ÖLÜMÜN İÇYÜZÜ

Ahmed Hulûsi

Söz burada ölüme gelmişken, ölümün içyüzünü de sizlere açıklamak istiyorum. Zira, dinle uğraşan pek çok kişinin dahi bilmediği bu gerçeği çok iyi anlamakta büyük yarar vardır…

Ölüm nedir?.. Nasıl bir şeydir?.. Ölünce ne olur?..

Bunu İslâm Dini verilerine göre gerçekçi bir biçimde görelim. Ki ondan sonra iyice anlayalım bakalım, öldükten sonra dirilmek neymiş, nasıl olurmuş; Dünya’ya geri gelinir miymiş gelinmez miymiş… Neden?..

Ölüm nedir?.. Ölümün gerçeği…

Ne yazık ki günümüzde ölüm olayı gerçeğine uygun bir biçimde bilinmemekte, genelde ölümün bir son olduğu zannedilmektedir. Oysa, ölüm bir son olmayıp, madde âlemden madde ötesi âleme geçişten başka bir şey değildir!..

İnsan, ölüm denen olayla madde bedeni terk ederek, ruh bedenle ya mezarda ya da mezar dışında yaşamına devam eder. Yani ölüm, madde bedenle yaşamın sona erip ruh bedenle devam etmesidir.

İslâm Dini’nin esaslarını bildiren Kur’ân-ı Kerîm, ölüm olayına şöyle açıklama getirir…

“HER NEFS ÖLÜMÜ TADACAKTIR!..”

Ölüm denen olay, madde bedenin terk edilerek, Ruh beden yaşamına geçilmesidir. Beynin durmasıyla birlikte vücuda yayılan biyoelektirik enerji kesildiği için beden, ruhu kendisine bağlı tutan elektromagnetizmasını yitirir ve böylece ruh, bedenden bağımsız yaşam biçimine geçer. İşte bu olay ölümkelimesiyle anlatılır.

Yaşam boyunca kişinin beyninden geçen tüm faaliyetler ruha yüklenmiş olduğu için, kendisinde hiçbir değişiklik hissetmeden ruh boyutunda yaşama geçiliverir. Kişi ruh olarak, aynen bedende olduğu gibi yaşamına devam eder. Ancak bir farkla; o bedende tamamıyla canlı ve şuurlu olmasına karşın, bedenini kullanamaz. Sanki bitkisel hayata girmiş, canlı, şuurlu bir kişi gibi! Dışarıda olup-biten her şeyi görür, duyar, algılar; fakat kendisinden dışarıdakilere hiçbir mesaj ulaştıramaz!..

Nitekim büyük İslâm âlimi Erzurumlu İbrahim Hakkı “Marifetname” isimli kitabında, Hz. Rasûlullâh’ın ağzından ölüm olayını şöyle nakleder:

“Meyyit (ölümü tatmış kişi), bedenini kimin yıkadığını, kimin kefenlediğini, namazını kimlerin kıldığını, ardından kimlerin geldiğini, lahde kimlerin indirdiğini ve kimlerin telkin verdiğini bilir.”

“Meyyit yanında haykırıp, saçınızı başınızı yolmayın, ona eziyet edersiniz…”

Hükmü de gene meyyitin sizi görüp hâlinizden üzüntü duymasından ileri gelir.

Ölüm denen madde bedeni kullanamama hâlini tatmış kişinin mezarda ruh olarak diri, aklı, şuuru yerinde ve dışardan gelen hitapları algılar bir hâlde olduğunu bize en iyi idrak ettirecek olan şu hadisi Rasûlullâh’a dikkat edelim:

Talha radıyallâhu anh şöyle anlatmıştır:

“Bedr savaşı günü Nebi sallâllâhu aleyhi vesellem Kureyş eşrafından yirmi dört kişinin cesetlerinin biraraya kaldırılmasını emretti de bunlar Bedr kuyularından pis bir kuyuya atıldılar. Bu suretle pis kuyu yeni pislikleri toplamış oldu.

Rasûlullâh, düşman bir kavme galip gelince, onun açık sahasında üç gün konaklamak âdeti idi. Bedr savaşının üçüncü günü olunca da Rasûlullâh devesinin getirilmesini emretti. Yol ağırlığı deveye yüklenip bağlandı. Sonra Rasûlullâh yürüdü. Ashab da peşinden yürüdüler. Bu arada birbirlerine, herhâlde Rasûlullâh bir hâcet için gidiyor, diye konuştular.

Nihayet Rasûlullâh Efendimiz maktûllerin atıldığı kuyunun bir tarafında durdu ve onlara kendi ve babalarının adlarıyla seslendi:

− Yâ filan ibni filan, yâ Eba Cehil ibni Hişam, yâ Utbe İbni Rebia. Siz Allâh’a ve Rasûlüne inanıp itaat etseydiniz şimdi sevinir miydiniz?.. Ey maktûller!.. Biz, Rabbimizin vadetmiş olduğu zaferi gerçekten bulduk. Siz de rabbinizin vadettiği zaferi gerçek üzere buldunuz mu?..

Bu hitap üzere Ömer sordu:

− Yâ Rasûlullâh! Hayatı olmayan cesedlere ne diye konuşursun?..

Rasûlullâh (aleyhisselâm) şöyle cevap verdi:

− Muhammed’in nefsi elinde olana yemin ederim ki, söylediklerimi siz onlardan daha iyi işitmezsiniz!..”

Görüldüğü gibi, Buhari’de nakledilen bu olayda, Hz. Rasûlullâh (aleyhisselâm) büyük bir yanlış anlamayı tashih etmekte…

İnsanlar, mezara ölmüş olarak konur ve sonra da onlar kıyamette dirilirler” şeklindeki gerçek dışı inanışı bundan daha iyi düzeltecek bir hadis olamaz.

İnsanlar, aynen şu andaki kadar aklı şuuru yerinde olarak mezarlara konurlar ve dışarıdan kendilerine yapılan hitapları dışardaymışcasına rahatça işitirler.

Üçüncü halife Osman bin Affan bir mezar başında durduğu zaman, sakalını ıslatıncaya kadar ağlardı. Bu sebeple kendisine;

− Sen cenneti ve cehennemi anıyorsun, ağlamıyorsun da; bundan, yani kabir korkusundan dolayı ağlıyorsun, denildi.

Osman cevap verdi:

− Rasûlullâh’tan duydum ki: “Muhakkak mezar, âhiret konaklarının ilkidir!.. Eğer kişi ondan kurtulursa, ondan sonrakilerden de kolay kurtulur. Şayet kişi ondan kurtulamazsa, ondan sonrakiler ondan şiddetli olur!..”

Sonra Osman şöyle cevap etti:

− Rasûlullâh şöyle buyurdu: “Mezar kadar KORKUNÇ hiçbir feci manzara görmedim!!.

İslâm’ın en önde gelen şehîdlerinden olup, Hz. Rasûlullâh tarafından cesedi toprağa verilen Sa’d bin Muâz’ın kabri başında ise Allâh Rasûlü şöyle buyuruyordu:

“Şu seçkin kul ki, arş Onun için titremiş, gök kapıları açılmış ve binlerce melek yeryüzüne inmiştir. O bile mezarında öylesine sıkıldı ki, az kaldı kemikleri çatırdayacaktı!!.. Eğer kabir azabından ve ölüm sonrası sıkıntılarından kurtuluş olsaydı, bu önce Sa’da nasip olurdu!.. O, ulaştığı mertebe itibarıyla bu sıkıntılardan hemen çıkartıldı; hepsi o kadar!..”

Şimdi düşünelim… Kişi mezarda diri yani şuuru yerinde olarak mevcut olmasa, böyle bir azap söz konusu olur mu hiç?..

Soruluyor Hz. Rasûlullâh’a:

− Yâ Rasûlullâh, müminlerin hangisi daha akıllı, şuurludur?..

− Ölümle başına geleceği en çok hatırlayan ve ölüm ötesi hayatı için en güzel şekilde hazırlananı. İşte onlar en akıllı, şuurlu olandır.

Yine bir başka ifadesinde şöyle buyuruyor, Hz. Rasûlullâh:

“En şuurlu, ileri görüşlü insan odur ki, nefsini ilâhî hükümlere tâbi kılar, ölümden sonra yararını göreceği fiilleri yapar. Âciz de nefsinin arzularına tâbi olur, sonra da bir şeyler umar Allâh’tan!..”

Yine Allâh Rasûlü’nün ashabından İbn-i Mes’ud kabirde görülen azap hakkında şöyle diyor:

Mutlaka günahkâr olanlar, kabirlerinde azap olunurlar. Hatta hayvanlar onların seslerini işitir” dediğini Rasûlullâh sallâllâhu aleyhi vesellem’den işittim.

Ebu Said el Hudrî radıyallâhu anh anlatıyor. Rasûlullâh buyurdu:

“İnkârcıya mezarında kendisini kıyamet gününe kadar sokup ısıran 99 ejderha musallat edilir. Eğer bunlardan bir tanesi yeryüzüne üflemiş olsa, hiçbir yeşil ot yeşermez.”

İbn-i Ömer radıyallâhu anh anlatıyor… Rasûlullâh buyurdu:

Sizden birisi ölünce, cennetlik olsun, cehennemlik olsun akşam sabah kendisine makâmı gösterilir. Burası yerindir. Kıyametteki bâ’sına kadar buradasın.”

Burada bir de şu hususa dikkat çekelim…

Âmentü’de okunan şu cümleye bir bakın:

“Vel bâ’sü bâ’del MEVT”

Dikkat ediniz!.. “Vel bâ’sü bâ’del KIYAMET” denmiyor. Yani, “bâ’s” kelimesiyle anlatılan olay, KIYAMETten sonraki değil, ÖLÜMÜ TATTIKTAN sonrakidir!..

Dünya’da, bildiğimiz madde bedenle ve bu arada bu madde bedenin ürettiği ruh bedenle yaşarız. Ölümü tadınca, madde beden çözülür ve Ruh bedenle bâ’s olmuş olarak kabirde kıyamete kadar yaşamına devam eder. Sonra “KIYAMET” denen, Dünya’nın Güneş ısısında bozunumu devresinde, bugünkü karakteristiği istikametinde yeniden bâ’s olur. Ve nihayet son defa bu bedenler de gittiği ortama göre yeniden bir bâ’s ile oluşurlar.

Kabirde şu andaki mevcut aklımızla, algılama-değerlendirme mekanizmamızla mı olacağız?..

Bu konuda Abdullah bin Ömer anlatıyor…

Hz. Ömer Münkir ve Nekir adlı iki meleğin kabirde gelip sual sorması hususunu Hz. Rasûlullâh ile konuşurken sordu:

− (Kabirde) aklımız başımızda olacak mı yâ Rasûlullâh?..

− Evet!.. Aynen bugünki gibi!..

Evet, ölümü tadmış, aklı şuuru yerinde fakat bedeni kullanım dışı kalmış kişi mezara konulunca ne olur. Bunu da Enes radıyallâhu anh’ın ağzından dinleyelim:

Rasûlullâh sallâllâhu aleyhi vesellem şöyle buyurdu:

“Kul kabre konulduğunda, kabirden uzaklaşanların ayak seslerini işitir. Onlar uzaklaşırken iki melek gelir ve onu oturtup şöyle sorarlar:

− Muhammed denen adam hakkında ne dersin?..

Eğer müminse;

− Şehâdet ederim Muhammed, Allâh’ın kulu ve Rasûlüdür.

Bunun üzerine;

− Şu cehennemdeki yerine bak!.. Allâh onu cennettekine tebdil etti. O artık hem cehennemdeki yerini, hem de cennette gideceği yeri görür.

İnkârcı veya gösterişte müslüman ise şöyle der:

− Bu konuda kesin bir düşüncem yok. İnsanların konuştuklarından başka!..

Ve ona şöyle denilir:

− Onu tanıyamadın ve bilemedin!..

Sonra ona öyle bir tokmakla vurulur ki, feryadını insanlar ve cinler dışındaki her şey işitir!..”

Nihayet şu hadis ile konuya son verelim:

“Ölümü tadmış kişi, yakınlarının ağlaması sebebiyle azap görür.”

Bu konuda daha pek çok hadisi Rasûlullâh vardır, ilgili hadis kitaplarında okunabilir.

Netice şudur ki:

Kişi ÖLMEZ, ÖLÜMÜ TADAR!..

“Ölümü tatmak” denilen olay, kişinin madde bedenin kumandasını yitirip, “RUH” adı verilen dalga bedenle yaşamına kaldığı yerden devam etmesidir. Bu hâl dolayısıyla, kabre konan her kişinin şuuru yerindedir. Kıyamete kadar da şuurlu olarak yaşamına devam eder. Kıyamette, o günün şartlarına göre yeni bir bedene kavuşur.

İşte herkesi böyle bir yaşam bekliyor!.. Dileyen bu konuyu ilgili yerlerden araştırarak söylediklerimizin doğruluğunu kontrol edebilir.

İslâmi kaynaklarda yukarıda anlatıldığı üzere olan ölüm gerçeği bakın ana esaslar sâbit kalmak şartıyla; fakat Dünya’da hazırlanılması için yapılan çalışmalardan hiç bahsedilmeden nasıl saptırılarak anlatılmaktadır:

 

ALTIN ÇAĞ BİLGİ KİTABI Fasikül: 29, Sayfa: 267

“Yedi gök bilgisi, DÖRDÜNCÜ BOYUTTA alınır. Buraya CENNET boyutu denir. Bu boyutta dört katman vardır. Burası ikinci evrim durağıdır. Burada 7 gök bilgisi evrimine tâbisinizdir. Bu boyutta da dünyadaki gibi BİYOLOJİK BEDENLE yaşarsınız. Ancak şu farkla ki, dünyaya doğarak gelir, bedenli yaşarsınız. Buraya dünya bedeninizi terk ederek, buradaki hazır bedeninize IŞIK BEDENİNİZE ışınlanarak DİRİLİRSİNİZ. Ve 30 yaşındaki formunuzla, anında ayağa kalkarsınız. Bu boyutta hiç yaşlanmadan evriminizi tamamlarsınız.”

 

Hatırlayacaksınız, 86. sayfada Cennet, Cin, Şeytan yoktur diyen kitap, daha sonraki yıllarda verilen tebliğlerde tamamıyla reddedildi ve hepsi de ayrı ayrı yerlerde kabul edildi.

Zatencinlerinyaptıkları iş de, çoğu dinî kaynaklarda mecaz yollu anlatılmış hususları alıp, tevil ediyoruz yaftası altında saptırıp din dışı apayrı gerçeklermiş havası içinde insanlara yutturmaktır.

İşte bu yutturmacaların bir başka türü de uzay gemilerinden, uzay da dolaşan çeşitli UFO’lardan veriliyormuşcasına medyumlara verilen tebliğlerdir.