Gıybet

İslâm toplumu arasında bir «kul hakkı» sözüdür sürer gider. «Hakkımı aldın», «hakkım kaldı». gibisinden sözleri çeşitli vesilelerle söyler dururuz. Nedir bu kul hakkı?..

«Gıybet» kelimesiyle işaret edilen bir mânâ gene sürekli konuşulur. «Gıybet etme» denir. ama gene de bir türlü kolay kolay vazgeçemeyiz «DEDİKODU»dan.

Evet, Arapça`daki «GIYBET» kelimesini Türkçe`ye çevirmek gerekirse, aşağı yukarı bunun Türkçe`deki en yakın karşılığı «DEDİKODU»dur!.. Nedir dedikodunun sınırları?.. Niye suçtur?.. Niye Rasûlullah aleyhi`s-selâm bu mevzûda bu kadar şiddetli konuşmuş da şöyle buyurmuştur:

– GIYBET ZİNADAN OTUZ ALTI DEFA DAHA ŞİDDETLİDİR.

Câbir ve Ebû Said radıyallahu anh naklediyor

«Rasûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

– Gıybetten sakınınız!.. Zirâ gıybet zinâdan daha şiddetlidir!.. Çünki zinâ eden kimse tevbe eder, Allah da afveder. Fakat gıybet eden, gıybeti yapılan afvedinceye kadar, afvedilmez!.. (Gazalî-İhya)

Ve Kur`ân-ı Kerîm`de niçin son derece tiksindirici bir misâl kullanılmıştır dedikodu için. Şöyle ki:

«EY İMAN EDENLER, ZANNIN BİR ÇOĞUNDAN KAÇININ!. ÇÜNKİ, BAZI ZANLAR SUÇTUR!…

BİRBİRİNİZİN KUSURUNU ARAŞTIRMAYIN!..

KİMİNİZ DE KİMİNİZİN DEDİKODUSUNU YAPMASIN.

SİZDEN HERHANGİ BİRİNİZ ÖLÜ KARDEŞİNİN ETİNİ YEMEKTEN HOŞLANIR MI? İŞTE BUNDAN TİKSİNDİNİZ!..» (Hucurât-12)

Hazreti Aişe radıyallahu anha anlatıyor:

«Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`e:

-Safiyye`nin şu kusurları, boyunun kısa olması sana yeter!..

dedim. Rasûlü Ekrem:

-Öyle bir söz konuştun ki, denize atılsa, denizi bulandırır ve kokuturdu!.. buyurdu.

Resûlü Ekrem`e gene bir insandan bahsetmiştim. Bana şöyle dedi:

-Bana dünyalıktan bir çok şey verilse de, kimseyi kötülükle anmayı sevmem!.. (Ebû Davud, Tırmızî)

Ebû Hureyre radıyallahu anh naklediyor:

Rasûlullah salla`llâhu aleyhi ve sellem`e sordular:

-Gıybet nedir biliyor musunuz?..

Ashab cevapladı:

-Kardeşini hoşuna gitmeyen şeyle anmandır!..

Birisi sordu:

-Dediğim şeyler kardeşimde varsa, ne buyurursun?..

Rasûlullâh:

-Söylediğin şayet onda varsa, onu gıybet etmiş bulunursun!.. Ve eğer onda yoksa ona iftira etmiş olursun!.. (Müslim)

Amribn-ül As radıyallahu anh`dan nakledilmiştir:

Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem ölü bir katırın yanından geçerken ashabından bazılarına şöyle buyurmuştur:

-Kişinin karnını doyuruncaya kadar şu (leşden) yemesi, elbette müslüman bir kişinin etini yemesinden (dedikodusunuyapmasından) daha hayırlıdır.» (ibni Hibbân)

Evet, Kur`ân ifadesi ile, deyişi ile, kişinin dedikodusunu yapmak, ölü kardeşinin etini yemek kadar «tiksindirici» bir fiildir!..

Niçin?..

Başta da çeşitli vesileler ile anlattığımız üzere siz bir takım çalışmalar yapıyorsunuz, zikir yapıyorsunuz, oruç tutuyorsunuz zekât sadaka veriyorsunuz, hatta yoldan bir taşı, bir çöpü kaldırıyorsunuz ve bu yaptığınız yararlı fiiler ile sevap yani, size ölüm ötesi yaşamda gerekli olan enerjiyi topluyorsunuz.

Sonra?..

Falanca kişi dile geliyor ve başlıyorsunuz, duyduğu takdirde hoşnut kalmayacağı bir biçimde onun hakkında konuşmaya, dedikodusuna. İşte o anda olan oluyor!..

O kişiden söz etmeye başladığınız anda, beyniniz ile o kişinin beyni arasında sizin bilinciniz dışında bir devre, bir bağlantı kuruluyor ve onun hakkında ne kadar hoşlanmayacağı bir biçimde konuşmuş iseniz; konuşmanızdan dolayı onun hoşnutsuzluğunu giderecek düzeyde sizin pozitif enerjiniz yani sevaplarınız onun beynine anında transfer oluveriyor!..

Nice emeklerle, nice gayretlerle ne kadar zamanınızı harcayarak elde ettiğiniz o pozitif enerjiniz, o sevaplarınız, bir anda dedikodusunu yaptığınız kişiye bağışlanıp gidiveriyor!..

Oysa siz, o pozitif enerjinizle milyonlarla yıl neler elde edebilecektiniz!..

Ya da bundan daha kötüsü!..

Verecek birikmiş pozitif enerjiniz yok. İşte bu defa aynı kanalda tersine bir akış başlıyor ve  onun eşdeğerdeki negatifleri bir anda sizin beyninize boşalıp, oradan da dalga bedeninize anında yüklemesi yapılıveriyor!..

Dilinizi tutamayıp, bir anlık geçici zevk için beyninizi fuzûliyâta harcamanızın; dünyanın en kıymetli cevheri beyninizi yerinde kullanmayıp boş şeylere harcamanızın «neticesinde» oluşan bir olay!.. Kendi kendinize verdiğiniz bir ceza!..

Nice insanlar vardır. Hayır hasenat yaparlar. Namaz kılarlar, oruç tutarlar. Zekât verirler. Ve âhirete «dolgun» gittiklerini sanırlar!.. Oysa tamtakır, tamamıyla müflis yani iflas etmiş bir şekilde oraya varmaktadırlar, bundan hiç haberleri yoktur.

«KİŞİYE GÜNAH OLARAK SADECE DİLİ YETER»

Hadîs-i şerîfinde anlatıldığı üzere, başkalarının dedikodusunu yapması, zan üzere başkaları hakkında konuşması, iftiralara âlet ve aracı olması yüzünden tüm sevaplarını yani müspet enerjisini onlara dağıtmaktan başka, bir de onların günâhlarını yani negatif yüklerini yüklenmiştir; üstelik bunun farkında bile değildir!..

İşte şu Tırmızî`deki Hadîs-i Rasûlullâh’ı, beraberce okuyalım:

Ebû Hureyre Rasûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`den nakletmiştir:

“-MÜFLİS kimdir biliyor musunuz?.. diye sordu Rasûlullâh. Ashab:

-Bizce müflis parası ve malı olmayandır, Yâ Rasûlullâh!..

Rasûlullâh salla’llâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

-Benim ümmetimin müflisi o kişidir ki, kıyâmet günü namaz, oruç, zekât getirecek. Fakat, buna zinâ isnad etmiş, bunun malını yemiş, bunun kanını akıtmış, bunu dövmüştür!..

Sonra oturacak; kısas olarak bu onun sevaplarından alacak, o da bunu sevaplarından alacaklardır. Şayet, sevapları üzerinde bulunan hataların karşılığı ödenmeden tükenirse bu defa, onun hatalarından (doğan günâh) alınıp buna yüklenecek ve sonra da ateşe atılacaktır!..

Karşımızdakilere geçen haklar burada mı, orada mı ödeniyor?..

Olayın Cenâb-ı Hakk tarafından bize açılan yönü şu:

«ALLAH SERİÜL HİSAB`dır!..»

Yani, hesabı anında görendir Allah!..

Kim kime ne değerde ne verir de aynı değerden ondan maddî karşılığını almaz ise ve verdiğine karşılık hakkını da ona bağışlamaz ise; o şeyin karşılığı karşısındaki tarafından anında kendisine «enerji olarak» ödenmektedir!..

Bazı ufak değerler için bu ödenti anında kapanmakta, fakat büyük haklar için ise bağışlama alana, ya da ölene kadar o ödeme devam etmektedir!.. Bu yüzden büyük haklar kişinin cehenneme gitmesinde rol oynayan büyük faktörler olmaktadır!..

İslam`daki alınan bir hediyenin bile eşdeğerde bir hediye ile karşılanması şeklindeki teâmülün altında yatan sebep de budur. Zirâ bunu ilk başlatan da Rasûlullâh aleyhi`s-selâm’dı.

Maddî şeylerin karşılığı iyiliklerin karşılığı böyledir.

  • Kur`ân-ı Kerim, insanların üzerine farz kılınan; yani onların uymak zorunda oldukları; uymamaları halinde büyük zarar görecekleri 54 çok önemli kuraldan sözeder ki, bunların ilk dördü “namaz, oruç, hac ve zekât“tır!. Bunların ötesinde gıybet etmemek, dedikodu yapmamak, içki içmemek, kumar oynamamak, zinâ yapmamak, hırsızlık yapmamak, yetim hakkı yememek; ve bu gibi bir çok uygulamakla zorunlu olduğumuz öneri mevcuttur.. Toplam 54 olan bu önerilerin tümü de İslâm`ın şartları arasındadır..
  • Oruç”, Hz. Muhammed Mustafa aleyhisselâm’dan önce gelmiş olan Nebilerin zamanlarında da değişik şartlarla vardı.

    Oruç” esası itibariyle sadece yemek-içmek ve seksten kesilmek değildir!. “Oruc”lu iken özellikle dikkat edilecek bir husus var.

    Bunun en başında Allah için “oruc” tutmayı idrâk ederek, gıybeti, dedikoduyu insanları kandırmayı, insanları kandırarak menfaat temin etmeyi kesmek!. Orucun bedensel yanının ötesinde, düşünsel yanındaki en önemli unsurlar bunlar!..

    Gıybet eden bir kimseye:

    -Oruc”lusun, et yiyorsun!. Bu nasıl iştir?

    denmiştir…

    Çünkü Kur’ân da “gıybet etmek”, “ölmüş kardeşinin çiğ etini yemektir” diye târif edilmiştir… Bu yüzdendir ki “oruc”lu bir insan, falanca şöyle yaptı, filanca şöyle yaptı dediği zaman; bu ister arkadaşın olsun, ister politikacı olsun, kim olursa olsun; yanında olmayan, arkasından konuştuğun kişi hakkındaki, o davranışın, senin “oruc”lu iken ölmüş kardeşinin çiğ etini yemendir!.

    Hakkında konuştuğun kişi, duyduğu zaman, senin söylediğinden memnun kalmayacaksa; sen o sözlerinle onun çiğ etini yiyorsun!. İstediğin kadar, ben “oruc”luyum, de!… Hem de, pirzola değil, çiğ ölü eti yiyorsun!. Orucun ne hale geldi bir düşün!.

    Bu orucun “avam“a hitap eden yönü…

  • Baş örtmek Kur`ânda belirtilen farzlardan biridir!.. Bunu yapmayan; Allah`ın bu konudaki teklifine uymamaktadır!. Kur`ân bu konuda bir ceza bildirmemiştir!..

    Başını örten, elbette ki Allah`ın bu teklifine uymasının karşılığını fazlasıyla alacaktır.. Başını örtmeyen ise, Allah`a karşı sorumlu olur!.. Allah, bu davranışının karşılığını dilediği gibi verir!..

    Ancak, Kurân‘da, “Hacca giden her hanım dönüşte başını örtecektir; örtmeyenin haccı kabul değildir” gibisinden bir hüküm kesinlikle mevcut değildir!.

    GIYBET etmemek de kesin hem de çok ağır hükümlerden birirdir!.. “Ölü kardeşininin çiğ etini yemektir gıybet diye tanımlanmıştır Kurânda!. Ben bu suçu işlemekten kendimi alamıyorum; öyle ise örtülü başımı açayım, diyor musunuz?.. Elbette hayır!.

    Bir emri yerine getirememek, nasıl bir başka yerine getirebildiğin emirden de vazgeçmeyi getirmezse; hacca gitme imkânın olduğu halde, başörtememek yüzünden hacca gitmemek o derece büyük yanlıştır!.

  • Eğer, bir daha dünyaya gelip yapmadıklarını yapma şansın yoksa; ki bu durum kesin bir hükümdür!.. Eğer şu dünyada geçireceğin vakit, daha sonraki sürecin milyarlarca ve milyarlarca sene sürecek boyutuna göre okyanusa dalmış bir kuşun gagasındaki damla kadar az ve kısa ise!..

    Ve sen, geleceğini sadece bu süreç içinde kazanma şansına sahip isen!..

    Hâlâ daha dedikodu ile, gıybet ile, etraf hakkında konuşmakla vaktini harcayacak lükse sahip olduğunu mu zannediyorsun?.

    Aklı olan, zorunlu konuşmanın haricinde kalan tüm vaktini “zikir” ile değerlendirir, tesbih ile değerlendirir.

  • Sana öbür tarafta getirisi olacak şey;

    Önce “zikir”!…Çünkü, beyin kapasiteni ne kadar geliştirirsen, o kadar da bunun sonuçlarını kazanacaksın.

    Ondan sonra; Namaz, oruç, zekât, hac!..

    Sen evvelâ bunları bir yap!. Bunların getirisini sağla! Ondan sonra da vaktin kalırsa ek olarak bunları düşün, bunların sevaplarını düşün! Her şeyin bir öncelik sırası var.

    Öğün vakti gelmiş, karnın acıkmış, yemek yiyeceksin!. Ama bunu boş verip, önce camların tozunu alıyorsun. Yahu!. Yemek vakti şimdi. Cam tozu almanın sırası mı?. Önce yemeğini ye, sonra camların tozunu al!.

    Bunun gibi her işin bir sırası vardır. Bilgili olan kısa yoldan sistemi anlayıp, zikre, namaza, oruca hemen başlıyor. Bu arada da ilmini arttırmak için bu konudaki mühim eserleri okuyor.

    Nasibinde olmayan, bunları bir yana bırakıyor, fuzuli konularla, dedikodu ile, gıybet ile gününü harcıyor.

    Nasibi olanla, olmayan arasındaki fark bu işte!.

  • Namaz, oruç, hac, zekât, yalan söylememek, iftira atmamak, gıybet etmemek, başkasının hakkına tecavüz etmemek, yetim hakkı almamak, hanımlar için başlarını örtmek gibi.

    Bunların hepsi getirilmiş tekliflerdir. Bir kişi bunlardan yapabildiği kadarını yapar, yapamadığı, onun kendi eksiğidir.

  • Şu anda bizim ÖTEMİZDE, bizi seyredip, yaptıklarımıza göre hakkımızda bir karara varacak; buna göre de bizi cehennemine atacak ya da cennetine sokacak bir “tanrı”dan sözetmemektedir Kur’ân ve Hz. Muhammmed aleyhisselâm!.

    Aksine, Hepimizin ÖZÜNDE olan ve “Hakikat”ını oluşturan bir “ALLAH”tan bahsetmektedir Kudsal Kitabımız ve Allah Rasûlü!.

    İşte bu yüzdendir ki birinin gıybetini yapan, onu aldatan, ya da ona kötülük yapan, hakkını gasbeden; gerçekte onun “hakikat”ı olan “ALLAH”a yapmıştır bu davranışı!…

    Ve bu yüzden demiştir ki Allah Rasûlü:

    -İnsanlara şükretmeyen Allah’a şükretmiş olmaz!..

  • Allah Resûlü iken,  kimsenin arkasından konuşmamış ve hor hakîr görmemiş ise; sen,  nasıl  olur da  başkalarını suçlar,  arkalarından  gıybet edersin?..

  • Gıybet ve dedikodu eden o sırada şeytana secde etmededir!.   

  • Kimin hakkında dedikodu veya gıybet yaptığını bilmeyen, farketmeyen ise zaten MÜŞRİKTİR!…

  • Oruçlu kişinin bedeninin orucu vardır ki nasıl olduğu herkes tarafından bilinir. Yemek, içmek, cinsel münasebet gibi fiillere, dedikodu, gıybet, aldatma gibi hâllere düşmekten kişinin kendinin muhafazası gereklidir bu oruçta!.. Avamın orucudur bu!..

  • ALLAH Rasûlü, Kurân’ı anlayalım ve üzerinde tefekkür edelim diye bize bildirmiştir. Ta ki, yaşamımızda attığımız adımları “sünnetullah”a uygun atalım! Saç–sakal–kılık–kıyafet dedikodusuyla, gıybetiyle vakit geçirip, insan yargılamalarıyla ömür harcayalım diye Rasûl gelmemiştir!.

  • Dua edin bu fakire, ALLAH, İman ile huzuru Rasûllah’a gidenlerden olmayı nasip etsin… Tüm eksik ve kusuruma rağmen!. Dedikodu ve gıybetimle ömrünüzü boşa harcamayın; zira kötüysem zaten kötülüğümün sonuçlarını yaşayacağım. İyi isem, ne deseniz bana ulaşmaz, size zaman kaybettirmekten, nefesinizi boşa harcamaktan başka!.

  • Enerji türü zikir nedir?..

    «Genel zikir» diye de adlandırabileceğimiz bu zikir türü, ruhtaki kudret sıfatına taalluk eden, ruhun sayısız işler başarmasını, ulaşım gücünü sağlıyan enerji toplamaya yönelik zikirlerdir.

    «Allah»;

    «Lâ ilâhe illallâh»;

    «Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh» ve bu gibi genel zikirlerdir.

    Ayrıca yapılan iyiliklerden, ya da size kötülük yapıp dedikodunuzla, gıybetinizle meşgul olan kişilerden akan pozitif enerji yani sevaplar da bu enerji türündendir.

  • Dostlarım… Dedikodu ve gıybetten, dünyadaki en korktuğunuz şeyden kaçar gibi kaçının! Hakkında konuştuğunuz kişide gerçekten varsa o hâl, bunun adı “gıybet”tir Allah Rasûlü’ne göre!. Yapılan bu konuşmayı da Kur`ân-ı Kerîm şöyle nitelemektedir:

    “Ölmüş kardeşinin çiğ etini yemek”!..

    Eğer bahsettiğiniz o hâl, gerçekten o kişide yoksa; siz şahid olmadığınız bir şeyi aktarıyorsanız, bu “iftira”dır ki; “gıybet”ten bin beterdir!.. Târifi mümkün değildir!.

  • Fikrin değil, kişinin dedikodusu olur!.

    Akıllı insan, ilmi ve aklı kadarıyla fikrin eleştirisini yapar!.

    Kişinin eleştirisi olan gıybet, yalnızca, edenini değil dinleyeni de kozasına hapseder ve dahi kozasını kalınlaştırır!.

    Kişiye saygısı olmayanın Allah’a da saygısı olmaz!

    Seyr”i elde edememiş veya elinden kaçırmış olanın, tek meşgalesi dedikodu olur!

    Dünyada insanın niye varolmuş olduğunu fark edemeyenler, günlerini Allah’ı tanıma ve erme ilmiyle değil, birbirleriyle çekişmeyle tüketirler!.

    Her gününü, sana ebedî hayatında yararlı olacak yeni bir ilim öğrenerek değerlendiremiyorsan, ancak perdeni kalınlaştırmakla meşgulsün, demektir.

  • Baş olma” hevesinden geçememiş olanların tasavvuf önderlikleri, tabiatının sigara arzusunu terk edemeyen şeyhlerinki gibidir… Onların alâmeti, kendi müntesibi olmayanları suçlamak ve aşağılamaktır!.

    Kendine bağlı olmayanlara gayrı gözüyle bakarak; onları, kendine bağlanmadıkça ayrı görüp, onların dedikodularını yapan takım başları, çelik çomak oyunlarına devam etsinler!… Bunun farkına varmayan müntesipleri de, onların âkıbetine mustahak olurlar elbette.

    Akıllı olan, ayırımcılığın olduğu hiçbir takım ve grupta yer almaz!

    İman ehlinin dedikodusunu yapan bizden değildir!.

    Benliğini terk etmiş olan zatta dedikodu ve gıybet kesinlikle olmaz!

    Orijin varken kopya çevresinde toplananlar, kopyanın kopyası olmaktan öteye geçemezler!…

    Orijin yalnızca  “Allah Rasûlü”dür!.

  • Çok musalli vardır eline yorgunluktan başka bir şey geçmez. Çok oruç tutan vardır; açlıktan başka bir şey yaşamaz!” Uyarı ve işaretini duymadın mı, bilmiyor musun?… Dedikodu, gıybet ve hor görmeyle insanları “oruç” olmayacağını duymadın mı?

  • Kimsenin kimseye fayda vermeyeceği zorlu bir süreçten” bahsedilirken siz hâlâ falanca ya da filancanın yanında görülmek beni kurtarır zannı hayaliyle yaşıyorsanız gerekenleri uygulamaksızın; kesinlikle bilin ki vay halinize!

    “Eğer benim bildiklerimi bilseydiniz, rahat yataklarınızda yatamaz, Allah Allah diyerek dağlara kaçardınız” diyen Allah Rasûlü; acaba, algıladığı sistemin hangi gerçeği dolayısıyla bunu söylüyordu, yalnızca para kazanıp keyif çatmak için yaşayan bizlere?…

    Elindekileri insanlarla paylaşmayı önerip; yalan, dedikodu, gıybet, kumar, içki, zinâ gibi şeylerin yapılmamasını teklif eden Allah Rasûlü niye bunlarla yetinmeyip; salât, oruç, hac gibi çalışmaları tebliğ etmişti?

  • Bilemem, kozanın dışındakileri ne kadar görebilecek basîretin!.. Zira karanlıktan gün ışığına çıkan gözler, birden kamaşır ve zor görür olur!…

    Şu sıralar iyi-kötü mutlusun kozan olan “dünyan”da!…

    Bir tanrın var kafanda şekillendirdiğin; şartlanmalarına göre bezediğin; umutla ondan şeker beklediğin!

    Sen iyisin sana göre… Evin, işin, yuvan sevdiklerinle, çoğunlukla güle eğlene, bazen de üzüle üzüle geçiyor günlerin!. Yaşamının bir parçası olsa da gıybet dedikodu; ne üreteceksin ki zaten bunlardan başka? Çalıp çırpmıyorsun ya!.. Kimseyi öldürmüyorsun ya!.. Alt tarafı biraz yamyamlık edip, ölmüş kardeşinin çiğ etini yemek olan gıybet yapıyorsan, kime ne zararı var ki!. Nasıl olsa tanrın büyük(!), seni affeder(!)..

    Kozanda mutlusun!… İyi kötü sevenlerin var; sayanların var… Aç açık değilsin; yatağında var karın; dahi üstüne örtecek yorganın! Belki torun torba, belki daha da ötesi var!. Zengin değilsen bile, zenginin malıyla yorulan bir kafan var!.

    Elinde iş, önünde aş, yatakta yoldaş; yetiyor, dünyana mutluluk olarak bunlar…

    Yemek, doymak, sevişmek… Tanrıdan da cennet beklemek!

  • Sen bu dünyada, varsa öyle bir arzun, Allah’a ermek için varsın!.. Başkalarının dedikodusuyla, gıybetiyle zamanını boşa harcaman sana hüsrandan başka bir şey getirmiyecektir!.

  • Bildiğim kadarıyla, “AKIL ve İMAN” isimli kitabımda Allah’a ve diğer iman edilmesi zorunlu hususlara, nasıl imân edilmesi gereğini yazdım; Allah inâyetiyle… Bu inayeti değerlendirmeyenler, elbette sonuçlarını yaşayacaktır!.

    Tek başınayken bunları bilmek önemli değildir; önemli olan, insanlarla ilişki ve iletişimde, bu imânın esaslarına göre yaşamaktır

    Gönül alma etiketi altında yalan söylemek, aldatmak, kandırmak; dedikodu; gıybet yapmak imânla bağdaşmaz ve kişinin imânsız olarak ölmesine yol açar!. Hayatı namaz-oruç-hacla geçse bile!… Zira bu yanlış fiîller, “ALLAH”ı inkâr düşüncesinden kaynaklanır ve imânsızlık sonucudur!.

    İyi düşünün… “ALLAH”a imân etmiş veya bunun ötesine geçmiş bir insanın dedikodu veya daha beteri gıybet yapması mümkün müdür? Yapıyorsa, o kişinin “Allah”a imânından şüphe etmek gerekir!.. Onun sözlerini ise ancak ancak anlayışı sınırlılar dinler!..

    Dedikodu ve gıybet dinleyenler, ancak ahmaklardır!.

    İnsan ilim için yaratılmıştır; ilim dinler; ilim konuşur!

    İlmi olmayanın dedikodusu boldur!

    İmânı olmayanın gıybeti bitmez!.

    Gıybet ateşini, ancak imân suyu söndürür!.

    Gıybet bir fitnedir ki, onu uyandırana, devam ettirene, ancak Allah’ın belâsını isteyenler devam ederler!.

    Allah hepimize aklın yolundan, imânın gereğini yaşamak suretiyle; Allah rasulünün yolunda yürümeyi nasip etsin ve kolaylaştırsın.

  • Dostlarım bilelim ki biz Allah için yaratıldık!.

    Kurabiyelerden medet ummayı bırakıp, kendimizdekini fark edelim; ve O’nu idrâk edip, gereğini yaşamaya çalışalım ..

    Dostumuz, bizi enfüsîmizdekine yönlendiren, onu anlatan ve yolunu gösterendir.

    Düşmanımız, bizi çokluk mücadelesine sürükleyip, ömrümüzü dedikodu, gıybet gayyâsında tüketendir.

    Gününüzün ne kadarı ulaşmayı çok istediğiniz hedefe dönük uğraşı ile değerleniyor?…

    Gününüzün ne kadarı, yarınki hayatta sizin için bir değer ifade etmeyecek kişi veya nesnelerin laklakası ile tükeniyor?

    Sohbet ehliyseniz, sözünüz ilim olsun, dedikodu değil!

  • İnsanlara, “Salât” ile “Allah”a mirâc teklif edilmiştir; olay, “beş vakit tanrı huzuruna çıkıp tapınma” ve jimnastiğe dönüştürülmüşür!.

    İnsanlara “Oruç” ile “Samediyyet nurlarını yaşamak” teklif edilmiştir; konu, dedikodu-gıybetle ölü kardeşinin çiğ etini yiyen yamyamların açlığına çekilmiştir.

    İnsanlara “Hac” ile geçmişin tüm negatif yükünden arınıp “kalbî hakikat” bilincinde kendilerini bulmaları tavsiye edilmiştir; vakıa, paralıların dinsel turizmine çevrilmiştir!..

    İnsanlara “zekât”la Rabbin veren eli olmaları teklif edilmiştir; daha fazlasını nasıl alabilirim düşüncesiyle dine yatırım yapmayı düşünenler türemiştir!

    Yalancı şâhitlik yemini edenlerin hesabını tutmaya melekler yetişebiliyordur umarım!!!

  • Bir mürşidin nasıl davranıp neler öğreteceği, konuyla ilgili kitaplarda detaylı bir şekilde vardır.

    Bu terbiyeyi almış biri, daha “levvâme nefs” mertebesine ulaştığında, dedikoduyu, gıybeti, çekiştirmeyi; başkalarının arkasından konuşmayı, insanları maddi veya mânevi beklentileri uğruna istismar etmeyi, baş olma arzusunu, insanlara hakaret etme hâllerini geride bırakır.

    Bu, ister yakınları ister uzaktakileri olsun herkese karşı böyledir.

  • Dengesizin alâmetidir fitneci olmak… Dengesizin alâmetidir dedikodu-gıybet yapmak… Dengesizin alâmetidir nankörlük!

  • Veli”, dedikodu, gıybet yapmaz, insanları çekiştirmez; nankörlük yapmaz!.

  • Basit beyinler yaşamlarını, kişilikle ve doğal sonucu olarak dedikodu ve gıybetle tüketirlerken; gelişmiş beyinler ise fikirlerle ve düşünce dünyasının verileriyle ömürlerini değerlendirirler!.

  • “Müslüman”, Hazreti Muhammed aleyhisselâmın bildirdiklerine iman hâlindeyken, adam öldüremez, hırsızlık yapamaz, hakkı olmayan şeye el uzatamaz, yalan söyleyemez, gıybet yapamaz, iftira atamaz! Bu hâllerden biri üzereyken ölümü yaşarsa “imansız” gitmesinden korkulur. Çünkü “iman” edilesi şeylere inanılırken onlara ters düşen şeyleri kişinin yapması mümkün değildir!.

    İnsanlar Dünyaya tek gelmişlerdir ve tek gideceklerdir yeni yaşam boyutuna… Kişi kendini o sonsuzluğa hazırlamak için gelmiştir Dünya yaşamına…

    Müslümanım” diyen kişi, Dünya yaşamındaki çok sınırlı zamanını, kendini geliştirmek ve geleceğe hazırlamakla değerlendirmek yerine; başkalarının dedikodu ve gıybetiyle harcıyorsa; onun, kendine yaptığı zulmü, asla başkası ona yapamaz!.

    Herhangi bir kişi hakkında konuştuğunuz her konu dedikodu kapsamına girebilir ve muhtemelen gıybet olabilir!. “Eğer o konuştuğunuz şey o kişide varsa bu gıybet; konuştuğunuz şey o kişide yoksa bu defa yaptığınız iftiradır!”… “Kişiye günah olarak her duyduğunu başkasına nakletmesi yeter!” uyarılarına çok dikkat etmek zorunludur. Zirâ, gıybet Kurân-ı Kerîm`de “ölmüş kardeşinin çiğ etini yemek” kadar tiksindirici bir olay olarak tanımlanmıştır!. İftiranın faturası ise insanın karşısına nasıl çıkar, hayâl bile edemeyiz!. Şahidi olmadığınız konu hakkında konuşmak ve hüküm vermek çok büyük vebal getirir!.

    Bu oluşum, “DİN” olarak anlatılan “Sünnetullah” sonucudur ki; kişi kendisinden açığa çıkanların sonucunu kesinlikle yaşayacaktır!. Yaşamakta oldukları, kendisinden açığa çıkmış olanların sonucudur!. Yaşadıklarından ders almayanların daha yaşayacakları var demektir!.

  • Bir kitabınızda sigaranın zinadan daha büyük günah olduğunu söylüyorsunuz. Bu yorumunuzu biraz daha açar mısınız?

    Benim kitabımda yazdığım, sigaranın değil gıybetin zinadan 36 kat daha zararlı olduğudur ve bu Rasulullah tanımlamasıdır!. Size yanlış nakletmişler. Kuran, gıybet etmeyi yani kişinin kulağına gittiğinde hoşlanmayacağı şeyi arkasından konuşmayı, ölü kardeşinin çiğ etini yemek olarak tanımlar. Zina yapan kişi yapılmaması gereken bir fiili yapmıştır. Allah diler affeder diler cezalandırır.Ama gıybette müthiş kul hakkı yüklenilmektedir!. Sigara konusu  ise… Kişinin sigarayla beynine verdiği zarar kalıcıdır!. Sigaranın zararları saymakla bitmez… Bir tür beyinsel intihardır!. ABD, kendinde sigarayı yasaklarken tüm geri kalmış ülke insanlarını zehirlemek için dışarıya ihraç etmektedir.  Ölümötesi sonsuz hayatı kazanmak için elinizdeki en önemli organ beyindir. Ona verdiğiniz her zarar sonuçta ölümötesi yaşamınızdan bir şeyler kaybettirmektedir kanaatindeyim. İnsan dünyada ölümötesi sonsuz hayata hazırlanmak için vardır. Beyin de bunun aracıdır. Sigara da beyne zarar verdiğine göre olayı siz değerlendirin.

  • Zina, muhakkak ki Kebâir diye isimlendirilmiş büyük günahlardandır.

    Ne var ki, bundan çok daha büyük günahların olabileceğini ifade sadedinde “bunun kadar küçük günaha BENZEYEN şey görmedim” denilmiştir İbni Abbas tarafından.

    Zina konusunda İbni Abbas hadisinin Arapça’sında “ma raeytü şey’en eşbehe bil-Lemem”(küçük günaha benzeyen bir şey görmedim) diye geçer… yani esas olarak tanımlama “Zina,  küçük günaha benzeyendir”. Anlamındadır.

    Burada anlatılmak istenilen, zinanın önemsiz olduğu anlamı değil; insanlara zarar veren bazı fiillerin (gıybet gibi, sigara gibi), davranışların bazı büyük günahlardan daha önemli olduğunu vurgulamaktır. Zina büyük günahlardandır!. Ne var ki, hadislerde de belirtildiği üzere sonuçta 2 kişi arasındadır. Allah diler cezalandırır diler bagışlar. İnsanlara zarar verip kul hakkı getiren bir çok fiil ise bu günahlar kadar veya daha fazla günah ihtiva etmektedir.

    Dolayısıyla, A. H. “zina küçük günahtır”, fetvası vermiyor; zinadan daha büyük, insanlara zarar veren yapılmaması doğru olan fiiller  olduguna dikkat çekmek istiyor!.

    Mesela Kurân’da “fitne/fesad kıtalden (adam öldürmekten) daha şiddetlidir/büyüktür” deniliyor… Şimdi buradan, “kıtal= adam öldürmek” önemli bir şey değil, hükmü mü çıkar?… Ya da “tercih sana kalmış, bunlardan birini tercih et” mi, denilir… sanki bunları yapmak zorundaymışın veya bunlardan biri tavsiye ediliyor, kolaylaştırılıyor gibi…. oysa burada “gıybet” ya da “sigara”  O KADAR ZARARLI Kİ; kesinlikle uzak durun, denmektedir…

    Bu konudaki Hadisler ve Gazalî’nin yorumu şöyledir:

    İbni.Abbas r.a. Ebu Hüreyre r.a. yoluyla şöyle rivayet eder: Nebi s.a.v.den şu rivayetinden daha küçük bir günaha benzer hiç bir şey görmedim: “Allah ademoğluna zinadan nasibini takdir etmiştir…hiç şüphesiz ademoğlu mukadder olan bu akibete erişecektir…. imdi göz zinası bakmaktır, dil zinası görüşmektir… nefsin de temenni ve iştihası vardır… tenasul uzvu ise ya ya bunları tasdik eder veya yalanlar”… Buhari’nin Diyanet tarafından basılan Tecrid tercümesi 12.cild, sayfa 323, hadis no:2132

    “Gıybetten sakının; çünkü gıybet zinadan daha şiddetlidir. Kişi zina edip tevbe eder de, [bir daha yapmazsa], Allahü teâlâ onun tevbesini kabul eder. Gıybet edilen, gıybet edeni affetmedikçe, affolmaz.” [İbni Ebid-Dünya, Deylemi, Taberani, Beyheki, Tergib ve Terhib, İ. Şarani, İ. Gazali

    Beyhaki abu said ve cabir r.a.lardan…

    “Rasulullah buyurdu ki: “Gıybet zinadan daha şiddetlidir”… dediler ki “ya Rasulalah, nasıl gıybet zinadan daha şiddetli olur?”… Hz.Rasulullah buyurdu ki: “Muhakkak ki adam zina yapar da (sonra) tevbe eder; bunun üzerine Allah onun tevbesini kabul eder… Gıybet eden ise, sahibi(giybet edilen) onu bağışlamadıkça, bağışlanmaz”.

  • “Nokta”sındaki kudretin ehli olarak yaratılmış olanlar, yalan, dedikodu, iftira, gıybet gibi şeylerle uğraşmazlar; bunun yerine kendi hakikat noktalarına ermek yolunda mücahede edip, nefslerini tezkiye etmeye, arınmaya, takvaya ağırlık verirler!

    Bu sırrın ehli olarak yaşamak üzere yaratılmamış olanlara ise dedikodu, yalan, iftira, gıybet, kısaca dünyalarına dönük her şey kolaylaştırılmıştır. Ömürleri başkalarının hâlleriyle uğraşmakla son bulur; kendi hakikatlerinden ve getirisinden mahrum olarak! İftiraları yayanlar aynen iftirayı atanlar gibidirler.

    Tarihte, kim insanlara hakikatin ilmini açmak üzere gelmişse, hemen onun getirdiğini örtmek ve ehli olmayan insanları o hakikatten alakoymak için faaliyete geçen birileri de yaratılmıştır! Onlar hakikatlerinden örtülü bir şekilde yaşarlar ve başkalarının da o hakikatten perdeli kalması için ne gerekiyorsa yaparlar.

    Zira kullukları, ehil olmayan insanları “nokta”larındaki kudretten mahrum bırakmak üzere ne gerekirse onu yapmaktır! Böylece Deccaliyete hizmet verirler… Akı kara, karayı ak olarak tanıtmak üzere!

    Onların kullukları gereği bu hâl üzere olduklarını seyreden, hakikat ehli ise onlarla muhatap olmazlar ve gocunmazlar dahi! Çünkü bilirler ki, ehil olmayanların o muhteşem nurdan, “nokta”daki kudretten uzaklaşmaları için sistemde bu gibilerine gerek vardır!

    Selam üzerinize olsun“, derler ve “nokta”larındaki kudretle seyirlerine devam ederler!

  • Allah kimin selâmetini dilemişse, o kişi bu yazdıklarımızı iyi düşünür ve yaşamına ona göre yön verir yeni baştan!.

    Huzuruna çıkan” hüsrandadır!.

    Huzurda olmanın sonuçlarını yaşayan“, yanmaktan azâd olmuştur!

    Huzurdan uzaklaştırılmışlığı” yaşayanın alâmeti, çeşitli indî, nefsanî, şeytanî gerekçelerle yaptığı dedikodu ve gıybetle ömür tüketmesidir!.

    Lutfa ermişliğin sonucu, beş duyu kayıtlarından azâde, tefekkürün kanatlarıyla, esmâ aleminin özelliklerinin açığa çıkışını seyirdir!.

  • Şirkin kalkmış olmasının alâmeti; kişide yalan, ikiyüzlülük, gıybet, iftira, aldatma, çıkarı için yüzüne gülme gibi hasletlerin olmayışıdır. ŞİRKTEN ARINMIŞLIĞIN BAYRAMINI DİLERİM.
  • İftira eden zâlim ya aklını yitirmiştir ya da imanını! İman ile iftira aynı kalpte bulunmaz! Şahidi olmadığın olay hakkında konuşmak ya dedikodudur ya gıybet ya da iftira!
  • Ramazanı, gündüzlerini beşerî değer yargıları ile dedikodu-gıybetten uzak olarak oruçla değerlendiren; gecelerini de secdede DUA ile ihya edenlere ne mutlu!
  • Yalan, gıybet, iftira boyunu aşmış, “müslümanım, oruçluyum” diyor; kendinin hâlâ öyle olduğunu sanıyor; “hoca” zannediliyor! İşte âhir zaman…
  • Eser üretemeyen zavallı; dedikodu, gıybet üretir! Kendini geliştirip yeni bir bilgi üretemeyen, üretenlere çamur atarak tükenir!
  • La ilâhe illallâh inancında olan için iftira, yalan, gıybet; Allâh’tan belâ istemektir. Bunu yapanlar, hâl diliyle kendilerine beddua ederler.
  • Allâh hepimize, insaf, hoşgörü, samimiyet, birbirimize sevgi ve karşılıksız paylaşım nasip etsin. Gıybet, iftira, ikiyüzlülükten korusun!
  • Herkesin kusurlarıyla uğraşıp kendini pirûpak sanan, canlı cehennem ateşidir. İlişki kuran da yanar! Cehennem gıybet, dedikoducularla doludur.
  • Kıyamet alâmeti! İnsanlar kapı arkası ölüm beklerken, zamanı harcıyorlar hiç yoluna! Dedikodu, yalan, iftira, gıybet gırla gidiyor dillerde!
  • Ramazanda iftira ve gıybet şeddeli günahtır. Allâh Seriülhisab’tır!
  • Sordular; âlimin eti niye yamyamı ilgilendiriyor. Yamyam çiğ insan eti yer. Kur’ân çiğ insan eti yemeği ne olarak anlatır? Gıybet ehli, yamyamdır.
  • İmanlı, eksiklerini tamamlamak için kendiyle meşgûlken; imansız da başkalarının dedikodusu ve gıybetiyle ömür tüketir. Akıllı, imansıza uymaz!
  • Varlıktaki her sûret Hakk’ın esmâsıdır, vechidir diyorsun; sonra da dönüp onun gıybetini, dedikodusunu yapıyorsun. Bu ne yaman çelişki!
  • Üç aylar bereketli olsun hepimize, Allâh yalan dolan, iftira, gıybet, kin düşmanlık hasletlerinden korunmayı nasip etsin. Kalbimizi nurlandırsın.
  • Ramazan; hepimize mübarek olur eğer dedikodu ve başkalarının arkasından konuşmayı, gıybeti terk edip, Allâh’a yakîn elde edebilirsek.
  • Eleştiri, dedikodu, gıybete ağzını kapamayanın gözü Allâh’a açılmaz!
  • Allâh bizi salih, kendine yönelten; dedikodu, gıybet, yalan, hırs, tamah ve cimrilikten uzaklaştırıp, ibadete teşvik edip ilmimizi arttıran dost vere!
  • Cuma demek, dilini ve beynini gıybet ve dedikodudan korumak demektir. Başkalarının eleştirisiyle nefesini harcamamaktır.
  • Beğenmediğiniz paylaşmadığınız tweetleri takip etmek, zihninizde gıybet ve dedikodu yaşamanıza yol açar ki, bu da Allâh ile aranızda perde olur.
  • Ne mutlu, hiç olmazsa Ramazan ayını oruçla geçirip, başkalarının çiğ etini yemek diye Kurân’da tanımlanan, gıybet iftira dedikodudan uzak olana.
  • İftira ve gıybetin ne kadar vahim ve dehşet olduğuna imanı olmayanlarla, hele Ramazan’da bunları yapanlarla konuşulacak hiçbir şey olmaz!
  • Sanırım âhirette insanlar sırtlarındaki en büyük vebal olarak, hakikatini bilmedikleri konularda verdikleri hüküm ve gıybet günahını görecek.
  • “GIYBET, ZİNADAN 36 kat daha şiddetlidir” Hadis. Zinadan korkup, yapanları cehenneme gömenlerin, gıybet ve iftirayı hiç önemsememesi ne garip!
  • Laf taşıyan, dedikodu yapan, gıybet yapan insanların Allâh’a imanı ne kadar vardır? Onlarla ancak zorunluluktan beraberlik yaşanır. Mesafeli!
  • Allâh bir kalpten nurunu çekip karanlıklar içinde bırakırsa; o dilden her türlü yalan, gıybet, iftira saçılmaya başlar. Allâh’a sığınırım!
  • Aklı ile yaşayıp hesap vereceğine imanı olan, asla zinadan 36 defa şiddetli olan gıybeti yapmaz. Yapıyorsa ya aklı yoktur ya da imanı!
  • İslâm, dedikoduyu gıybeti iftirayı yalanı yasaklamışsa bunun anlamı nedir: SEN KENDİ İŞİNE BAK! Öldüğünde herkes kendi hesabını verecek.
  • Bizzat şahit olmadığın şeyi anlatmak dedikodudur. Şahit olduğun, fakat anlattığında üzülecekler varsa bu da zinadan 36 kat şiddetli gıybettir! Rasûlullâh’a göre “gıybet zinadan 36 defa şiddetli” ise, gıybet yapanlar ne duruma düşerler? Hiç bunu düşündünüz mü? Gıybete tövbe gerek!
  • Şahidi olmadığın olay hakkında zannına göre konuşuyorsundur. İnsanların ne yaptığını araştırmak tecessüstür. Herkes kendi hesabını verecek! Beyinler “ölü kardeşinin etini yemek” misaliyle anlatılan gıybetin dehşetini düşünemiyorsa, bırakın dilediğini yapsın. Sonu acı olacak! Allâh beyini kendi Esmâsını Zâhir kılsın, gereğini yaşayasın diye YARATMIŞ, onu dedikodu ve gıybetle harcayana ne yazık! Sana ne başkasından!

Soru

-Dedikodu şirk midir?..

Üstad

Kimin hakkında dedikodu veya gıybet yaptığını bilmeyen, farketmeyen ise zaten “MÜŞRİK”tir!…

Karşındakinin hakikatını göremediğin sürece et kemik görüp secde etmeyen şeytan gibi olursun…

Doğru mu acaba ? Günlük yaşantı içinde nasıl farkedeceğiz karşımızdakini…? Üstelik onunla diyalog halinde iken!

 

Soru

-Üstadım; Fâsık ve Fâcir kişilerin gıybetini yapmak mübahtır.. diye bir kitapta okumuştum. Bu doğru olabilir mi?

Üstad

-Tamamıyla gaflet eseri olan bir ifadedir bana göre…! Fâili hakikiyi gör ve “O”nu gıybetten uzak dur!..

 

Soru

-Duyduğunda hoşuna gitmeyeceği bir özelliğinin kişinin yüzüne karşı söylenmesi ve kişinin bundan dolayı buruklaşması gıybet sistemine dahil midir?…

Üstad

-Hayır değildir.

 

GIYBET

İslâm toplumu arasında bir “kul hakkı” sözüdür sürer gider. “Hakkımı aldın”, “hakkım kaldı”. gibisinden sözleri çeşitli vesilelerle söyler dururuz.

Nedir bu kul hakkı?..

Gıybet” kelimesiyle işaret edilen bir mânâ gene sürekli konuşulur. “Gıybet etme” denir. ama gene de bir türlü kolay kolay vazgeçemeyiz “DEDİKODU”dan.

Evet, Arapça’daki “GIYBET” kelimesini Türkçe’ye çevirmek gerekirse, aşağı yukarı bunun Türkçe’deki en yakın karşılığı “DEDİKODU”dur!..

Nedir dedikodunun sınırları?..

Niye suçtur?..

 

GIYBET

ZİNADAN OTUZ ALTI DEFA DAHA ŞİDDETLİDİR

Niye Rasûlullah aleyhi’s-selâm bu mevzûda bu kadar şiddetli konuşmuş da şöyle buyurmuştur:

-GIYBET ZİNADAN OTUZ ALTI DEFA DAHA ŞİDDETLİDİR.

Câbir ve Ebû Said radıyallahu anh naklediyor

Rasûlullâh salla’llâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

Gıybetten sakınınız!.. Zirâ gıybet zinâdan daha şiddetlidir!.. Çünki zinâ eden kimse tevbe eder, Allâh da afveder. Fakat gıybet eden, gıybeti yapılan afvedinceye kadar, afvedilmez!.. (Gazalî-İhya)

SİZDEN HERHANGİ BİRİNİZ

ÖLÜ KARDEŞİNİN ETİNİ YEMEKTEN HOŞLANIR MI?

İŞTE BUNDAN TİKSİNDİNİZ!.

Ve Kur’ân-ı Kerîm‘de niçin son derece tiksindirici bir misâl kullanılmıştır dedikodu için. Şöyle ki:

“EY İMAN EDENLER, ZANNIN BİR ÇOĞUNDAN KAÇININ!. ÇÜNKÜ, BAZI ZANLAR SUÇTUR!.

BİRBİRİNİZİN KUSURUNU ARAŞTIRMAYIN!.

KİMİNİZ DE KİMİNİZİN DEDİKODUSUNU YAPMASIN.

SİZDEN HERHANGİ BİRİNİZ ÖLÜ KARDEŞİNİN ETİNİ YEMEKTEN HOŞLANIR MI? İŞTE BUNDAN TİKSİNDİNİZ!.” (Hucurât-12)

     

Hazreti Aişe radıyallahu anha anlatıyor:

“Resûlullâh salla’llâhu aleyhi ve sellem’e:

-Safiyye’nin şu kusurları, boyunun kısa olması sana yeter!..

dedim. Rasûlü Ekrem:

-Öyle bir söz konuştun ki, denize atılsa, denizi bulandırır ve kokuturdu!.. buyurdu.

Resûlü Ekrem’e gene bir insandan bahsetmiştim. Bana şöyle dedi:

-Bana dünyalıktan bir çok şey verilse de, kimseyi kötülükle anmayı sevmem!.. (Ebû Davud, Tırmızî)

Ebû Hureyre radıyallahu anh naklediyor:

Hz. Rasûlullah aleyhisselâtü  ve sellem’e sordular:

-Gıybet nedir biliyor musunuz?..

Ashab cevabladı:

-Kardeşini hoşuna gitmeyen şeyle anmandır!..

Birisi sordu:

-Dediğim şeyler kardeşimde varsa, ne buyurursun?..

Resûlullâh:

-Söylediğin şayet onda varsa, onu gıybet etmiş bulunursun!.. Ve eğer onda yoksa ona iftira etmiş olursun!.. (Müslim)

Amribn-ül As radıyallahu anh’dan nakledilmiştir:

Resûlullâh salla’llâhu aleyhi ve sellem ölü bir katırın yanından geçerken ashabından bazılarına şöyle buyurmuştur:

-Kişinin karnını doyuruncaya kadar şu (leşden) yemesi, elbette müslüman bir kişinin etini yemesinden (dedikodusunu yapmasından) daha hayırlıdır.” (ibni Hibbân)

Allah bizleri birbirimizin dedikodusunu, gıybetini yapalım diye yaratmadı!.

 Bizim görevimiz;bir araya geldiğimiz zaman bildiklerimizi karşımızdakine-yanımızdakine anlatmak ve ondan sonra da onun hakkında hiç bir yerde konuşmamaktır! Çünkü Hz.Rasulullah buyuruyor ki;

“Kim kardeşinin kulağına gittiği zaman üzüleceği bir şeyi bir başkasına söylerse, bu, gıybettir” Kurân‘daki anlatımla “ölmüş kardeşinin çiğ etini yemek”tir!

Kim ölmüş kardeşinin çiğ etini yemek ister?

 

KİŞİYE GÜNAH OLARAK SADECE DİLİ YETER..

Evet, Kur’ân ifadesi ile, deyişi ile, kişinin dedikodusunu yapmak, ölü kardeşinin etini yemek kadar “tiksindirici” bir fiildir!..

Niçin?..

Başta da çeşitli vesileler ile anlattığımız üzere siz bir takım çalışmalar yapıyorsunuz, zikir yapıyorsunuz, oruç tutuyorsunuz zekât sadaka veriyorsunuz, hatta yoldan bir taşı, bir çöpü kaldırıyorsunuz ve bu yaptığınız yararlı fiiler ile sevap yani, size ölümötesi yaşamda gerekli olan enerjiyi topluyorsunuz.

Sonra?..

Falanca kişi dile geliyor ve başlıyorsunuz, duyduğu takdirde hoşnut kalmayacağı bir biçimde onun hakkında konuşmaya. dedikodusuna.işte o anda olan oluyor!..

O kişiden sözetmeye başladığınız anda, beyniniz ile o kişinin beyni arasında sizin bilinciniz dışında bir devre, bir bağlantı kuruluyor ve onun hakkında ne kadar hoşlanmayacağı bir biçimde konuşmuş iseniz; konuşmanızdan dolayı onun hoşnutsuzluğunu giderecek düzeyde sizin pozitif enerjiniz yani sevaplarınız onun beynine anında transfer oluveriyor!..

Nice emeklerle, nice gayretlerle ne kadar zamanınızı harcayarak elde ettiğiniz o pozitif enerjiniz, o sevablarınız, bir anda dedikodusunu yaptığınız kişiye bağışlanıp gidiveriyor!.

Oysa siz, o pozitif enerjinizle milyonlarla yıl neler elde edebilecektiniz!.

Ya da bundan daha kötüsü!.

Verecek birikmiş pozitif enerjiniz yok. işte bu defa aynı kanalda tersine bir akış başlıyor ve. Onun eşdeğerdeki negatifleri bir anda sizin beyninize boşalıp, oradan da dalga bedeninize anında yüklemesi yapılıveriyor!..

Dilinizi tutamayıp, bir anlık geçici zevk için beyninizi fuzuliyâta harcamanızın; dünyanın en kıymetli cevheri beyninizi yerinde kullanmayıp boş şeylere harcamanızın “neticesinde” oluşan bir olay!.. Kendi kendinize verdiğiniz bir ceza!..

Nice insanlar vardır. Hayır hasenat yaparlar. Namaz kılarlar, oruç tutarlar. Zekât verirler. Ve âhırete “dolgun” gittiklerini sanırlar!.. Oysa tamtakır, tamamiyle müflis yani iflas etmiş bir şekilde oraya varmaktadırlar, bundan hiç haberleri yoktur.

“KİŞİYE GÜNAH OLARAK SADECE DİLİ YETER”

Hadîs-i şerîfinde anlatıldığı üzere, başkalarının dedikodusunu yapması, zan üzere başkaları hakkında konuşması, iftiralara âlet ve aracı olması yüzünden tüm sevablarını yani müsbet enerjisini onlara dağıtmaktan başka, bir de onların günâhlarını yani negatif yüklerini yüklenmiştir; üstelik bunun farkında bile değildir!..

 

“MÜFLİS” (İFLÂS EDEN) KİMDİR,

BİLİYOR MUSUNUZ?

İşte şu Tırmızî‘deki Hadîs-i Resûlullâh’ı, beraberce okuyalım:

Ebû Hureyre Resûlullâh salla’llâhu aleyhi ve sellem’den nakletmiştir:

“-MÜFLİS kimdir biliyor musunuz?.. diye sordu Resûlullâh. Ashab:

-Bizce müflis parası ve malı olmayandır, Yâ Resûlullâh!.

Resûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

-Benim ümmetimin müflisi o kişidir ki, kıyâmet günü namaz, oruç, zekât getirecek. Fakat, buna zinâ isnad etmiş, bunun malını yemiş, bunun kanını akıtmış, bunu dövmüştür!..

Sonra oturacak; kısas olarak bu onun sevablarından alacak, o da bunu sevablarından alacaklardır. Şayet, sevabları üzerinde bulunan hataların karşılığı ödenmeden tükenirse bu defa, onun hatalarından (doğan günâh) alınıp buna yüklenecek ve sonra da ateşe atılacaktır!..

Şeytan, en büyük şeytâniyetini insanları birbirleriyle uğraştırmak sûretiyle ortaya koyar.

Günümüzün büyük kısmını, dikkat edin, “Falanca böyle yapmış, filânca şunu demiş, Ahmet bunu yapmış, Ayşe böyle demiş…” diyerek geçiriyoruz.

Bu şekilde geçirdiğimiz her dakika ve saat, Şeytan’a kulluk etme ve ona tapınma hâlindeyiz demektir.

Allah bizleri, birbirimizle uğraşmak, birbirimizin dedikodusunu yaparak ömür tüketmek için yaratmadı.

Önemli olan, falancanın filâncanın ne yaptığı değil, senin kendi geleceğine dönük bir biçimde ne yaptığındır.

Hiç kimseye hiçbir şey zorla verilmiyor.

Eline geçeni alırsın, işe yarıyorsa değerlendirirsin. İşine yaramıyorsa değerlendirmezsin! “Benim yolum, kendi doğru yolum bu!.” dersin. Kendi yolunu kendin çizersin…

Ama, şu önümüzde kalan kısacık zamanı başkalarının hakkında konuşarak tüketecek kadar lükse hiç birimiz sahip değiliz!.

Ölüm sonrası yaşamı ne kadar biliyoruz?. Ve, bu yaşama kendimizi ne kadar hazırlıyoruz?.

Sualler bu kadar basit!.

Eğer, bir daha dünyaya gelip yapmadıklarını yapma şansın yoksa?… Ki, bu durum kesin bir hükümdür.

Eğer, şu dünyada geçireceğin vakit, daha sonraki sürecin milyarlarca ve milyarlarca sene sürecek boyutuna göre, okyanusa dalmış bir kuşun gagasındaki damla kadar az ve kısa ise;

Ve sen, geleceğini sadece bu süreç içinde kazanma şansına sahip isen, halâ daha dedikodu ile, gıybet ile etraf hakkında konuşmakla vaktini harcayacak lükse sahip olduğunu mu zan ediyorsun?.

Aklı olan, zorunlu konuşmanın haricinde kalan tüm vaktini zikir ile değerlendirir, tesbih ile değerlendirir.

Nerede olursa olsun, abdestli veya abdestsiz her halükârda zikir yapılabilir.

Öyleyse yapılacak şey, yanlışlardan en kısa zamanda dönmektir.

Fazilet; Yanlışını idrâk ettiğin anda kendine itiraf edebilmek ve onun gereğini uygulayabilmektir.

İnsan, dün ile oyalandığı takdirde, yarınını kaybeder.

Yarınını kazandırmayacaksa dünden bahsetme!

Asr sûresi, bunu anlatır.

Hak olanı, gerçek olanı, sana bir şeyler kazandıracak olanı elde et ve kendinde oturtmaya çalış!.

Ve, bunları yapma, gerçekleştirme konusundaki güzellikleri çevrene de tavsiye et!..

Kurân’ın uyarısı bu!..

Yer yüzündeki hiçbir değerin ölçemeyeceği, içinde yaşamakta olduğumuz zamanı süratle yitiriyoruz.

İçinde yaşamakta olduğumuz zaman, yeryüzünde hiçbir değerin ölçemeyeceği konumdadır.

Ölüm ötesinde; “Ahh!.” diyeceksin. “Neden bir nefesi dahi boşa harcayıp zâyi ettim?..”

Bana ne!.. Falanca ne yapmışsa yapmış. Ben bunları konuşayım diye gelmedim ki dünyaya!.

Onu bunu konuşayım derken geçen bunca zamanda neler yitirdim?. Neleri elde edebilirdim?.

Bir adam, yemeğini yemiş, sofrada bir dilim ekmek bırakmış. Ona, “ ne müsrif insan!.” diyoruz.

Yalnız O adam değil!. Hepimiz istisnasız müsrifiz, iflâstayız… Çünkü, içinde yaşadığımız anları, ölümden sonraki hayatta bize yararlı olacak şekilde değerlendiremiyoruz.

Ne kadar büyük bir yanlıştır ki, zikri veya ibadeti sadece câmiye ve seccadeye tahsis etmişiz. Onun dışında kalan zamanın hepsini de dedikoduya gıybete ayırmışız.

Televizyon seyreder dedikodusunu yaparız. Gazete okur, dedikodusunu yaparız. Komşuya gider, dedikodusunu yaparız. İki kişi bir araya gelir hemen dedikoduya başlarız.

“ Ölmüş kardeşinin çiğ etini yemek ” diye bahsedilir bu olay yüce kitabımız Kurân’da…

Ölen kardeşini kim sofraya koyup, etini kesip, üzerine tuz biber ekip, yanına da turşu alıp yer?. Kimse böyle bir şeye kalkışmaz!

Ama Kur’ân, gıybeti dedikoduyu, ” ölmüş kardeşinin çiğ etini yemek“ diye tasvir ve tarif ediyor…

Mevlâna’nın bir sözü var;

“Ben kötüysem, kötülüğümle gittim Cancağızım!.” diyor.

Kendim, yaptığımın neticesi ile karşılaşacağım. Ben iyi isem, benim iyiliğimin de sana bir faydası yok!

Sen, kendin için ne yapmadasın?. Kendi geleceğin için yaşamı nasıl değerlendiriyorsun?.

Hepimiz yalancıyız!. Hepimiz kendimizi aldatıyoruz.

Kendimizi aldatmak sûreti ile, kendimize verdiğimiz zararı ise, bize dışarıdan hiç kimse veremez!

Eğer, Allah’ın sistem ve düzenini anlamışsak, Hüküm şu ki;

“Herkes ancak, yaptığının karşılığını alacak, yapmadığının da karşılığını almak mümkün değil!.”

Dışarıdan biri de öyle bedavadan bir şey vermeyecek.

Birinizin kârı biraz düşük olduğu zaman; “Eyvah!. Bu açığımı nasıl kapatabilirim?.” diye telâşlanıyor, bir takım sorular sorarak, kendi kendinize bir takım çareler arıyorsunuz.

En fazla ayda bir, muhasebe yapıyorsunuz. “Ne geldi, ne gitti, ne kadar kâr ettim, ne kadar zarar ettim, nereye ne harcadım, ne açığım var,” diye…

Hiç olmazsa kendinizi ayda bir defa muhasebeye tâbi tutuyor musunuz?

“Bu ayı nasıl geçirdim?. Bu ay kaç saat yaşadım?. Bunun kaç saatini ölüm ötesi yaşama dönük olarak değerlendirdim?.”

“Ne kadarını da bu dünyada bırakıp gideceğim ve bir daha hiç ilişkim olmayacak şeyler için harcadım?.”

İşte haftada bir olan Cuma namazının bir çok özelliği yanında bir özelliği de kişinin haftalık muhasebesi içindir.

Cuma günü yatağından kalkıp, sabah namazını kıldıktan sonra, namazı kıldığın yerde oturup hiç olmazsa beş dakika düşüneceksin!.

“Şu geçen Cuma namazından bu Cumaya kadar, bu bir haftamı ben nasıl değerlendirdim?. Hangi kazançlı işleri yaptım?.Ne kadar zamanımı da israf ettim?.

Ve bu arada, ne kadar insanı da aldattım?.  Menfaat sağlamak için ne davranışlar yapıp, ne yalanlar söyledim?. Bu arada neleri kaybettim?. “

“Dünyada bırakıp gideceğim ve bir daha benimle hiç alâkası olmayacak şeyler için ne kadar zaman harcadım?.”

Bunun bir misâlini Hâdiste Rasulullah sallallahu aleyhivesellem anlatır:

“Kişi mahşerde kendi dünya yaşamını görür. O yaşamı ile hesabını vermeye başladığı zaman bir yana bakar; Allah için harcadıkları yırtık elbiseler, kullanılmış giyecekler, yemek artıkları, beş on kuruşluk sadakalar!..

Sonra öbür tarafa bakar; Kendisi için olan tarafta, kıymetli giysiler, lezzetli yiyecekler, kendisine ve en yakınlarına harcadıkları paralar…

Her ikisini de böylece görür. Ve o anda der ki, utancından dolayı ;

“Yer yarılsa da ben şu anda toprakta yok olsam!..”

Çevrenizdekilere elinizden geldiğince yardımcı olun, zarar vermeyin… Allah sizi çevrenizle uğraşmanız için değil, kendinizi yetiştirmek için bu dünyaya gönderdi, kulluğunuzu edesiniz” derken Hz.Rasulullah, İblis de bizi daima çevremizdekilerle meşgul edip, kendi geleceğimizi hazırlamamızı engelleyici fikirler ilkâ eder, içimize verir… Bu sebeptendir ki; İnsanların arasında en yaygın olan şey, dedikodu ve gıybettir!

Dedikodu ve gıybet eden kişi, İblisin atına binmiş onun dilediği istikamette yürümektedir, ilerlemektedir!

 

GIYBET,

İBLİS’İN ATINA BİNİP

ONUN DİLEDİĞİ İSTİKAMETTE YOL ALMAKTIR!

 Kulağına gittiği zaman hoşlanmayacağı şeyi kardeşinin arkasından konuşmak “GIYBET”tir,

 İblisin atına binip onun dilediği istikamette yol almaktır!

 Allah bizi birbirimizin dedikodusu ve gıybetiyle zamanımızı harcayalım-tüketelim diye dünyaya yollamadı!

Allah; kendisini tanıyalım-bilelim-anlayalım-idrak etmeğe çalışalım ve yaşamımıza ona göre yön verelim diye bizi yarattı-var etti!

Kimin hakkında dedikodu veya gıybet yaptığını bilmeyen, farketmeyen ise zaten MÜŞRİKTİR!..

Karşındakinin hakikatini göremediğin sürece et kemik görüp secde etmeyen şeytan gibi olursun!..

Kim kendini adam etmek yerine başkalarını çekiştirip onların dedikodusu ve gıybetiyle ömür tüketip yanına iki kişi daha toplayıp kendine bir pâye arıyorsa yarın cehennemin dik alâsını yaşayacaktır!

Aklı olan başkalarının dedikodu ve gıybetiyle ömür tüketmez.

Allah sizleri kendinizi adam edesiniz diye yarattı!Siz ,başkalarını adam edeyim diyerek kendinizi tüketiyorsunuz!

Herkes haddini bilmezse, ilimle kendini yetiştirmezse; zinadan 36 kat daha beter olan gıybet ve dedikoduyla ömrünü tüketirse bu ilmi edindikten sonra, başına belâyı davet ediyor demektir.

Kul azmayınca belâ nâzil olmazmış!

İlim yerine dedikodu ve gıybetle günlerini tüketenler akıllarını başlarına almazlarsa,bilin ki belâ yakındır!

Allah sizleri kendisine kulluk için yarattı.. Kendisi için yarattı!

İslâm’ın prensibi; yanlışını gördüğün kişiye bir defa yanlışını yüzüne karşı söylemektir. .Bundan sonra iş biter!.Yanlışta devam eden, kendi bilir!

Yanlış söylendikten sonra da başkalarına onun hakkında konuşulmaz, bu,gıybet olur. Zinadan 36 defa kötü olan gıybet!

Dedikodu ve gıybet imanlı kişiye yakışmaz

Gıybete devam ederek ölen kişinin imanından korkarım..

Ne amel yaparsanız yapınız,dedikodu ve gıybet üzere ölürseniz imanınız meçhuldür,bunu sakın unutmayın!

Nefsini terbiyeden aciz olan , başkalarını terbiye etmeye kalkar ve başkalarıyla mücadele eder..Bu,nefsinden yana âcizliğinin itirafıdır,bunu da unutmayın!

Siz, kendinizi adam etmek için bu dünyada varsınız.

Halâ akıllanmayacak mısınız?

Bilin ki Allah ihsan ettiği ilimle uğraşmayıp da birbirleriyle uğraşanları çok kötü sonuçlarla karşılayacaktır

Kendinize dönesiniz ve ÖZ’ünüzde O’nu bulasınız diye bu dünyada sayılı nefesiniz var.

Ölmüs kardesinin çiğ etini yemek isteyen YAMYAMIN müslümanlıkla bir ilgisi olabilir mi? Bu yamyam imanlıyım dese, gerçekten imanlı midir? hele hele bu yamyam tasavvuf bilgileri konussa… ona ne kadar inanilir?

Tasavvuf ehli olan değil; iman ehli olan, yamyamlar konuşurken yanlarında oturmazlar!. Bazıları uyduruyor kötü adamın giybeti yapilir diye… Çünkü kötü adamın hakikatinde O yoktur!!!…

Bilelim ki Ölü kardeşinin çiğ etini yemekte olan YAMYAMLARIN KALPLERINDE iman bulunmaz!.

Siz siz olun, dedikodu ve ölü kardes eti yemek olan giybete devam eden kimselerle görüsmeyin!. Yamyamlarla dost olan sonunda YAMYAM olur!. Kisi dostunun haliyle hallenir; atasözünü hatirdan çikarmayin.

Samimi olarak ALLAH i isteyen, YAMYAMLARDAN uzak dursun!.

Unutmuşunuzdur belki           “INSAN ve SIRLARI” diye bir kitap vardı… Yeniden onu okuyarak SISTEMI hatırlamaya çalışın!.

Dostlarım… Dedikodu ve gıybetten, dünyadaki en korktuğunuz şeyden kaçar gibi kaçının! Hakkında konuştuğunuz kişide gerçekten varsa o hâl; bunun adı “gıybet”tir, Allah Rasûlüne göre!.

 

KİŞİYİ ELEŞTİRME, GIYBETTİR.

BU DA SEYR’İ ELDE EDEMEMİŞ VEYA

ELİNDEN KAÇIRMIŞ OLANIN TEK MEŞGALESİDİR!

Fikrin değil, kişinin dedikodusu olur!.

Akıllı insan, ilmi ve aklı kadarıyla fikrin eleştirisini yapar!.

Kişinin eleştirisi olan gıybet, yalnızca, edenini değil dinleyeni de kozasına hapseder ve dahi kozasını kalınlaştırır!.

Kişiye saygısı olmayanın Allah’a da saygısı olmaz!

Seyr”i elde edememiş veya elinden kaçırmış olanın tek meşgalesi, dedikodu olur!

Dünyada insanın niye varolmuş olduğunu fark edemeyenler, günlerini Allah’ı tanıma ve erme ilmiyle değil, birbirleriyle çekişmeyle tüketirler!.

Her gününü, sana ebedî hayatında yararlı olacak yeni bir ilim öğrenerek değerlendiremiyorsan, ancak perdeni kalınlaştırmakla meşgulsün, demektir.

 

HERŞEY YERLİ YERİNDEDİR!

Karşınızdakini saygıyla dinleyin… İlminize uyanı alın; uymayanı kendisine iade edin.

Kimseyi hor hakîr görmeyin; ayıplamayın ve dil uzatmayın; dedikodusunu yapmayın!. Ondaki de Allah’ın bir tecellisidir; ve hikmeti vardır!. Her şey yerli yerindedir!.

“Görelim mevlâ neyler; neylerse güzel eyler”!.

 

 

FÂİLİ HAKİKİ’Yİ GÖR

VE O’NU GIYBETTEN UZAK DUR!

Soru: Üstadım; Fâsık ve Fâcir kişilerin gıybetini yapmak mübahtır… diye bir kitapta okumuştum. Bu doğru olabilir mi?

Tamamıyla gaflet eseri olan bir ifadedir bana göre!.. Fâili hakikiyi gör ve “O”nu gıybetten uzak dur!..

 

GIYBET, BİR FİTNEDİR Kİ,

ONU UYANDIRANA, DEVAM ETTİRENE ANCAK

ALLAH’IN BELÂSINI İSTEYENLER DEVAM EDERLER!

Gıybet bir fitnedir ki, onu uyandırana, devam ettirene, ancak Allah’ın belâsını isteyenler devam ederler!.

Tek başınayken bunları bilmek önemli değildir; önemli olan, insanlarla ilişki ve iletişimde, bu imânın esaslarına göre yaşamaktır

Gönül alma etiketi altında yalan söylemek, aldatmak, kandırmak; dedikodu; gıybet yapmak imânla bağdaşmaz ve kişinin imânsız olarak ölmesine yol açar!. Hayatı namaz-oruç-hacla geçse bile!… Zira bu yanlış fiîller, “ALLAH”ı inkâr düşüncesinden kaynaklanır ve imânsızlık sonucudur!.

İyi düşünün… “ALLAH”a imân etmiş veya bunun ötesine geçmiş bir insanın dedikodu veya daha beteri gıybet yapması mümkün müdür? Yapıyorsa, o kişinin “Allah”a imânından şüphe etmek gerekir!.. Onun sözlerini ise ancak ancak anlayışı sınırlılar dinler!..

Dedikodu ve gıybet dinleyenler, ancak ahmaklardır!.

İnsan ilim için yaratılmıştır; ilim dinler; ilim konuşur!

İlmi olmayanın dedikodusu boldur!

İmânı olmayanın gıybeti bitmez!.

Gıybet ateşini, ancak imân suyu söndürür!.

Gıybet bir fitnedir ki, onu uyandırana, devam ettirene, ancak Allah’ın belâsını isteyenler devam ederler!.

Allah hepimize aklın yolundan, imânın gereğini yaşamak suretiyle; Allah rasulünün yolunda yürümeyi nasip etsin ve kolaylaştırsın.

 

TOPLUM HAKKI

(Soru: Üstadım, bire bir olan alışverişlerde hak alıp verme olayını anlayabiliyoruz..  Şöyle ki; birime ait olan borcun karşılığını pozitif olarak, otomatik olarak veriyoruz!.. Karşıdaki çoğul olduğu zaman, örneğin; devletten alınan kredinin verilmemesi gibi.. Bu gibi oluşumlarda sistem nasıl işler… Teşekkürler.)

Toplumun hakkını mı demek istiyorsun?…

(Evet Üstadım…)

Topluma karşı mesûldür…

49 – HUCURAT SÛRESİ

12-) Ya eyyühelleziyne amenüctenibu kesiyran minezzann* inne ba`dazzanni ismün ve lâ tecessesu ve lâ yağteb ba`duküm ba`da* eyuhıbbu ehadüküm en ye`küle lahme ehıyhi meyten fekerihtümuh* vettekullah* innAllâhe Tevvabun Rahıym;
Ey iman edenler! Zannın çoğundan (doğruluğundan emin olmadığınız konuda fikir yürütmekten) kaçının! Muhakkak ki bazı zanlar suçtur (şirk veya şirke yola açar)! Tecessüs etmeyin (merakla başkalarının özel yaşantısını araştırmayın)! Kiminiz de kiminizin gıybetini yapmasın! Biriniz, ölü kardeşinin etini yemeyi sever mi? Bundan tiksindiniz! Allâh`tan korunun! Muhakkak ki Allâh Tevvab`dır, Rahıym`dir.

Rasûlullah buyurdu ki :

-Beyt-ül Makdis`de, yani Kudüs`de Kutsal Câmi`de onlardan ayrıldıktan sonra, “Mi`râc” getirildi. Ben, ondan güzel bir şey görmedim ve o getirilen şey, Mi`râc o dur ki, ölümü tadan kişi, intizâr vaktinde gözlerini o`na diker.

Sahibim, beni onun içinde ta kapılardan bir kapıya varana kadar çıkardı ki, ona “Hafaza” kapısı denir.

Semâ muhafızlarının beklediği, Semâi dünya kapısıdır.

Bilâhare o kapıda Cebrail de yanımdaydı…

“Kim o ?..” denildi…

Denildi ki, “Muhammed!…” Cebrail tarafından!…

-Peki, çağırıldı mı?…

“Evet !…” dedi Cebrail ve hemen açtılar.

Beni selâmladılar… Görevli bir Melek semâyı muhafaza ediyor ve O`na İsmail, deniyor. Mâhiyetinde yetmiş bin melek ve her birinin mahiyetinde de yüz bin melek var…

Derken, bir erkekle, bir kişiyle beraber oldum ki, görünüşü Allah`ın halk ettiği günkü gibi!. O`nda hiç bir şey değişmemiş ve kendisine zürriyetinin ruhu arz ediliyor.

Mü`min ruhu ise, hoş bir rayiha!… ” Bunun kitabın ıilliyin`de kılın” diyor!.

Kâfir ise, habis ruh, habis koku!. “Bunun kitabını da Siccîn`de kılın” diyor.

-Ya Cebrail, bu kim?.. dedim.

-Baban Adem!… dedi.

Ve, O bana selâm verdi, hoş eyledi, hayır ile dua eyledi.

Sonra baktım, bir kavim gördüm civarda, dudakları deve dudağı gibi… Bunlara bir takım memurlar bağlanmış, onların dudaklarını kesiyorlar ve ağızlarına ateşten bir taş koyuyorlar. Ağızlarına koydukları bu taş içlerinden geçiyor ve aşağlarından çıkıyor.

-Ya Cebrail!.. Bunlar kimler?.. dedim.

-Bunlar, yetim mallarını zulmen yiyen kişiler… dedi.

Sonra baktım, bir kavim var ki, derilerinden sırım kesiliyor ve ağızlarına tıkılıyor ve yediğiniz gibi yiyin burada da, deniliyor. Bu onlara iğrenç bir şey oluyor.

-Ya Cebrail!… Bunlar kimler?… dedim.

-Bunlar, o hammazlar, gammazlar ki, insanların dedikodusunu, gıybetini yaparlar böylece insanların etlerini yerler; onların ırz ve namuslarına dil uzatırlar, dedi.

Sonra baktım, bir kavim var ki, önlerine bir sofra kurulmuş, üzerinde benim gördüğüm etlerin en güzellerinden kebaplar var, fakat etraflarında da cîfeler var. Onlar o güzel etleri bırakıp bu ci`felerden yemeye başladılar.

-Bunlar kim?.. Ya Cebrail!… dedim.

-Bunlar, zinâ yapanlardır!. Allah`ın helâl kıldıklarını bırakır da, Allah`ın haram ettiklerini yerler. dedi…

Sonra baktım bir kavim var, karınları evler gibi şişmiş ve bunlar Firavun`un nesli üzerinde bulunuyor.

Firavun nesli, sabah ve akşam ateşe arz olunurlarken bunlara uğruyor; uğradı mı da, bunlar bir fırlıyor üstüne basılmasın diye; fakat fırlayınca her biri karnının meyline düşüyor ve binaenaleyh Firavun nesli de bunları ayaklarıyla çiğneyip geçiyor…

Cebrail’e dedim ki;

-Bunlar kimler?…

-Bunlar, ribâ yiyenler!… dedi.

Sonra baktım. bir takım kadınlar memelerinden asılmış ve bir takım kadınlar baş aşağı ayaklarından asılmış.

-Ya Cebrail!… Bunlar kimler ?… dedim.

-Bunlar, zinâ eden kadınlarla, evlatlarını doğduktan sonra öldürenler veya doğmadan öldürenler. Dedi…

Ondan sonra ikinci kat Semâ`ya çıktım. Orada Yusuf ile buluştum. Ümmetinden kendisine tâbi olanlar etrafında idi. Yüzü, dolunay gibiydi.

Bana selâm verdi “merhaba!…” dedi…

Sonra, üçüncü semâ`ya geçtim. Orada iki teyzezâde Yahya ve İsa ile buluştum. Giyimleri her şeyleri birbirlerine benziyordu. Bana selâm verdiler.”merhaba!…” dediler…

Sonra dördüncü semâ`ya geçtim. İdris`le buluştum Bana selâm verdi, “merhaba!…” etti…

Nitekim beşinci semâ`ya geçtim. Orada kavmine sevdirilmiş olan Harun ile buluştum. Etrafında ümmetinden bir çok teb`ası vardı, uzun sakallıydı. Sakalı neredeyse göbeğine değecekti. Selâmlaştık. “Merhaba !..” etti.

Sonra, altıncı semâ`ya geçtim. Orada Musa ile buluştum. Üzerinde iki gömlek olsa, kılları ondan çıkacak şekilde vücudu kıllıydı. Musa dedi ki :

“İnsanlar beni en ekrem kişi diye bilir… Halbuki sen varken bana söz söylenmez.”

Sonra, yedinci semâ`ya geçtim. Orada İbrahim ile buluştum. Sırtını Beyt-i Ma`mûr`a dayamış, beni selâmladı.

Ve, bana denildi ki:

“Senin mekânın ve ümmetinin mekânı burasıdır.”

Ondan sonra, “Beyt-i Mamûr”a girdim, içinde namaz kıldım ki o “Beyt-i Ma`mûr”a her gün yetmiş bin melek girer, kıyamete kadar dönmezler. Bir daha geri gelmezler.

Sonra baktım bir ağaç var. bir yaprağı bütün bu ümmeti bürür!. Bunun kökünde bir menbâ akıyor ki, iki şubeye ayrılmış.

-Ya Cibrîl!… Bu nedir? Dedim

-Şu Rahmet Nehri… Şu da Allah`ın sana verdiği Kevser!… dedi.

Bunun üzerine Rahmet ırmağında yıkandım. Geçmiş gelecek bütün günahlarımdan mağfiret olundum.

Sonra, Kevser istikametini tuttum, ta Cennet`e girdim!.

Ne bakayım, orada göz görmedik, kulak işitmedik, insan aklına, şuuruna, hayâline gelmedik şeyler var!.

Bundan sonra, Allahü Teâlâ bana emrini verdi ve elli vakit namaz farz kıldı bir günde!.

Daha sonra, dönüşte Musa`ya uğradım.

-Rabbin ne emretti?..” dedi.

-Üzerime elli namaz farz kıldı, dedim.

-Senin ümmetin bunun altından kalkamaz, git bunu hafiflet, niyaz et!”, dedi.

Bunun üzerine tekrar Rabbime döndüm, hafifletilmesini niyaz ettim. O da bunu on tenzil etti.

Sonra tekrar Musa`ya döndüğümde, Musa,

-Tekrar hafifletilmesini iste!..” dedi.

Tekrar gittim, tekrar azaltıldı; ve sonunda beş vakit namaz farz kıldı.

Bundan sonra Musa:

-Yine başaramazlar, hafifletilmesini iste!..” dedi.

-Artık çok fazla istedim, müracaat ettim, daha fazlasını isteyemem, dedim…

Bunun üzerine bana;

-Beş vakit namaz farz oldu, fakat hasenede elli namazdır!… Her kim iyiliğe himmet eder de işleyemezse, ona bir iyilik yazılır. O iyiliği işleyene de on iyilik yazılır. Her kim de bir kötülük ederse, o kötülüğü meydana getirmedikçe ona bir şey yazılmaz. Eğer o kötülüğü yaparsa ona bir kötülük yazılır. denildi..

 

***

 

1434 – Üsâme İbnu Şerîk (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’la birlikte ben de hacca çıktım. Halk kendisine mürâcaat ediyordu. Gelenlerden bazısı:

“Ey Allah’ın Resûlü, tavaftan önce sa’y yaptım, bazı şeyleri vaktinden sonraya bıraktım veya vaktinden önce aldım (ne buyurursunuz, hükmü nedir?)” şeklinde soruyordu. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselam) da:

“Bunda bir günah yok. Ancak bir kimse bir Müslümanın ırzını makaslarsa (gıybetini ederse) o zâlimdir. İşte günah işleyen ve kendini helâke atan odur. ” buyurdu.

Ebu Dâvud, Menâsik 88, (2015).

4291 – Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

   “Gıybetin ne olduğunu biliyor musunuz?”

   “Allah ve Resûlü daha iyi bilir!” dediler. Bunun üzerine:

   “Birinizin, kardeşini hoşlanmayacağı şeyle anmasıdır!” açıklamasını yaptı. Orada bulunan bir adam:

   “Ya benim söylediğim anda varsa, (Bu da mı gıybettir?)” dedi. Aleyhissalatu vesselam:

   “Eğer söylediğin onda varsa gıybetini yapmış oldun. Eğer söylediğin onda yoksa bir de bühtanda (iftirada) bulundun demektir.”

Ebu Davud, Edeb 40, (4874); Tirmizi, Birr 23, (1935); Müslim, Birr 70, (2589).

4292 – Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: “Ey Allah’ın Resûlü, sana Safiyye’deki şu şu hal yeter!” demiştim. (Bundan memnun kalmadı ve:)

   “Öyle bir kelime sarfettin ki, eğer o denize karıştırılsaydı (denizin suyuna galebe çalıp) ifsad edecekti” buyurdu. Hz. Aişe ilaveten der ki: “Ben Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a bir insanın (tahkir maksadıyla) taklidini yapmıştım. Bana hemen şunu söyledi:

   “Ben bir başkasını (kusuru sebebiyle söz veya fiille) taklid etmem. Hatta (buna mukabil) bana, şu şu kadar (pek çok dünyalık) verilse bile!”

Ebu Davud, Edeb 40, (4875); Tirmizi, Sıfatu’l-Kıyame 52, (2503, 2504).

 

4293 – Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

  “Mirac gecesinde, bakır tırnakları olan bir kavme uğradım. Bunlarla yüzlerini (ve göğüslerini) tırmalıyorlardı.

   “Ey Cebrail! Bunlar da kim?” diye sordum.

   “Bunlar, dedi, insanların etlerini yiyenler ve ırzlarını (şereflerini) payimal edenlerdir.”

Ebu Davud, Edeb 40, (4878, 4879).

 

4294 – Müstevrid radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

   “Kim bir müslüman(ı gıybet ve şerefini payimal etmek) sebebiyle tek lokma dahi yese, Allah ona mutlaka onun mislini cehennemden tattıracaktır. Kime de müslüman bir kimse(ye yaptığı iftira, gıybet gibi bir) sebeple (mükafaat olarak) bir elbise giydirilirse, Allah Teâla Hazretleri mutlaka, onun bir mislini cehennemden ona giydirecektir. Kim de (malı, makamı olan büyüklerden) bir adam sebebiyle bir makam elde eder (orada salâh ve takva sahibi bilinerek para ve makama konmak için riyakarlıklara girer)se Allah Teâla Hazretleri Kıyamet günü onu mürâiler makamına oturtarak (rezil eder ve mürailere münasib azabla azablandırır.)”

 Ebu Davud, Edeb 40, (4881).

 

4295 – Sa’id İbnu Zeyd radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

  “Ribânın en kötüsü, haksız yere müslümanın ırzını (manevi şahsiyetini) rencide etmektir.”

Ebu Davud, Edeb 40, (4876).

 

4296 – Muaz İbnu Esed el-Cüheni radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

   “Kim bir mü’mini bir münafığa (gıybetçiye) karşı himaye ederse, Allah da onun için, Kıyamet günü, etini cehennem ateşinden koruyacak bir melek gönderir. Kim de müslümana kötülenmesini dileyerek bir iftira atarsa, Allah onu, Kıyamet günü, cehennem köprülerinden birinin üstünde, söylediğinin (günahından paklanıp) çıkıncaya kadar hapseder.”

Ebu Davud, Edeb 41, (4883).

 

4297 – Hz. Cabir ve Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anhüma anlatıyor:

   “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

   “Ne fâsık ne de mücâhir (günahı açıktan işleyen) kimse için söylenen gıybet sayılmaz. Mücâhir olan hariç, bütün ümmetim affa mazhar olmuştur.”

Rezin ilavesidir. Buhari’de ikinci kısım mevcuttur. Edeb, 60; Müslim, zühd 52, (2990).

 

4298 – Hz. Huzeyfe raadıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Kattat (söz taşıyan) cennete girmeyecektir.”

Müslim’in rivayetinde “nemmâm cennete girmeyecektir” şeklinde gelmiştir.

Buhari, Edeb 50, Müslim, İman 169, (105); Ebu Davud, Edeb 38, (4771); Tirmizi, Birr 79, (2027).

4299 – İbnu Mes’ud radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Bana kimse, ashabımın birinden (canımı sıkacak bir) şey getirmesin. Zira ben, sizin karşınıza, içimde hiç bir şey olmadığı halde çıkmak istiyorum.”

Tirmizi, Menakıb (3893); Ebu Davud, Edeb 33, (4860).

 

5886 – İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:

“Sana günah olarak, husümeti devam ettirmen yeterlidir (çünkü bu, gıybete kapı açar).”

Tirmizi, Birr 58, (1995).

 

6487 – Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: “Nice oruçlular vardır ki, tuttuğu oruçtan yanına sadece çektiği açlık kâr kalır. Nice gece namazı kılanlar vardır ki, onların da kârı gece uykusuz kalmaktan ibarettir.”

Kavram hakkında henüz bir not alınılmadı.

Bal

Anlamı Bal iman ile; süt, ilim ile -ki ilmi ledündür-; su, mârifetullah ile tevil edilmekte. MUHAMMED 15 – Korunanlara vaat olunan CENNETİN TEMSİL (misal – benzetme) yollu anlatımı şöyledir: Orada, bayatlamayan SU’dan nehirler,

Oku »

Basireti körlük

Nefsini tanıyamamış, basiretin gereklerini yerine getirememiş olması, Hak’kı görecek basiretin kör olmasıdır!

Oku »

Basir

EL BASIYR… Açığa çıkan Esmâ özelliklerini her an seyir ile onlardan çıkanları değerlendirip sonuçlarını oluşturan. BASİR : Yaratıklarının her hâlini değerlendiren. “SEMİ” sıfatıyla algılayıcılık kazanır, “BASÎR” sıfatıyla görür idrâk ederiz. “KELAM”

Oku »