Selâm

  • ES SELÂM… Yaratılmışlara (beden ve tabiat kayıtlarından; tehlikeden; boyutlarının kayıtlarından) selâmet ihsan eden, yakîn hâlini oluşturan; iman edenlere “İSLÂM”ın hazmını veren; Dar`üs Selâm (hakikatimize ait kuvvelerin tahakkuku) olan cennet boyutu hâlinin yaşamını meydana getiren! Rahîm isminin tetikleyerek açığa çıkardığı isim-özelliktir! “Selâmün kavlen min Rabbin Rahıym = Rahîm Rab`den “Selâm” sözü ulaşır (Selâm ismi özelliğini Rableri olan Esmâ hakikatlerinden açığa çıkan yolla yaşarlar)!” (Yâsîn: 58).
  • İslam“; selâmet bulma, selâmete erme, “selâm” isminin mânâsının sizde açığa çıkması anlamında!.  “Allah”ın “selâm” isminin mânâsı ortaya çıktığı zaman kişi, bir kısım ilâhi isimlerin mânâsıyla tahakkuk etmek suretiyle, cennet yaşamı dediğimiz yaşama geçer.
  • SELÂM :Yakin halini yaratan.
  • Yaratılmışlarda yakîn ve kurb hâlini oluşturup mâiyet sırrını açığa çıkartan
  • O (ismi) ALLAH olan ki, tanrısallık yoktur hüviyet (benlik sahibi) O’dur!.. Melîk (hükmeden), Kuddûs (saf, arı, orijini değişmemiş), Selâm (varlık kendine teslim olmuş), Mü’min (gayba imanı açığa çıkarıp tereddüt ve şüpheyi yok eden), Müheymin (farkındalığı dışında hiçbir şey olmayan), Azîz (dilediğini yapan, misli olmayan), Cebbâr (yaratmış olduğu sistem sonucu dilediğini karşı konulmaz şekilde açığa çıkaran), Mütekebbir (kibriyâ, benlik sahibi)… ismi “ALLAH” olan şirk koşulmasından beridir (yalnızca şirk koştuğunu sanan olabilir!)…
  • Esselâmu aleyküm derken “selâm” isminin mânâsını, evvelâ senin idrâk etmiş olman lâzım!..”Selâm” ismi, selâmete çıkma mânâsındadır!.. “Sen”den, selâmete çıkma!..Terkib kayıtlarından selâmete çıkma!..
  • Selâm isminin mânâsı, ilâhi isimlerde yüzme, gezme, o mânâlar içinde seyretmek hâlidir!..Ancak bu da Allah’ı bilmekle mümkün olur.. Yani, sen ona “selâm olsun sana” dediğin zaman, terkib kayıtlarından âzâde olma, kurtulma, selâmete erme mânâsında olarak bilinçli şekilde , böyle bir temenni ile selâm vermelisin!.. Bunu yaptığın zaman, bunda bir şartlanma, bir alışkanlık bir tabiat terkibi sözkonusu olmayıp; şuurlu olarak ortaya koyduğun bir fiil ve karşındakine şuurlu olarak bir yönelme sözkonusudur!..
  • Kişinin davranışları ya onun terkibini meydana getiren, ilâhi isimlerin kendisini sevkettiği mânâda oluşuyor; Ve bu oluşmayı, biz canımızın öyle istemesi veya o işi sevdiğimiz için öyle yapmamız, diye nitelendiriyoruz!…

    Veyahut canımız istemediği halde, hoşlanmadığımız halde, ilâhi emir olduğu için onu tutuyoruz…

    İlâhi emrin mânâsının ne olduğunu daha evvelki konuşmalarımızda görmüştük.. Kişinin terkib kayıtlarından kurtulup, mutlak mânâda Allah’a kulluk ettiğini müşâhede etmeyi sağlayıcı fiiller..

    Demek ki; kişinin sevdiği için veya canının istediği için veya öyle arzu ettiği için yaptığı her hareket neticede Allah ile onun arasında bir perde meydana getiriyor..

    Alışmışım böyle yaptım!..Canım bunu seviyorum da onun için!..Seviyorum, yani duygumdan dolayı ; alışmışım, yâni şartlanmamdan dolayı; böyle yaratılmışım, benim tabiatım böyle;evet tabiatının gereği olarak!..

    Yâni netice olarak, bütün bunlar, senin varlığını meydana getiren “ilâhi isimlerin ortaya çıkışı” demek, sende mevcut olan rubùbiyetin gereği olarak, iktizâsı olarak!..

    İşte varlığının, nefsinin hakikatı, bu rubùbiyet olduğu, Hak olduğu, idrâki geldiği andan itibaren, kişiye bir başıboşluk, bir boşvermişlik gelir!..

    Bunun neticesinde de o kişi canının istediği, nefsinin istediği, tabiatının sevkettiği istikamette bütün davranışları ortaya koyar!..

    Hiçbir kayıtla kayıtlanmaz ve bu da onun bedenselliğe, tabiat zulmetine hapsolmasından, kendisini zindana, sicciyne atmasından başka bir şey getirmez.

    Bu hakikatı idrâkla beraber, ilâhi emirlere uyma hâli devam ederse, o zaman terkib tabiatının ötesinde , Allah’a vâsıl olur; ve böylece ebedi saadet onun için sözkonusu olur…Bu davranışların neticesinde “Selâm” isminin mânâsı kendisinde âşikâr olur..

  • Muhakkak ki Allah ve melekleri, nebîsine çok salat ederler… Ey imân edenler, siz de O’na salat edip layıkiyle selam verin…
  • “Allahın yeryüzünde seyâhat eden melekleri vardır ki, onlar bana ümmetimden selâm tebliğ ederler…”
  • “Cebrâil’le buluştum… Bana şöyle dedi: Sana müjdelerim ki, Allah; kim sana salât ederse, ben ona salât ederim; kim sana selâm verirse ben ona selâm ederim; buyurdu…”
  • Allah’ım, Efendimiz Muhammed’e halkettiklerinin adedince, sen râzı olana kadar ve arşının ağırlığınca ve kelimelerin adedince selâm ve bereket ihsan eyle!..
  • Selâm, dalga dalga yayılır “özündeki Hakikatı Muhammedî”den “kulluk” görevini yerine getirmekte olan tüm “sâlih”lere… “benliğinden kurtulmak suretiyle tüm SALÂHA ermişlere”…
  • KADR sürecinin yaşandığı “yok”luk karanlığı (gecesi), bin ayda (80 küsur yıllık insan ömrü sürecinden) yaşanabileceklerden daha hayırlıdır. Melekler (melekî kuvveler —kanatlar bu kuvvelerin 2–3–4 yönlü olması) ve ruh (varlığındaki hüviyetin ”HU” hakikatin anlamı), kişinin rabbinin (esma terkibinin–varlığını oluşturan ALLAH isimlerininin bileşiminin) izni (kapsamı–kapasitesi) kadarıyla, şuurunda açığa çıkar; böylece o anda, kendi “yok”luğu hissi yanısıra, mutlak var olan “ALLAH”ı hissedip yaşar! Her hükümden “Selâm”ette olarak!.
  • “Min külli emrin selâm”
    -Her “emr”den, hükmullah gereği varolmuştan selâm getirir. 
    “Selâm” derken, burada senin anladığın manâda; “Selâmün aleyküm!.” demek, mânâsında değil!… “Selâmet getirir” anlamında!…
  • Ne anlarsın sen, “Selâmu aleykum” demekle “günaydın” demenin farkını!. Özünden gelen “Selâm” kavramının, karşı beyine yönlendirilerek; onda, özünden “selâm”ın beyninde açığa çıkmasını sağlamak amacıyla, ona kapı açmanın nasıl oluştuğunu!.
  • Meselâ bir arkadaşını, her görüşte “selâm” diyerek selâmlaşıyorsun…Bu senin normal şartlanmanın gereği olarak, yaptığın bir davranış!..Şimdi yapılacak şey şu; gene selâm vereceksin!..Ama “Esselâmu aleyküm”diyeceksin!..

    Esselâmu aleyküm derken “selâm” isminin mânâsını, evvelâ senin idrâk etmiş olman lâzım!..”Selâm” ismi, selâmete çıkma mânâsındadır!..

    Sen”den, selâmete çıkma!..Terkib kayıtlarından selâmete çıkma!..

    Selâm isminin mânâsı, ilâhi isimlerde yüzme, gezme, o mânâlar içinde seyretmek hâlidir!..Ancak bu da Allah’ı bilmekle mümkün olur.. Yani, sen ona “selâm olsun sana” dediğin zaman, terkib kayıtlarından âzâde olma, kurtulma, selâmete erme mânâsında olarak bilinçli şekilde , böyle bir temenni ile selâm vermelisin!..

    Bunu yaptığın zaman, bunda bir şartlanma, bir alışkanlık bir tabiat terkibi sözkonusu olmayıp; şuurlu olarak ortaya koyduğun bir fiil ve karşındakine şuurlu olarak bir yönelme sözkonusudur!..

    Böyle davranabildiğin zaman, olaya “sen” hükmetmiş olursun!..Şuurlu olarak!..Kendin yön vermen kaydıyla.. Ama bu böyle olmayıp da ilk anlatılan biçimde olursa, o terkibinin gerektirdiği, şartlanmanın ortaya koyduğu bir alışkanlığın dile gelişidir..

Soru
-Üstadım, namazdan çıkarken verilen selâm`ı biraz açabilir misiniz?

Üstad
Namaz; kişinin beşeriyet dünyasından arınıp; Allah hakikatına yönelmesidir!… “Namazdan çıkmak” demek; tekrar insanların arasına dönmek, aralarına girmek demektir… İnsanların arasına girerken de elbette selâm verilir…

Soru
-Üstadım “Selâmu aleykum”un açıklamasını yapar mısınız?.. Bir kişiye “selâm” diye selam vermek yanlış mıdır? …

Üstad
-Selâmı verenin niyetine bağlıdır… “Selâm” derken ne düşündüğüne bak!.. Ağzından çıkan her kelimeyi, düşünerek çıkartmak… Robot gibi, aldığını yansıtmak değil!…

Son günlerde en çok üzerinde durduğum konu ŞUURLU yaşamak; TAKLİTTEN çıkmak!…

“Selâm” derken, Allah’ın Selâm isminin mânâsının o kişinin özünden gelen bir biçimde kendisinde açığa çıkmasını temenni ederek, “Selâm” diyorsan, hiç bir mahzûru yoktur…

Ama, şartlanma yollu, taklit yollu, düşünmeden, koyun “meeee”ler gibi, “Es selâmu aleykum ve rahmetullahi ve berekâtuhu” diyorsan… Biraz uzunca “meeeee”leme olur bu!… Bilmem anlatabildim mi?…

“Bebek’te Sohbet – Ahmed Hulusi”

01:00 “Selamu aleykum” sözü hangi şartlar altında ve nasıl, “hello”,”hi”, “selaaammm !” gibi tabirlerden ayrılır. Hakkıyla, Allah Selam`ı üzerinizde tecelli etsin ne demektir? Cennet yaşamının gerçekleşmesi Allah`ın “Selam“ isminin manasının açığa çıkmasıyla mümkündür!

06:00 “Allah” kelimesi bir isimdir ve bize kendisiyle işaret edilen bir mutlak varlığı fark ettirmek içindir. “Allah ismi” mutlak varlığa Allah tarafından konulan bir isimdir!  Kendisi kendisini “Allah ismiyle” isimlendirmiştir.

08:00 Bütün varlıklar Allah`ın ilminde; Allah`ın esmasından var olmuş varlıklardır.

10:30 Bizim algıladığımız ve varlığını kabul ettiğimiz evren, gözün gördüğü milyarlarla galaksi değildir. Biz ancak 4000 – 7000 nanometre dalga boyu arasini görüyoruz ve bu algılamaya göre de milyarlarca galaksi tespit etmişiz. Ya 1000 ila 10000 nanometre arasındaki dalgaları görseydik. Nasıl bir evrenden söz edecektik?

17:00 Allah ismiyle işaret edilen varlığın bir anlık düşüncesinin mahsülü olan bütün bu evren bu evrenin oluştuğu “AN”ın evvelinde ve sonrasında ne “AN”lar ve ne yaratılmış alemler var! Allah derken neden bahsettiğimizin farkında mıyız?

20:00 Düşündüğünü bilmeyen insanların konuştuğuna “laf” denir; o lafların toplamı da “lakırtı”dır.

30:00 Allah`ı tanımak için 18 yaşında yola çıktım ancak geldiğim nokta Allah`ın anlaşılamayacağını idrak etmek oldu ! Bunu ancak `Allahu Ekber` diyerek itiraf etmek gelebildiğim son nokta.

33:00 Evreni kendi dışında bir varlık olmadığı için kendi varlığından var etmiş olan varlığın, Rasulü olmak ne demektir. Kuran Arapça değil “Allahça”dır. Arapçayı mükemmel bilenler henüz Kuran`ı anlamamışlardır.

35:00 Allah`ı yukarıda bir tanrı gibi düşünmek “Şirk” kavramıdır.

45:00 Herkes kendi yapacaklarının sonuçlarını yaşayacağı “mezara diri diri girecek” ve bunun sonrasında da bu şuurlu varlığı sonsuza kadar yaşamaya devam edecektir.

50:00 Gerçekte sonsuz tekil bir yapı vardir. Biz algılanabildiğimize canlı ; algılayamadığımıza cansız diyoruz. Algılanabilinene madde algılanamayana mana diyoruz. Bu sonsuz tekil yapıda, gerçekte, tek bir akıl; tekbir ilim; tekbir kudret ve tekbir kuvvet vardır !

 53:00 Hücre ve atom ayrı şey değildir; içindeki atomik kütleye bileşime göre yapıya hücre adı verilir. Atomik kitle denen beden, esasında ışınsal bir kitledir; kuantsal bir kitledir.

1:16:00 Rasulullah`ın zamanında mecazlarla anlattıkları insanlar tarafından başka türlü yorumlanıp hayali bir din, hayali bir tanrı anlayışına dönüştürülmüştür. İşte bu anlayış müslümanlıktır. Müslümanlık ile İslam Dini ayrı şeylerdir.

1:22:00 Rasul ve Nebiler dışarıdaki bir tanrıdan vahiy almamıştır. Vahiy insanın özündeki meleki güç kanalıyla, kendi zahirine doğrudur.

1:28:00 “Sistemde güçlü güçsüzü yer” mekanizmasını unutmamak gerekiyor. Bizim kuzucuğu kesip pirzola yapmamız gibi geçeceğimiz boyutlarda da güçlü yapılar bize her istediklerini yaptıracaktır.

1:38:00 Spermle yumurtanın bileşiminden 120 gün sonra, bir melek, “ceninde ruhu nefh eder” diye açıklayan Rasulullahın anlatmak istediği, dışarıdan gelen ve bedene giren meleğin ruhu üflemesi değildir. Ruh insanın beyin çekirdeği tarafından ana rahminde üretilir!

1:40:00 Zikrin beyin üzerine etkisi ve mekanizması nedir.

1:43:00 “Ruh çağırma” ve “cin de denılen göze görünmeyen varlıkların” iç yüzü nedir? Kuran`da `semum` ve `maaric` kelimeler’ ne anlama gelmektedir, işlevlerini nasıl ortaya koyuyorlar.

1:53:00 Reenkarnasyon bir masaldır; aldatmacadır. Neden?

1:56:00 “Rasulullahın şefaati” nasıl ortaya çıkar? İbadetlerin iç yüzü nedir? Ruh nasıl güçlendirilir? Nurumuzu ibadet ile güçlendiemezsek kabir alemi ve diğer alemlerde cinlere nasil oyuncak olacağız.

2:03:00 Güneşin içinde yaşayan Zebaniler hakkında bilgimiz var mı? Ölüm sonrası onlarin bulunduğu ortamdan geçececeğimizi duymuş muydunuz!

2:14:00 İçinde bulunduğumuz ve bizi kuşatan halin bir nimet olduğunu hissedip anladığımız andaki halin adıdır “şükür” ! Kelime değil halin adıdır `Şükür`.

BAKARA 2-62 (Gizli şirk içinde olsalar bile {Yusuf: }) iman edenler, Yahudiler, Hristiyanlar ve Sabiiler (yıldızların tanrı olduğuna inanıp onlara tapanlar) arasından; nefslerinin Allah Esma`sından meydana geldiğine ve gelecekte yaşanacak sürece iman edenler ve bunun gereği kendilerini selamete çıkaran çalışmalara devam edenler, Rablerinin (Esma bileşimlerinin) indinde ecre (bunun getirisi olan kuvvelere) kavuşurlar. Onlar için ne korkulacak bir şey kalır ne de onları üzecek bir olay!

NiSA 4-86 Selam ile size yönelene, siz de daha kapsamlı bir selam ile karşılık verin yahut aynısıyla karşılayın. Muhakkak Allah, her şeyde Hasib`dir (açığa çıkanın sonucunu yaşatandır).

NiSA 4-94 Ey iman edenler… Allah için sefere çıktığınızda iyice araştırın ve size selam verene (anlaşmak isteyene), dünya hayatının geçici menfaatini arayarak, “Sen iman eden değilsin” demeyin… Allah indinde çok ganimetler var… Daha önce siz de öyle idiniz de Allah size lütufta bulundu… O halde iyice araştırın… Muhakkak ki Allah yapmakta olduklarınızın yaratanı olarak Habir`dir.

EN’AM 6-54 (Esma`nın açığa çıkışı olan) işaretlerimize iman edenler sana geldiklerinde de ki: “Selamun aleyküm… Rabbiniz rahmeti nefsine yazmıştır! Sizden her kim bilgisizlikten bir kötülük yapar da, arkasından tövbe eder ve (halini) düzeltirse, muhakkak ki O, Gafur`dur, Rahim`dir.”

EN’AM 6-127 Rableri indindeki Dar`üs Selam (Es Selam isminin manasının yaşam boyutu) onlar içindir! Yapmakta oldukları dolayısıyla “Hu” onların Veli`sidir.

ARAF (A’RAF) 7-46 Onların ikisi (cennet ve cehennem) arasında bir perde vardır… A`rafta ise, her birini, onların yüzlerindeki alametlerden tanıyan RiCAL vardır… Cennet ashabına: “Selamun aleyküm” diye seslenirler. (Bu Rical henüz) cennete dahil olmamıştır… Onlar (cenneti) umarlar.

ENFAL 8-43 Allah uykunda onları sana az gösteriyor(du)… Eğer sana onları çok gösterseydi, elbette korkuya kapılırdınız ve iş hakkında anlaşmazlığa düşerdiniz… Ne var ki Allah (sizi) selamete çıkardı… Muhakkak ki O, sadırların zatı (varlığınızın El-ESMa`sıyla hakikati) olarak Alim`dir.

YUNUS 10-10 Onların ondaki Allah`a yönelişleri: “Subhaneke Allahümme = Subhansın sen Allah`ım; seni tenzih ve tespih ederiz”dir… Birbirlerine yönelişleri ise: “Selam”dır (Selam ismi manası sürekli açığa çıksın bizde)… Yönelişlerinin sonucunda ulaştıkları nokta ise: “El-Hamdu Lillahi Rabb-ül alemin = Hamd Rabb-ül alemin Allah`ındır”dir.

YUNUS 10-25 Allah, Selam Yurduna (bedensel sınırlamalar ötesindeki, hakikatinize bahşedilmiş kuvvelerle yaşam boyutuna) çağırır ve dilediğini sırat-ı müstakime hidayet eder.

HUD 11-48 Ey Nuh… Sana ve seninle beraber olanlardan oluşacak halklara bizden Selam ve bereketlerle in… Biz onları yararlandıracağız, sonra da onlara bizden (hakikatindeki Esma manası sonucu olarak, derunundan gelen bir yolla) acı azap yaşatılır denildi.

HUD 11-69 Andolsun ki, (meleklerden) Rasullerimiz, İbrahim`e müjde olarak gelip, “Selam” dediler… (O da): “Selam” dedi ve sonrasında da kızartılmış bir buzağı getirdi.

RA’D – RAD 13-24 Selamun aleyküm (Selam ismiyle işaret edilen kuvvesi sizde açığa çıksın) sabretmenizin sonucu… Son vatan ne güzel! (“Vatan sevgisi imandandır” hadisinde işaret edilen “vatan” budur. A.H.)

İbrahim 14-23 iman edip imanın gereğini uygulayanlar ise, Rableri olan Esma bileşiminin elvermesi sonucu (Bi-izni Rabbihim), içinde sonsuza dek yaşamak üzere, altlarından nehirler akan cennetlere dahil edilmişlerdir… Onların orada birbirlerine hitabı “Selam”dır.

HiCR 15-46 Oraya aminler olarak (Bi-)Selam ile girin.

HiCR 15-52 Hani Onun yanına gelmişlerdi de “Selam” demişlerdi… (İbrahim de): “Biz sizden endişe duyuyoruz” diye cevap verdi.

NAHL 16-32 Melekler, temiz inançlı oldukları halde vefat ettirdiği (bedenden ayırdığı) o kimselere: “Selamun aleyküm! Yaptıklarınızın getirisi olarak, girin cennete!” derler.

MERYEM 19-15 Dünyaya geldiği, ölümü tattığı ve ölümsüz olarak ba`s olduğunda, Selam üzerindeydi.

MERYEM 19-33 Dünyaya geldiğimde, ölümü tattığımda ve ölümsüz olarak ba`s olduğumda, Es Selam üzerimdedir.

MERYEM 19-47 (İbrahim) dedi ki: “Selam üzerinde olsun. Senin için Rabbimden mağfiret dileyeceğim. Muhakkak ki O, bana çok ikramda bulunandır” dedi.

MERYEM 19-62 Orada lağv (dedikodu) değil sadece “Selam” (Selam isminin manası açığa çıkar ve böylece kendi hakikatlerinden açığa çıkan kuvveleri konuşurlar) işitirler… Orada kendilerinin sabah-akşam, yaşam gıdalarıyla beslenmeleri söz konusudur.

TAHA 20-47 Artık ona gelin ve deyin ki: Gerçekten senin Rabbinin Rasulleriyiz! israiloğullarını bizimle beraber gönder, onlara azap etme! Gerçekten biz sana, senin Rabbin tarafından bir mucize olarak geldik… Selam, kılavuza tabi olanlara olsun.

ENBiYA 21-69 Dedik: “Ey Ateş… İbrahim`e serin ve selam (selamet) ol!”

NUR 24-27 Ey iman edenler! Kendi evlerinizden başka evlere izinlerini almadan ve o hane halkına selam vermeden girmeyin! Bu sizin için daha hayırlıdır; umulur ki bunun anlamını düşünürsünüz.

NUR 24-61 amaya, topala, hastaya sakınca yoktur… Siz de kendi evlerinizden, yahut babalarınızın evlerinden, yahut annelerinizin evlerinden, yahut erkek kardeşlerinizin evlerinden, yahut kız kardeşlerinizin evlerinden, yahut amcalarınızın evlerinden, yahut halalarınızın evlerinden, yahut dayılarınızın evlerinden, yahut teyzelerinizin evlerinden, yahut anahtarlarına malik olduğunuz (kimselerin evlerinden), yahut dostlarınızın evlerinden yemenizde bir sakınca yoktur… Toplu halde yahut ayrı ayrı yemenizde de sizin üzerinize bir sakınca yoktur… Evlere girdiğinizde, Allah indinden mübarek, tayyib bir selamlama ile birbirinize selam verin… işte böylece Allah sizin için işaretlerini açıklıyor ki aklınızı kullanasınız.

FURKAN 25-63 Rahman`ın kulları (Esma hakikatlerinin şuurunda olanlar) arzda (beden yaşamında) benliksiz ve şuurlu yaşarlar… Cahiller (hakikatten perdeliler) onlara sataştıklarında: “Selam!” derler.

FURKAN 25-75 işte onlar, (dünya-bedensel yaşam şartlarına) sabretmeleri nedeniyle gurfe (yüksek köşk-üst seviyede yaşam boyutu) ile mükafatlandırılırlar! Orada tahiyye (hayat) ve selam (Esma kuvvelerinin tahakkuku) ile karşılanırlar.

NEML 27-59 De ki: “Hamd, Allah`a aittir… Selam, kullarından seçip safiyetine kavuşturduğu içindir… Allah mı daha hayırlı yoksa ortak koştukları mı?”

KASAS 28-55 Boş laf, dedi-kodu işittiklerinde ondan yüz çevirdiler ve dediler ki: “Bizim yaptıklarımız bizim, sizin fiillerinizin sonucu da sizindir! Selamu aleyküm! Cahilleri istemeyiz! (Hakikati kavramayanlarla konuşacak bir şeyimiz yoktur!)

AHZAB 33-44 O`na (ölümle) kavuşacakları zaman, onlara esenlik dileği “Selam”dır… Onlar için kerim (cömert-zengin şerefli) bir karşılık hazırlamıştır.

AHZAB 33-56 Muhakkak ki Allah ve melekleri, Nebi`ye salat eder… Ey iman edenler, siz de O`na salat (yönelin) edin ve teslimiyet ile selam verin!

YASiN 36-58 Rahim Rab`den “Selam” sözü ulaşır (Selam ismi özelliğini yaşarlar)!

SAFFAT 37-79 insanlar arasında Nuh`a Selam olsun.

SAFFAT 37-109 Selam olsun İbrahim`e.

SAFFAT 37-120 Musa ve Harun`a Selam olsun!

SAFFAT 37-130 Selam olsun ilYasin yolundan gidenlere!

SAFFAT 37-181 irsal olunanlara Selam olsun!

ZÜMER 39-73 Rablerinden ittika edenler (bedenselliklerinden korunanlar) ise sınıflar halinde cennete sevkolunmuştur… Nihayet oraya geldiklerinde ve onun kapıları açıldığında, onun muhafızları hitap eder: “Selamun aleyküm! Ne hoş olmuşsunuz… Sonsuza dek kalmak üzere girin!”

ZUHRUF 43-89 (Rasul`üm!) Sen onlara aldırma ve: “Selam” de! Yakında bilecekler (işin hakikatini)!

KAF 50-34 Selam olarak (Selam isminin işaret ettiği özelliği yaşayarak) girin ona… işte bu sonsuz yaşam sürecidir!

ZARiYAT 51-25 Hani Onun yanına girdiklerinde: “Selam” dediler… (İbrahim de): “Selam” dedi… “Rastlanmadık birileri (diye düşündü).”

VAKIA 56-26 Sadece “Selam, Selam” denilir (Selam isminin işaret ettiği özellik daim olsun; anlamında).

VAKIA 56-91 (Eğer öyle ise): “Ashab-ı yemin`den senin için bir Selam var” (denilir).

MÜCADELE 58-8 Görmedin mi şu kimseleri ki, fısıldaşmaktan (ikiyüzlülükten) yasaklandıkları halde tekrar yasaklandıkları şeye döndüler. Kötülük, düşmanlık ve Rasule isyan konusunda fısıldaşıyorlar… (Yahudiler) sana geldiklerinde, Allah`ın seni selamlamadığı şeyle selamlıyorlar; içlerinde ise: “Dediğimiz yanlış olsaydı Allah bize azap verirdi” derler… Cehennem yeter onlara! Ona maruz kalacaklar… Ne kötü dönüş yeridir o! Not: Yahudiler, fonetik yakınlık dolayısıyla, ağız-dil çabukluğu da yaparak “es Selam`u aleyke” yerine “es Samu aleyke” derlerdi ki anlamı “sana ölüm olsun” demektir… Münafıkların bu tür selamlarına Hz. Rasulullah sadece “Aleyküm” der, o bedduayı üzerine almadığını ifade için “VE aleyküm” demezdi! Hz.Rasulullah`a bu tür hitap eden Yahudilere, Hz. Ayşe “aleykümüs Sam ve laanekümüllah ve ğadibe aleyküm” yani “ölüm size olsun, Allah size lanet ve gazap etsin” deyince Hz. Rasulullah: “Ya Ayşe… Allah gereğinden fazla söyleyeni sevmez” buyurarak; aksiyona, aksiyon ölçüsünü aşan reaksiyondan engelledi.

HAŞR 59-23 Hu Allah, tanrı yok, sadece “Hu”! Melik`tir (efal, oluşlar aleminde mutlak hükmü yürüyen), Kuddus`tür (yaratılmışlığa ve kevne ait nitelenmelerden, yaratılmış kavramlardan münezzeh), Selam`dır (yaratılmışlarda yakin ve kurb halini oluşturup maiyet sırrını açığa çıkartan), Mümin`dir (iman açığa çıkartarak hakikatini müşahedeye yönelten), Müheymin`dir (gözetip himaye eden, muhteşem azametini seyirde yaratılmışlığı kaldıran), Aziz`dir (karşı konulması imkansız olarak dilediğini yapan), Cebbar`dır (iradesini zorunlu kabul ettiren), Mütekebbir`dir (Mutlak yegane Kibriya {eniyeti} olan)! Allah, onların ortak koştukları tanrı kavramlarından Subhan`dır!

KADR 97-5 Selam (hakikati yaşatarak); ta ki Fecr`in doğmasına kadar (Hakikatin zuhuru ile şuurun vechi tanımasına kadar).

33 – Abdullah İbnu Amr İbni’l-As (radıyallahu anh) hazretleri, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

“Müslüman, diğer Müslümanların elinden ve dilinden zarar görmedikleri kimsedir. Muhâcir de Allah’ın yasakladığı şeyi terkedendir.”

Buhârî, İman 4; Müslim, İman 64, (40); Ebu Dâvud, Cihâd 2, (2481); Nesâî, İman 9, (8, 105). (Metin Buhârî’ye aittir).

Sahiheyn ve Nesâî’de gelen bir başka hadiste şöyle denir: “Bir adam sordu: “Ey Allah’ın Resûlü, İslâm’da hangi amel daha hayırlıdır?” Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): “Yemek yedirmen, tanıdık tanımadık herkese selam vermen” dedi.

 

1744 – Fadâle İbnu Ubeyd (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) dua eden bir adamın, dua sırasında Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’e salat ve selam okumadığını görmüştü. Hemen:

“Bu kimse acele etti” buyurdu. Sonra adamı çağırıp:

“Biriniz dua ederken, Allahu Teâlâ’ya hamd u senâ ederek başlasın, sonra Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’e salât okusun, sonra da dilediğini istesin” buyurdu.”

Tirmizî, Daavat 66,(3473, 3475); Ebû Dâvud, Salât 358, (1481); Nesâî, Sehv 48, (3, 44).

 

2602 – Nesâi nin bir rivayetinde şöyle denmiştir: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselam)’la namaz kılınca: “Selam Allah’ın üzerine, selam Cibrîl ve Mikâil üzerine olsun” derdik. Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm):

“Selam Allah’ın üzerine olsun demeyin. Zîra Allah selam’ın kendisidir. Ancak şöyle deyin: “Tahiyyât. . . Allah içindir. . . “

Buhârî, Ezân 148,150, el-Amel fi’s-Salât 4, İstizân 3, 28, Da’avât 17, Tevhid 5; Müslim, Salât 55-61, (402-403); Ebü Dâvud, Salât 182, (968-969); Tirmizî, Salât 215, (289); Nesâî, İftitah 189, (2, 237).

 

2603 – İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) bize, Kur’ân’dan süre öğrettiği gibi teşehhüdü öğretirdi. Şöyle derdi: “Tahiyyât, mübârekât, salavât, tayyibât AIIah içindir. Ey Nebi selam, AIIah’ın rahmet ve bereketi sana olsun. Selam bize, Allah’ın sâlih kullarına olsun. Şehadet ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur, şehadet ederim ki Muhammed AIIah’ın Resülüdür.”

 

2604 – Tirmizî’de şöyle gelmiştir: “…Selam sana olsun, selam bize olsun.” Yani her iki “selam” kelimesi de elif lamsızdır.”

Müslim, Salât 60, (403); Ebü Dâvud, Salât 182, (974); Tirmizî, Salât 216, (290); Nesâî, İftitah 193, (2, 242-243).

2607 – İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)’dan teşehhüd olarak şunu rivayet etmiştir: “et-Tahiyyâtu IiIIâhi vessalavâtu ve’t-tayyibatu. es-Selamu aleyke eyyühennebiyyu ve rahmetullahi.”

İbnu Ömer der ki: “Ben buna şunu ilave ettim: “Ve berekâtuhu es-Selâmu aleyna ve aIâ ibâdillâhis-SaIihin. Eşhedü en Lâ-ilâhe illallah…”

İbnu Ömer der ki: “Ben buna şunu ilave ettim: “Vahdehu Ia-şerîke Iehu ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve Resülühu.”

Ebü Dâvud, Salât 182, (971).

 

2626 – Amir İbnu Sa’d, babasından (radıyallâhu anh) naklediyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) (namazını tamamlayınca) sağına ve soluna selam verirdi, öyle ki ben (geride olduğum halde) yanağının beyazlığını görürdüm.”

Müslim, Mesâcid 119, (582); Nesâî, Sehiv 68, (3, 61).

 

2627 – İbnu Mes’ud (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) (namazı bitince) sağına ve soluna selam verir, şöyle derdi: “Esselâmu aleyküm ve rahmetullah, es-selâmu aleyküm ve rahmetullah.”

Ebü Dâvud, Salât 189, (996); Tirınizî, Salât 221, (295); Nesâî, Sehiv 71, (3, 63).

Ebü Davud’da “soluna” tabirinden sonra şu ziyade yer alır: “…Öyle ki yanağının beyazını gördük.”

Nesâi de ise şu ziyade vardır: “…Öyle ki, şu taraftan yanağının beyazlığını görürdük.”

 

2628 – Ebü Dâvud’un Vâil İbnu Hucr (radıyallâhu anh)’dan yaptığı bir diğer rivayette şöyle gelmiştir: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) sağına, “esselâmu aleyküm ve rahmetullah ve berekâtuhu” diyerek, soluna da “es-selamu aleyküm ve rahmetullah” diyerek selam verirdi.”

Yine Ebü Dâvud’da Semüre İbnu Cündeb’ten gelen bir rivayette:

“…sonra imamınıza ve kendinize selam verin” buyurulmuştur.”

Ebü Dâvud, Salât 189, (997), 182, (875).

 

2629 – Câbir İbnu Semüre (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile beraber namaz kılınca, ellerimizle (işaret ederek): “Esselâmu aleyküm ve rahmetullâhi” demiştik -ve eliyle de iki tarafına işaret etti. -Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) bunun üzerine:

“Ellerinizle neye işaret ediyorsunuz? Niye ellerinizi hırçın atların kuyruğu gibi (kıpırdak) görüyorum? Namazda sakin olun. Herbirinizin ellerini dizlerine koyup, sonra sağındaki ve solundaki kardeşine selam vermesi yeterlidir”

Müslim, Salât 119, (430); Ebü Dâvud, Salât 189, (998, 999, 1000); Nesaî, Sehiv 5, (3, 4, 5).

 

2630 – Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) selam verince: “Allahümme ente’s-selâm ve minke’s-selâm. Tebârekte yâ ze’l-celâli ve’l-ikrâm” diyecek kadar otururdu.”

Bu cümlenin mânası: “Ey Allah’ım! Sen selamsın (her çeşit ayıp, kusur ve âfetlerden uzaksın). İnsanların mazhar olduğu selâmet sendendir. Ey Celâl ve ikram sahibi Rabbimiz! Senin şânın yücedir” demektir.”

Müslim, Mesâcid 136, (592); Tirmizî, Salât 224, (298).

 

2631 – Semüre İbnu Cündeb (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalatu vesselâm) imamın selamına selamla mukâbele etmemizi, birbirimizi sevmemizi, birbirimize selam vermemizi emretti.”

Ebü Davud, Salât 190, (1001).

 

2684 – İbnu Mes’ud (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a selam verirdik, O da bize mukâbele ederdi. Necâşi’nin yanından döndüğümüz zaman O’na yine (namazda) selam vermiştik, bize mukabeleten selam vermedi.

“Ey Alah’ın Resülü, dedik, biz sana vaktiyle namazda selam verirdik, sen de selamımızı alırdın (şimdi niye almıyorsun)?” dedik. Bizi şöyle cevapladı:

“Namazda meşguliyet var!”

Buhârî, Amel fis’s-Salât 2, 15, Fadilu’l-Ashâb 37, Müslim, Mesâcid 34, (538); Ebü Dâvud,170, (923, 924); Nesâî, Sehv 20, (3, 19).

 

2937 – Hz. Ali (radıyallhu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ikindi namazından önce dört rek’at nafile kılardı. Bunların arasını (ikinci rek’atin teşehhüdünde) makarreb meleklerle müslüman ve mü ‘minlerden onlara tabi olanlara selam ile ayırırdı.”

Tirmizî, Salât 318; (2129).

 

3309 – Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Nefsim yed-i kudretinde olan zâta yemin ederim ki, imân etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmazsınız! Yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz şeyi haber vereyim mi? Aranızda selamı yaygınlaştırın!”

Müslim, İman 93, (54); Ebu Davud, Edeb 142, (5193); Tirmizi, İsti’zan 1, (2589).

 

3336 – Kays İbnu Sa’d İbni Ubâde radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bizi, evimizde ziyaret etti. Ve:

“Esselâmü aleyküm ve rahmetullah!” dedi. Babam, çok hafif bir sesle mukabelede bulundu. Babama: “Resulullah’a izin vermiyor musun?” dedim. O:

“Bırak, bize çokça selam okusun!” dedi. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm tekrar:

“Esselamün aleyküm ve rahmetullah!” dedi. Sa’d yine hafif bir sesle mukabele etti. Sonra Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm tekrar:

“Esselamün aleyküm ve rahmetullah!” dediler ve döndüler. Sa’d peşine düştü ve:

“Ey Allah’ın Resulü, ben senin selamını işitiyordum. Ancak, bize daha fazla selam vermen için alçak sesle mukabele ediyordum” dedi. Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam onunla birlikte geri döndü. Ondan su isteyip gusletti. Sonra Sa’d, zaferan veya versle boyanmış bir havlu verdi, Aleyhissalatu vesselam ona sarındı. Sonra ellerini kaldırıp:

“Allah’ım, Sa’d İbnu Ubade ailesine mağfiret ve rahmet buyur!” diye dua etti. Sonra yemek yedi. Geri dönmek isteyince Sa’d, bir merkeb yaklaştırdı. Üzerine kadife bir örtü yaymıştı. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm merkebe bindi. Sa’d, bana:

“Ey Kays, Resulullah’a refakat et!” dedi. Ben de refakat ettim. Yolda Aleyhissalatu vesselam bana:

“Benimle sen de bin!” dedi, ben imtina edince:

“Ya binersin, ya dönersin!” buyurdular. Ben de geri döndüm.”

Ebu Davud, Edeb 138, (5185).

 

3347 – Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Biriniz bir meclise gelince selam versin. Kalkmak isteyince de selam versin. Birinci selam sonuncudan evla değildir (ikisi de aynı ölçüde ehemmiyetlidir.)”

Tirmizi, İsti’zan 15, (2707); Ebu Davud, Edeb 150, (5208).

 

3348 – Kelede İbnu Hanbel radıyallahu anh anlatıyor: “Safvân İbnu Ümeyye radıyallahu anh benimle, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a süt, ağız ve bir miktar salatalık gönderdi. Aleyhissalatu vesselam o sırada Mekke’nin yukarısında idi.

İzin istemeden, selam vermeden huzuruna girdim. Bana:

“Dön, esselamu aleyküm, gireyim mi? de!” buyurdu. Ben de öyle yaptım.”

Tirmizi, İsti’zan 18, (2711); Ebu Davud, Edeb 137, (5176).

 

3349 – Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bana buyurdular ki:

“Ey oğulcuğum, ailene girdiğin zaman selam ver ki, selamın, hem senin üzerine hem de aile halkına bereket olsun!”

Tirmizi, İsti’zan 10, (2699).

 

3350 – Abdullah İbnu Amr İbni’l-As radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resulullah’a: “İslam’ın hangi ameli daha hayırlı?” diye sorulmuştu.

“Yemek yedirmen, tanıdığın ve tanımadığnın herkese selam vermen” diye cevap verdi.”

Ebu Davud, Edeb 142, (5194).

 

3351 – Hz. Enes radıyallahu anh’in anlattığına göre, kendisi bir grup çocuğa uğrar ve onlara selam verir. Yanındakilere de şu açıklamayı yapar. “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm böyle yapardı!”

Buhari, İsti’zan 14; Müslim, selam 14, (2168); Ebu Davud, Edeb 147, (5202); Tirmizi, İsti’zan 8, (2697).

3352 – Esma Bintu Yezid radıyallahu anha anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm biz bir grup kadına uğramıştı, selam verdi.”

Ebu Davud, Edeb 148, (5204); Tirmizi, İsti’zan 9, (2698); Buhari, İsti’zan 15.

Tirmizi’nin bir rivayetinde: “Eliyle selamladı” denmiştir.

3353 – Ubeydullah İbnu Ebi Rafi, Hz. Ali radıyallahu anh’den nakletmiştir. Ebu Davud der ki: “Hasan İbnu Ali ise bunu merfu olarak yani Hz. Peygamber aleyhissalatu vesselam’dan rivayet etmiştir. Bir cemaat giderken, yeri gelince içlerinden bir kişinin selam vermesi hepsi için yeterlidir. Oturanlar adına da bir kişinin mukabelesi yeterlidir.”

Ebu Davud, Edeb 152, (5210).

 

3354 – Ebu Ümame radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Allah’a en makbul insan, karşılaşmada selama önce davranandır.”

Ebu Davud, Edeb 144, (5197); Tirmizi, İsti’zan 6, (2695).

 

3355 – Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Binekte olan yürüyene, yürüyen oturana, az çok’a selam verir.”

Buhari, İsti’zan 4, 5, 6; Müslim, Selam 1, (2160); Ebu Davud, Edeb 145, (5198, 5199); Tirmizi, İsti’zan 4, (2704, 2705).

 

3356 – Yine Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Allah Teala Hazretleri, Hz. Adem aleyhissalam’ı kendi sureti üzere ve boyunu da altmış zira olarak yaratınca:

“Git, şu oturan meleklere selam ver, onların seni nasıl selamlayacaklarına da dikkat et, dinle. Zira o selam, senin ve zürriyyetinin selamı olacaktır” dedi. (Bunun üzerine Adem onlara gidip):

“Esselamü aleyküm!” diye selam verdi. Melekler: “Es-selâmü aleyke verahmetullahi” dediler ve selama mukabele ederken verahmetullahi’yi ilave ettiler. Cennete her giren Hz. Adem suretinde (ve boyu da altmış arşın boyunda) olacak. Halk şu ana kadar (boyca) hep eksilmektedir.”

Buhari, İsti’zan 1, Enbiya 1; Müslim, Cennet 28, (2841).

 

3357 – İmran İbnu Husayn radıyallahu anhüma anlatıyor: “Biz Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın yanında iken bir adam gelerek selamı verdi ve:

“Esselamu aleyküm!” dedi. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm selamına mukabele etti. Adam da oturdu. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm:

“On (sevap kazandı!)” dediler. Sonra birisi daha geldi.

“Esselamu aleyküm ve rahmetullahi!” dedi. Aleyhissalatu vesselam onun sa-elamına da mukabele etti. Adam oturdu. Aleyhissalatu vesselam:

“Yirmi!” dediler. Sonra biri daha geldi ve:

“Esselamu aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtuhu” dedi. Resulullah, selamına mukabele etti, adam da oturdu. Hz. Peygamber bu sefer:

“Otuz!” buyurdular.

Ebu Davud, Edeb 143, (5195); Tirmizi, İsti’zan 2, (2690).

 

3358 – Ebu Davud’da Muaz İbnu Enes’ten aynı manada bir rivayet vardır. Ayrıca şu ziyade yer alır:

“Sonra bir diğeri geldi ve dedi ki: “Esselamu aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtuhu ve mağfiretuhu.” Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm mukabelede bulundu ve:

“Kırk (sevap)” deyip ilave etti: “Böylece (ziyade edilen her kelime için) sevap artar.”

Ebu Davud, Edeb 143, (5196).

 

3359 – Ebu Temime el-Hüceymi, Ebu Cüreyy el-Hüceymi’den, o da babasından (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a gelip:

“Aleyke’s-selâm ya Resulullah. (Sana olsun selam ey Allah’ın Resulü!)” dedim. Bana hemen müdahale etti:

“Aleyke’s-selam deme. Çünkü aleyke’s-selâm diye verilen selam, ölülerin tahiyyesidir. Selam verdiğin zaman, “Esselamu aleyke” de! Sana mukabele eden de, “Ve aleykesselam!” der.”

Ebu Davud, Libas 28, (4048), Edeb 151, (5209); Tirmizi, İsti’zan 28, (2722, 2723).

 

3360 – İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Yahudiler size selam verince onlardan biri, “es-sâmu aleyküm” der, sen de ona, “Aleyke!” de.”

Buhari, İsti’zan 229; İstitabe 4; Müslim, Selam 8, (2164); Muvatta, Selam 3, (2, 960); Ebu Davud, Edeb 149, (5206); Tirmizi, Siyer 41, (1603).

 

3361 – Hz. Enes radıyallahu anh, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın şu sözünü nakletmiştir:

“Ehl-i Kitap size selam verince onlara “Ve aleyküm” diye cevap verin.”

Buhari, İsti’zan 22; Müslim, Selam 6, (2163); Ebu Davud, Edeb 149, (5207); Tirmizi, Tefsir, Mücadele, (3296).

 

3362 – Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Hıristiyan ve yahudilerle karşılaşınca önce siz selam vermeyin, (onlar size versinler, siz mukabele edin). Bir yolda onlarla karşılaşınca, (kenardan geçmeleri için) yolu onlara daraltın.”

Müslim, Selam 13, (2167); Tirmizi, İsti’zan 12, (2701); Ebu Davud, Edeb 149, (5205).

 

3363 – İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bevl ederken bir adam ona uğradı ve selam verdi. Ancak Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, selamına mukabelede bulunmadı.”

Müslim, Hayz 115, (370), Ebu Davud, Taharet 8, 124, (16, 330, 331); Tirmizi, Taharet 67, (90); Nesai, Taharet 33, (1, 36).

Ebu Davud’un bir rivayetinde şu ziyade var: “Sonra adama (selama mukabele etmeyişinin) özrünü beyan etti: “Ben, temiz değilken Allah’ı zikretmeyi uygun bulmadım.”

 

4447 – Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “Hz. Cebrail aleyhisselam “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a gelerek:

“Ey Allah’ın Resûlü, dedi. işte Hatice geliyor. Beraberinde bir kab var, içerisinde katık -veya yiyecek, veya içece- mevcut. O yanınıza ulaştığı vakit, ona Rabbinden (ve benden) selam söyleyin ve onu gürültü ve yorgunluk bulunmayan cennette, içerisi oyulmuş inciden mamul bir evle müjdeleyin!”

Buhari, Menakıbu’l-Ensar 20, Tevhid 35; Müslim, Fezailu’s-Sahabe 71, (2432).

 

4634 – İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Bu gece Rabbimden bir (melek, elçi olarak) geldi. -Bir rivayette ise şöyle demiştir: “Rabbim bana en güzel bir surette geldi” -ve: “Ey Muhammed!” dedi.

“Buyur Rabbim, emrindeyim!” dedim.

“Mele-i A’la(da bulunanların) nelerde yarıştıklarını biliyor musun?” dedi.

“Hayır!” dedim. Bunun üzerine elini omuzlarımın arasına koydu. Hatta onun serinliğini göğüslerimde hissettim. Derken semâvat ve arzda olanları öğrendim. Sonra: “Ey Muhammed! Mele-i A’la (efradı) nelerde yarışır biliyor musun?” dedi.

“Evet! Dereceler(i artıran ameller)de, keffâretlerde. (Keffaretler ise)” yaya olarak cemaatlere gitmek, şiddetli soğuklarda abtesti tam almak, namazdan sonra namaz beklemektir. Kiim bunlara devam ederse hayır üzere yaşar, hayır üzere ölür, günah mevzuunda da annesinden doğduğu gündeki gibi olur” dedim. Sonra tekrar: “Ey Muhammed!” dedi.

“Buyurun emrinizdeyim!” dedim.

“Namaz kıldığın vakit, dedi, şunu oku: “Allahım, senden hayırları yapmamı, kötü şeyleri de terketmemi ve fakirleri sevmemi talep ediyorum! Kullarına bir fitne arzu edersen, beni, fitneye düşmeden, yanına al!”

(Gece bana gelen elçi -veya Rabbim- son olarak) dedi ki: “Dereceler ise, selamı yaymak, yemek yedirmek, insanlar uyurken gece namaz kılmaktır!”

Tirmizi, Tefsir, Sâd, (3231, 3232).

 

5242 – İbnu Amr İbni’l-As radıyallahu anhüm anlatıyor: “Üzerinde kırmızı renkli iki giyecek bulunan bir adam geldi ve Resülullah aleyhissalâtu vesselâm’a selam verdi. Ama Aleyhissalâtu vesselâm adamın selamını almadı.”

Ebu Dâvud, Libâs 20, (4069); Tirmizî, Edeb 45, (2808).

 

5328 – Ubeyy İbnu Ka’b radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm gecenin üçte ikisi geçince kalkar ve: “Ey insanlar! Allah’ı zikredin! Allah’ı zikredin! “Sarsıcı” kesinlikle gelecektir; “takipçi” de onun arkasından gelecektir. Ölüm, içindeki (şiddet ve sıkıntı)larla gelecek, (öyleyse ahirete hazırlanın!)” derdi.” Übey devamla dedi ki:

“Ey Allah’ın Resülü dedim, ben sana çok salât oku(mak isti)yorum. (Duamda) ne miktarını sana salât u selam yapayım?”

“Dilediğin kadar!” buyurdular.

“Dörtte bir (yeter mi)?” dedim.

“Dilediğin kadar!” buyurdular, “Eğer artırırsan, bu senin için daha hayırlı!” dediler.

“Yarı(ya ne dersiniz)?” dedim.

“Dilediğin kadar!” buyurdular, “Eğer artırırsan, bu senin için daha hayırlı!” dediler.

“Üçte iki(ye ne dersiniz?)” dedim.

“Dilediğin kadar!” buyurdular, “Eğer artırırsan, bu senin için daha iyi!” dediler.

“(Kendim için dua ettiğim vaktin) tamamını size salât u selam okumaya ayırayım mı?” dedim.

“Bu takdirde, (dünyevî ve uhrevî) dileğin kabul edilir, günahın affedilir!” buyurdular.”

Tirmizî, Kıyamet 24, (2459).

 

5445 – İbnu Abbâs radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm, Medine ehlinin mezarlarına uğramıştı. Mezarlara yüzünü çevirerek: “Esselamu aleyküm (selam üzerinize olsun) ey kabir halkı! Allah sizi de bizi de mağfiret buyursun. Sizler bizim seleflerimizsiniz. Biz de arkadan geleceğiz” buyurdular.”

Tirmizî, Cenâiz 59, (1053).

5446 – Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm bir mezarlığa uğramıştı: “Selam üzerinize olsun ey mü’minler cemaatinin mahalle halkı! İnşaallah biz de sizlere kavuşacağız!” buyurdular.”

Ebu Dâvud, Cenâiz 83, (3237).

 

5550 – Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’la Mekke’de idim. Beraberce bir tarafına gitmiştik. Onun karşısına çıkan her ağaç, her dağ ona selam veriyor ve: “Allah’ın selamı üzerine olsun ey Allah’ın Resûlü!” diyordu.”

Tirmizi, Menakıb 8, (3630).

 

5552 – İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ anlatıyor: “Bir bedevî gelerek Aleyhissalâtu vesselâm’a:

“Senin Allah elçisi olduğunu ne ile bileyim?” dedi. Aleyhissalâtu vesselâm: “Hurma ağacından şu salkımı çağırmamla. O benim Allah’ın elçisi olduğuma şehadet eder!” dedi ve onu çağırdı. Salkım, ağaçtan inmeye başladı. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın yanına düştü ve: “Selam senin üzerine olsun ey Allah’ın Resûlü!” dedi. Sonra Aleyhissalâtu vesselâm ona:

“Haydi yerine dön!” emrettiler. Salkım yerine döndü ve eski yerine kaynadı. Bedevi (bu manzara karşısında) müslüman oldu.”

Tirmizi, Menâkıb 9, (3632).

 

6000 – Hz. Câbir İbnu Abdillah radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Cennet ehli nimetler arasında yaşarken onlar için bir nur parlar. Onlar derhal başlarını kaldırırlar. Rab Teâla’yı başlarının üstünde kendilerine yaklaşmış ve: “Ey cennet ehli, sizlere selam olsun!” dediğini görürler.”

Resûlullah devamla dedi ki: “İşte bu hal, Kur’ân’da zikri geçen: “Rahmet sahibi Rablerinden onlara selam vardır” ( Yasin 58) ayetinin haber verdiği durumdur.”

Resülullah devamla buyurdular:

“Rab Teâla onlara, onlar da Rab Teâla’ya bakarlar. O’na baktıkları müddetçe etraflarındaki cennet nimetlerinden hiçbirine iltifat etmezler. Bu hal onların nazarında Rabb Teâla hicaba bürününceye kadar devam eder. Rabb Teâla hicaba bürünür, fakat Allah’ın nüru ve bereketi cennet ehlinin üzerinde ve makamlarında baki kalır.”

 

6027 – İsmail İbnu Müslim anlatıyor: “Hasan Basri merhuma hastalığı sırasında geçmiş olsun ziyaretine uğramıştık; gelenler odayı doldurdu, öyle ki ayaklarını topladı ve şunları anlattı: “Biz, Ebu Hureyre radıyallahu anh’a hastalanınca geçmiş olsun ziyaretinde bulunduk, ziyaretçiler odayı doldurmuştuk, öyle ki, ayaklarını kendine çekti ve: “Bir keresinde Resülullah aleyhissalâtu vesselâm’ın yanına girmiş, odasını doldurmuştuk, o da yanı üzerine yatıyordu. Bizi görünce ayaklarını kendine çekerek topladı ve şöyle buyurdu:

“Haberiniz olsun, benden sonra, ilim talep etmek üzere, (size her taraftan) insanlar gelecekler. Onlara merhaba deyin, selam verin ve ilim öğretin!”

Hasan Basri hazretleri sözlerine devamla dedi ki: “Allah’a yemin olsun! Biz öyle insanlarla karşılaştık ki, (kendilerine ilim talep etmek üzere uğradığımız zaman) bize, ne merhaba dediler, ne selam verdiler ne de ilim öğrettiler. Ancak kendilerine ilim için gittiğimiz zaman bir şeyler öğrenir idiysek de bize kaba davranırlardı.”

 

6064 – Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Bir adam, Resülullah aleyhissalâtu vesselâm bevlederken, yanından geçti ve selam verdi. Aleyhissalâtu vesselâm, selamına karşılık vermedi. İşi bitince, ellerini yere vurup teyemmüm etti, sonra selama mukabelede bulundu.”

6065 – Hz. Cabir İbnu Abdillah radıyallahu anhümâ anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm küçük abdest bozmakta iken bir adam yanına geldi ve selam verdi. Resûlullah ona: “Beni bu halde görünce selam verme! Zira sen bu durumda selam da versen ben senin selamına mukabele etmem!” buyurdular.”

 

6190 – Resulullah aleyhissalatu vesselam’ın pek muhterem kerimeleri Hz. Fatıma radıyallahu anha anlatıyor: “Resulullah aleyhissalatu vesselam mescide girince: “Bismillahi vesselamu ala Resulillahi. Allahümmağfirli zunubi veftah li rahmetike (Allah’ın adıyla girip, Allah’ın Resulune selam ediyorum. Ey Allahım, benim günahımı affet, bana rahmet kapılarını aç)” derdi. Mescidden çıkarken de: “Bismillahi. Vesselamu ala Resulillahi. Allahümmağfir li zunubi veftah li ebvabe fadlike (Allah’ın adıyla çıkıyorum, Resulullah’a selam ediyorum. Allahım, günahımı affet, bana fazl u kereminin kapılarını aç!)” diye dua okurdu.”

6191 – Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: “Biriniz mescide girince Resulullah aleyhissalatu vesselam’a selam etsin ve şu duayı okusun: Allahümmaftah li ebvabe rahmetike (Allahım, bana rahmetinin kapılarını aç) çıkarken de Resulullah’a selam versin ve şu duayı okusun: “Allahümme a’sımıni mine’şşeytani’r-racim (Allahım, beni taşlanmış şeytandan koru).”

 

6211 – Hz. Aişe radıyallahu anha’nın anlattığına göre: “Resulullah aleyhissalatu vesselam:

“Yahudiler, sizi, selamınız ve amin deyişiniz sebebiyle kıskandıkları kadar bir başka şey için kıskanmamışlardır” buyurmuşlardır.”

 

6233 – Ümmü Seleme radıyallahu anh anlatıyor: “Resulullah aleyhissalatu vesselam, sabah namazını kılınca, selam verirken şöyle derdi: “Allahümme es’elüke ilmen nafi’an ve rızken tayyiben ve amelen mütekabbelen. (Ey Rabbim! Senden faydalı ilim, temiz rızık ve makbul amel talep ediyorum.”

 

6285 – Hz. Cabir İbnu Abdillah radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resulullah aleyhissalatu vesselam, minbere çıkınca selam verirdi.”

 

6381 – Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: “Bir müslümanın diğer bir müslüman üzerinde beş hakkı vardır: “Selamını almak, davete icabet, cenazeye katılmak, hasta ziyareti, “elhamdulillah!” dediği taktirde hapşırana yerhamukallah (diyerek teşmitte bulunmak).”

 

6551 – İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: “Hz. Aişe ensardan, bir yakını kızcağızı evlendirmişti. Resulullah gelince: “Genç kızı (kocasına) gönderdiniz mi?” diye sordu. Evdekiler “evet!” deyince “Kızla birlikte bir de çalgıcı gönderdiniz mi?” dedi. Onlardan “Hayır göndermedik” cevabını alınca, Aleyhissalatu vesselam: “Ensar, aralarında gazel okuma adeti mevcut olan bir cemaattir. Keşke onlara: “Size geldik size geldik, size selam bize selam” deyiverecek birini gönderseydiniz” buyurdular.”

 

6917 – İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resulullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Selamı yaygınlaştırın, yemek yedirin, Allah Teâla hazretlerinin size emrettiği şekilde kardeşler olun!”

 

7061 – Ebu Ümâme radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm bize selâmı yaygınlaştırmamızı (tanıdık, tanımadık herkese vermemizi) emretti.”

 

7062 – Ebu Abdirrahman el-Cühenî radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Yarın ben yahudilere kadar gideceğim, sakın onlara, önce siz selam vermeye kalkmayın. Onlar size selam verirse sadece “ve aleyküm” deyin.”

 

Kavram hakkında henüz bir not alınılmadı.

Nankör

Anlamı Nankör, ilmin gereğini yaşamayandır!. Nankör kelimesi kendisine verileni değerlendirmeyip, eline geçeni tepen, kadir kıymet bilmeyenler için kullanılır. Nankörlük, değerini bilmemek veya değerlendirememektir! Değerlendiriniz ki, nankörlerden olmayasınız. NANKÖR!Bu kelime kendisine

Oku »

Âlemler

Anlamı Evren içre Evrenler  Boyutsal Katman İnsanlar Yaşadığımız âlem, O`nun sayısız sonsuz âlemlerinden bir âlemdir. Daha biz, bu içinde yaşadığımız âlemi tam anlayıp, değerlendiremezken; bu âlem gibi sayısız âlemleri, varlıkları

Oku »

Tövbe

Anlamı Yanlışını idrak edip, kesinlikle o işi bir daha yapmama kararı “Tövbe”dir! Hâlinden pişmanlık duyma ve üzülme, istiğfardır; dille “estağfirullah” demek değil!.Öyleyse günlerinizi boş vakitlerinizi daima sistemi anlayıp, “OKU”mak için değerlendirin… Bilmediğiniz

Oku »