Kalb
- “Kalb” kelimesi tasavvufta ŞUUR anlamındadır… “Kalb sahipleri” denince, yüksek bilinç sahibi kişiler kastedilir… Allah`a iman etmiş kişinin bilinci tüm yaratılmışlara Allah bakışıyla bakar…
- Kalp, şuûrdur. Bazı âyetlerde, kalp göğüste mecâz olarak anlatılıyor
- “Ruh”, şu anda bildiğimiz madde bedenin yerine, ebediyen kullanılacak olan ikinci bedenimizdir; ki yapısı “halogramik özelliklere sahip dalga” türündendir. Bu bedendeki şuura da “kalb” denilir.
- İslâm terminolojisinde “şûur” ya da bugünkü deyimiyle “bilinç“, “kalp” kelimesiyle, “gönül” kelimesiyle tanımlanır.
- “Kalp” diye bahsedilen şey ise “şuurda açığa çıkan iman nurunun” adıdır!. Hâlâ hadislerdeki “kalp” kelimesiyle işaret edilenin “yürek” olduğunu düşünenler, kalp nakli ameliyatlarıyla başkasının kalbini alanların durumunu sorgulasınlar!.
- “Kalp” diye tarif edilmiş olan “şuur“, ne kadar kapsamlı ve derinlikli değerlendirme yaparsa, ona göre adı da değişir… “Sır“, “hâfi“, “ahfâ” gibi… İnsan hissettiği boyutu yaşar…
-Kitaplarınızdan, “kalb”in “bilinç” olduğunu anladım?..
–Kalp, şuûrdur. Bazı âyetlerde, kalp göğüste mecâz olarak anlatılıyor. Efendimize cahil Arab’ın biri gelmiş; “Ben Allah’ı biliyorum” demiş. Efendimiz de; “nerede?.” Diye sormuş. Arap; “Gökte” demiş!. Efendimiz de; “tamam, sen imân etmişsin, güle güle” demiş.
Kurân, bütün topluma hitap etmiyor mu?… Bir kısım dar anlayışlılara da hitap etmesi için onların anlayışınca da bir şeyler yazması, hitap etmesi lâzım değil mi?…
Anlayış seviyelerine göre çeşitli hitaplar vardır Kurân’da.
Abdülkâdir Geylani de, kalpteki kara noktadan bahseder. Tabii, kalpteki kara nokta deyince, yüreğin içinde kara nokta arıyoruz.
Abdülkâdir Geylâni’nin bahsettiği “Sevde-i Âzâm” dediği “kara nokta” kalptedir!. Yani, şuurda!.. “Haşyet” idrâkı sonunda oluşan “HİÇLİK” noktasıdır!. Biz arıyoruz, yürekteki kulakçıkta mı, karıncıkta mı; nerde, diye?…
Nefs-i Mardiyye sahipleri, “fetih” sahibidir. Nefs-i Mutmainne`de ve Nefs-i Radiye`de keşif vardır. Onların ilimleri İlmi Bâtın`dır. Kalp gözü açıklığı denen, varlığın bir takım sırlarına vâkıf olma hâli vardır. Mardiye Nefs sahibinde fetih vardır; kendilerinde yaşanılan ilim, ilmi Ledün`dür!…
Kişinin fıtratındaki “iman”, o kişiye er-geç, olayların ve fiillerin yaratıcısının Allah olduğunu; Allah’ın dilediği gibi, mülkü olan, her zerrede tasarruf etmekte olduğunu idrak ettirerek; kişinin o olaydan dolayı yanmasına son verir!. “Kalpler Allah’ın hatırlanmasıyla tatmine ulaşır, yatışır” uyarısını hatırlıyalım burada…
Ölü bedenleri diriltmek mi, ölü kalpleri diriltmek mi?..
“Sahip olduklarınızın en faziletlisi, Allâh`ı zikreden dil, şükreden kalp, imanında yardımcı olan eştir.”
Okunuşu:
Rabbena lâ tuzığ kulûbena bâ’de iz hedeytenâ, ve heblenâ min ledünke rahmeh, inneke entel vahhab
Anlamı:
Rabbimiz gerçeğe erdirdikten sonra kalplerimizi o gerçekten saptırma; bize indinden rahmet bağışla; kesinlikle sen sonsuz bağışlarda bulunansın.
Bilgi:
“Mü’min’in kalbi Rahmân’ın iki parmağı arasındadır” hadîs’inin işaret ettiği şekilde, kalplerimiz yâni bilincimiz her an ilâhî kudrete tabiîdir. Bu sebeble ne kadar gerçeğe ermiş olursak olalım, her an o gerçekten sapmak mümkündür. İşte bu dua, haline güvenmeyip, ilâhî inayeti taleb içindir.
Bu duâya devam, kişinin saadet hâli üzere ölümü tatması için iyi bir işaret olarak değerlendirilebilir. Çünki ısrarla devam edilen duâ icâbet işareti taşır.
Namazlarda son oturuşta, salâvatlardan sonra okunması şayanı tavsiyedir.
“Kalpler ancak ALLÂH ZİKRİ İLE TATMİNE ULAŞIRLAR”
buyuruluyor… Niye? ..
Çünkü insan, sonsuzu düşünmeye yönelik bir kapasiteyle yaratılmıştır ve sonsuzluk-sınırsızlık ise ALLÂH`ın vasfıdır!..
Okunuşu:
Yâ Hayyu Yâ Kayyum Yâ Zel Celâli vel İkrâm es’eluke en tuhyi kalbiy binuri mâ’rifetike ebeden Yâ Allâh Yâ Allâh Yâ Allâh Yâ Bedî’es semâvâti vel ard.
Anlamı:
Mutlak diri ve kendisiyle kâim yüce Zâtıyla ikrâm edici Dilerim senden ebeden marifet nuriyle kalbimi diriltmeni Yâ Allah Ey gökleri ve yeri bir örneği olmaksızın meydana getiren.
Bilgi:
Sabah namazının farzını kılmadan önce kırk defa okuyup buna kırk gün devam edenler, faydasını derhal kendilerinde farketmeye başlarlar.
Kalbin marifet nuriyle diriltilmesi demek şudur. İslâm terminolojisinde “şûur” ya da bugünkü deyimiyle “bilinç“, “kalp” kelimesiyle, “gönül” kelimesiyle tanımlanır. Bilincin dirilmesi ise ancak marifet nuriyle mümkündür. “Mârifet nuru” nedir?..
İnsan, “iman nuru” ile bilincin sınırlarını aşar, “mârifet nuru” ile de bilincin sınırları dışında yeralan gerçekleri değerlendirebilecek kapasiteyi elde eder!..
Allah tüm yaşamımız boyunca, kesintisiz olarak, bir an bile “iman nuru“ndan ve “mârifet nuru”ndan mahrûm bırakmasın.
Zirâ, “iman nuru“ndan mahrûm olan bloke olmuş bir bilinçle “kör” yaşar; ve “mârifet nuru“ndan mahrûm olan da, bilincinin sınırları ötesindeki gerçekleri asla düşünemez ve değerlendiremez.Bu yüzdendir ki, her vesile ile Allâh’tan “iman nuru” ve “mârifet nuru” istemeliyiz; ve bunun sonsuza dek kesintisiz bir şekilde bağışlanmasını niyâz etmeliyiz.
“Panteist” görüşe göre, “her şey” vardır ve bunların tümüne “TANRI” denilir.
“Vahdeti Vücûd“a göre ise, ayrı ayrı sayısız şeyler mevcut değildir; bu gözün görme yetersizliğinin getirdiği bilinç yanılgısıdır; gerçekte TEK bir vücud vardır ki; sûrî yani maddi bir vücut değil, mânevîdir bu vücud!..
VECH denilen bu vücûd ancak bilinç gözüyle veya kalp gözüyle görünen bir vücûd’tur.
Kısacası, mevcûdât yoktur, TEK vücûd vardır!..
“Arifleri de kalp yolunda” mücahede ile meşgul kıldım;
Ârif, irfan sahibidir. Hikmetler ve hikmetlerin müsebbibi ile meşgul olur. Eserden müessire yani eserden eseri meydana getirene ulaşmak gayesiyle mücadele verir durur.
Ârif, kalp mertebesinde melekût âlemi’nin varlıkları, tecellîleri ile meşguldür. Ârif’e göre, Hak`tan ve O`nun tecellilerinden başka bir şey yoktur.
“O şöyle diledi, O böyle yaptı, O bu hikmetle bunu meydana getirdi; O`nun tecellileri şöyledir, böyledir.” gibisinden her an O`nunla meşguldür.
“Ârif”in iyi bir mertebesi vardır; ama, yine de, elde edemedikleri elde ettiklerinin yanında hesaba gelmez!..
Her yerde ve şeyde Hak`kı görmesine rağmen; bir Hak vardır, bir de kendisi. Nazarında çok Tek’e dönüşmüştür ama; bir O Tek vardır, bir de kendisi!.. Çokluktan çıkmış, çiftliğe girmiştir!..
Hâlâ nazarında bir “O” vardır, bir de “O“nu tesbit eden kendisi!… Yani, diğer bir deyişle “şirki hafî” veya açık deyimiyle “gizli şirk” devam etmektedir.
Bu hâl “mülhime” nefs mertebesinin hâlidir
“kalplerden ve ruhlardan çıkmaktan” sözediliyor.
Burada da anlatılmak istenilen, “kesret müşâhedesinden” kurtulmaktır.
Yâni, Hak`kın varlığı olarak bir çok varlıklar mevcut değildir!.
Kalpler ve ruhlar mevcut değildir!..
Bunların hepsi de vehim yollu görülen hayâllerdir!. Gaflet ve uykuda olmanın sonucu olarak meydana gelmektedir!..
Çünkü bunların hepsi de, “ilmî sûretler” olmaktan öte bir şey değillerdir!.
“İlmî sûretler” ise ancak ve ancak, sadece ve sadece Allah`ın ilminde mevcutturlar!..
Bedeninizin tüm değişmelerine ve parçalarının kesilmelerine rağmen; kendisinin bütün bunlardan etkilenmediği bir “BİLİNCİNİZ” yani “şuurunuz“; “ben” diye isimlendirdiğiniz varlığınızı algılamaktasınız…
“BEN“, bedendeki değişimlerden ve kesilmelerden etkilenmediğine göre, bu demektir ki “bilinç” maddi bir şey değildir.. Ve mevcuttur!… Var olan hiç bir şey yok olmadığına göre, eskilerin, “kalp” veya “gönül” diye isimlendirdiği “ben” dediğiniz “bilinciniz“, “bedenin kullanım dışı kalmasıyla” asla yok olmayacaktır!… Bu takdirde sizi nasıl bir yaşam beklemektedir…
Genelde, “ruh bedenden çıktı, bir yerleri dolaşıp gördükten sonra, tekrar bedene girdi” deniyor.
Hayır!.
Ruh bedenden çıkmadı ve bir yerlere gitmedi!.
Bazı, kalp gözü açık dediğimiz, keşif sahibi insanlar, beyinde mevcut radar dalgalarını bir mahalle yönelterek, orayı algılıyor; ve bu arada beyinde bir görüntü oluşuyor.
Bu işin tekniğini bilmeyenler, “ruhum bedenden çıktı, gördü, geldi” diyorlar… Ruh`un bedenden ayrılıp gitmesi, diye bir olay yok aslında bu tür algılamalarda!..
Biz, “velilik ve veliler” hakkındaki zanlarımız dolayısıyla kilitlenmiş olduğumuz için, onları görsek de tanıyamayız!. Çünkü beynimiz zannımızla kilitlenmiştir o konuda!
İlle de, kafamızdaki zannımıza, kabulümüze göre açığa çıkacaktır ki o konu veya kişi, biz onu görebilelim!.
“…Ki, onların kalpleri (şuurları) var, onlarla (hakikatleri) anlamazlar; gözleri var bunların, onlarla gördüklerini değerlendirmezler; kulakları var bunların, onlarla algılamazlar!.. İşte bunlar en’am (davarlar) gibidirler… Belki daha da sapkın… Onlar gâfillerin ta kendileridir.” (A`raf:179)
“ALLAH, kalplerini (şuurlarını), kulaklarını/algılamalarını mühürlemiş ve gözlerinin üzerinde de bir perde vardır…” (Bakara:7)
Burada, “ALLAH’ın mühürlemesi” ifadesinden murat, “sünnetullah” sonucu, beyin çalışma sistemi gereği, kişide oluşan kilitlenme, “körlük–blokaj”dır!.
Zirâ, kişi, verdiği yanlış hükümle beynini kilitler ve artık o gerçekle yüz yüze gelse de onu değerlendiremez!
Sizin vücudunuz, sayısız hücrelerden meydana gelmiştir… Bu hücreler değişik terkipler şeklinde bileşimler meydana getirerek, bir karaciğeri, bir kalbi, bir mideyi, bir beyni meydana getirmiştir. Karaciğerin görevi ayrıdır, karaciğerin kendine has bir bilinci vardır. O bilincin meydana getirdiği karaciğerin bir çalışma sistemi vardır. Kalp böyle, beyin böyle, mide böyle… Her bir organın kendine has bir bilinci vardır…
Ama, bizim beynimizde oluşan bilinç, buralardaki bu bilinç türlerini algılayamaz. Çünkü onu algılamak için, gerekli açılıma, gerekli kapasiteye sahip değildir…
Zor değil bu işler dostum…
Hatta kolay!…
Sadece, her şeyi dilediği gibi yaratan ve her an onlar üzerinde dilediği gibi tasarruf etmekte olan TEK bir SİSTEM bilincine iman et!…
Sonra, seyretmeye başla, o Sistem bilincini…
Evrensel SİSTEM, bilincini…
Seyredebildiğin kadarıyla seyreyle kalp gözünle, tüm boyut ve katmanlarıyla, SİSTEMİ ve o SİSTEMDEKİ BİLİNCİN eserlerini…
Yerli yerinde bulursun o zaman her şeyi…
Cehennem seni yakmaz olur!… Cennet seyrin olur!..
Sakın ola ki, bu evrensel SİSTEMİ, “ALLAH” adıyla etiketleyip sınırlama…
Tüm algıladığımız ve algılayamadığımız evrenler ve Sistemler, “ALLAH” adıyla işaret edilen indindeki, sayısız “nokta”lardan yalnızca bir noktadır!..
“ALLAH” adıyla işaret edilen, yaradılmış esmâ bileşimlerinin kavrayışının ötesindedir!.
Eğer, “ALLAH”a iman ediyorsanız, hiç bir yakınınıza inanıp güvenmeyin. Zira, “Allah” bu!… Dilediğini yapar, “kalplerin tasarrufu her an onun elindedir”; ve her an, her şey olabilir!.
“Allah” asla hiç bir şeyle kayıt altına girmez ve sınırlanmaz!.
“Allah” bizim sınırlarımızı bildirir; ama kendisi her türlü sınırlamadan, kalıptan, şekilden ve değerlendirmeden beridir!.
Gerçekten, yaşamınızda “yalnız” olduğunuzu idrak etmeye çalışın!.
“Süreli-sınırlı” beraberlikler, asla gerçekte “yalnız” olduğunuz hakikatini; “yalnız” geçeceğiniz öte boyutu; ve veri tabanınıza göre oradaki “yalnız”lık yaşamınızı size unutturmasın!.
Her an, her şeye hazırlıklı olun; “Allah dilediğini yapar” korunmasıyla!.
Dünya yaşamındaki geçici çokluk ve beraberlik yanılgısı sizi aldatmasın!.
Kişi veri tabanındaki sevdiğiyle beraber olacaktır âhırette; ama kendi şartları içinde, veri tabanı kapasitesi kadarıyla!.
Kendinizi gerçeklere göre hazırlamazsanız yarına; bilin ki, yalnızca kendi ellerinizle (beyninizle) yaptıklarınızın sonuçlarını yaşayacaksınız; ve asla “Allah” size zulmetmiş olmayacak!.
İnsanların, günahları yüzünden, kalpleri kararır, Kur’ân ‘ın da işaret ettiği gibi!..
Hiç bir iyilik “cezâ”sız kalmaz!.
Hiç bir yanlış da karşılıksız kalmaz!.
Düşünülmemesi gerekeni düşünen de, bu yüzden, bunun karşılığını mutlaka alır sistem gereği!.
“Bilincinizdekini (düşüncenizi) açıklasanız da, içinizde saklasanız da onunla Allah sizi hesaba çeker…” (s:2, a:284)
Bu âyetten sonra gelen âyetlerde, bu uyarı iptal olmamış; ancak kişinin elinde olmayandan mesûl olmayacağı belirtilmiştir… Yâni, o düşüncenin ilk aklına geldiği andan değil; o düşünceyi devam ettirmeye başlamandan itibaren sorumlusun ve sistem çalışmaya başlar!.
Kozadan çıkmadan, kör bir basîretle öbür dünyaya gitmek istiyorsanız, mesele yok!…
Ama basiret gözünüz (kalp gözünüz) açılıp; gerçekleri görüp, yaşayıp, hissederek öbür boyuta geçmek istiyorsak, gerçekçi DÜŞÜNMESİNİ öğrenmek, medyanın-toplumun programladığı ilkel robotlar pozisyonundan çıkmak zorundayız!…
Gözünü ve kalbini dünyalık bürümüş, aklı bulûğa ermemiş koca insana, “Allah”a yakîn elde edip, bunun sonuçlarını yaşamanın” ne olduğunu da anlatmak elbette mümkün olmaz!.
Ne amaçla olursa olsun, dünyalık kazanma hırsına bak bir… “Allah”ı tanıma ve yakîn elde etme hırsına bak bir!… Hangisi ne kadar; koy terazinin iki kefesine; gör kendini!.
Gözünü ve kalbini dünyalık bürümüş, aklı bulûğa ermemiş koca insana, “Allah”a yakîn elde edip, bunun sonuçlarını yaşamanın” ne olduğunu da anlatmak elbette mümkün olmaz!.
Ne amaçla olursa olsun, dünyalık kazanma hırsına bak bir… “Allah”ı tanıma ve yakîn elde etme hırsına bak bir!… Hangisi ne kadar; koy terazinin iki kefesine; gör kendini!.
Muhakkikler, beden, nefs, kalp, ruh, sır, hafî, ahfâ diye bir tasnif yapmışlar…
Gene bu muhakkikîn, nefs mertebelerini de Emmâre, Levvâme, Mülhime, Mutmainne, Râdiye, Mardıye ve Sâfiye diye tasnif etmiş ve sıralamış kendilerine ulaşan bilgiye ve müşahedelerine dayanarak…
Bak dostum…
“Hiç kimse ameliyle cennet boyutuna geçemez“! Duymadın mı bu gerçeğin vurgulanmasını?
“Âhir zamanda “La ilahe illallah” gerçeğini dillendiren cennete girer” açıklamasının neye dayandığını hiç düşünmedin mi; düşünemiyor musun?
Tanrı yoksa… Tanrı cehenneme atmayacaksa, Tanrı cennete sokmayacaksa!..
“Herkes elleriyle yaptıklarının sonuçlarını” yaşayacaksa…
“Hesap görücü olarak nefsin yeter” diye uyarılmışsan…
“Cennetlik” veya “cehennemlik” olan anasının rahmindeyken tesbit olunur uyarısı varsa…
Bedenselliğinin getirisi bencilliğini yaşayanlar varken yeryüzünde, “halife” meydana gelmişse… “Şuur“lu, yani “kalp” sahibi olarak yaşayan bir tür, açığa çıkarılmak istenmişse…
“Mümin müminin aynası” ise… Birinci “Mümin” esma mertebesindeki “Mümin” isminin hakikati, ikinci “Mümin” de “Rasûl ün hakikati” ise…
“Kalp kalbe karşı ise“… İkisi birbirini yansıtıyorsa…
“Müminin kalbinde, esma mertebesi mevcut” ise…
Kalpsiz, kalbindekinden “bîhaber” olan ise…
“Nasıl secde etmezsin ol kalbe ki için de Allah var“! diyen bu nükteye işaret etmişse…Ve o kalp, senin kalbin ise!..
Sen ise, kalbindekiyle yaşamak varken, onun yerine, gökte var sandığın tanrı uğruna bir şeyler yapacağını düşünüyorsan!..
“Esmâ” mertebesine sanki ayna olan “beyin” adını verdiğimiz, “kalp” diye “şuuru” itibariyle tanıtılmış yapı, eğer “fuad” denilen “hologramik gerçeklik”ten kaynaklanan ve varlığındaki “esmâ” hakikatinden projekte olan “ilmin şuuru” ile “iman nuru” olarak işlev görürse, açığa çıkar!..
Ancak bu açılımın sonucunda, “kalp“ gördüğünü yalanlamaz ve o hakikate göre yaşar ki getirisi, varlığında gören “Basîr”, işiten “Semî”, konuşan “Kelîm” olur… Ama bakanlar, hâlâ onu insanca görür, yaratılış amaçları gereği!
Kur’ân-ı Kerîm’de “Allâh” ismiyle işaret edilene “iman” ise iki aşamalı olarak anlatılmaktadır. Birinci aşaması “dışsallık” yanı itibarıyla, yani bilincin ötesindeki sonsuz sınırsız özellikli yaratıcıya –Esmâ mertebesine– “iman”dır. Bu, iman edenlerin geneline yaygın ve sonuçta cennet yaşamı olarak tanımlanan bir boyuta geçmeyi oluşturacak yaşam biçimini getirecektir açığa çıkardıkları itibarıyla. İkinci aşaması ise “iman”ın öze ermişlere, kalp – şuur sahiplerine hitap eden; “B” harfi işaretiyle anlamı fark ettirilmeye çalışılanıdır. “B” harfinin işareti, “ben”in hakikatinin “Esmâ” özellikleri olduğunu; bu özelliklerin kendisinde her an ve ebeden çıkacağını; bu yüzden, her an kendisinden açığa çıkanlarla “Allâh” adıyla işaret edileni tespih etmekte, O’na kulluk etmekte olduğunu fark etmesi; O’nun hamdi olarak (bi-hamdihi) kendisinden Hamd’in açığa çıktığını yaşaması uyarısıdır.
Bâtında “insan“a “secde” etmeyen de “Allah`ı inkâr” ederek “gerçeği örten“lerden olur!.. “Teşbih“in hakkını vermemiş olur…
“Çün bildin mü`minin kalbinde Beytullah var,
Niçin izzet etmedin, ki ol evde ALLAH var?.
Her ne var Âdemde var; Âdem`den iste Hak`kı sen!.
Olma İblis-i şakî, Âdem’de sırrullah var!.”
Öte yandan Zâhirde “insan“a “secde” eden ise yine “Allah`ı inkâr” ederek “gerçeği örten”lerden olur!. “Tenzih“in hakkını geri bırakmış olur…
“Ve bana buyurdu ki rabbim:
-Ya Gavs-ı Â`zâm, insanın cismi ve nefsi ve kalbi ve ruhu ve işitişi ve görüşü ve eli ayağı ve tamamını nefsimle izhar ettim. O yoktur, ancak BEN varım!.. ve BEN de onun gayrı değilim!..”
Bir önce izah edilen hususlar burada daha da açık seçik bir halde bize idrak ettiriliyor.
İnsanın nefsini, cismini, kalbini, ruhunu, işitişi ve görüşünü, elini ve ayağını, tamamını NEFSimle açığa çıkardım; yani, bu isimlerin işaret ettiği anlamların tümünün varlığı benim varlığımla mevcuttur.
Şimdi bir kere daha tekrar edelim;
İnsanın nefsi, cismi, kalbi, ruhu, işitişi ve görüşü, eli ve ayağı yâni her şeyi hep Hak`kın NEFS`iyle mevcut ve kâim.
Peki bu durumdainsan isminin ardındaki varlık kimin oluyor?..
Bazıları zannediyorlar ki, insanın bedeni kendine aittir de, o bedenin içindeki ruh Allah`a ait!..
Oysa yukarıdaki açıklama da gösteriyor ki, asla böyle bir şey sözkonusu değildir.
“Allah”, NEFS`iyle NEFS`inden meydana getirmiştir bu sayılan isimler ile anlatılan özelliklerin hepsini!..
Dolayısıyla, insan isminin ardında, varolan gerçek varlık mutlak olarak sadece ve sadece “Allah“a aittir…
“Sonra sordum, dedim ki:
-İndinde hangi oruç daha faziletlidir..?
-O oruç ki, onda benden başkası kaybolup, benden gayrı kalmaz!..”
Oruçlu kişinin bedeninin orucu vardır ki nasıl olduğu herkes tarafından bilinir. Yemek, içmek, cinsel münasebet gibi fiillere, dedikodu, gıybet, aldatma gibi hâllere düşmekten kişinin kendinin muhafazası gereklidir bu oruçta!.. Avamın orucudur bu!..
Havasın orucu ise, kalbin veya ruhun orucu olarak bilinen oruçtur!..
“Kalb“ ve “ruh” kelimeleriyle işaret edilen mânâyı iyi bilmek gerektir evveliyetle.
“Ruh”, şu anda bildiğimiz madde bedenin yerine, ebediyen kullanılacak olan ikinci bedenimizdir; ki yapısı “halogramik özelliklere sahip dalga” türündendir. Bu bedendeki şuura da “kalb“ denilir.
“Kalb gözü” denildiği zaman gaye “şuur” gözüdür. Bedende nasıl bir “şuur” mevcut ise, aynı şekilde ruh bedende de bir şuur mevcuttur ki; işte bu “şuur”dan, bu şuurdaki idrâk özelliğinden “kalb gözü” veya “basîret” isimleriyle bahsedilmiştir!..
“Kalb“in yâni “şuur”un orucu nasıl olur?..
“Kalb“ yani “şuur”un, beş duyu, şartlanmalar ve bunlara dayalı olarak vehmin kendisine var kabul ettirdiği varlıklardan bilincini arıtması, bu tür kabullerden kesilmesi, onun orucudur.
Bu oruçta, orucu kesintiye düşüren şey; mevcûdâtta müstakil varlıkların varolduğunu düşünmektir!.. Tevbesi ise, Tek`liğe sığınmaktır!..
Falanca şöyle yaptı, filanca böyle yapıyor, fişmekânca böyle yaptı da onun için böyle oldu, keşke böyle yapmasaydı, böyle olmazdı; gibi görüş veya düşüncelere dalındığı anda bu oruç bozulmuş demektir!..
Çünkü, Hakikatta, bütün isimlerin ardında tek bir fâili hakiki vardır ki, o da Allah`tır!.. Ve seyirde olan, bu Hakikatten perdelendiği anda da orucunu bozmuş olur!..
Ceberût âlemini yaşayanının orucuna sekte vuran hâl ise; esmâdan bir isimle kayıtlı durumda kendini hissedip, o ismin mânâsının seyrinde mukayyed olmaktır.
Çünkü, ceberût âleminde yaşayanın gayesi, lâhut âlemine geçip, Zâtı Ehadiyyette, “hiç” olmaktır!.. Perdesi ise esmâ âlemidir!..
İşte bu öyle bir oruçtur ki, tutan, içinde kaybolmuş; Varlıkta Bakî olan Allah kalmıştır!..
Hazreti İsa`nın şu işareti çok önemlidir:
-“İnsanın kalbi sahiplendiği şeylerledir… Öyle ise sahip olduklarınızı Allah için bağışlayınız ki, kalbiniz onlarla birlikte göklerin melekûtunda yer alsın!.”
Urûc ediyorum semâma!…
“Kalb”ime, “rûh”uma, “sır”rıma, “hafî”me; “ahfâ”da!
Hiç oluyor insan; Hep oluyor O!… Seyredilen ve Seyreden!.
“Kalb”imle düşünüyor, “nefs”im!
“Rûh”umla esmâyı seyrediyor…
“Sır”rımla müsemmayı görüyorum…
“Hafî”de yalnızca “ben” varım diyor!… Hitâbı işitense, “Kendisi”!.
“Ahfâ”da… Hişşşt!. Dur ve sus orada!.
Muhterem kişi,
söz veya şekil yaratılmışlar arasına mahsus kılınmış tekellüftendir. Yaratılmışlar yaradılışları icâbı söze, şekle, görünüşe değer verirler….
Fakat bil ki, Allah bunlardan münezzehtir!.. O, sizin sözlerinize, hareketlerinize değil, kalbinize, niyetinize bakar.
Sesini yükseltsen de, içinden geçirsen de, Allah indinde birdir:“SEN SESİNİ YÜKSELTSEN (de farketmez), ÇÜNKÜ O, SIRRI DA, AHFÂYI DA BİLİR.” (20-7)
“Zikir“; insanların asıllarına yöneliş ve tekâmülleri derecesinde, gerçek anlamına uygun bir hâl alır.
Başlangıçtaki zikir dilden, hep bir kelimeyi tekrar ile olur.
Daha sonra bu, içten ve dil hareket etmeksizin olur.
Bundan sonra kalbten zikir gelir… Bunu daha da açık izah etmek istersek, “tefekküri zikir” de diyebiliriz.. Gerçek anlamdaki zikrin, ilk basamağı budur. Bundan evvelkiler, bu basamağa gelmeye yarayan yol gibidir.Yalnızca Kurân, diyemezsiniz; çünkü O’nu açıklayanın düşünce, anlayış ve bakış açısı çok önemlidir!. Burada mecburen Kurân’ı anlamak için Rasûlullah anlayış ve değerlendirmesini ciddi bir şekilde incelemek zorunluluğu ortaya çıkar. Peki, yalnızca Kuran ve Allah Rasûlü yeterli midir? Bildirilenleri uygulayarak, geleceğinin iyi olmasını isteyen için yeterlidir!. Ancak, düşünen ve neyin, neden niçin nasıl oluştuğunu farkederek yaşamak isteyen için hayır!. Zira, Hazreti Âli den Hacı Bektaş Veliye, Hazreti Ebû Bekir’den Abdülkâdir Geylanî veya Gazalî veya Muhyiddin’e kadar sayısız düşünür, “DİN”in ihtiva ettiği pek çok sırra işaret etmiştir. Bu sırları bilerek yaşamak isteyenler, mecburen onların keşfettiği sırları, bakış açılarını da öğrenmek, değerlendirmeye almak zorundadırlar; ki bu da ilk ikiye üçüncüsünü eklemek şartını getirir düşünen beyinlere!. Zira İslam, sevgi ve hoşgörüyü içinde barındıran “DİN” anlayışıdır!. İnsan kalbini Allah’ın evi kabul eden; insana saygısızlığı Allah’a yapılmış saygısızlık olarak değerlendiren bir anlayıştır!. Bu da İslâm’ı tasavvufi düşünce ile değerlendirebilenlerde açığa çıkan bir haslettir!.
- Kalbe dudakların tesir ettiğini sananlar aldanmadadır… Kalbe tesir edenler, kalblerdir!. Dudaklarsa, kulağa erişebilirler.
- Sevdiğinin kalbine, maddeni vererek değil, “tüm benliğini” vererek erebilirsin!.
- Kalbi, Allah`a dönük olmayanın, kıblesi “kabe” değildir!.
- Sevgi insanın elinde değildir. Birisini “sev” demekle sevemezsin, “sevme” demekle de o sevgiyi kalbinden söküp atamazsın… Sevgiyi veren Allah`tır!
- “Nokta” kendini seyretmek için “beyin” adı altında irsal oldu ve o “beyin”e (kalbe-şuura) ilim, “vahiy” adıyla inzal oldu! Hatta ilim, “beyin” adıyla göründü gözü olanlara!
- Allâh âlemlerde, kulları kalbi ve eliyle tedbir eder, nimetini veya cezalandırmasını ulaştırır. Göremiyorsan Rasûlün Hayy oluşunu, neyleyim!
- Aşk şarabının pınarı kalbinden kaynamamışsa, ne gerçek sarhoşluğu bilirsin, ne de sevdiğinin kim olduğunu!
- Bir bak Sonra bir daha bak, eşinin gözlerine Derin derin. Göreceksin oradan kalbine ulaşıp, İçindeki coşkulu sevgiyi. Hasretle bekledi bu an’ı!
- Kimin yaşam ağırlığını hangi organı oluşturuyorsa, onun aşkı arayışı, o organı yönünden olur. Kimi beyninde, kimi kalbinde kimi de daha aşağı!
- Allâh’ın Aşk olarak algılanması, sûretsiz sevgiye erdirmiyorsa, eşinin gözlerinden kalbine indirmiyorsa, kuru hayal olarak kalır. Sev de gör!
- Seks, etten etedir. Aşk, kalpten kalbedir. Aşkı duyan kalpsiz, onu ette arar da, orada bulduğunu sanır!
- Dinin, dilindeki değil; kalbindeki ve yaşamındakidir.
- Velî, canlı ayaklı Kâbe’dir. Müminin kalbindedir O!
- Kalbi BEYTULLÂH iken, taştan tuğladan binalar yapıp onları Allâh’ın evi kabul edene ne denir ki! Mescitler, toplu secde dua evleridir. Mescitlerde dahi yöneliş mescitlere ya da ötedeki tanrıya değil, BEYTULLÂH olan kalpleredir. Salâttaki tesbihat dahi onadır, dıştakine değil. İnsan kalbindeki BEYTULLÂHI göremeden, ötedeki tanrıya tapınarak bu dünyadan ayrılan, sonsuza dek âmâ kalır. BEYTULLÂHın hitabına aç kulağını!
- Kur’ân sana inzâl olmuyorsa, baktığın sayfalar sana ne verebilir ki! “OKU”mak için bütün kalbinle Allâh’a açıl ve hitabını işit ki OKUYASIN!
- Kâbe kendini ziyaret edenlere AYNA oluyor! Orada herkes kendi kalbindekileri yaşıyor. Kimi benliksizliğini, kimi de dünyasındakileri! Ya orada çok güzel şeyler yaşayıp da dönüşte dünyasına dönenler? Allâh’ı bilip de egoyla yaşamayı seçmekten Allâh’a sığının!
- Sabah uyandığında kalbin sevdiğinle olmanın heyecanını duymuyorsa, gerçek sevgiden söz etme. Ona ne isim istersen ver artık!
- Hayvanlar korkutularak yönetilir. İnsansıların aklına hitap edilir. İnsanlar ise kalbi (şuur) ile algılar. Hakikatlerinden sözün kalbedir!
- Akıl çözerek ayakta kalmaya çalışırken; Kalp, hissetmiş ve hedefe varmıştır! Aşk, kalbin hakikatine erme iştiyakıdır!
- İnsanların kalbini okuyamıyorsan onları değerlendirmen için tek yol yaptıklarına bakmaktır. Beşerî kabullerle değerlendiren sonuçta yanılır!
- Kimi aklıyla sever; hatalarıyla kusurlarıyla yanlışlarıyla. Kimi kalbiyle sever; olduğu gibi olumsuz görmeksizin, yapılanları hikmete bağlar.
- Fâni dünyaya ait ne varsa hepsi ilmin metaforik sûretleridir. Metaforlar fânidir! İlim Bâkî’dir! Sûret Kâbe fâni, ilmi varlığı ise Bâkî’dir. Kâbe, insan beyninin zâhir âlemdeki metaforik sûretidir. Bu yüzdendir ki insan kalbine aynadır. “Her an yetmişbin melek gelir Kâbe’yi tavaf eder ve gider bir daha geri gelmez” hadisi insan beynine ulaşan melekî astrolojik etkilere işaret eder. Ölümü tadan metafor dünyadan kendi metaforik dünyasına geçer. Âmâlıktan kurtulmuş olan ilmin dünyasında, basîret âmâsı metafor dünyasındadır. Beynin bilgiyi/datayı sûretlendirerek kişinin dünyasını oluşturduğunu anlamayanın metaforik dünya ve dünyamız konusunu anlaması imkânsızdır.
Soru
-Ra’d ,28 ;”İşte onlar, iman edenler ve kalpleri Allah`ı anmakla huzura kavuşanlardır . Dikkat edin, Kalpler ancak Allah`ı anmakla huzura kavuşur”.
Üstadım , Buradaki “Allah`ı anma”dan ne anlamalıyız?..
Üstad
-“ALLAH İsminin İşaret Ettiği mânâ”yı anlamak için yapılan tefekkür , burada zikir olarak anlatılmakta ve bu tefekkürün sonunda erilen gerçek ile imân ehlinin huzur bulacağına işâret edilmektedir..
“İnsanların, idrâka dayanan ilimden mahrum kalıp ezbere dayanan bilgi birikimiyle mukallit olarak yaşamaması”demektir.
Soru
-“Huzura çıkmak, huzura ermişlerin hakkıdır” ifâdesini nasıl değerlendirebiliriz?..
Üstad
-Allah ile tatmin olmuş kalpler, bulundukları ortamda huzur duyarlar…
Soru
-Efendim, “Yere göğe sığmam müminin kalbine sığarım” hitâbında “El Mümin” ile işaret edilen bilinç galaksiyi mi kapsıyor?
Üstad
-“Kalb” kelimesi tasavvufta ŞUUR anlamındadır… “Kalb sahipleri” denince, yüksek bilinç sahibi kişiler kastedilir… Allah`a iman etmiş kişinin bilinci tüm yaratılmışlara Allah bakışıyla bakar…
Soru
-İlk defa görülen bir müminin karşısında yapılan dua kabul olunur mu?.. O müminin kalbi Beytullah sayılabilir mi?..
Üstad
-O “MÜMİN“i bulursan, evet!… Bunun için “mümin müminin aynasıdır” Hadisinin mânâsını araştır…
AHKAF 46-26 Andolsun ki, size vermediğimiz imkanları onlara verdik… Onlara kulaklar, gözler ve hakikati kavrayacak kalpler oluşturduk… Bile bile Allah`ın işaretlerini inkar etmeleri yüzünden; onların ne kulakları, ne gözleri ve ne de FUADLARı (Esma mana özelliklerini şuura yansıtıcılar-kalp nöronları) onlardan bir şey savmadı! Alay etmekte oldukları şey onları ihata etti!
AHZAB 33-12 Hani münafıklar ve kalplerinde maraz bulunanlar (sağlıklı düşünemeyenler): “Allah ve O`nun Rasulü, bize bir aldanıştan başka bir şey vadetmemiş” diyorlardı.
AHZAB 33-26 Ehl-i kitaptan onlara arka çıkanları da kalelerinden indirdi ve onların kalplerine endişe düşürdü… Bir bölümünü öldürüyordunuz, bir bölümünü de esir ediyordunuz.
AHZAB 33-4 Allah hiçbir erkeğin göğüs boşluğunda iki kalp oluşturmamıştır! Kendilerinden zihar (eşini anası gibi kabullenerek kendine haram kılma) yaptığınız eşlerinizi, analarınız kılmamıştır. Evlatlık kabullendiklerinizi de oğullarınız kılmamıştır. Bunlar boş laflarınızdır! Allah Hakk`ı bildirir; doğru yola O hidayet eder!
AHZAB 33-51 Onlardan dilediğini geriye bırakırsın, dilediğini de yanına alırsın… Uzlet ettiğin (sırasını geri bıraktığın hanımlardan) kimi (tekrar yanına almak) istersen, sana bir vebal yoktur… Bu, onların gözlerinin aydın olmasına, mahzun olmamalarına ve kendilerine verdiğin ile hepsinin razı olmalarına en uygundur… Allah kalplerinizde olanı bilir… Allah Alim`dir, Halim`dir.
AHZAB 33-53 Ey iman edenler… O Nebi`nin evlerine, sizin için bir yemeğe izin verilmeniz dışında, girmeyin… (Bu da) onun (yemeğin pişme) vaktini beklemeksizin-gözlemeksizin (olsun)… Fakat davet olunduğunuzda girin… Yemek yedikten sonra da (ev halkı veya birbirinizle) lakırdıya dalmaksızın dağılın! Muhakkak ki bu (davranışınız-laubaliliğiniz), O Nebi`ye eziyet veriyor, fakat O sizden çekiniyor (bir şey diyemiyor kırmamak için)! Allah, Hakk`ı açığa vurmaktan çekinmez! Onlardan (Nebi`nin eşlerinden) bir şey istediğinizde, onlardan perde arkasından isteyin… işte bu, sizin kalpleriniz için de onların kalpleri için de daha temizdir… Sizin Rasulullah`a eziyet vermeniz de, O`ndan sonra O`nun eşlerini nikahlamanız da ebeden olacak bir şey değildir… Muhakkak ki bu, Allah indinde Azim`dir.
AL-U iMRAN 3-126 Allah bunu size bir müjde olsun ve kalplerinizdeki (hakikatinizdeki) kuvveye mutmain olmanız için yaptı. Yardım ancak ve yalnız Aziz ve Hakim olan Allah indindendir.
AL-U iMRAN 3-151 Kendilerine tanrı oldukları yolunda hiçbir delil inzal edilmemiş olanları, hakikatlerindeki Allah Esma`sına şirk koştukları için, kafirlerin kalplerinde korku oluşturacağız, yaşam ortamları da ateştir. Zalimlerin ulaştığı son ne kötüdür!
AL-U iMRAN 3-7 Hudur; ki sana inzal ettiği BiLGi (Kitap) işaretlerinin bir kısmı muhkemdir (açık-net anlaşılır hükümler ihtiva eden), bilginin (Kitabın) anası-temelidir; diğerleri de müteşabihattır (teşbih-misal benzetme yollu anlatım). Kalplerinde zey (art niyetli, olayı saptırmak isteyen düşünceye sahip) olan kişiler, fitne amaçlı tevilini (yorumunu-neye işaret ettiğini) yapmak üzere müteşabih olanlarıyla hükmederler. Bunların tevilini (kesin olarak ne kastedildiğini) ancak Allah bilir. ilimde Rasih olanlar (derinlikli düşünenler-tahkik ehli): “iman ettik, onların tamamı Rabbimizin indindendir” derler. Derin düşünen akıl sahiplerinden (Ulül Elbab) başkası bunu anlayamaz.
ARAF (A’RAF) 7-100 Helak olan toplumun mirasçısı olan halk (hala) şu gerçeği fark etmedi mi: Eğer dilesek onların suçları yüzünden onlara musibetler isabet ettirir, kalplerini mühürleriz (bilinçlerini kilitleriz) de artık onlar algılayamazlar!
ARAF (A’RAF) 7-101 işte o çeşitli yerleşim alanındakiler ki onların haberlerinden sana art arda anlatıyoruz… Andolsun ki Rasulleri, açık deliller olarak gelmişti… (Fakat) önceden yalanladıklarına (Din`e, B sırrınca) iman etmediler… işte Allah, hakikat bilgisini inkar edenlerin kalplerini böyle mühürler (bilinçlerini kilitler).
ARAF (A’RAF) 7-179 Andolsun ki cinn ve insten çoğunu cehennem yaşamı için yaratıp, çoğalttık… Ki onların kalpleri (şuurları) var, (hakikati) kavrayamazlar; gözleri var bunların, onlarla baktıklarını değerlendiremezler; kulakları var bunların, onlarla duyduklarını algılayamazlar!.. işte bunlar en`am (davarlar) gibidirler; belki daha da şaşkın! Onlar gafillerin (gılaf içinde-kozalarında yaşayanların) ta kendileridir!
BAKARA 2-114 insanları (Esma alemi indinde kişinin yokluğunu yaşaması olan) secde mahallerinde Allah zikrinden (ben yokum sadece Allah var demekten); (sen de varsın diyerek) alıkoyandan ve onların (saf kalplerin, benliğini ilah yaparak) harap olmasına çalışandan daha zalim kim olabilir? Böyleleri oralara korka korka girmelidir. Onlar dünya yaşamında rezil olurlar (hakikati bilenler indinde)… Sonsuz gelecek sürecinde ise feci bir azap beklemektedir onları.
BAKARA 2-125 Biz Beyt`i (Kabe-kalp) insanlara güvenilir sığınak yaptık! İbrahim makamını (Hullet makamı, Esma mertebesi kuvveleriyle tahakkuk makamı) musalla (namazın yaşandığı yer) edinin. İbrahim ve ismail`e: “Beytimi; tavaf edenler, kulluğunu yaşamak için oraya kapananlar ve secde eden rüku edenler için arındırılmış olarak muhafaza edin” dedik.
BAKARA 2-127 Ve hani İbrahim, ismail ile el BEYT`in (Kabe-kalp-şuurun .kat seması) ana duvarlarını yükseltip (şöyle yönelmişti): “Rabbimiz, bizden kabul buyur, şüphesiz ki sen (varlığın hakikati olarak) Algılayan Alim`sin.”
BAKARA 2-204 insanlardan öylesi vardır ki, dünya hayatı hakkındaki sözü senin hoşuna gider ve o kalbindekine Allah`ı da şahit tutar… Oysa o, düşmanlarının en yamanıdır.
BAKARA 2-225 Allah bilmeyerek yaptığınız yeminlerden dolayı sizi sorumlu tutmaz. Fakat kalplerinizin (bilincinizin, haddi aşan) getirisinden muaheze eder. Allah Gafur`dur, Halim`dir.
BAKARA 2-248 Nebileri onlara dedi ki: “Muhakkak ki onun hükümranlığının işareti, o tabutun (kalbin-şuurun) size gelmesidir. Ki onun içinde Rabbinizden bir sekine (iç huzuru-ferahlık), Musa ve Harun neslinden bir geriye kalan (ilim) vardır. Onu melaike (nefsinizdeki Esma kuvveleri) getirecektir. Muhakkak ki bunda kesin açık bir işaret vardır, eğer iman ehli iseniz.”
BAKARA 2-260 Hani İbrahim de:”Rabbim bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster” demişti. Rabbi de: “iman etmedin mi?” demişti. (İbrahim): “Ettim de, kalbimin mutmain olması için (fiilen görmek istedim).” “Kuşlardan dört tür al, onları kendine alıştır, sonra onların her birini dört tepeye koy; sonra da onları kendine çağır. Sana koşarak (uçarak) gelsinler. Bil ki Allah Azizdir, Hakim`dir.”
BAKARA 2-283 Eğer yolculuk halinde olur da katip bulamazsanız, alınmış olan rehinler sözler ile de yetinilebilir. Eğer birbirinize güvendiyseniz, güvenilen o güveni boşa çıkarmasın ve Rabbinden korksun. Şahit olduğunuz şeyi gizlemeyin. Kim şehadetini gizlerse, muhakkak onun kalbi suçludur (kalbi hakikatini yansıtmamaktadır, hakikatinden perdelenmiştir). Allah yapmakta olduklarınızı B işareti kapsamında bilmektedir.
BAKARA 2-7 Allah, onların hakikatlerinin kalplerinden (şuurlarında) açığa çıkışını algılamalarını kilitlemiştir; basiretleri perdelidir. Yaptıklarının sonucu olarak feci bir azabı hak etmişlerdir.
BAKARA 2-74 Bu olayın ardından kalpleriniz yine katılaştı, taş gibi, hatta daha da katı (varlığındaki Hakk`ı açığa çıkaramaz oldu)… Oysa bazı taşlar vardır ki, içinden nehirler fışkırır; ve bazıları da vardır ki şak diye yarılır da ondan su çıkar. Öyle taşlar vardır ki, haşyetullahtan düşüp yuvarlanır… Allah sizden açığa çıkanlardan (varlığınızdaki varlığı nedeniyle) asla perdeli değildir.
BAKARA 2-88 Dediler ki: “Kalplerimiz koza içindedir (hakikatimizi yaşayamayız)!” Hayır, belki de hakikati inkar ettikleri için (lanete uğramışlar) Allah`tan uzak düşmüşlerdir! imanınız ne kadar az!
BAKARA 2-93 Biz sizden söz almıştık, Tur`u üzerinizde kaldırmıştık… “Verdiğimizi özünüzdeki kuvve ile yaşayın, algılayın ve gereğine uyun” (demiştik). Onlar ise: “Algıladık ama kabul etmedik” dediler. Bu inkarları yüzünden kalpleri buzağı sevgisiyle (dışsallıkla) doldu! De ki: “iman edenleriz diyorsanız, imanınızın getirisi de buysa, ne kötü bir şey bu!”
EN’AM 6-110 Onların fuadlarını (Esma mana özelliklerini şuura yansıtıcılar-kalp nöronları) ve gözlerini (görüp değerlendirme) kalbederiz (kilitleriz), başta (mucize gelmeden önce) ona iman etmedikleri gibi! Onları kendi taşkınlıklarında kör ve şaşkın, bocalar durumda, kendi hallerine terk ederiz!
EN’AM 6-113 Ta ki, geleceklerindeki sonsuz yaşam süreçlerine iman etmeyenlerin fuadları (Esma mana özelliklerini şuura yansıtıcılar-kalp nöronları) ona (aldatıcı bilgiye) meyletsin, ondan hoşlansınlar; (buna göre de) yapacaklarını yapmaya devam etsinler.
EN’AM 6-25 Onlardan seni duyanlar vardır… Fakat biz, O`nu algılamalarına engel olması için kalplerinin (şuurlarının-anlayışlarının) üstüne perdeler, kulaklarının içine de (anlayışlarına) ağırlık koyduk! Ne kadar delil görseler yine de iman etmezler… Üstelik sana geldiklerinde seninle tartışan o hakikat inkarcıları şöyle derler: “Bu, öncekilerin masallarından başka bir şey değil!”
EN’AM 6-43 Bari azabımız onlara geldiğinde alçak gönüllülük ile yaklaşsalardı ya! Fakat kalpleri katılaştı (bilinçleri kilitlendi) ve şeytan da (vehimleri de) yaptıkları amelleri kendilerine süslü gösterdi.
EN’AM 6-46 De ki: “Düşünün bakalım, eğer Allah işitmenizi (algılamanızı) ve gözlerinizi (görmenizi) alsa, kalplerinizi (şuurunuzu) kilitlese, Allah`ın gayrı olarak onu size getirecek bir tanrı mı var?” Bak nasıl işaretleri farklı şekillerle anlatıyoruz, sonra (buna rağmen) onlar yüz çevirip ayrılıyorlar.
ENFAL 8-10 Allah bunu ancak bir müjde olsun ve onunla kalpleriniz mutmain olsun diye yaptı… Yardım, zafer ancak Allah indindendir… Muhakkak ki Allah Aziz`dir, Hakim`dir.
ENFAL 8-12 Hani Rabbin melaikeye şöyle vahyetmişti: “Muhakkak ben sizinle beraberim (Allah melekle yan yana olmayacağına göre; anlatılmak istenen {tasavvufta maiyet sırrı diye bahsedilen}: meleklerin, kendilerindeki kuvvet ve kudretin Allah`ın kuvvet ve kudreti bilincini taşıdıkları realitesine işaret olunmaktadır)… iman edenleri sabitleyin… Hakikat bilgisini inkar edenlerin kalplerinde korku oluşturacağım… (Onların) boyunlarının üstüne vurun (vehim üzere sabitleyin) ve onların her parmağına darbedin.”
ENFAL 8-24 Ey iman edenler… Sizi, sizi dirilten şeye (hakikat ilmine) çağırdığında, Allah ve Rasulünün davetine uyun! iyi bilin ki (davet edildiğinize uymazsanız) Allah (El-Esma manalarının açığa çıkışı olan Sünnetullah getirisi) kişinin bilinci ile kalbi (hakikatinden kaynaklanan Akl-ı küll) arasına girip engel olur… Siz O`na haşrolunacaksınız.
ENFAL 8-63 (iman edenlerin) kalplerini, verdiği paylaşım sevgisi ile tek kalp gibi yapmıştır! Şayet sen yeryüzünde ne varsa toptan bağışlamış olsan, onların kalplerinin arasını birleştiremezsin… Fakat Allah onların arasını ülfetle birleştirdi… Muhakkak ki O, Aziz`dir, Hakim`dir.
ENFAL 8-70 Ey Nebi! Esirlerden elinizde bulunanlara de ki: “Eğer Allah kalplerinizde bir hayır (iman) bilirse, size, sizden alınandan daha hayırlısını verir ve sizi bağışlar! Allah Gafur`dur, Rahim`dir.”
FETiH 48-18 Andolsun ki Allah, o ağacın altında sana biat ettiklerinde iman edenlerden razı oldu, onların kalplerinde olanı bildi de, üzerlerine sekine (huzur) inzal etti ve kendilerine feth-i karib (yakin açıklığı) verdi.
FETiH 48-26 O zaman hakikat bilgisini inkar edenler, kalplerine hamiyeti (köylülük-cahillik gururu), cahillik tutuculuğunu (yeniye kapalılık) yerleştirmişlerdi… Allah, Rasulüne ve iman edenlere sekine inzal etti ve onları kelime-i takva (la ilahe illallah) anlayışında sabitledi… Onlar bu sözü bizatihi yaşayarak hak etmiş ve ehil kimselerdi… Allah her şeyi Alim`dir.
FETiH 48-4 imanlarının kat kat artması için, iman edenlerin kalplerine sekine (sükun, güven duygusu) inzal eden “Hu”dur! Semalar ve arzın orduları Allah içindir! Allah Alim`dir, Hakim`dir.
FURKAN 25-32 Hakikat bilgisini inkar edenler dediler ki: “O`na Kuran`ın (Beniisrail kitapları gibi) hepsi birden tenzil edilmeliydi!”… (Oysa) böylece O`nunla, senin Fuadını (Esma mana özelliklerini şuura yansıtıcılar-kalp nöronları) sabitlemek için (böyle tenzil ettik) ve (hakikatinde, her birinin kuvvelerini ayrı ayrı bulman için) bölümler halinde okuttuk.
HAC 22-33 Onlarda sizin için belli bir ömür süresince faydalar vardır… Sonra onların varacakları yer Beyt-i Atik`tir (en eski şerefli hür ev-Beytullah-kalp).
HAC 22-46 Değerlendirecek şuurları yahut algılayacak kulakları yok muydu ki, arzda gezip ibret almadılar! Gerçek ki gözler kör olmaz, içlerindeki kalp gözleri körleşir!
HADiD 57-16 iman edenler için vakti gelmedi mi ki Allah`ın zikri (hatırlanışı) ve Hak`tan inzal olana kalpleri bilinçleri huşu duysun; daha önce kendilerine kitap verilenler gibi olmasınlar (ibadetleri adete dönüşmesin, çalışmalarını düşünerek hissederek yapsınlar)! Onların (israiloğullarının) üzerlerinden uzun müddet geçmişti de (ibadetleri adete dönüşmüştü), bu yüzden kalpleri katılaşmıştı (yaptıklarını düşünüp hissedip yaşamadan, adet diye yapmaya başlamışlardı)! Onlardan (Yahudilerden) çoğunun inançları bozuktur!
HADiD 57-27 Sonra Rasullerimizle onların eserleri üzere takviye ettik! Meryem`in oğlu isa ile de takviye ettik; Ona incil`i (müjde olan BiLGi) verdik… Ona tabi olanların kalplerinde şefkat, sınırsız hoşgörü ve rahmet ve Ruhbaniyet (Allah`a ermeyi) oluşturduk; bu amaçla yaptıkları ruhbaniyet çalışmalarını ise (çok büyük korku dolayısıyla sırf uhrevi-ruhani yaşama dönük çalışma) onlar uydurdular! (Oysa) onu (Ruhbaniyeti) onlara mükellef kılmamıştık. Ancak Allah`ın rıdvanını (cennet nimetlerini) talep etmek için bunu başlattılar… (Ama) ona hakkıyla da riayet etmediler! Onlardan iman edenlere ecirlerini verdik… (Ancak) onlardan (ruhbanlardan) çoğunun inancı bozuktur!
HAŞR 59-10 Onlardan, sonra gelenler şöyle derler: “Rabbimiz! Bizi ve imanda bizden öne geçmiş olan kardeşlerimizi mağfiret et, kalplerimizde iman etmiş olanlar için hatalı düşünce ve duygu oluşturma… Rabbimiz! Muhakkak ki sen Rauf`sun, Rahim`sin.”
HAŞR 59-2 O, odur ki, Ehl-i Kitap`tan hakikat bilgisini inkar edenleri, savaş için toplandıklarında (daha savaşmadan) yurtlarından çıkardı… Siz onların (yurtlarından) çıkacaklarını sanmamıştınız… Onlar da kalelerinin (kendilerini) Allah`tan (gelene) mani olacağını zannetmişlerdi! Allah onlara hiç ummadıkları yerden geldi ve kalplerine korku attı! Kendi elleriyle ve iman edenlerin elleriyle evlerini tahrip ediyorlardı! Ey basiret sahipleri ibret alın!
HUD 11-75 Muhakkak ki İbrahim, yumuşak ve hassas kalpli, Rabbine dönük olan biriydi.
HiCR 15-12 işte Onu suçluların kalplerinde böylece ilerletiriz.
KEHF 18-14 Onların kalplerine rabıta koyduk (şuurlarını, müşahede halinde devamlı kıldık)! işte (o delikanlılar) ayağa kalktılar da şöyle dediler: “Rabbimiz (aslımız olan El Esma mertebesi), semaların ve arzın Rabbidir (varlıkta olan her şeyi El Esma`sıyla oluşturandır)! O`nun dununda (o kavrama denk olmayan) ilah (varlıkta tasarruf eden) kabul edemeyiz!.. Andolsun, bunun aksini dillendirirsek o takdirde akıl ve mantığın alamayacağı kadar saçma bir laf etmiş oluruz.”
MAiDE 5-113 Dediler ki: “isteriz ki o sofradan yiyelim (o ilimleri uygulayalım), kalplerimiz mutmain olsun (açıkladıklarına yakin oluşsun); senin bize (mutlak) hakikati açıkladığını bilelim ve ona şahitlerden olalım.”
MAiDE 5-13 Ahdlerini bozmaları ile onları lanetledik ve kalplerini katılaştırdık (anlayışlarını kilitledik)! Kelimelerdeki manaları asıl anlamlarından saptırırlar. Uyarıldıkları hakikatlerden haz almayı unuttular… Pek azı hariç, onlardan daima hainlik görürsün… Onları affet, aldırma! Muhakkak ki Allah ihsan sahiplerini sever.
MAiDE 5-41 Ey Rasul! Kalpleriyle (şuurlu olarak-anlamını hissedip yaşayarak) iman etmedikleri halde, ağızlarıyla “iman ettik” diyenlerden küfürde koşuşanlar, seni mahzun etmesin… Yahudi olanlardan öylesi var ki, yalan uydurmak için dinleyen veya sana gelmemiş bir topluluk adına (aracı olarak) dinleyendir… Yerli yerince söylenen Kelimeleri tahrif ederek, “Size şu verilirse alın, eğer o verilmez (Allah hükmü ile hükmedilir) ise sakın yanaşmayın” derler… Allah bir kimsenin dalaletini dilerse, artık onun için sen Allah`tan bir şey bekleyemezsin… işte onlar, Allah`ın kalplerini arındırmayı dilemediği kimselerdir… Dünyada onlar için rezillik vardır… Sonsuz gelecek sürecinde de onlar için çok büyük azap vardır.
MU’MiNUN 23-78 Hudur ki; sizin için sem` (algılama melekesi), basarlar (gözler) ve fuadlar (Esma mana özelliklerini şuura yansıtıcılar-kalp nöronları) inşa etti… Ne az şükrediyorsunuz!
MUHAMMED 47-16 Onlardan kimi de (gelip) seni dinler… Nihayet senin yanından çıktıklarında kendilerine ilim verilmiş olanlara dediler ki: “Az önce ne dedi?” (Anlatılan, taşa yağmış yağmur misali akıp gitti. A.H.)… işte bunlar Allah`ın kalplerini tab`ettiği (şuurlarını örttüğü-bilinçlerini kilitlediği); sonu boş arzu ve heveslerine tabi olmuş kimselerdir.
MUHAMMED 47-20 iman edenler: “(Savaş hükmünü ihtiva eden) bir sure tenzil edilmeliydi?” der… Hükümleri açık bir sure inzal edilip de, içinde savaştan söz edildiğinde; kalplerinde hastalık (şirk, nifak) olanları, ölüm korkusuyla baygınlık geçirenin baktığı gibi bakar görürsün! (Oysa) onlar için hayırlı olan budur.
MUHAMMED 47-24 Kuran`ı derinlemesine-sistemli düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpleri (şuurları) kilitlerle (yanlış değer yargıları ile) mi kilitli!
MUTAFFiFiN 83-14 Hayır (asla)! Aksine yaptıklarının getirileri onların kalplerinin üzerini (bir pas gibi) örtmüştür.
MÜCADELE 58-22 Esma`sıyla hakikatleri olan Allah`a ve sonsuz yaşam sürecine iman eden bir topluluğu, Allah ve Rasulü ile zıtlaşanlarla sevişir bulamazsın! Bunlar, onların babaları, yahut oğulları, yahut kardeşleri veya aşiretleri olsalar bile! işte bunlar kalplerinin içine imanı yazdığı (şuurlarında imanı yaşattığı) ve tarafından ruhu olarak teyit ettikleridir! Onları, içinde ebedi kalıcılar olmak üzere, altlarından nehirler akan cennetlere dahil eder. Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah`tan razı olmuş halde… işte bunlar Hizbullah`tır (Allah taraftarları)… Dikkat edin, muhakkak ki Hizbullah kurtuluşa erenlerin ta kendileridir!
MÜDDESSiR 74-31 Nar ashabını sadece meleklerden oluşturduk! Onların sayısını da hakikat bilgisini inkar edenler için yalnızca sınav objesi olarak meydana getirdik! Kendilerine kitap (Bilgi) verilenler yakinen bilsin ve iman edenlerin de imanları artsın; kendilerine kitap verilmiş olanlar ve iman edenler de kuşkuya düşmesinler diye! Kalplerinde hastalık bulunanlar (sağlıksız düşünenler) ve hakikat bilgisini inkar edenler de: “Allah bu işaretle neyi murat etti?” desinler diye… işte böylece Allah, dilediğini saptırır ve dilediğini hakikate erdirir. Rabbinin ordularını sadece “Hu” bilir! Bu beşer için yalnızca bir hatırlatmadır (zikirdir).
MÜLK 67-23 De ki: “Sizi inşa eden ve sizin için algılama kuvvesi, idrak kuvvesi (basiret) ve FUADLAR (Esma mana özelliklerini şuura yansıtıcılar-kalp nöronları) oluşturan “Hu”dur! Ne kadar az şükrediyorsunuz (değerlendiriyorsunuz)!”
MÜNAFiKUN 63-3 Bunun sebebi şudur: iman ettiler, sonra küfür ettiler (iman ettik dedikleri gerçeği inkar ettiler)… Bu yüzden kalpleri (anlayışları) kilitlendi! Bu yüzden, (inkarları kilitlenmeyi oluşturduğu için) onlar (Risalet işlevini) kavrayamazlar!
MÜRSELAT 77-5 Hatırlatıcıyı ilka edenlere (şuurda açığa çıkaran kuvveler. Mele-i ala. Alun melekler. “ilka” da, “lika” da aynen “nefh” gibi derundan zahire ya da içten dışa doğru “şuurda” oluşan bir hal, hissediştir. Ahfa – Hafi {Sıfat tecellisi} – Sır {Esma tecellisi} – Ruh {Fuad-Esma manaları yansıtıcısı} – Kalp {Şuur} – Nefs {Bilinç} sıralamasında, Ruh`tan kalbe yansımaları anlatır. “Halife-insan” bu mertebelerin tamamıdır ya da bu bütünlüğe “insan” adı verilmiştir; denebilir. Bundan yukarısının ise dile gelip anlatılması doğru değildir, denir. Allahu alem! A.H.)!
NAHL 16-106 Kalbi imanla mutmain olduğu halde, (küfre) zorlanan hariç, kim imanından sonra Allah`a küfrederse ve küfre sinesini açar ise, işte Allah gazabı onun üzerinedir! Kendilerine çok büyük azap vardır.
NAHL 16-78 Allah sizi analarınızın karınlarından bir şey bilmez bir halde çıkardı… Değerlendirerek şükredenlerden olasınız diye, size sem` (algılama), basarlar (görüp değerlendirme) ve fuadlar (Esma mana özelliklerini şuura yansıtıcılar-kalp nöronları) verdi.
NUR 24-35 Allah, semaların ve arzın nurudur (NuR ilimdir, semalar ve arzın hakikati ilimden ibarettir)! O`nun nurunun (ilminin varlığı ve açığa çıkışı) misali şuna benzer: içinde lamba (bilinç) bulunan bir kandil (beyin) gibidir… O lamba da bir sırça (kalp-şuur) kapsamındadır! O sırça (şuur) sanki inciden bir yıldız (yaradılış amacına göre işlevlenmiş Esma bileşimi) gibidir ki, doğu ve batıya (mekan ve zamana) ait olmayan mübarek bir ağaçtan (insani hakikatin), yani zeytinden (TEK`lik şuuruna sahip olması) tutuşturulur! O ağacın yağı (şuurdaki hakikat müşahedesi) neredeyse kendisine bir nar (arınma çalışmaları) dokunmasa da ışık saçar! Nur`un ala nur`dur (Esma ilminin birimsel ilim suretinde açığa çıkışı)… Allah (insanın hakikati olan Esma mertebesi) dilediği kimseyi kendi nuruna (kendi hakikati ilmine) erdirir! Allah insanlar için misaller veriyor… Allah her şeyi (Esma özellikleriyle, o şey olduğu için) Bilen`dir.
NUR 24-37 (Onlar o) Ricaldir ki, kendilerini ne ticaret ne de (dünyevi) alışveriş Allah`ın Zikri`nden (hakikatlerini hatırlamaktan engelleyip), salatın ikamesinden (hakikatini yaşamaktan) ve zekatı vermekten (kendisindekini karşılıksız paylaşmaktan) alıkoymaz! Onlar, kalplerinde (şuurlarında açığa çıkan içsellikteki hakikat) ve gözleriyle görecekleri (afakta müşahede edilecek dışsal gerçeklik) nedeniyle, dönüşülecek süreçten korkarlar.
NiSA 4-155 Ahdlerinden dönmeleri, Allah`ın işaretlerindeki varlığını (Esma`sının açığa çıkışı olan işaretleri) inkar etmeleri, Hakk`ın muradına karşı Nebileri öldürmeleri ve “Kalplerimiz kılıflıdır” (şuurlarımız koza içindedir) demeleri yüzünden, yaptıklarının karşılığını verdik. Bilakis inkarları yüzünden anlayışlarını kilitledik! Artık pek azı hariç, iman etmezler!
NiSA 4-63 işte onlar, Allah`ın kalplerindekini bildiği kişilerdir. Onun için sen söylediklerine aldırma ve onlara öğüt ver ve nefsleri hakkında içlerine işleyecek açıklıkta söz söyle.
SAFF 61-5 Hani Musa kavmine dedi ki: “Ey kavmim… Size (irsal olmuş) Rasulullah olduğumu bildiğiniz halde niçin bana eziyet ediyorsunuz?”… Onlar (Hak`tan) saptıklarında, Allah onların kalplerini (Hak`tan) döndürdü (gerçeği algılayamazlar artık)! Allah inancı bozulmuş toplumu hakikate erdirmez!
SAFFAT 37-84 Rabbine selim bir kalp ile (şuurunda Esma hakikatini yaşamakta olarak) yönelmişti!
SECDE 32-5 Emri (hükmü) semadan (dışsal olarak; burçlar diye tanımlanan Esma özelliklerinin açığa çıkmasıyla oluşan yapılardan yayılan kozmik dalgalardan bilinci etkileyerek; ya da, içsel olarak, holografik gerçeklik gereği kalp nöronlarının yansıtmasıyla şuurda açığa çıkan Esma mertebesinden. A.H.) arzı (yeryüzü veya bedeni) tedbir eder… Sonra miktarı, bin sene olan süreç içinde O`na uruc eder (ruh beden yaşam boyutuna yükseliş veya boyutsal aslına dönüş. A.H.).
SECDE 32-9 Sonra onu (beyni, Esma manalarını açığa çıkaracak şekilde) tesviye etti ve onda kendi ruhundan nefhetti (nefh = üfleme içten dışadır; nefholan yani açığa çıkarılan Esma manalarının özellikleridir ki, varlık alemindeki “Allah`ın ruhu” diye işaret edilen de budur Allahu alem)… Sizin için sem` (algılama), basarlar (gözler-görme) ve FUADLAR (Esma mana özelliklerini şuura yansıtıcılar-kalp nöronları) oluşturdu… Ne az şükrediyorsunuz (değerlendiriyorsunuz)!
TAHA 20-117 Dedik ki: “Ey Adem, kesinlikle şu (iblis, vehmini tahrik eden kendini beden kabul etme fikri) senin ve eşin (bedenin) için bir düşmandır! Sakın sizi (kendinizi şuur {meleki yapı – kuvve} olarak yaşadığınız) cennetten (bedenselliğe – bilinç yaşamı boyutuna) çıkarmasın; sonra şaki (kendini beden sınırlamasının mutsuzluğu içinde bulan ve bunun sonuçlarını yaşayarak yanan) olursun!” NOT: Burada anlatılmak istenen, müşahedemizdekine göre özetle şudur: Adem ismiyle işaret edilen, yokken, Allah Esma`sının ihtiva ettiği ruh {manalar bütünü} üflenerek, bir “şuur varlık” halinde beyinden yani madde bedenden açığa çıkarılmıştır. Beyin bu açığa çıkarılışı kabul edecek şekilde `tesviye` edildikten sonra, açığa çıkan bu El Esma ruhu olan şuur varlık, meleki bir yapı-boyut olarak cinsiyetsizdir. Ne var ki iblis diye tanımlanan cin türünün, {göze göre görünmez} ışınsal bedenli varlığın, beyinde impulse ile oluşturduğu, kendini beden olarak kabullenme fikriyle, şuurun hakikati örtülmüş; kendisini eşi diye tanımlanmış olan beden kabulü noktasına indirmiştir. Beyin, yapısı itibarıyla, veri tabanını oluşturan genetik bilgiler, şartlanmalar, değer yargıları ve bunun getirisi duygular ile çeşitli fikirler doğrultusunda açığa çıkan bilincin, akıl kuvvesini değerlendirmesiyle yaşar. Bilincin şuur boyutunu oluşturan Allah Esma`sına `iman` etmesi ve buna göre yaşaması teklif edilmekte ve işin doğrusunun bu olduğu `hatırlatılmaktadır`. Şuur ise bu bağlardan öte, hakikati Allah ilmine uzanan meleki kuvve-nurdur. Şuur, kalp veya daha deriniyle hakikati hissetmesi itibarıyla `fuad` (Esma mana özelliklerini şuura yansıtıcılar-kalp nöronları) diye anlatılır. Şuurun, eşi olarak kendisine geçici süre verilmiş olan beden ise, kah maddeden meydana gelmesi itibarıyla `arzın dabbesi`, kah bedendeki hayvanlarla ortak özellikler dolayısıyla `enam`, kah da şuurun meleki vasfını sınırlaması veya örtmesi fikrini beyinde tetiklemesi itibarıyla `şeytan` diye tanımlanmıştır. “insan” diye tanımlanmış “şuur”, kendi orijin yapısını, bedende gözünü açması dolayısıyla da unutmuş, `hatırlamaz` olduğu için `zikir-hatırlatıcı` gönderilmiştir. Kuran bilgisi, `zikir` yani `hatırlatıcı`dır. insana hakikatini hatırlatmak içindir. Beyin-beden kabulünün getirisi sınırlı-kayıtlı cehennemi bedensel yaşam; şuur boyutundaki meleki boyuttaki seyir ise cennet yaşamı olarak tanımlanmaktadır. Bütün bu olaylar ve cennet-cehennem tasvirleri bir kısım ayetlerde vurgulandığı üzere, tamamıyla misal yollu benzetme ve işaret yollu anlatımdır. Cennet şuur yaşamı ve şuurdan, El Esma özelliklerinin açığa çıktığı bir yaşam olduğu içindir ki; biyolojik-hayvansı beden var olmadığı ve dahi söz konusu olmadığı içindir ki; buna dair oluşlar da o boyutta yer almaz. Onun için cennetin gerçekte, çok algı dışı bir yaşam boyutu olduğuna işaret edilmiştir. Konunun detayları ayrı bir kitap mevzuudur. Ancak Kuran`daki işaretlerin yerli yerinde değerlendirilip anlaşılması için bu kadar bir özet anlayışımızı buraya eklemeyi uygun gördüm. Eksik veya yanlış müşahedem oluşmuşsa bağışlanma dilerim. Hakikatini bilen Allah`tır. A.H.)
TAHRiM 66-4 Eğer ikiniz (Ayşe ve Hafsa) Allah`a tövbe ederseniz (ne ala); (yoksa) gerçekten kalpleriniz (Hak`tan) kaymış bulunuyor… Eğer O`nun aleyhine olarak birbirinize destek olursanız, muhakkak ki Allah, O`nun Mevla`sıdır; Cibril de, iman edenlerin salihi de (Ayşe`nin babası Hz. Ebu Bekir; Hafsa`nın babası Hz. Ömer). Ondan sonra melaike de yardımcı olandır.
TEVBE 9-110 Onların kurdukları mescidleri; kalpleri parçalanmadıkça, içlerinde bir kuşku olarak devam edecektir… Allah Alim`dir, Hakim`dir.
TEVBE 9-114 Babası için İbrahim`in istiğfarı, ancak ona verdiği bir söz yüzünden idi… Onun bir Allah düşmanı olduğu açıkça kendisine belli olunca, ondan uzaklaştı… Muhakkak ki İbrahim ince kalpli ve hilm sahibiydi.
TEVBE 9-117 Andolsun ki Allah, fazlını nasip etti… Hz. Rasullullah`a da, o güçlük saatinde O`na tabi olan muhacirler ile ensara da; içlerinden bir bölümünün kalpleri neredeyse kaymak üzere iken tövbeye (yanlışlarından dönmeye) muvaffak kıldı. Sonra onların tövbelerini kabul etti… O, onlarda Rauf`tur, Rahim`dir.
TEVBE 9-15 Kalplerindeki kin ve öfkeyi gidersin… Allah dilediğinin tövbesini kabul eder… Allah Alim`dir, Hakim`dir.
TEVBE 9-64 Münafıklar, kalplerinde olanı onlara haber veren bir surenin üzerlerine inmesinden çekinirler! De ki: “Eğlenin bakalım! Muhakkak ki Allah o çekindiğiniz şeyi ortaya çıkartır.”
TEVBE 9-8 (Onlarla antlaşma mı) nasıl? Eğer, size üstünlük sağlasalardı sizin hakkınızda ne yemin gözetirlerdi ne de zimmet (sözleşme sorumluluğu)! Lafla sizi razı ederler, ama kalpleri kaçınır! Onların çoğunluğu bozuk inançlıdır!
TEVBE 9-87 Savaşa katılmayıp geride kalan kadınlar, çocuklar, acizler ile beraber olmaya razı oldular… Kalplerine mühür vuruldu (anlayışları kilitlendi)! Artık onlar anlayamazlar!
TEVBE 9-93 Ancak şunlar sorumlu tutulabilirler: Zengin oldukları halde (seninle cihada çıkmamak için) izin isterler… Onlar savaşa katılmayıp; geride kalan kadınlar, çocuklar, acizler ile beraber olmaya razı oldular… Allah da kalplerini mühürledi (şuurları kilitlendi)… Artık onlar (hakikati) bilmezler.
YUNUS 10-74 Ondan (Nuh`tan) sonra nice toplumlara, apaçık deliller (muhtevası özel Esma manaları) olan Rasuller ba`settik… Daha önceden yalanlamış oldukları şeye (gene) iman etmediler… işte haddi aşanların kalpleri üzerine böyle mühür vururuz (şuurları kilitlenir)!
YUSUF 12-30 O şehirdeki kadınlar arasında yayıldı: “Aziz`in karısı hizmetlisini ayartmak istemiş! Yusuf`un muhabbeti kalbinin içine işlemiş! Apaçık sapıklık içinde görüyoruz onu!”
ZÜMER 39-22 Allah kimin derununu islam`ı kavrayacak şekilde genişletti ise, o Rabbinden bir nur üzere değil midir? Allah`ın zikrinden (hatırlattığından) kalpleri kasavetlenene (bilinçleri kilitlenenlere) yazıklar olsun! işte onlar apaçık şekilde (hakikatten) sapmayı yaşamaktadırlar!
iNSAN 76-5 Muhakkak ki Ebrar (iyiler), mizacı (özelliği) kafur (kalbe kuvvet veren bir içecek) olan bir kaseden içerler.
iSRA 17-36 Hakkında ilmin olmayan şeyin ardına düşme (zanla karar verme)! Muhakkak ki sem` (algılama), basar (değerlendirme) ve fuad (Esma mana özelliklerini şuura yansıtıcılar-kalp nöronları), işte onların hepsi ondan mesuldür (Şuur algılayıp değerlendirerek hakikatini yaşamak mecburiyetindedir. Kendini zanna dayalı verilerle duyularına kaptırırsa sonucunu yaşar)!
iSRA 17-46 Şuurlarını (kalplerini), Onu anlamalarına engel olan (batıla kilitlenme) örtüsüyle örter; kulaklarına da ağırlık koyarız (algılayamazlar)! Kuran`da, Rabbini TEK`liği ile andığında, nefretle geriye dönüp giderler.
ŞUARA 26-194 Senin kalbine (şuuruna) ki, (bu bilgiye dayalı olarak) uyarıcılardan olasın!
ŞUARA 26-89 Sadece, Allah`a kalb-i selim (şuurunda hakikat açığa çıkmış olan) ile gelmiş kimse müstesna!
ŞURA 42-24 Yoksa “Allah hakkında bir yalan uydurdu” mu diyorlar? Eğer Allah dilerse senin kalbini (şuurunu) kilitler! Allah batılı mahveder ve kendi kelimeleri olarak Hakk`ı sabit kılar! Muhakkak ki O, Esma`sıyla Zat`ınız olarak Alim`dir!
Enes r.a. şöyle demiştir:
Rasûlullah (salla`llâhu aleyhi ve sellem) sık, sık:
– Ey kalbleri çeviren ALLAH, kalbimi dinin üzerine sâbit kıl! diye dua ederdi.
Biz de kendisine:
-Ya Rasûlullah, sana ve getirdiklerine iman ettik, bizim için (hâlâ) korkuyor musun? diye sorduk.
– Evet, çünkü kalbler, ALLAH`ın parmaklarından ikisinin arasındadır; dilediği gibi onları çevirir, buyurdu. (Tırmizî)
Müslim`in lafzı şöyledir:
-İnsan oğullarının kalblerinin hepsi bir tek kalp gibi, Rahman olan ALLAH`dan iki parmağı arasındadır; dilediği gibi onu çevirir
2 – Ebu Sa’îd İbnu Mâlik İbni Sinân el-Hudrî (radıyallahu anh) hazretleri demiştir ki: “Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdular: “Kalbinde zerre miktarı iman bulunan kimse ateşten çıkacaktır.”
Ebu Sa’îd der ki: “Kim (bu ihbarın ifade ettiği hakikatten) şüpheye düşerse şu ayeti okusun: “Allah şüphesiz zerre kadar haksızlık yapmaz…” (Nisa, 40).
Tirmizî Sıfatu Cehennem 10, (2601).
Tirmizî hadis için “sahihtir” demiştir.
50 – Nevvâs İbnu Sem’ân (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Allah, bize iki tarafında iki ev bulunan bir doğru yolu misal veriyor. -Bir rivayette iki ev değil “İki sur” denmiştir- Bu evlerin açık olan kapıları vardır. Kapıların üzerine de perdeler çekilmiştir. Biri yolun başında, biri de onun yukarısında durmuş iki dâvetçi (gelip geçenlere) şu dâveti okuyorlar: “Allah cennete çağırır, dilediğini doğru yola eriştirir” (Yunus, 25).
Yolun iki yakasındaki kapılar ise Allah’ın hududu (yani yasakları)dur. Hiç kimse perdeyi açmadan bu yasaklara düşmez. Kişinin yukarısındaki davetçi, Rabbisinin vâiz’idir”
Tirmizî, Emsâl 1 (2863).
Rezîn, bu temsili, İbnu Mes’ûd tarafından rivayet edilen bir hadisle açıklar: Doğru yol; “İslâm’dır, kapılar; Allah’ın haramlarıdır, perdeler; Allah’ın hudududur (yasaklar); yolun başındaki dâvetçi; Kur’ân-ı Kerîm’dir. Bunun yukarısındaki davetçi; her mü’minin kalbinde yerleştirilmiş olan (bazan vicdan, bazan sağ duyu diye ifade edilen) hakkâniyet duygusu ki, buna bazı hadislerde lümme-i melekîye de denmiştir vâizullah’tır.”
507 – İbnu Mes’ud (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Şeytan da, melek de insanoğluna sokularak onun kalbine birtakım şeyler atarlar. Şeytanın işi kötülüğe çağırmak, sonu fena ve zararlı olan şeylere teşvik etmek ve hakkı yalanlamak, haktan uzaklaştırmaktır. Meleğin işi hak ve hayra, iyiliğe çağırmak ve kötülükten uzaklaştırmaktır. Kim içinde hakka, hayıra, iyiliğe çağıran bir ses duyarsa bilsin ki bu Allah’tandır ve hemen Allahu Teala’ya hamdetsin. Kim de içinde şerr ve inkâra çağıran bir fısıltı duyarsa ondan uzaklaşsın ve hemen şeytandan Allah’a sığınsın.” Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu sözlerine şu meâldeki âyeti ekledi: “Şeytan sizi fakir olacaksınız diye korkutur, size cimriliği emreder..” (Bakara 268).
Tirmizî, Tefsir, (2991).
645 – Sevbân (radıyallahu anh) anlatıyor: “Altın ve gümüşü biriktirip Allah yolunda sarfetmeyenlere can yakıcı bir azabı müjdele” ayeti nazil olduğu zaman biz, Hz. Peygamber’le bir seferde bulunuyorduk. Ashabından bazısı: “Ayet altın ve gümüş hakkında indi, hangi malın daha hayırlı olduğunu keşke bilseydik?” dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şu cevabı verdi: “(Sahip olunan şeylerin en efdali: Zikreden bir dil, şükreden bir kalb, kocasının imanına yardımcı olan sâliha bir zevcedir.”
Tirmizi, Tefsir, Berâe (3093).
756 – Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki: “Her şeyin bir kalbi vardır. Kur’ân’ın kalbi de Yâ-Sîn’dir. Kim bu sureyi okursa, Cenab-ı Hakk, bu okuması sebebiyle kendisine, Kur’ân-ı Kerim’i -Yâ-Sîn hariç- on kere okumuş sevabını verir. “
Tirmizî, Sevâbu’l-Kur’ân 7, (2889).
797 – İbnu Mes’ud (radıyallahu anh), Necm suresinde geçen, “İki yay kadar, yahud daha yakın oldu”; keza, “Onun gördüğünü kalb yalan çıkarmadı”; keza, “Andolsun ki, O, Rabbinin en büyük âyetlerinden bir kısmını görmüştür” (Necm, 9, 11, 18) âyetlerinde Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’in Cibril (aleyhisselam)’i altı yüz kanadıyla gördüğüne işaret bulunduğunu söylemiştir.
Buharî, Tefsir, Necm 1, Bed’ü’l-Halk 6; Müslim, İman 280-282 (174); Tirmizî, Tefsir, Necm (3279).
812 – İbnu Mes’ud (radıyallahu anh) anlatıyor: “Müslüman olmamızla Cenâb-ı Hakk’ın bizi, “İman edenlerin gönüllerinin Allah’ı zikretmek üzere yumuşaması ve ondan gelen hakikate bağlanması zamanı daha gelmedi mi? Onlar, daha evvel kendilerine kitap verilip de üzerlerinden uzun zaman geçmiş, artık kalbleri kararmış bulunanlar gibi olmasınlar. Onlardan birçoğu fasıklardı” (Hadid, 16) meâlindeki âyetle azarlaması arasında dört yıllık zaman mevcuttur.”
Müslim, Tefsir 24, (3027).
813 – İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ), “Yeryüzünü, öldükten sonra Allah’ın tekrar dirilttiğini bilin, akledersiniz diye size delillerimizi açıkladık”(Hadid, 17) meâlindeki âyetle ilgili olarak şöyle buyurdu: “Allah kalbleri kasavet ve katılıktan sonra yumuşatır, (tevhid hususunda) mutmain ve (Rabbine) yönelmiş kılar. Ölmüş kalpleri ilimle, hikmetle diriltir (Ayet bu mânayı ders vermektedir). Arzın yağmurla diriltilmesi zaten gözle görülen bir durumdur.”
Rezîn’in ilâvesidir. ed-Dürrü’l-Mensûr İbnu’1-Mübârek’in rivayeti olarak kaydetmektedir (6,175).
833 – Alkame hazretlerinin İbnu Mes’ud (radıyallahu anh)’dan naklettiğine göre, İbnu Mes’ud, “…Kim Allah’a iman ederse (Allah) onun kalbini doğruya götürür..” (Teğâbün,11) meâlindeki âyetle ilgili olarak şu açıklamayı yapmıştır: “Bunlar kişinin mâruz kaldığı musibetlerdir. İnanan kişi, (Allah’ın lütfu ve keremi ile) bu musibetlerin Allah’tan olduğunu bilir, Allah’ın takdirine teslimiyet gösterip, razı olur (ve Sabreder).”
Buharî, Tefsir, Tegabün 1.
850 – İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ), “Ey Muhammed! Cebrail sana Kur’ân okurken, unutmamak için acele edip onunla berâber söyleme (sadece dinle)” (Kıyâmet 16) meâlindeki âyet hakkında şu açıklamayı yaptı: “Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) vahiy geldiği zaman büyük bir şiddet (ve ağırlık) hissederdi. Bunun tesiriyle dudaklarını kımıldatırdı. Bunun üzerine şu âyet indi. (meâlen): “(Ey Muhammed, Cebrail sana Kur’an okurken acele edip onunla berâber söyleme (sâdece dinle). Onu toplamak ve okutmak bize âittir” (Kıyamet 16).
İbnu Abbâs devamla der ki: “Ayette geçen “onun toplanması” tâbirinden murad “(yeni nâzil olan) âyetin Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’in kalbinde toplanması, yerleşmesi, sonra da Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) tarafından okunmasıdır.” “Biz vahyi okuduğumuz zaman, sen onun kıraatine uy” (18. ayet) âyetinde de, “Dinle ve sus, sonra onu sana biz okuturuz” denmektedir.
Bu vahiyden sonra, Cibrîl (aleyhisselam) vahiyle gelince, sadece dinlerdi. Cibril gidince yeni gelen vahyi, kendisine nasıl okunmuş ise, öylece okurdu.”
Buharî, Tefsîr, Kıyâmet 1, 2, Bed’ü’l-Vahy 4, Fedailu’l-Kur’àn 28, Tevhid 43; Müslim, Salât 147, (448); Tirmizî, Tefsîr, Kıyamet, (3326); Nesâî, Salât 37, (2,149,159).
857 – Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki: “Kul bir hata yaptığı zaman kalbinde siyah bir iz meydana gelir. Eğer kişi, o hatadan nefsini uzaklaştırır, af taleb eder ve tevbede bulunursa kalbi cilalanarak (leke silinir). Bilâkis, aynı günahı işlemeye devam ederse, kalpteki leke artırılır. Hatta bir zaman gelir, kalbî tamamen kaplar. İşte bu durum Cenab-ı Hakk’ın: “Bilakis, onların irtikab edegeldikleri, kalplerini paslandırmıştır” (Mutaffifın 14) meâlindeki âyette zikrettiği pasdır.”
Tirmizî, Tefsir, Mutaffıfın (3331); İbnu Mace, Zühd 29, (4244).
900 – İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Şeytan insanoğlunun kalbinin üzerinde tünemiş vaziyette bekler. Allah’ı zikredince siner, çekilir, gaflet etse vesvese verir.”
Buhârî, Tefsir, Kul eûzu bi-rabbi’n-nâs 1.
977 – Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: Rasûlullah buyurdu ki: “Kâfır ile onu öldüren ebediyyen cehennemde bir araya gelmezler, keza bir kulun karnında, Allah yolunda (yutulmuş olan) tozla cehennem ateşi bir araya gelmezler, keza, bir kulun kalbinde imanla hased bir araya gelmezler.”
Müslim, İmâret 130, 131, (1891); Ebu Dâvud, Cihad 11, (2495); Nesâî, Cihâd 8, (6,12-14); İbnu Mâce, Cihâd 9.
1651 – Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ölmek üzere olan bir gencin yanına girmişti. Hemen sordu:
“Kendini nasıl buluyorsun?”
“Ey Allah’ın Resûlü, Allah’tan ümidim var, ancak günahlarımdan korkuyorum” diye cevap verdi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) da şu açıklamayı yaptı: “Bu durumda olan bir kulun kalbinde (ümit ve korku) birleşti mi Allah o kulun ümid ettiği şeyi mutlak verir ve korktuğu şeyden de onu emin kılar.”
Tirmizî, Cenâiz 11, (983); İbnu Mâce, Zühd 31, (4261).
1670 – Ebu Mûsa (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ı dinledim, şunu söyledi: “Allah Teâlâ hazretleri, Adem’i, yeryüzünün bütün (cüzler)inden almış olduğu bir avuç topraktan yarattı. Âdem’in oğulları da arzın kısımlarına göre vücuda geldi. Bir kısmı beyazdır, bir kısmı kızıldır, bir kısmı siyahdır. Bunlar arasında orta (renkliler) de var. Ayrıca bir kısmı uysaldır, bir kısmı haşindir, bir kısmı habis (kötü kalbli), bir kısmı iyi kalblidir.”
Ebu Dâvud, Sünnet 17, Tirmizî, Tefsir, Bakara, (2948).
1743 – Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlulla: (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Allah’a duayı, size icabet edeceğinden emin olarak yapın. Şunu bilin ki Allah celle şânuhu (bu inançla olmayan ve) gafletle (başka meşguliyetlerle) oyalanan kalbin duasını kabul etmez.”
Tirmizî, Daavât 66.(3474.)
2619 – Âsım İbnu Küleyb el-şermî an ebihi an ceddihî -ki ismi de Şihâb İbnu’l-Mecnün’dur- der ki: “Resülullah (aleyhissalatu vesseIam)’ın huzuruna girdim, namaz kılıyordu. Sol elini sol uyluğunun üzerine koymuş, sağ elini de sağ uyluğunun üzerine koymuş idi. (Sağ elin) parmakları hep yumuk, sadece işaret parmağı açıktı. Şöyle duâ ediyordu:
“Ey kalbleri döndüren Allah’ım, kaIbimi dînin üzerine sabit kıl.”
Tirmizi, Da’avât 135, (3581).
2835 – Ebu’l-Ca’d ed-Damrî (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki :” Kim önemsemiyerek üç cumayı terkedecek olursa, Allah onun kalbini mühürler.”
Ebu Dâvud, Salât 210, (1052); Tirmizî, Salât 359, (500) ; Nesâî, Cum’a 2, (3,88).
3223 – Ebi’l-Cevzai rahimehullah anlatıyor: “Hasan İbnu Ali (radıyallahu anhüma)’ye: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’dan ne ezberledin?” diye sordum. Şu cevabı verdi:
“Aleyhissalatu vesselam’dan “Sana şüphe veren şeyi terket, emin olduğun şeye ulaşıncaya kadar git. Zira sıdk (doğruluk) kalbin itminanıdır, yalan şüphedir.”
Tirmizi, Kıyamet 61, (2520); Nesai, Eşribe 50, (8, 327, 328).
3367 – Ata el-Horasani anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Musafaha edin ki, kalblerdeki kin gitsin, hediyeleşin ki birbirinize sevgi doğsun ve aradaki düşmanlık bitsin.”
Muvatta, Hüsnü’l-Hulk 16, (2, 908).
3556 – Amr İbnu Abese es-Sülemi radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Sizden kim abdest suyunu hazırlar, mazmaza ve istinşakta bulunur (ağzına ve burnuna su çeker) ve sümkürürse, mutlaka yüzünden, ağzından, burnundan hataları dökülür. Sonra Allah’ın emrettiği şekilde yüzünü yıkarsa, sakalın(ın bittiği mahallin) etrafından su ile birlikte yüzü ile işlediği günahlar dökülür. Sonra dirseklere kadar kollarını yıkayınca, ellerinin günahları su ile birlikte parmak uçlarından dökülür gider. Sonra başını meshedince, başının günahları saçın etrafından su ile birlikte akar gider. Sonra topuklarına kadar ayaklarını yıkayınca, ayaklarının günahları, parmak uçlarından su ile birlikte akar gider. Sonra kalkıp namaz kılar, Allah’a hamd ve senâda bulunur, O’na layık şekilde tazimini gösterir ve kalbinden Allah’tan başkasını(n korku ve muhabbetini) çıkarırsa, annesinden doğduğu gündeki gibi bütün günahlarından arınır.”
Müslim, Müsâfirin 294, (832).
5181 – İbnu Mes’ud radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: “Kalbinde zerre miktar kibir bulunan kimse asla cennete girmeyecektir!” buyurmuştu. Bir adam: “Kişi elbisesinin güzel olmasını, ayakkabısının güzel olmasını sever!” dedi. Aleyhissalâtu vesselâm da: “Allah Teâla hazretleri güzeldir, güzelliği sever! Kibir ise hakkın ibtali, insanların tahkiridir” buyurdular.”
5182 – Bir diğer rivayette: “Kalbinde hardal tanesi kadar iman bulunan bir kimse cehenneme girmez. Kalbinde hardal tanesi kadar kibir bulunan kimse de cennete girmez.”
5332 – Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Kimin azusu ahiret olursa, Allah onun kalbine zenginliğinden koyar ve işlerini derli toplu kılar, artık dünya ona hakîr gelmeye başlar. Kimin hedefi de dünya olursa, Allah iki gözünün arasına (dünyanın) fakirligini koyar, işlerini de darmadağınık eder. Netice olarak, dünyadan da eline, kendisine takdir edilmiş olandan fazlası geçmez.”
Tirmizî, Kıyamet 31, (2467).
5396 – İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Sa’d İbnu Ubâde’ye geçmiş olsun ziyaretinde bulundu. (Yanına gelince) onu baygın buldu ve: “Ölmüş olmalı!” dedi. Yanındakiler: “Hayır” deyince, Aleyhissalâtu vesselâm ağladılar. Resûlullah’ın ağladığını gören halk da ağladı.
“İşitmiyor musunuz, buyurdular, Allah Teâla Hazretleri ne gözyaşı sebebiyle ne de kalbin hüznüyle azab vermez. Ancak şunun sebebiyle azab verir! -ve dilini işaret ettiler- yahut da merhamet eder.”
Buhârî, Cenâiz 45; Müslim, Cenâiz 12, (924).
5891 – İbnu Ömer radıyallahu anhümâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm huyurdular ki:
“Allah’ın zikri dışında kelamı çok yapmayın. Zira, Allah’ın zikri dışında çok kelam, kalbe kasvet (katılık) verir. Şunu bilin ki, insanların Allah’a en uzak olanı kalbi katı olanlardır.”
Tirmizi, Zühd 62, (2413).
5963 – Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalatu vesselâm buyurdular ki: “İman, kalben bil(ip tasdik et)me, dil ile söyle(yip ikrar et)me, beden uzuvlarıyla da amel etmektir.”
6961 – Talha radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm’ın yanına girmiştim. Elinde ayva vardı. Bana: “Ey Talha! Şunu al, (ye)! Çünkü bu, kalbe rahatlık verir” buyurdular.”
7109 – Hz. Enes İbnu Mâlik radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah şu duayı çok yapardı: “Allahümme sebbit kalbî alâ dînike.(Allahım kalbimi dinin üzere sabit kıl.” Bir adam: “Ey Allah’ın Resülü! Biz sana iman ettiğimiz ve senin getirdiklerini tasdik ettiğimiz halde bizim (âkibetimiz) için korkuyor musun?” dedi. Aleyhissalâtu vesselâm adama şu cevabı verdi: “Kalpler, muhakkak ki Rahman’ın parmaklarından iki parmağı arasındadır, onu (dilediği şekilde) döndürür.”
Ravi der ki : “A’meş iki parmağını gösterdi. “
7137 – İmrân İbnu’I-Husayn radıyallahu anh anlatıyor: “Nâfi’ İbnu’l-Ezrak ve arkadaşları geldiler ve bana: “Ey İmrân helak oldun (dinden çıktın)!” dediler. İmrân: “Hayır! İmran helak olmadı (dinden çıkmadı)” dedi. Onlar ısrarla: “Evet evet helak oldun!” dediler. İmrân: “Beni helak eden şey nedir?” dedi. Onlar: “Allah Teâla hazretleri: “Fitne olmasın, dinin tamamı Allah için olsun diye onlarla savaşın” buyuruyor” dediler. İmrân: “Evet biz onlarla savaştık ve hatta onları sürdük. Dinin tamamı Allah içindi. Dilerseniz, ben size Resülullah aleyhissalatu vesselâm’dan işittiğim bir hadisi rivayet edeyim!” dedi. Onlar: “Onu Resülullah aleyhissaltu vesselâm’dan sen mi işittin?” dediler. İmran: “Evet! Ben gördüm ki, Resülullah, müşriklere karşı müslümanlardan müteşekkil bir ordu gönderdi. Askerler müşriklerle karşılaşınca, aralarında çok şiddetli bir savaş oldu. Müşrikler mağlup olup sırtlarını müslümanlara verdiler (saf dışı oldular). Sonra benim yakınlarımdan bir adam müşriklerden birine mızrakla saldırdı. Adamın üzerine yürüyünce, müşrik Eşhedü en lâilâhe illallah (Allah’tan başka ilah olmadığına şehadet ederim), ben müslümanım” dedi. Fakat müslüman asker ona mızrağını saplayıp adamı öldürdü. Adam Resülullah aleyhissalâtu vesselâm’ın yanına gelip: “Ey Allah in Resülü! Helak oldum! (Yani büyük bir günah işledim)” dedi. Aleyhissalatu vesselam bir iki sefer: “Ne yaptın?” diye sordu. Adam yaptığını olduğu gibi anlattı. Resülullah aleyhissalâtu vesselâm adama: “Kalbini yarıp içinde ne olup olmadığına bakmalı değil miydin?” dedi. Adam:
“Ey Allah’ın Resülü! Eğer kalbini yarsaydım içindekini bilebilir miydim ?” diye sordu . Aleyhissalâtu vesselâm: “Sen adamın hem sözünü kabul etmiyorsun hem de kalbindekini bilmiyorsun (olur mu böyle şey!)” dedi. İmrân sözlerine devam etti: “Sonra Resülullah aleyhissalâtu vesselâm, adam hakkında bir şey söylemedi. Adam da az bir zaman yaşadı. Nihayet öldü. Biz onu defnettik. Ertesi günü adamın cesedi yerüstünde görüldü. Halk: “Belki de bir düşman, kabrini deşip (kötülük için çıkarmıştır)” dedi. Tekrar onu defnettik. Gençlerimize mezarı başında nöbet tutmalarını söyledik. Buna rağmen cesedi tekrar mezardan dışarı atıldı. “Bekleyen gençlerimiz uyumuş olabilirler” diye düşündük. Bir kere daha onu defnettik. Bu sefer mezarını kendimiz bekledik. Ertesi gün yine cesedi kabirden dışarı atıldı. Bunun üzerine, adamın cesedini dağlar arasında bir geçide attık.”
Hadise, bir başka rivayette İmrân İbnu’I-Husayn tarafından (biraz farkla) şöyle anlatılmıştır: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm bizi bir seriyyeye göndermişti. Sonra (savaşın bitiminde) müslümanlardan biri, müşriklerden birine saldırdı…” hadisi yukarıdaki gibi anlattı. Şu ilavede bulundu: “Toprak onun cesedini dışarı attı. Biz durumu Resülullah’a haber verdik. Aleyhissalâtu vesselâm: “Bu toprak, ondan daha şerir insanları da kabul eder. Fakat Allah Teâla hazretleri, size “lâ ilahe illallah” kelâmının hürmetinin büyüklüğünü ders vermek istedi.”
7231 – Amr İbnu’l-As radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Şüphesiz, her derede, âdemoğlunun kalbinden bir parça bulunur (yani kalp her şeye karşı bir ilgi duyar). Öyleyse kimin kalbi bütün parçalara ilgi duyarsa, Allah onun hangi vadide helak olacağına hiç aldırmaz. Kim de Allah’a tevekkül ederse, kalbinin her şeye (ilgi kurarak dağılmasını önlemek için) Allah ona yeter.”
7243 – Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Çok gülmeyin, çünkü çok gülmek kalbi öldürür.”
7256 – Abdullah İbnu Amr radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resülullah aleyhissalatu vesselam’a: “En efdal insan kimdir?” diye sorulmuştu. “Kalbi mahmüm (pak), dili doğru sözlü olan herkes” buyurdular. Ashab: “Doğru sözlülüğün ne demek olduğunu biliyoruz. Mahmümu’l-kalb ne demektir?” diye sordu.
“(Mahmüm kalb), Allah’tan korkan tertemiz kalptir, içinde günah yoktur, zulüm yoktur, kin yoktur, hased yoktur” buyurdular.”
7257 – Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Ey Ebu Hureyre, verâ sahibi ol (harama götürme şüphesi olan şeylerden de kaçın) ki insanların Allah’a en iyi kulluk edeni olasın! Kanaatkârlığı esas al ki insanların Allah’a en iyi şükredeni olasın. Nefsin için sevdiğini insanlar için de sev ki (kâmil) mü’min olasın. Sana komşu olanlara iyi komşuluk et ki (kâmil bir) müslüman olasın. Gülmeyi az yap, zira çok gülmek kalbi öldürür.”
7264 – Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselam buyurdular ki: “İhtiyar kimsenin kalbi iki şeyin sevgisinde daima gençtir: “Hayat sevgisi, çok mal sevgisi.”
Kavram hakkında henüz bir not alınılmadı.
Basireti körlük
Nefsini tanıyamamış, basiretin gereklerini yerine getirememiş olması, Hak’kı görecek basiretin kör olmasıdır!