Gizli Şirk
- İnsanın, gökte veya yerde bir dış tanrı kabulü açık “şirk”; “Allah” yanı sıra, O`ndan ayrı (benliği dâhil) bir güç kuvvet sahibi varlık kabulü de gizli “şirk” olarak tanımlanmaktadır.
- Kendini, bir kişi olarak hissettiği sürece; “TEK”in bakışıyla varlığı seyredemediği sürece, o kişi “şirki hafi” içindedir. Kendini bir kişi olarak hissettiği halde işlediği her fiîl, bir gâfilin âmelinden farksızdır!
- Secde denince, bir sultanın önünde secde eder gibi; görünmeyen bir sultan olan tanrının huzurunda; ona saygı ifadesi olarak mı secde ediliyor sanıyoruz?.. Oysa bu “şirki hafi-gizli şirk“tir; ve de bunu yapan düşünsel taharete ermemiştir!
- “ŞİRKİ HAFİ” denilen “GİZLİ ŞİRK” insanlar için en büyük tehlikedir. Bir manâsı ile de “RİY“dır. “Gizli şirk” denilmesinin sebebi; fiîlde değil, düşüncede Allâh`a ortak edilmesidir birinin veya bir şeyin!..
“Gizli şirk” nedir?.
Mutlak ilim, irade, kudret ve kuvvet, yaratan Allah olduğu halde; kişinin Allah`tan ayrı varlıkları var kabul edip, “CÜZİ” kelimesi eşliğinde, onlarda bir irade, kudret, kuvvet, yaratıcılık tevehhüm etmesidir.
Bazı okuyucularımız soracaktır, “tevehhüm etmek” ne demektir diye; hemen onu da açıklayalım… Gerçekte öyle bir şey olmadığı halde, çeşitli sebeplerden dolayı o şeyi varmış gibi kabul etmek…
İşte kişinin, Alim, Mürid, Kadir, Muktedir, Mütekellim isimlerinin mânâlarını, birimlerin kendi aslî vasıfları şekilde kabul etmeleri, “cüzi ilim”, “cüzi irade”, “cüzi kudret”, “cüzi kuvvet” var sanmaları “gizli şirk”tir!..
Çünkü sonsuz-sınırsız AHAD olan ALLAH “cüzîyet” kavramını kabul etmez…“Cüzîyet” müşâhedesi ise “gizli şirk” hâline yol açar!..
Avâmın, cüzîyet görüşü, “gizli şirk”tir…
Havâsın ise “gizli şirki” görüşü veya kabulü, şirktir!.
Yâni, “şirk” görmek, “şirk“tir!..
Fâil olarak Allah`ı görmediğin anda bu, “gizli şirk” denilen hâldir!..Çünkü gerçekte, Fâil TEK`tir, o da Allah`tır!..
Öte yandan Havas, arifler, veliler, Hakk`ı müşâhededen perdelendikleri zaman “şirk” görmüş olurlar…Ve bu görüşleri ile de şirke girmiş olurlar…
“Gizli şirk” kalktığı zaman, o faziletli fiiller meydana gelirki, fiilin fâili içinde olmayıp, fâil Allah olur…
- Avâmın, cüzîyet görüşü, “gizli şirk”tir…Havâsın ise “gizli şirki” görüşü veya kabulü, şirktir!.
- Derece kazanma, mertebe kazanma, belli noktalara erişme gibi gayelere dayanan tüm fiiller hep “ikilik” kökenli, “gizli şirk” kokulu davranışlardır. Velev ki Allah ile arasındaki perdeyi kaldırma amacına dayalı olsun!..
- “Gizli şirk” kalktığı zaman, o faziletli fiiller meydana gelirki, fiilin fâili içinde olmayıp, fâil Allah olur…
- Varlığında Allah’ı göremeyip, o fiili Allah’a değil, olmayan benliğine bağlarsan bu gizli şirk olur. Zira ister fiil ister mânâ boyutu olsun varlık hep O’na aittir.
- Normal günlük yaşamında, günlük olaylarda fiillerini yaparken, kendini Ziya gibi, rahmetli Ayhan gibi hissediyor!.. Kendini Ayhan olarak hissetme hali olduğu sürece, o kişi “gizli şirk” içindedir!..
- Esasen, Tasavvuf bütünüyle “gizli şirk“in ortadan kalkması; gizli şirki doğuran, zannındaki “Ben varım” şartlanmasının kalkması çalışmalarından başka bir şey değildir.
- Şirki hafî en büyük günahtır!… Mutlak şirkin zaten bağışlanması yoktur… Şirki hafi ise bunun dışında kalan günahların en büyüğü ve bütün günahların kökenidir!..
- Değerlendirmelerin, “ALLAH adıyla işaret edilen’’inki olmadıkça, şirki hafi bitmez!… Bu takdirde “Allah”a iman etmiş, şirki hafideki “mümin”sindir…
- Mümin de, sınıf sınıftır… Mümin vardır, ama hâlâ gizli şirk içindedir!… Vahdeti anlamamıştır; tanrı kavramından kurtulamamıştır…
Şirki zâhir ve şirki bâtın veya açık şirk gizli şirk tabirleri hep bilinçteki şirkin iki yönü için kullanılmıştır.
Rasûlullah aleyhisselâm da buna şöyle işaret etmiştir:“Benden sonra açık şirk olmaz ümmetimde; ama onlar için korkum şirkin gizlisidir”
Yani, yapılan uygulamanın şirk olduğunun fark edilememesidir!
Avam, tedbir alır; tevekkülden uzaktır!.
Havas, tedbiri terk eder; takdir neyse o olur; diyerek takdir edeni görmeye çalışır!.
Has ül havas, tedbir alır; takdir edeni müşahede eder; tedbirin, takdir edenin takdiriyle açığa çıktığını seyreder… Seyreden, “Kendi” olur!.
İşte, “şirki hafî” yani gizli şirk bu üçüncülerde ortadan kalkmıştır!.
Mutlak olarak takdir edilenler yaşanacaktır, tüm tedbirlerle beraber..
Allah’ın, mutlak kuvvet, kudret ve tasarruf sahibi olduğunu bilmek, imânın başıdır.
Her an her zerrede tasarruf edenin Allah olduğunu bilmek ise, imânın kemâlidir.
Karşındakinin fiilini ve hâlini Allah’tan bilmediğin anda, Allah’ı inkâr durumuna düşersin.
Hâlin, “şirk-i hafî” denilen gizli şirk hâlidir.
Şirk hâlinde ölenin âkıbeti ise önce, kabir cehennemidir.
Dünyada yaşarken cehennem azâbını yaşamanın, yanmanın sebebi, şirki hafî denilen, gizli şirktir.
Ancak, gizli şirki atmış olabilenin ateşi, azâbı, cehennemi biter.
“Ey mümin, üzerimden çabuk geç!. Nûrun ateşimi söndürüyor!” şeklindeki hitabı cehennemin; imân ehli kişinin inancının, azâp ortamını ortadan kaldırdığını, anlatmaktadır.
Aynı sıkıntılı ortamı paylaşan iki kişiden biri imânlıdır; “Allah böyle takdîr etti, böyle oluyor, bunda da bir hikmet var,” der, azâbı, sıkıntıyı duymaz!.
Diğeri ise, Allah’ı görmez. Gizli şirk ehlidir, cehenneminde yaşar.
O başına gelen işin Allah’tan olduğunu bilmez… “Falanca yaptı da onun için bu iş başıma geldi,“ der. Ve bu sefer kendini, kendi eli ile ateşe atar.
“Mülhime Bahsi“ ve “Bilincin arınışı“ isimli söyleşi kasetlerimiz de ve “TEK`İN SEYRİ” ismli kitabımızda çok geniş bir şekilde izah ettiğimiz gibi, bu geçiş basamağı son derece önemli bir yükseliş bölümüdür.
Eğer “Mülhime nefs” mertebesi iyi tanınmazsa, kişi yanlış değerlendirmesi yüzünden “küfr”e veya “gizli şirke” çok rahatlıkla düşebilir!.
Kişi kendisini görürken, vehmî benliği ortadan kalkmamışken, Hak`kın dışında varlıklar görme hâli devam ederken ben Hak`kım” demesi “küfr”ü yani hakikatı inkârı, gerçeği örtme hâlini meydana getirdiği gibi; Tek`lik yanısıra, çokluk isbatı dolayısıyla gizli şirke düşme hâlini dahi yaşayabilir.
Varlıkta her ne algılıyorsak ve algılanıyorsa, hepsi de Allah`ın isimlerinin işaret ettiği mânâların terkibinden meydana gelmiş olmasına rağmen, dolayısıyla o ismin ardındaki varlık Allah olmasına rağmen; Allah`tan gayrı bir varlığın orada mevcûdiyetinden sözedilememesine rağmen, gene de o varlığa “Allah” denilemez!.. Çünkü bu takdirde o varlık ve ihtiva ettiği mânâ ile Allah isminin işaret ettiği varlığı kayıt altına almış oluruz!..
İşte bu sebepledir ki;
Algıladığımız ve algılanan her varlıkta, her zerresinde ve boyutunda, Allah`ın varlığı dışında hiç bir şey olmamasına rağmen; yine de ona asla “Allah” denilemez ve böyle bir yanlış anlama sonucu verilecek hükümden Allah kesinlikle münezzehtir!..
Zira “Allah”, her türlü mânâ ile kayıtlı olarak düşünülmekten beri, sonsuz – sınırsız AHAD`dır!..
Ve kişi, “lâ ilâhe illallâh-ul Vâhid-il AHAD” diyemediği, yani bu cümlenin mânâsını idrâk edip yaşayamadığı sürece “şirki hafîden” yani gizli şirkten kendini kurtaramaz.
İşte bu mühim sebepledir ki, Allah, insanın nefsini, bedenini, ruhunu, kalbini, işitiş ve duyuşunu, elini ve ayağını hep NEFS`iyle meydana getirmiştir. Ve bu isimlerle anılan şeylerin hepsi de O`nun NEFS`iyle kâimdir. NEFS`iyle izhâr olmuştur. Dolayısıyla gerçekte insan diye bir bağımsız varlık mevcut olmayıp, o isim altında Allah isimleri’nin mânâ terkibi vardır.
“Muhabbet, bir birimden, diğer bir şeye olur.“
Bu sebeple de, Allah`a olan muhabbet dahi özünde “ikilik” anlamı taşıdığı için “şirki hafî” yani gizli şirk ihtiva eder. Ki bu da elbette perdelilik yani gerçeği görememe hâlini ortaya koyar.
Vehmin, gerçekte var olmadığı halde, çeşitli faktörlerin “var” olarak kabul ettirdiği kişilikten kurtulup da, özündeki evrensel kişilikte, yani hakikatı muhammediye mertebesinde kendini tanıyabilmek, yeryüzünde enderin enderi bir olaydır.
Allah`ı, sistemi’ni, mârifet yollu bilmesine rağmen, kişi ne kadar çalışırsa çalışsın, Allah`ın hükmüyle bu yolda bir takdire uğramamış ise, “ikilikten” yani “gizli şirkten” tam olarak arınamaz.
Yakındır, ama ikilik kalkmamıştır!..
Eğer, bir kimse, bulunduğu mertebenin sonucu olarak, Allah`a yakîn olduğunu düşünüyor ve öyle hissediyorsa, o kişi hâlâ “ikilik” perdesinden kurtulamadığı için; bütün fiiller, bu hissedişle meydana geldiği için “gizli şirk” hâlindedir ki; bu durumu da mâsiyet hükmünü alır.
Esas itibariyle tasavvufta “mâsiyet”, kişinin Allah`ın rızasına uymayan fiil veya düşünce üzere olması demektir. Kişinin kendisine, Allah`ın varlığından gayrı bir varlık ve vücûd atfetmesi ise mâsiyetlerin en başta gelenidir ki, bir diğer tanımlama ile buna “gizli şirk” denilmektedir.
Kendini görüp, velev ki Allah`a yakınlık düşünülsün, bunun tabiî sonucu pişmanlık ve acziyet duygusudur.
Şayet bu pişmanlık ve acziyet, birimi “yok”luğa erdirir ise, olmayan şeyin şirki de olamayacağına göre, işte bu durumda “gizli şirk” ortadan kalkar. Aksi takdirde, hangi düzeyde ve boyutta olursa olsun kişi kendini gördüğü sürece “gizli şirk” içinde yaşamına devam eder!..
Tâat ehli tâatıyla perdelidir, çünkü “Allah” isminin mânâsını anlamamıştır!..
Tâat ehli, ALLAH`ın olduğunu farkedip idrâk edemediği için, O`nu ötede bir TANRI gibi düşünmekte; ve O`na yaranmak, gönlünü hoş etmek için bir takım çalışmalar yapmaktadır. Bu ise temelden “HİCAP-PERDE” denilen ikilik anlayışını oluşturmaktadır!.. Yani, “gizli şirk” denilen “perdelilik” hâlini.
Senin, kendinde ayrı, öte gördüğün; “sen”liğin ile O`nun için yaptığın her davranış zâhiriyle “tâat”, bâtınıyla ise “gizli şirk” hükmündedir. Vehmî benliğin, bencilliğin devam ettiği sürece, tüm davranışların tâat olmasına rağmen, Allah`a olan “perdelilik” hâlini ortadan kaldırmaz!..
Kişinin yaptığı ibadetleri “benliğine” izâfe etmesi, bağlaması; “ben şöyle oruç tutuyorum”, ben böyle namaz kılıyorum”, “ben şöyle yardım yapıyorum”, “ben hacca gittim” gibi mülâhazaları gerçekte hep Allah`a olan perdeliliğinin neticesidir ki; böylece ölümü tattığı takdirde bu perdeliliği ebediyyen de devam eder.
Derece kazanma, mertebe kazanma, belli noktalara erişme gibi gayelere dayanan tüm fiiller hep “ikilik” kökenli, “gizli şirk” kokulu davranışlardır. Velev ki Allah ile arasındaki perdeyi kaldırma amacına dayalı olsun!..
“Rahmeti Hassa”, “özel rahmetidir” ki, bunu “kendine seçtiği” kullarına ihsan eder!..
-“ALLAHU yectebiy ileyhi men yeşâu” !…
-ALLAH DİLEDİĞİNİ KENDİNE SEÇER !.. (42-13)Ve;
-YAPTIĞINDAN SUAL SORULMAZ !… (21-23)
Bu rahmetiyle kendine seçtiği kulunu, önce “şirki hafî” denilen “gizli şirk”ten, yani “benlik”ten ve O`nu, “öteNde bir tanrı sanma” düşüncesinden arındırır; sonra, kendi “ahlâkıyla ahlâklandırır”; ve bütün bunlardan sonra da “keşif” veya “fetih” ile mükâfaatlandırarak cennet yaşamına başlatır! Ötesini ise ancak yaşayanlar bilir!. Zira, “Allah” “isim ve sıfatlarıyla tahakkuk etmenin” ne olduğunu anlatmanın yeri bu kitap değildir!..
Avam, tedbir alır; tevekkülden uzaktır!.
Havas, tedbiri terk eder; takdir neyse o olur; diyerek takdir edeni görmeye çalışır!.
Has ül havas, tedbir alır; takdir edeni müşahede eder; tedbirin, takdir edenin takdiriyle açığa çıktığını seyreder… Seyreden, “Kendi” olur!.
İşte, “şirki hafî” yani gizli şirk bu üçüncülerde ortadan kalkmıştır!.
Mutlak olarak takdir edilenler yaşanacaktır, tüm tedbirlerle beraber..
Madem ki algıladığımız kadarıyla evren gerçek boyutu itibariyle TEK`tir…
Senin, “benim şuurum” dediğin şey de, evrensel şuurdan başka bir şey değildir!…
Bu da demektir ki, karşında cereyan eden olayda, beğenmediğin fiilin kökeninde, sen yatıyorsun ama birimsellliğinle değil!..
İşte tasavvuftaki nefsin(bilincin) beşinci mertebesi olarak anlatılan “Nefsi Râdiye” mertebesi, şuurun bu idrâka ermesi hâlinde, gereğini yaşamasına verilen isimdir… Ve burada dahi “gizli şirk” kısmen mevcuttur!…
Günahların en büyüğü nedir?..
“İnneş şirke lezulmün azîm“!..
“Şirk azîm zulümdür“; diyor âyet…
Yâni, “Allah“ı, tanrı mesabesine koymak!… Şirk budur!…
“Sizin için korktuğum gizli şirktir, artık açık şirk olmaz ümmetimde” diyor…
Öyle ise Tanrıya tapmak “kebâir“in tâ kendisidir!… Büyük günahların en başında gelen ve hepsinin kökenidir!…
Bütün günahların kökeninde de “Şirk-i hafî” yani “tanrıya inanmak” yatar!…
“Ey iman edenler…. Allah`a iman edin“; âyetindeki uyarı, Hz. Muhammed ve Kur`ân ‘a iman, edip henüz Tanrı anlayışından kurtulmamış olan SAHÂBEYE gelmişti…. “Sahâbe”, yâni Allah Rasulü`nü gören(!)ler böyle olursa… Ya bizler?!….
Allah`a imanın yolu da, cehennemden kurtuluşun yolu da hep şirki hafîden kurtulmak için ŞEFÂATE NÂİL OLMAKTAN GEÇER!…
“Allah izin vermedikçe ŞEFÂAT edemez kimse“,
Âyetini… “TANRI izin vermedikçe ŞEFÂAT edemez kimse” diye anlarsak…. Cehennem ateşimiz kolay kolay sönmez bizim!… Yanarız da yanarız!..
“Salât“ı (namazı), tanrıya tapınmak, ya da kibarcasıyla “Allah`a tâ`zim” olarak düşünmenin ötesine geçemediklerinden; öylece şartlandıklarından!.
“Allah`a ibadet içindir salât (namaz)”!.
“Tanrıya tapınmak için” değildir namaz!
“Allah`a ibadet“, kulluğunun idrakında olmak demektir!.
“KUL“luğunun idrâkında olmak demek; tüm varlığının, vücudunun, “ben”liğinin, O`nun esmâsından var olduğunu, bunun ötesinde mutlak bir “hiç”likten ibâret olduğunu bilmek, hissetmek, yaşamak demektir!. Esmâsına sınır koymamaktır “KUL”luk!.. (Bunun anlamını çok iyi düşünmek gerek; zirâ “şirki hafî” yani “gizli şirkin” sebebi budur.)
“Risâlet” kaynağından çıkan “iman” edilesi “hakikat“i “tasdik eden” ikinin ikincisi “Sıddîk“tan; yeryüzünde açığa çıkan tek muhteşem İLMİN kapısı Âlî`den; bugüne kadar yaşamış tüm “Velî” ismi zuhur eden zevâta kadar hepsi de, “Allah Rasûlü“nün açıkladığı “hakikat“e “iman” ederek yola çıkmışlar, bunun getirisini yaşamışlar ve sonuçta da “enamte aleyhim” topluluğu arasında yerlerini almışlardır.
Kiminde genç yaşlarda bu “iman” edilesi “hakikat” yaşanmış, kiminde de ömrünün son demlerine kalmıştır.
Kimi de “taklidi iman” ile “Nübüvvet“e tâbi olarak gereken çalışmaları yapmış ve “şirk-i hafî – gizli şirk” olarak kabul edilen anlayış içinde boyut değiştirmiştir.
Ne var ki, Sünnetullah yani sistem gerçeği kesindir:
“Dünyadan â`mâ (basîreti kör) olarak ayrılan ebediyen basîreti kör olarak kalır!”
Cennet boyutu ehlinin çoğunluğunun dahi “bühl “olacağını hatırlarsak…
Ömrünü dedikodu ve “malayanî” ile harcamakta olanları nasıl bir yaşam beklemektedir boyut değiştirdiklerinde, fıtratınıza göre anlayışınıza bırakırım!
“Allah Rasûlü“nün dillendirdiği “hakikat“e “iman” ve dahi yaşamı kolaylaştırılmış olanlardan olmamız umuduyla.
“Allâh”a imanın iki mertebesi Kurân‘da açıklanmaktadır.
A) Allâh’a (içinde şirk de bulunabilen) iman…
B) “B” işareti kapsamıyla Allâh’a iman.
Birincisi, ötende bir “tanrı” vehminden kaynaklanan açık “şirk” anlayışından arınmanın gereğini açıklamaktadır.
İkincisi, “gizli şirk” diye tanımlanmış bulunan, “benliğini, rabbine (Hakikat’in olan El Esmâ’ya) şirk koşma” anlayışından arınmayı anlatmaktadır.
Şimdi Müslümanların çoğunluğunun ciddiye almadığı, “tasavvuf” deyip bir kenara attığı çok önemli hakikat bilgisinin, “gizli şirk” diye tanımlanan yanılgıyı nasıl açıkladığına ve bu olayın Kurân‘da nasıl yer aldığına dikkatle kulak verelim:
Hamdi Yazır’ın meâlinden naklen veriyorum, “sen yanlış anlamışsın” diyecekleri bundan vazgeçirmek için! Dikkat buyurun, hitap geçmiş halklara değil Rasûlullah Muhammed Mustafa aleyhisselâm’adır, çevresindekilerin bir kısmının imanından söz edilmektedir:
Yûsuf Sûresi (12)’ndeki 102. Âyetten 107. Âyete kadar olan bölüm:
“[Ey Muhammed!] Bu[nlar] işte, gayb haberlerinden; sana onu vahy ile bildiriyoruz, yoksa onlar işlerine karar verip mekr [/hile ve düzenler] yaparlarken sen yanlarında değildin.
Ve [şunu da unutma ki] insanların ekserisi –sen ne kadar [iman etmeleri için] hırslansan [da]– mümin [olacak] değildirler.
[Oysa sen] buna karşı[lık] onlardan bir ecir [/ücret] de istemiyorsun, o ancak bütün âlemine [/insanlara] [ilahî] bir tezkire[/hatırlatma ve nasihat]tir.
Bununla beraber, göklerde, yerde [ibret alacak daha] ne kadar âyet [/işaret] var; [fakat ne yazık] ki üzerine uğrarlar, onlardan yüz çevirir geçerler.
Onların ekserisi Allâh’a şirk koşmaksızın iman etmez.”Şimdi burada “Akıl ve İman” isimli kitabımı yazmama sebep olan çok önemli âyeti – uyarıyı görelim… Nisâ’ Sûresi (4) 136. Âyeti Rasûlullah‘a geliyor ve çevresindeki iman etmişlere hitap ediyor:
“Ey iman edenler; Aminu “B”illahi…” Yani, “Ey iman edenler, “B” harfinin taşıdığı anlam kapsamında iman edin Allâh’a…….”
Ne demek bu?
Şu demek: Yalnızca Allâh isimlerinin işaret ettiği mânâlardan oluşan âlemler içinde sizin de hakikatiniz, varlığınız – vücudunuz Allâh adıyla işaret edilenin Esmâ’sından meydana gelmiştir. Rabbiniz, hakikatiniz olan bu Esmâ’dır. Dolayısıyla hem derûnunuzda hem de karşınızda Allâh Esmâ’sının açığa çıkışından başka bir şey yoktur. Bu Hakikate ters düşen bir şekilde, var gördüklerinizi, Allâh dûnunda bağımsız – ayrı bir varlık (tanrı) gibi düşünüp kabul ederek şirk koşanlardan olmayın. Bunu yapmanın getirisi dünyada ve sonsuz geleceğinizde yanmaktan başka bir şey değildir.
Ama çoğunluğun bunu kavrayacak akılla (Esmâ bileşimi olarak) açığa çıkmadığını da gene şöyle belirtiyor Kur’ân Bakara Sûresi (2) 8. Âyetinde:
“İnsanlardan bir kısmı “B” harfinin işaret ettiği anlam kapsamında Allâh’a ve sonsuz geleceğimize iman ettik derler… Ama onlar “B” işareti kapsamında iman etmiş müminler değillerdir.”
İşte bu sebepledir ki, “B” harfinin işaret ettiği muazzam anlamın “gizli şirk” diye geçiştirilen bir şekilde örtülmesi; bu konuya hiç önem verilmemesi, sonuçta “Gökte tanrı yerde Ben” anlayışını yerleştirmiş ve bugünkü noktaya gelinmiştir.
Oysa…
Şirk anlayışının geçersizliği daha ilk âyet (sûre) olan “Besmele”de “B” harfiyle anlatılmaktadır. Kur’ân yorumcularının pek çoğunun yetişme şartlanmaları gereği örttüğü bu anlam, Hz. Âli tarafından açıklanmıştır 1400 küsur yıl önce ilk defa.
Şahı Velâyet Hz. Âli, Kurân‘daki, o gün için “sır” kabul edilen bu gerçeğe şöyle işaret etmiştir:
“Kurân’ın sırrı Fâtiha’da; Fâtiha’nın sırrı B-ismillah’ta; B-ismillah’ın sırrı da “B” harfindedir. Ben, (Arapçadaki yazılışı itibarıyla) “B”nin altındaki NOKTA’yım!”
Hz. Âli‘nin işaret ettiği bu gerçeklik, Kurân‘ın okunmaya başlanılan ilk âyeti olan “B-ismillah”ın başındaki “B” harfinde, daha sonra da pek çok yerinde bir uyarı işareti anlamına gelmektedir.
Merhum Hamdi Yazır hazırlamış olduğu “Kur’ân tefsiri“nde; Ahmed Avni Konuk “Fusûsu’l Hikem şerhi“nde; Abdülaziz Mecdi Tolun, “İnsan-ı Kâmil” şerhinde, bu mânâya dair gerekli uyarıyı yapmıştır.
Biz de penceremizden bu kutsal metne bakarken, âyetleri, “B” harfinin kullanılmış olduğu yerlerdeki işareti ve anlamıyla değerlendirmeye çalıştık elimizden geldiğince. Çünkü, Kurân‘ın, “B” harfinin işaret ettiği anlam doğrultusunda “OKU”nmaya başlanması gereği vurgulanmaktadır “B-ismillah” ile. “B” harfinin işaret ettiği anlam kişinin yaşadığı mutluluk veya mutsuzluğun, kendi derûnundan, hakikatinden gelen mânâlar doğrultusunda yaşandığı gerçeğidir. Kişinin cehennemini veya cennetini yaşaması “elleriyle yaptıklarının (kendilerinden açığa çıkanların) sonucu“dur; yani; kendindeki “Esmâ” mânâlarının açığa çıkmasıyla oluşmaktadır, vurgusuna işarettir “B” uyarısı!.. Bu yüzden de her sûre başında “B-ismillah” yer alarak, bu hatırlatma yapılmaktadır.
“B”ismillahirrahmânirrahıym, başlı başına bir sûre hükmündedir bize göre.
Bizâtihi Kurân‘ın ve yeryüzünde yaşamış en muhteşem beşer olan Muhammed Mustafa (aleyhisselâm)’ın açıklamalarını temel alan, “ALLÂH” adıyla işaret edilmiş Mutlak Hakikat’in gösterdiği hedef kavranılmadan, Kurân‘ın anlaşılması mümkün değildir.
Üstad
-“ALLAH” sevgisi nedir?…
Cevaplar
-Allah isminin işaret ettiği mânâ soyut bir kavramdır. Algılanabildiği nispette, soyut kavram somut kavrama dönüşür. Bizim, “Allah sevgisi” dediğimiz de işte budur!..
Üstad
“Allah sevgisi” anlamını anlamak için, önce “Allah” isminin ifâde ettiği kavramı anlamak lazım…
Soru
-Üstadım, soyut bir kavramın anlaşılması mümkün iken, sevilmesi mümkün müdür.?..
Üstad
-Dışta bir varlığa karşı sevgi olabilir… Ama “ALLAH Adıyla İşaret Edilen”, dışımızda bizden ayrı bir obje olmadığına göre…
“ALLAH Adıyla İşaret Edilen”e sevgi ne demektir? …….. buna cevap bekliyorum…
Cevap
-Kendi ilminde var ettiği Esmâ ve Sıfatlarını , dilediği mânâlarını dilediği terkipler adı altında seven kendisidir,Üstadım..
Üstad
-Acaba “sevgi” bize göre midir, yoksa “O“nun böyle bir beşeri duygusu var mıdır?…
Cevaplar
-Bu sorunun cevabını yıllar önce verdim. Ancak yerinde uygulayamadığım kanâatindeyim…
-Sevgi, beşerî bir duygu değildir.. Sistem; sevgi üstüne kuruludur, kendinden kendinedir!.
Üstad
-Şimdi farkedilmesi ve idrâk edilmesi çok önemli bir konuyla karşı karşıyayız…
“Sevgi”, nedir?
Cevap
-Sevgi, Kudret Sıfatının tezâhürüdür. Bu mânâyı algılayan bir birimde sevgi gösterileri başlar.
Üstad
-Sevgi nedir, sorusunun bana göre cevabı şudur:
Yaratmayı dilediği mânâların, birbiriyle ilişkilerini düzenleyen, birimin özüne verilmiş manyetik alan…
Ya da diğer bir yönüyle…
Açığa çıkan mânâya diğer mânânın duymuş olduğu arzu…
Kendinde bulup da, açığa çıkaramadığına hasretin sonucu, onu, açığa çıktığı yerde seyretme arzusu…
Soru
-Bağlantı öğesi gibi mi?..
Üstad
-Bunlar bana göre “sevgi“nin değişik açıklamalarıdır…
Ancak farkedin ki;
Bunlar hep “ALLAH Adıyla İşaret Edilen”in “ulûhiyeti” kapsamında cereyan eden; ve asla kendisini bağlamayan özelliklerdir!..
Burasını anlatabildim mi?…
Cevap
-Teşekkür ederiz Üstadım.
Üstad
–“ALLAH ahlâkı”yla ahlâklanmış olanda, sevgi ne kadar veya nasıl olur?..
Bunun cevabını düşünürsek…
“Fenâfillah“, “ALLAH Adının İşaret Ettiği”nin, kendi kendineliğinin adıdır, hakikatı itibariyle…
“Gayrı” , “Mâsiva” kavramının “yok” olduğunun yaşanmasıdır “Fenâfillâh” !…
Yani; sen , fenâ fillah olamazsın!…
O yüzden de, bunu farkettirmek için, önce “fenânın fenâsı” demişler; sonra o da yetmemiş, “fenânın fenâsının fenâsı” demişler…
Gerçekte ise, kişi fenâfillah olmaz!…
“Fenâfillah“, o isimle işaret olunanın, kendi kendineliği içinde “Ulûhiyet“ini seyridir…
Bunun minyatürü diyebileceğimiz de, bir birimde, kendi seyrini seyredişidir…
Dolayısıyla, “fenâfillah“, gerçeği itibariyle bizim anladığımız gibi; bir birimin, “ALLAH Adıyla İşaret Edilen”de, fenâya ermesi gibi anlaşılamaz..
Şimdi “fenâfillah“ın mânâsı bu olduğuna göre…
“Fenâfillah” ile sevgi olayını nasıl birleştirebiliriz…
.A…..sorunu tekrar yazar mısın?…
Soru
-Allah’ı herşeyden çok sevmenin getirisi fenâfillah mıdır? idi…
Üstad
-Bir kişinin “ALLAH”ı sevmesi nasıl olur?…
Soru
-İdrâkı dolayısıyla, sevgisi muhal midir?..
Üstad
-“ALLAH”ı sevmek; cümlesini nasıl anlayabiliriz bugünkü bilgilerimiz ışığında?..
Cevap
-Ulûhiyet prensipleri içindeki bu varoluşu hissedebilmek, ALLAH’ı sevmek olur kanaatimce.
Üstad
-Özünde olanın ne olduğunu bilmeden, onu sevmen mümkün mü?
Ya hayâlinde yarattığın- kendi uydurduğun bir şeyi seveceksin, “ALLAH” ismiyle O’nu etiketleyerek…
Ya da o isimle işaret edileni kavramış olarak, O’nu yaşamak hayattaki tek amacın olacak ve bunun için gereken neyse onu yapacaksın…
Birincisiyse, bunun çeşitli dereceleri olur!…
Ama ikincisiyse, bunun dereceleri olmaz; ya olur, ya olmaz!…
Yani ikincisi ise, hayattaki tek amacın budur…
şimdi, “O“nu ne kadar yaşayabilirsen; hakikatıyla, o kadar soyunmuşundur beşeriyetinden ve beşeriyetini oluşturan düşünce ve duygularından, değer yargılarından!…
Ama soyunamadığın kadarıyla da hâlâ bir tanrı vardır kafanda ve şirki hafi bitmemiştir…
Değerlendirmelerin, “ALLAH Adıyla İşaret Edilen”in değerlendirmesi gibi olmadıkça, şirki hafî bitmez!…
Bu takdirde “Allah” iman etmiş, şirki hafideki “mümin”sindir…
Cevap
-Allah`ı sevmek , izâfi varlığını yok etmektir!.. Zaten yoktu, vehim kalkınca kalan kendisi olur!..
Üstad
-Demek oluyor ki, “ALLAH Adıyla İşaret Edilen”e sevgi, henüz “müşriklik” devresine ait bir kavramdır…
Ama müşriğin de, bu sevgi olmadan bir yere varması mümkün değildir…
Kendi özünde varlığını hissettiği Zât’a erme arzusunu, “Allah sevgisi” diye niteleyebiliriz, işin başındakiler için…
Kemâl sahipleri ise, bunun şirk olduğunu farkedip, bundan kurtulmaya, benliklerini ortadan kaldırmaya gayret ederek çalışırlar…
“Allah”tan razı olmak ise, lâftır!…
Taklidi bir ifadedir…
“ALLAH’tan razı olmak”, ifadesi, kişinin idrâkını bir gerçeğe yöneltmek için kullanılan bir mecaz, bir semboldür…
Senin razı olman, küfründür!…
İçinde gizli şirki barındıran küfürdür, kulun Allah`tan razı olması…
“Allah” yaratır!…
Bunu dilediği gibi de isimlendirir veya vasıflandırır…
Ama Âlemlerden GANÎ`dir!..
Bu ne demektir bir düşünün…?
“O” mu âlemlerden Ganî`dir?…
“O” diyen müşrik değildir mi?…
“RIZA” nedir?… Niyedir?… Kimedir?… Kimdendir?…
“Allah” adıyla işaret edilen, diler ve dilediğini yaratır!… İşte burada biter her şey!..
Bunun ötesi onun yarattıkları arasında isimlendirme ve sıfatlandırmadır…
Öyle ise… “RIZA”yı nereye oturtacağız bu tasnif içinde?…
Konunun özü…
İşin başı, “ALLAH” diyebilmek…. Sonu da, diyenin kendi olduğunun açığa çıkmasıdır
BAKARA 2-62 (Gizli şirk içinde olsalar bile {Yusuf: }) iman edenler, Yahudiler, Hristiyanlar ve Sabiiler (yıldızların tanrı olduğuna inanıp onlara tapanlar) arasından; nefslerinin Allah Esma`sından meydana geldiğine ve gelecekte yaşanacak sürece iman edenler ve bunun gereği kendilerini selamete çıkaran çalışmalara devam edenler, Rablerinin (Esma bileşimlerinin) indinde ecre (bunun getirisi olan kuvvelere) kavuşurlar. Onlar için ne korkulacak bir şey kalır ne de onları üzecek bir olay!
NiSA 4-48 Muhakkak ki Allah kendisine (afaki-açık veya enfüsi-gizli) şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dunundakileri (bundan daha küçük suçları) dilediklerine bağışlar. Kim Esma ül Hüsna`sı itibarıyla varlığının da hakikati olan Allah`a (“B”illahi) şirk koşarsa, gerçekten azim bir suç olarak, iftira etmiş olur.
EN’AM 6-82 iman edenler ve imanlarını zulüm (gizli şirk) ile karıştırmayanlar… işte güvende olma hakkı onlarındır… Doğru yolu bulanlar onlardır!
ARAF (A’RAF) 7-17 Sonra andolsun ki, onlara önlerinden (hırslarını tahrik ederek-benliklerini yücelterek hakikati inkara sürükleyerek), arkalarından (gizli şirke yönelterek-saptırıcı fikirlerle), sağlarından (senden alıkoyacak hayırları ilham ederek) ve sollarından (kötülükleri güzel-süslü göstererek) geleceğim… Onların çoğunluğunu, verdiklerini değerlendiren olarak bulamayacaksın!
Rasûlullah sallallahu Aleyhi ve sellem buyurdu ki diyor; İbn-i cerir radıya’llâhu anh:
-ya Eba Bekr…Şirk sizde karıncanın ayak sesinden daha gizlidir!..Bir adamın:
“Allah diledi de ben diledim” demesi şirktir!..
Bir de:
“Falan kişi olmasaydı, falan adam beni öldürecekti!..” diye bir kimsenin konuşması Allah7a şirk koşmasıdır…
Şirkin büyüğünü ve küçüğünü, Allah’ın senden kendisiyle gidereceği bir duayı sana göstereyim mi?…
-Allahümme inniy euzubike en üşrike bike şey’en ve ene â’lemu ve estağfiruke limâ la âlem!…
Yani varlığında Allah’ı göremeyip, o fiili Allah’a değil, olmayan benliğine bağlarsan bu gizli şirk olur. Zira ister fiil ister mânâ boyutu olsun varlık hep O’na aittir.
7250 – Ebu Saîd radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselam (bir gün) yanımıza geldi. Biz o sırada Mesîh Deccal’i müzakere ediyorduk. Dediler ki: “Ben size, nazarımda sizin için Mesih Deccal’den daha ürkütücü bir şeyi haber vereyim mi?”
“Evet! Ey Allah’ın Resûlü! Söyleyin!” dedik.
“Şirk-i hafidir (gizli şirk). Mesela, kişi kalkar, namaz kılar, bu namazını, kendisine bakanlar sebebiyle güzel kılar, (işte bu, gizli şirke bir örnektir)” buyurdular.”
Şirk-i hafî
Kavram hakkında henüz bir not alınılmadı.