükmümüzden ruh (Esma manalarını şuurunda hissetmeyi) vahyettik… Sen, Hakikat ve Sünnetullah BiLGisi nedir, iman neyedir bilmezdin! Ne var ki, biz Onu (ruhu), kendisiyle hakikate erdirdiğimiz nur (ilim) olarak meydana getirdik, kullarımızdan dilediğimize! Muhakkak ki sen de kesinlikle hakikate (sırat-ı müstakime) yönlendirirsin!
DUHAN 44-54 işte böyle… Onları (Esma kuvvesi olarak açığa çıkan şuur varlık insanı) Hur-i Iyn olanlarla (üstün ve net görüş {FUAD} özelliklerine sahip bedenler) ile eşleştirdik!
CASiYE 45-5 Gece ve gündüzün dönüşümünde, Allah`ın semadan yaşam gıdası (bilgi) inzal edip de onunla ölümü (şuursuz-kendini yalnızca beden sanan yaşamı) sonrasında arzı (şuurlu yaşamla bedeni) diriltmesinde, rüzgarları (sürekli esen fikirleri) yönlendirmesinde; aklını kullanabilen bir topluluk için işaretler vardır.
CASiYE 45-12 Allah ki, O`nun lütfundan istemeniz ve şükretmeniz için, hükmü olarak (Sünnetullah`ı gereği) gemilerin (bedenlerin yaşamı) akıp gitmesi için, denizi (bilinç) size (şuur) hizmetle işlevlendirdi!
CASiYE 45-13 Semalarda (Bilinç mertebelerinde) ve arzda (bedensel yaşamda) ne varsa O`ndan tümünü, size (şuurunuza) hizmetle işlevlendirmiştir! Gerçektir ki, bu olayda tefekkür eden topluluk için elbette (önemli) işaretler vardır.
AHKAF 46-26 Andolsun ki, size vermediğimiz imkanları onlara verdik… Onlara kulaklar, gözler ve hakikati kavrayacak kalpler oluşturduk… Bile bile Allah`ın işaretlerini inkar etmeleri yüzünden; onların ne kulakları, ne gözleri ve ne de FUADLARı (Esma mana özelliklerini şuura yansıtıcılar-kalp nöronları) onlardan bir şey savmadı! Alay etmekte oldukları şey onları ihata etti!
MUHAMMED 47-16 Onlardan kimi de (gelip) seni dinler… Nihayet senin yanından çıktıklarında kendilerine ilim verilmiş olanlara dediler ki: “Az önce ne dedi?” (Anlatılan, taşa yağmış yağmur misali akıp gitti. A.H.)… işte bunlar Allah`ın kalplerini tab`ettiği (şuurlarını örttüğü-bilinçlerini kilitlediği); sonu boş arzu ve heveslerine tabi olmuş kimselerdir.
MUHAMMED 47-24 Kuran`ı derinlemesine-sistemli düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpleri (şuurları) kilitlerle (yanlış değer yargıları ile) mi kilitli!
FETiH 48-29 MUHAMMED, Rasulullah`tır! O`nunla beraber bulunanlar, küffara (gerçeği reddedenlere) karşı sert, kendi aralarında çok merhametlidirler… Onları rüku eder (varlıkta her an tedbir edenin Allah Esma`sı olduğunu müşahedesinin haşyeti, tazimi içinde), secde eder (varlığın yalnızca Esma özelliklerinden ibaret olarak kendilerine özgü bağımsız vücutları olmadığının müşahedesiyle “yok”luklarını hissederler) ve Allah`tan fazl (lütfu-Esma kuvvelerinin farkındalığı) ve RIDVAN (Hakikatinin farkındalığıyla bunun sonuçlarını kuvveden fiile çıkarma özelliği) ister halde görürsün… Simalarına gelince, vechlerinde (şuurlarında “yok”luklarının idrakı olan) secde eseri vardır! Bu onların Tevrat`taki (nefse dönük hükümler) misal yollu anlatımlarıdır… incil`deki (teşbihi) temsillerine gelince: Bir ekin ki filizini yarıp çıkarmış, sonra onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış da gövdesi üzerine doğrulmuştur; ekincilerin hoşuna gider… Böyle yapar ki, onlarla (Esma`sıyla açığa çıkardığı) küffarı (gerçeği reddedenleri) öfkelendirsin! Allah onlardan iman edip bunun gereğini uygulayanlara mağfiret ve çok büyük karşılığını yaşatmayı vadetmiştir.
KAF 50-33 Gaybı olarak Rahman`dan haşyet eden ve (hakikatine) dönük şuurla gelen kimse için.
KAF 50-37 Şüphesiz ki bu hatırlatıcı, şuur sahibi yahut uyanık olarak dinleyen kimse içindir!
ZARiYAT 51-47 Semaya (Evren`e ve de şuura) gelince, onu elimizle bina ettik ve muhakkak ki biz genişleticileriz (boyutsal oluşumlarla-varlıklarla-idrakını genişletmek suretiyle, yeni açılımlarla)!
TUR 52-4 Beyt-i Mamur`a (Zati ilimle meydana gelmiş Esma mertebesi, Hakikat-i Muhammedi-mükemmel imar edilmiş ev – Allah Esma`sından kaynaklanan halife özelliğini yaşamakta olan insan şuuru);
NECM 53-6 O (kuvve) kendini fark ettirdi, böylece de istiva etti (hakikatini şuurunda yaşama halinde yerleşti)!
NECM 53-11 FUAD (Esma mana özelliklerini şuura yansıtıcı) yalanlamadı (inkar etmedi) gördüğünü!
NECM 53-14 Sidret-ül Münteha (şuur olarak sonsuz yaşam hissedişi) indinde.
RAHMAN 55-13 Hakikat böyle iken, Rabbinizin (varlığınızı oluşturan Esma özelliklerinin-şuur ve bedeninizin) nimetlerinin hangi birini sayarsınız yalan?
VAKIA 56-19 Ne başları ağrır ondan ne de şuurları bulanır!
VAKIA 56-22 Ve Hur-i Iyn (net görüşlü {biyolojik gözün sınırlamalarıyla kayıtlı olmayan} eşler {birkaç beden}; şuur yapı olan “insan”ın özelliklerini yaşatacak, eşi olan bedenler. Tek bilincin tasarrufundaki birden çok beden. A.H.).
VAKIA 56-23 Saklı (sedefte büyümüş) incilerin misali gibi (Esma hakikatinden oluşmuş ve o özelliklerin açığa çıkışı olan insan şuurundan var olmuş Allah yaratısı bedenler).
VAKIA 56-35 Muhakkak ki biz onları (şuurun eşi olan bedenleri yeni) bir inşa edişle inşa ettik.
VAKIA 56-37 (Ki o daha önce hiç görülmemiş-kullanılmamış türden bedenler) eşlerine aşık (dünyaya birbirine düşman olarak inen, insanı maddeye yönelttiren hayvani beden karşıtı olarak, insan şuuruna sahip bilince, özelliklerini itirazsız yaşatan. A.H.) ve yaşıtlardır (bilinçle birlikte var olmuştur)!
MÜCADELE 58-19 Şeytan (yalnızca beden olma fikri) onlara yerleşti de, onlara Allah`ın zikrini (hatırlatılan hakikatlerini, bedeni terk edip Allah Esma`sıyla var olmuş yapılarıyla {şuur} sonsuza dek yaşayacaklarını) unutturdu! işte onlar Hizbüş Şeytan`dır (şeytani fikir yandaşları-kendini yalnızca beden sananlar)… Dikkat edin, muhakkak ki Hizbüş Şeytan (kendini yalnızca beden sananlar) hüsrana uğrayanların ta kendileridir!
MÜCADELE 58-22 Esma`sıyla hakikatleri olan Allah`a ve sonsuz yaşam sürecine iman eden bir topluluğu, Allah ve Rasulü ile zıtlaşanlarla sevişir bulamazsın! Bunlar, onların babaları, yahut oğulları, yahut kardeşleri veya aşiretleri olsalar bile! işte bunlar kalplerinin içine imanı yazdığı (şuurlarında imanı yaşattığı) ve tarafından ruhu olarak teyit ettikleridir! Onları, içinde ebedi kalıcılar olmak üzere, altlarından nehirler akan cennetlere dahil eder. Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah`tan razı olmuş halde… işte bunlar Hizbullah`tır (Allah taraftarları)… Dikkat edin, muhakkak ki Hizbullah kurtuluşa erenlerin ta kendileridir!
HAŞR 59-4 Çünkü onlar, kendilerini kopardılar Allah`tan ve Rasulünden! Kim Allah`a bağını kopartır (hakikati olan Esma özelliklerini-ruhunu-şuur varlık olarak sonsuz yaşayacağını inkar ederse, kendini toprak olacak beden kabul ederse), muhakkak ki Allah Şedid ül ikab`dır (azabı çok şiddetlidir)!
MÜNAFiKUN 63-4 Onları gördüğünde bedenleri (görünüşleri) hoşuna gider… Konuşurlarsa, sözlerini dinlersin… Onlar (birbirine) dayandırılmış keresteler (şuursuz bedenler) gibidirler! Her yüksek sesli seslenişi kendi aleyhlerine sanırlar! Onlar düşmandır, onlardan korun! Allah onları öldürsün (anlasınlar hakikat neymiş)! Nasıl da (hakikatlerinden) döndürülüyorlar!
TEĞABUN 64-11 Bi-iznillah (Allah`ın, hakikatin olan Esma`sı elvermedikçe) hiçbir musibet isabet etmez! Kim hakikatinin Allah Esma`sı olduğuna iman ederse, ona şuurunda hakikati yaşatır! Allah Bi-külli şey`in (Esma`sıyla her şeyde olarak) Alim`dir.
MÜLK 67-13 Düşündüğünüzü ister içinizde tutun ister açığa vurun! Muhakkak ki O, sadırların (içinizin-bilincinizin-şuurunuzun) zatı olarak Alim`dir.
MÜLK 67-23 De ki: “Sizi inşa eden ve sizin için algılama kuvvesi, idrak kuvvesi (basiret) ve FUADLAR (Esma mana özelliklerini şuura yansıtıcılar-kalp nöronları) oluşturan “Hu”dur! Ne kadar az şükrediyorsunuz (değerlendiriyorsunuz)!”
MÜZZEMMiL 73-5 Muhakkak ki biz sana ağır bir söz ilka edeceğiz (şuurunda yaşatacağız)!
MÜRSELAT 77-5 Hatırlatıcıyı ilka edenlere (şuurda açığa çıkaran kuvveler. Mele-i ala. Alun melekler. “ilka” da, “lika” da aynen “nefh” gibi derundan zahire ya da içten dışa doğru “şuurda” oluşan bir hal, hissediştir. Ahfa – Hafi {Sıfat tecellisi} – Sır {Esma tecellisi} – Ruh {Fuad-Esma manaları yansıtıcısı} – Kalp {Şuur} – Nefs {Bilinç} sıralamasında, Ruh`tan kalbe yansımaları anlatır. “Halife-insan” bu mertebelerin tamamıdır ya da bu bütünlüğe “insan” adı verilmiştir; denebilir. Bundan yukarısının ise dile gelip anlatılması doğru değildir, denir. Allahu alem! A.H.)!
NEBE 78-33 Yaşıt muhteşem eşler! (Cinsiyet kavramı olmayan şuur yapının hakikatinden gelen Esma özelliklerini açığa çıkaracağı muhteşem kapasiteli o boyutun özelliğiyle oluşmuş bedenler. Dişi-erkek ayrımsız! Allahu alem. A.H.)
NEBE 78-38 la yetekellemune illa men ezine lehurRahmanu ve kale savaba; O süreçte, RUH (insanların tümünde şuur boyutunda açığa çıkan TEK`il Esma hakikati) ve melekleri saf saf kıyamdadır. (Fıtratında) Rahman`ın izin verdiği hariç, kimse konuşamaz haldedir! O da doğruyu söyler.
NAZiAT 79-24 Ben, sizin en ala Rabbinizim! dedi. (Kadim Hakikat bilgisini elde eden Firavun, bunu şuurun sınırsız kuşatıcılığıyla tüm varlıkta müşahedesi yerine; bilincine yükleyerek bedenselliğine vermiş; bilinç varlığına tanrısallık vermiş ve bedenselliğinde dilediğini yapma noktasına yani nefs-i emmare yaşamına düşmüştü. Bu yüzdendir ki Musa a.s. ona hakikat bilgisini aktarmak yerine, yani Allah`a iman yerine, Rabb-ül alemin`e iman noktasına çekerek uyarı yapmıştı. Yani tüm varlıkta tedbir eden Esma mertebesine dikkatini çekerek hayalindeki vahdeti, bilinç-beden boyutunda yaşayarak birimselliğiyle sınırlamak yerine; şuur boyutunda tüm varlığa yaygın Esma manaları çıkışına iman etmesini teklif etmişti. A.H.)
FECR 89-28 Radiye olarak, Mardiye olarak (Seyir ve tasarruf kemalatını yaşayan olarak) Rabbine (Esma hakikatine) dön (şuur olarak)!
KADR 97-5 Selam (hakikati yaşatarak); ta ki Fecr`in doğmasına kadar (Hakikatin zuhuru ile şuurun vechi tanımasına kadar).
HÜMEZE 104-7 O ki çıkar (kaplayıp örter) FUADlar (Esma mana özelliklerini şuura yansıtıcılar) üzerine.
NASR 110-1 Nasrullah (Allah nusreti) ve el Feth (mutlak açıklık-şuur bakışı) geldiğinde,
Kavram hakkında henüz bir not alınılmadı.