“MÜLHİME” GİRDABI !.
Ahmed Hulûsi
“Mülhime nefs” bilincinde karşılaşılan bu vartalar son derece önemli olduğu için sık sık bu konu üzerinde duruyorum…
Sayısız insan, Teklik temasının getirdiği anlayış içinde, tabiatla mücadele dediğimiz olayı terketmek yüzünden, beden kabulüne dayanan fiiller içinde boğulmuştur…
Teklik anlayışı, kesin kez, yaşam boyunca tabiatla mücadele ile birlikte sürdürülecek bir olaydır!.
Bu yüzdendir ki Rasûlullah eriştiği dereceye rağmen yoğun ibadete vermiş kendini!… Tabiatla mücadele yolunda yoğun çalışmalar yapmış…
Şimdi, bilgi veya ilham yollu gelen düşünceler vehimle karışınca iltibasa -ikileme- düşersin; senin içinde vesvese uyanır, dersin ki :
“Benim varlığım Hakkın varlığıdır!. Hakkın varlığı dışında da bir varlık yoktur!. Öyleyse, tabiat diye bir şey de yoktur… Dolayısıyla, “tabiatla mücadele” de bu idrâktan sonra sözkonusu olmaz!
Ben zaten tabiatla mücadele etmeye kalktığım zaman; Teklik görüşünün içinde olmama rağmen tabiatla mücadeleye kalktığım takdirde kendimi bu beden kabul etmiş olurum!. Ben, kendimi bu beden kabul edip, onu kontrol altına almak için tabiatla mücadeleye girdiğim takdirde şirke düşmüş olurum…”!!!…
Bu anlattığım olay çok hassas bir olaydır!. Ve “mutmainne nefs” bilincine yaklaşmış, evliyalık derecesine yaklaşmış, “veli” olacak kâbiliyette bir çok insan, buradan geri dönmüş; “mülhime irfanı”yla dönmüş olduğu “emmare” batağında boğulmuştur!.
Sırf, açıklamaya çalıştığım bu ikilem yüzünden!.
Evet, burada birçok doğru var; doğrulardan geliniyor buraya…
“Mâdemki benim varlığım Hakkın varlığıdır, ve varlık da Tek`tir. Benim varlığım da Hakk’ın varlığıdır. Öyleyse ben bu beden değilim, eğer ben kendimi bu beden kabul edersem bu bedenle bir mücadeleye girmek, bu bedenin tabii arzularını sınırlamak için ben bu mücadeleye girersem, kendimi bu beden kabul etmiş olurum.
Ben bu beden olmadığıma göre, bu bedenin davranışları da beni hiç ilgilendirmez. İster yesin içsin, isterse seks yapsın, ne yaparsa yapsın beni hiç ilgilendirmez”
Ne var ki, bu defa da bu bedenin istek ve arzularına yenik düşmek sûretiyle neticede o Teklik yaşamından uzaklaşmış olursun!.
Teklik konusunu en güzel şekilde açan, yayan Muhyiddin-i Arabi de dahil bu konunun bütün uzman kişileri, tabiatla mücadeleyi bütün yaşamları boyunca devam ettirmişlerdir…
Çünkü, bu mücadelenin olmadığı anda, bilinç, farkında olmadan kendini beden kabul etmek ve sadece onun isteklerine cevap vererek gerçek mertebesinden düşmek durumuyla karşılaşır.. Bilinç, beyinden geliyor, dikkat edin!.. Burayı hiç unutmayın!..
Mevcut olan bilinciniz, beynin eseri, beyin faaliyetinin eseridir. Beyin ne ile meşgul olursa bilinç o şekilde oluşur ve gelişir.
Bu yüzdendir ki sen, Tekliği anlamâna rağmen ne zaman ki bedenin istek ve arzuları, içgüdüleri, dürtüleri istikametinde davranışlara girdin; o andan sonra da o beden istikametinde, bedenin çalışmalarıyla yaşam tarzı istikametinde bir kişilik bir düşünce, bir bilinç oluşacaktır sende; böylece de Vahdet bilincinden mahrum bir hâle geleceksin.
İşte bu nokta, bu yolda ilerlemiş sayısızca kişiyi yolundan alakoymuş, tam bulma, erme noktasına gelmişken her şeyini yitirme durumuna düşürmüştür.
Öyleyse bizim, özellikle bilincimizi, şartlanmaların getirdiği değer yargılarından korurken; saf bilincimizin sınırsız mânâlarını değerlendirme idrÂkına yükselirken, en önemli olarak üzerinde duracağımız husus, bedenin tabiatına, biokimyasal özelliklerine elden geldiğince tâbi olmamak hususudur..
Bu, öyle bir mücadele, öyle bir savaştır ki bütün yaşamın boyunca devam edecektir.
İşte, Rasûlullah Aleyhisselâm’ın yanındakilere,
“Biz küçük cihaddan, büyük cihada dönüyoruz”
Cümlesi, bu mânâya işaret eder..
Burada da farkedilmesi gerekli olan nokta şudur.. Rasûlullah Aleyhisselâm’ın yukarıdaki açıklamasında kullanılan kelime “cihad”dır.. Bunu bildiğimiz “harb-savaş” diye anlamak yanlıştır. Buradaki anlamı “mücahededir”.. Yani, kazanmaya azmederek o konuda mücadele vermek, cihaddır.. Bunu yapan kişiye de mücâhid denilir. Harb-savaş anlamı ise arapçada “kıtal” kelimesiyle ifade edilir.
Nefs mücahedesi denen şey, Nefsi, şartlanmalardan arındırma ve tabiata tâbi kılmama mücadelesidir!.
Bildiğim bir çok kişi, Teklik esaslarını öğrendikten sonra, kendilerini o Teklik şuuru içinde salıvermişlerdir..
Yani, kendilerine Mehdî`leri geldikten sonra Deccal`larına tâbi olmuşlar; bedenin istek ve arzuları doğrultusunda yaşayıp, Teklik dünyasında yaşadıklarını vehmetmişlerdir!.
Aynen bir salyangozun, uyanıkken ta direğin tepesine çıktıktan sonra gece uyuduğunda kayarak direğin en altına inip, kendini hâlâ çıktığı o en yüksek noktada zannederek yaşaması gibi bir olaydır.
Eğer bu gerçekleri farkedebiliyorsak, çevremizdeki kişilerin bizi dünyada bırakıp gideceğimiz şeylere dönük şartlandırmalarına kapılmayarak; onların, bedensel dürtülere, bedenin tabiatına dönük bizi yönlendirmelerine aldanmayarak, ölüm ötesi yaşama dönük veya Öz Bilincimize ermeye yönelik zihinsel veya bedensel çalışmalar içinde olmaya mecburuz.
Aksi takdirde, yitirilecek bu ömürden sonra elimize geçecek ikinci bir yaşam şansı mevcut değildir…
“Dünyada a`mâ olarak ölen, Âhirette ebedî olarak a`mâdır”
Hükmü, asla ve asla hatırımızdan çıkmamalıdır…
Şu anda tek bir şansımız var… O da sağlıklı olarak dünyada bulunduğumuz bu günleri çok iyi değerlendirebilmektir!.
Eğer biz bu günleri ilim istikametinde değerlendiremiyorsak; bilincimizi ilmin icaplarına göre arındıramıyorsak, geliştiremiyorsak; şartlanmalara tâbi olarak yaşıyorsak; ömrümüzü tabiatımız, yani bedensel dürtülerimiz istikametinde harcıyorsak, bunun getireceği manevî azap hiç bir maddi azapla kıyaslanamayacak kadar büyük olacaktır!.
Çünkü siz, saflaşmış bilincinizin sahip olacağı ilâhi özelliklerden mahrum kalacaksınız, bu yaptığınız hatanın neticesinde!.
Allah, bütün esmâsı, yani isimlerinin mânâlarıyla sizin varlığınızda, beyninizde, bilincinizde mevcut olduğu halde; siz, şartlanmalara ve bedeninizin tabiatına bağımlı ve onların yönettiği bir biçimde yaşadığınız için, bu özellikleri ortaya çıkarmaktan mahrum olarak bu dünyadan çekip gideceksiniz.
Yarın yanınızda ne anneniz ne babanız ne karınız veya kocanız ne de çocuğunuz olacak. Tek başınıza gideceğiniz önünüzdeki bu âlemde kendi gerçek değerlerinizi ortaya çıkaramadıysanız çok büyük bir azap sizi bekliyor demektir.
Ben şu yaşa kadar yaşayayım, ondan sonra yapayım, demek en büyük aldanıştır!. Zira bir trafik kazasında, rahmetli Ayhan 44 yaşında gitti berzah âlemine. Yanında eşi vardı, 38 yaşında ona eşlik etti… Yanında oğlu vardı, 16 yaşında ölümü tattı!.
Erdinç genç yaşında matkapla duvarı delerken, duvardaki elektrik kablosuna isâbet ederek bir anda elektrik çarpmasıyla geçti gitti aramızdan!.işte bunlar gibi hergün gazetelerde, televizyon kanallarında sayısız kazaları görüyorsunuz..
Bunlardan biri bizim başımıza geldiği anda, bütün bunları bilerek üstelik, acaba ne yapacağız. Kim bizi kurtarabilecek?. Hiç kimse!.
Bilin ki her birimiz kafamızın içinde bir saatli bomba taşıyoruz; ve saat kaça kurulu olduğunu da bilmiyoruz!.. Ancak kesin gerçek şu ki, muhtemelen hiç ummadığımız bir anda bu saatli bomba patlayacak; dünyadaki yaşamımız son bulacak!.
Kimin hangi yaşta, hangi zamanda ve şartlar içindeyken bu dünyadan ayrılacağı bilinmiyor, meçhul.
Peki hazır mıyız bu yeni yaşam boyutuna ve şartlarına?.
Elinizi vicdanınıza koyunuz ve kimsenin duymayacağı bir şekilde kendinize gerçeği itiraf ediniz…
Hazır mısınız ölümötesi yaşama?…
Kesinlikle bilin ki, oraya geçtikten sonra artık hiç bir şey yapamayacaksınız!.
Çünkü Kur`ân ‘da bir çok defa tekrar edilen şu âyetler çok açık:
Ölümü tattığın anda, veya Mahşer yerinde, veya Sırat köprüsünde, veya Cehennemde; yani her bir safhada yaşanılan gerçekleri gören kişilerin şu sözleri söyledikleri bize naklediliyor:
“Keşke dünyaya geri dönsek de, yapamadıklarımızı yapsak; derler… Fakat, bu kesinlikle mümkün değildir”!. (23-100)
Ölümü tattığımız andan itibaren, yani şu bedenin kullanım dışı kalması anından başlayarak büyük bir pişmanlık söz konusu olacak, eğer gereken hazırlığı yapmamış isek!… Çünkü geriye dönüş imkansız!.
Öyle ise kendimizi böyle bir riske atmak ne dereceye kadar akıllı iş olur?.
Zekî insan, gününü en güzel şekilde değerlendirmek için yaşar!. Ne var ki günlük zevkler bir sonraki günde hayâl olur!.
Öte yandan yaşadığımız günler ebedi olan geleceğe dönük bir biçimde değerlendirildiği takdirde, bu çalışmalar başımıza gelecek olan azaptan bizi sonsuz dek korur.
* * *