Firavun

  • “Allah”ı anlamadan vehmi atan, firavun olur!.
  • Rabbini tanıyan, şayet, “Rabb-ül âlemîn“i tanımamış ise, hâli Firavun`un hâli olur!.
  • Firavun, birimsel nefse dönük sorumsuz yaşayan kişidir!.
  • ‘’MÜLHİME” bilinci içindeydi FİRAVUN … Kendisini “Hak” görüyordu, karşısındakileri ise “yok”!.
  • Kendini farklı, üstün, ayrıcalıklı, Hak görmek, karşındaki Hak açığa çıkışından gaflet demektir! Hak’tan gâfil olanın yaşamı, firavunluktur!
  • Varlığının Hak olduğunu bilmekle Firavun düzeyinde olursun. İblis de “bende yaptırtan sensin” demişti. Aşktan mahrum öldüler, yandılar!
  • Hiçbir velîden “ben Allâh’ım” sözü sadır olmaz. “Ben Rabbinizim” diyen Firavun idi.
  • Nefs terbiyesi almamışa vahdet bilgisi vermişler, kendini âlemlerin Rabbi Allâh sanmış, kullara tanrılık taslamış!!! Kendini tanrı, insanları kulu gören Firavunun egosu İblis’i de aşmıştı. İblis hakikati olan Allâh’a imanlıyken, Firavun/lar “Allâh benim” der.
  • Firavun, eski kaynaklardan gelen gerçek bilgilere dayanarak TANRI’nın var olmadığını idrak etmiş olan kendinden öncekiler gibi; sadece kendisinin tanrısal gücüne inanıyordu… “Allah” ismiyle işaret edilenin ne olduğunu idrak edememenin yetersizliği dolayısıyla…

    MÜLHİME” bilinci içindeydi FİRAVUN !..

    Kendisini “Hak” görüyordu, karşısındakileri ise “yok”!..

    Çevresindekiler onun kullarıydı!… Elpençe divan dururlardır önünde hep!..

    Kullarının hiçbir değeri yoktu onun indinde!..

    Onlara hakaret eder; küfreder; her bahaneyle aşağılardı!..

    Kullara yalan söylemesi mubahtı onun!…

    Kullarının dedikodusunu yapıp diğerlerine; onları çekiştirmesi mubahtı!…

    Kendisine paye verenlere, saygı gösterenlere mertebeler dağıtır; en ufak saygısızlık gösterenleri sapıtmışlıkla itham edip, aşağıların aşağısına sokardı…

    dilediğini yapardı…

    Çünkü Firavundu o!..

    Yalnızca kendisi en büyüktü…

    Tüm bilgisini borçlu olduğu efsanevî mısır kitaplığı bile onun için bir değer ifade etmezdi artık ona!…

    En büyük kendisi idi!…

    Kullarının tek ibadeti kendisine tapınmaları ve saygı göstermeleri olmalıydı…

    Ne namazı; zikir bile yaptırmazdı kullarına!..

    Yalnızca kendisi!..

    Kulları olmadan kendisinin bir şey ifade etmeyeceğini bildiğinden, yalnız kalmayı ve yaşamayı hiç sevmez ve katlanamazdı!..

    Kendisine tapınanlara bildiklerinin bazılarını aktarır ve onların da kendisinin olmadığı yerlerde tanrılık taslayarak tatmin olmalarına müsaade ederdi..

    Yanındaki bazı kulları bilgi sayar olmuşlardı adeta!..

    İlim, kuru bilgide kalmış; yaşam para kazanıp, bilgiyle çevreye üstünlük taslama yarışına dönmüştü!..

    Yalan mübahtı!… Dedikodu mübahtı!… Gıybet mubahtı!… Haram diye bir şey kalmamıştı artık!… Herkes yanlızca diğerlerinde bir şeyler almak ve kotarmak için sürdürülmeye dönüşmüştü!…

    İlim ayağa düşmüş; maddi veya manevi çıkar sağlama sermayesi olmuştu!..

    Musa aleyhisselam gerçekleri açıklayıp, insanları uyarınca, onların üzerine saldırmaya başladılar…

    Musa, ilmin gereğini yaşayanlarıyla Mülhime Denizinde geçip giderken; Firavun da kendi kullarıyla mülhime denizinde yürüyemeye kalktı!..

    Musa geçti!… İnananları da…

    Firavuna tâbi olanlar ise Mülhime Denizinde, -pardon Kızıl Deniz’de- boğulup helâk oldular!..

  • “Nârî” yapıdan yaratılmış olmaları sebebiyle yapıları ve benlikleri bize göre çok güçlü olan cin“lerin âlimleri ve bu arada İblis lâkabı verilen şeytan, biliyordu ki, varlıkta bir “TANRI” kavramı yok, sadece her boyutta dilediği gibi zâhir olan ALLAH var!.. Dolayısıyla da kendisini “HAK” olarak görüyor; tam anlamıyla Firavun`luğunu yaşıyordu elindeki tüm olanaklar ve kuvvetlerle!.
  • Nefs`in bilincinin kendini tanıması yedi mertebede olur.

    Nefs, 1. mertebede, dilediklerini gerçekleştirmeğe çalıştığı beden kabul etme durumundadır.

    Bu düzeyde, kendini beden kabul ettiği için, bedenin bütün istek ve arzularına sahip çıkarak, bedenin dilediği her şey için onları gerçekleştirme emrini verir; ve onları yaptırır!

    Buna, emreden Nefs anlamına, “Emmare Nefs” denmiştir. Bu düzeyde yaşayan bir insan, bütün ağırlığını, yeme içme, rahatına düşkün olma, uyuma, seks, bedene dönük nam, şan şöhret peşinde koşma ile ortaya koyar.

    Genelde, insanların çok çok büyük bir kısmı bu düzeydedir. Kendini beden kabul ederek, bedene dönük istek ve arzuları gerçekleştirme yolunda yaşama hâlidir bu..

    Bu durumda Nefs, tamamıyla Rûbûbiyeti yaşıyordur!. Bunun en güzel örneği Firavun`dur!

    Diğer bir anlatımla, kendini tanrı olarak görür, o şekliyle yaşar, kendinin orijinini, var edenini, aslını kabul etmez!.

  • Önemli olan; seni seveni-sana söveni görebilmek! Musa`da olduğu gibi, Firavun`da da Hakk`kı görebilmek!

  • “Ümmü`l-Kitab – Ana kitap” nedir, bilir misin?… diye sordu.

    ALLAH ve Rasûlü daha iyi bilir, dedim. Ata r.a.:-O, bir kitaptır ki, ALLAH gökleri ve yeri yaratmadan önce onu yazmıştır. Orada Firavun`un Cehennemlik olduğu vardır; orada “Tebbet yeda Ebi Lehebin-Ebu Leheb`in iki eli kurusun” vardır, dedi.

  • -Müşriklerden değilim!… ALLAH, VÂHİD-ül AHAD” olduğu halde; ben “Allah yanısıra tanrı kabul edenlerden” değilim!… Mutlak varlık, “ ALLAH” olduğu halde; ben, tanrı kavramını kabul edenlerden ve böylece de şirke düşenlerden değilim!… “ALLAH” yanısıra TANRI kabullenmek, ya gökte ötede birini kabullenmek şeklinde olur, ya da firavun. Nemrut, Deccal gibi kendilerinin TANRI , RAB olduğunu iddia edenlerin, bu iddialarını kabul etmek suretiyle olur.
  • Seyri enfüsi, insanda “nefsini bilme” diye anlatılan olaydır; ki bunu “NEFS NEDİR” isimli sohbetimizde anlatmıştık. İşte bu gerçekliği öğrenmeye başlayan seyri enfüsî düşünce yolcuları, bir anlayış durağında, “kendini HAK olarak görmeye” başlar. Bunun ötesinde de “ben Hakkım, dilediğimi yaparım her şey bana mubah” noktasına saplanır. Buna “Mülhime nefs bilinci” (hakikatine dair ilham alan bilinç) veya Mülhime Girdabı denir; ki bu konunun detayı “Mülhime Bilinç” sohbetimizde mevcuttur. Bunu aşamayıp, “Mutmainne bilince” ulaşamazsa, bir süre sonra Emmare bilinci ağır basarak, Mülhime bilgisi ile de firavunlaşarak, herkesi ve her şeyi yanlış, kendini mükemmel görüp, o hâl üzere bu dünyadan ayrılır!.
  • -Korku atılmadıkça, vehmin terki mümkün değildir!. VAHDET idrâk edilmeden, vehimden kurtulunmaz!. “Allah”ı anlamadan vehmi atan firavun olur!. Firavun, birimsel nefse dönük sorumsuz yaşayan kişidir!.
  • Sonra baktım bir kavim var, karınları evler gibi şişmiş ve bunlar Firavun`un nesli üzerinde bulunuyor. Firavun nesli, sabah ve akşam ateşe arz olunurlarken bunlara uğruyor; uğradı mı da, bunlar bir fırlıyor üstüne basılmasın diye; fakat fırlayınca her biri karnının meyline düşüyor ve binaenaleyh Firavun nesli de bunları ayaklarıyla çiğneyip geçiyor…
  • Ey İyad oğulları!.. Nerede bugün dedeleriniz ?.. Nerede o bir zamanlar yapılmış kocaman yapılar?.. Nerede onları yükseltenler ?.. Nerede dünya varlığına kanıpta ” Ben sizin ilâhınızım” diyen Firavun ve Nemrud?.. Onlar sizden çok daha kuvvetli değil miydiler ?..Zaman, onların ve diğerlerinin hepsini değirmende öğüttü, toprak etti.. Ne kemikleri kaldı, ne de yerleri yurtları.. Şimdi onların yurtlarında köpekler şenlik yapıyor !..
  • Ramazan`ın 14. gecesinde Revha kuyusu başına gelinmişti !. Efendimiz Aleyhisselâm burada namazını kıldıktan sonra Allahû Teâlâ`ya dua etti:

    Allah`ım, ümmetimin Firavunu olan Ebu Cehil`in kaçıp kurtulması için fırsat verme !..

  • Zikir yapan her kişinin beyninde oluşan hassasiyet dolayısıyla cinlerle farkında olmadan veya olarak iletişim kurulabileceğini; cinlerin insanları mülhime idrakı için FİRAVUNLAŞTIRACAĞINI belirterek KORUNMA dualarına mutlaka devam edilmesi zorunluluğunu yazdım… Ama senin ilmin daha fazla ve benim bilmediklerimi biliyorsan; elbette ki bunlara ihtiyacın olmayabilir…
  • İnsanlar her zaman hata yapabilir… Tâbi olursanız insanlara, onların hatasını da paylaşmak zorunda kalırsınız… Siz, bana kalırsa, yalnızca Allah Rasulü Hazreti Muhammed Mustafa aleyhisselama ve O’nun getirdiği ilme tâbi olunuz; sizin gibi bir fâniye tâbi olmak yerine… Kendi yolunuzu bu ilim doğrultusunda kendiniz çiziniz ve sonuçlarına da katlanınınız, kimseyi suçlamadan! Allah hepimizi firavunlaşmış şeyhlerden korusun; Hazreti Muhammedin yolundan ayırmasın!.
  • Vahdet ve vahdete dayalı olarak anlatılan tüm veriler kesin gerçek olmasına rağmen, nefis terbiyesinden geçmeyen kişiler için bu bilgiler deccallaşma(!) aşısı olabilir!. 18 veya 58’inde farketmez, nefs terbiyesi görmemiş kişiler, “ALLAH” ve SİSTEMİNİ kavrıyamadıkları için; tanrı kavramından kurtulma bilgisiyle birlikte bedenselliğin ve firavunluğun göbeğine düşüp, tasavvuf bilgileriyle kendilerini avutmalarına karşın, deccallaşmanın zirvesini yaşayabilirler.
  • Eğer kişi, “nefs terbiyesinden” geçmemiş ise; vehim, deccâliyete destek vererek, kişinin nefsinin firavunlaşmasına yol açar!. Sonucu da ebeden perdeliliktir!.
  • Eğer, kişi “ölmeden evvel ölmek” diye bahsedilen hakikate erme sırrını yaşayacaksa, “küçük kıyamet” denilen haller de yaşamında açığa çıkmaya başlar..

    Mehdî“yet ile Rububiyet hakikati idrak edilir.

    Arkasından, Deccaliyet kendini gösterir ve kişi Rubûbiyeti benliğine atfederek, hakikatinin “HAKK” olduğu gerçeğinden hareketle, “nefsaniyetini-egosunu-bedenselliğini” Rab olarak kabullenme sebebiyle “mülhime nefs girdabına” düşer… Hakikatinde Hakk`ı görmek derecesinden, bedenselliğinde Firavunluğu yaşama derekesine düşer.

    Derken nasibinde varsa “İsevî” hakikat nüzul eder ve “B” sırrı açılarak yaşanmaya başlar.

    İsa (aleyhisselâm), yeryüzüne indiği zaman; (birimselliğindeyken, bedensellik anlayışında iken) Deccal, suyu görmüş tuz gibi erir gider… Varlığın yalnızca, “Allah” adıyla işaret edilenin “esmâ mertebesi“nden ibaret olduğunu hissetmesi sonucu, Deccaliyeti (tanrılık vehmeden benliği) eriyip yok olup gider. “El Mudil” isminin ağırlığı geriler…

    VELΔ ismi seyrinde ağırlık kazanır…

  • Hz. İbrahim kıssalarıyla, yaşayan insana, insanın dışsal veya bilince – bedene ait obje veya özellikleri put veya tanrı edinmemesi gerekliliği anlatılırken; Hz.Lût olayında kendini bedenselliğe kaptırmış cinselliğinin esiri olarak yaşayanların yanlışı örneklenirken… Hz. Musa olayı ile, Firavun’un kendini insanların RABBİ olarak algılamasının yanlışı üzerinde durulmakta; kendini tanıma aşamasındaki hakikatini fark eden insanın karşısına çıkan muazzam tehlike anlatılmaktadır!

    Bilinçte açığa çıkan hakikat bilgisi sonucu, kişinin “Hak” olduğunu dillendirmesi her ne kadar mahiyeti itibarıyla doğruysa da; sonuçta kendisini meydana getiren, sonsuz sınırsız “Esmâ özelliklerinden” yalnızca bir yansıma olan “bileşimsel” özelliktir! Açığa çıkan her şey, “bileşimsel” Esmâ özelliğidir! Dolayısıyla da, mahiyeti itibarıyla ne kadar “Hak” olursa da, varlığı “Allâh”tan ise de, “Rabb-ül âlemîn” yani sonsuz sınırsız Esmâ mânâlarının kaynağı ve âlemlerde açığa çıkaranı değildir! Açığa çıkanların “Rabbi” konumunda olması asla söz konusu olamaz! İşte Firavun bu konuda kozalı yani gâfil olduğu için başına gelenleri yaşamıştır. Bu olay hakikati yaşama yolcularının başına gelen “mülhime nefs – bilinç” girdabıdır! Bunun sonucunda kişi hakikate bir adım kalana kadar yaklaşmışken, İblis’in Adem’e yapmış olduğu Sınırlanma! Dilediğini yap ki, sınırsız olasın! fikrine – şeytanına kapılarak nefs-i emmâreye yani bedensellik gayyasına düşmesine yol açar. İşte bu yüzden Kur’ân-ı Kerîm değişik yönleriyle, Musa – Firavun olayı üstünde durmuştur.

 

Soru
-Üstadım, Firavunun hatası neredeydi?…

Üstad
-Kendinde gördüğünü, karşısındakinde görememek!…

Soru
-Üstadım.. Füsûs da geçtiği gibi; İlimde Mürsel Nebilerin rütbesini ve Rubûbiyetin özelliklerini bilen bir yapı Firavun.. ve Cennet’te olduğunu söyleyen Arabi, Ciyli v.d . Evliyaullah..

Buna göre, Hadisde geçen; Firavun’un suda boğulduğu sırada, CEBRAİLin:” Ey Muhammed sen beni, denizim çamurundan alıp Allah’ın RAHMET`i O`na ulaşıverir korkusuyla ağzını tıkarken görseydin..” Hadisini nasıl anlamalıyız?…

Üstad
-Hadiste bundan sonra “Firavun imansız öldü” eki var mı?…

Cevap
-Hayır, Üstadım..

Soru
-Âyette: “Musa dedi ki: Ey Rabbimiz!.. Hakikaten sen, Firavun ve ileri gelenlerine dünya hayatında ziynet ve nice mallar verdin… Ey Rabbimiz, senin yolundan insanları saptırsınlar diye mi (bu nimetleri verdin)… Ey Rabbimiz, onların mallarını yok et, kalplerine sıkıntı ver, çünkü AZÂBI GÖRÜNCEYE KADAR İMAN ETMEZLER!..”… buyuruluyor…

Firavun’un imanla vefat eceğine bu Âyet ‘te ayrıca işaret etmez mi?.. Teşekkür ederim..

Üstad
-İman, ölmeden önce geçerlidir!… Azâbı görünce Firavun’un iman ettiği de bu Âyetten çıkartılabilir elbette… Teşekkür ederim…

FİRAVUN

  • Benlik(Ego) bilinci
  • Hakikat Bilincinin karşısına dikilen ego bilinci
  • Rabbinden perdeli bilinç
  • TANRI’nın var olmadığını idrak etmiş ama sadece kendisinin tanrısal gücüne inanan
  • “Allah” ismiyle işaret edilenin ne olduğunu idrak edememenin yetersizliği içindeki kişi
  • Mülhime bilinç boyutunun bakış açısı
  • Arz’da(Bedende) üstünlük kurmuş ve Arz’ın ehlini fırkalara ayırmış bilinç
  • Hakikatinde Hakk’ı görmek derecesinden, bedenselliğinde yaşama derecesine düşen…
  • Rabbını tek olarak bilişi sonucu İlâhi ilhamlar dahil değişik ilhamlar alan nefs
  • Şeytanın temsil ettiği vehim gücünün esiri olarak, vehmin seslenişi olarak yanlış bir ilimle yanlış düşüncelere sapan
  • Hâlâ tanrı kavramından kurtulamamış olan
  • Henüz vehmî benliği ortadan kalkmamış olan
  • Allah’ı anlamadan vehmi atan
  • “En büyük” sadece kendisi olan…
  • Birimsel nefse dönük sorumsuzca yaşayan
  • Bedenin istek ve arzularını sınırsız bir biçimde yaşamak gafletine düşen
  • Kendini Hakk, herkesi de kendi kuluymuş gibi zanneden
  • Kendisini bilinç boyutunda (nefsin hakikati boyutunda- ilim boyutunda) tanıyıp hissedemeyen
  • Efsanevî mısır kitaplığından edindiği bilgiyle çevreye üstünlük taslama yarışına girmiş kişi
  • Yalanı, gıybeti, haramı mübah gören anlayış
  • İlmi maddi veya manevi çıkar sağlama sermayesi edinmiş kişi
  • İlmin gereğini yaşayamayıp mülhime denizinde yürümeye kalkan
  • Velâyet (varlığın hakikatini yaşama açılımı) oluşmamış bilinç
  • “Allah’ta, kendini Allah’tan ayrı gören” ama öbür yandan da “kendi varlığının hakikatinin Allah olduğunu bilen”
  • Bir ben var, bir O var. “Bendeki O!..” diyen …
  • “O Hak”tır, “bu Hak”tır, “şu Hak’tır” gibi “Hakikat”ten hayli uzak bir vâdiye sapıp, ömür boyu orada fâsit daire içinde dönüp duran
  • Zâhirle perdelenip vahdet’ten gafil olan
  • Kıyamet günü kavminin önüne geçip önderlik ederek onları saptıran ve “nâr”a(Ateşe) vardıran bilinç seviyesi
  • Akıl gözü (basiret) ile gerçeği görecek durumda olduğu halde Şeytanın kendisine amellerini süsleyip yoldan (Din’den) men ettiği kişi
  • Mülhime girdabındaki bilinç
  • “Tahkiki küfür” noktasında olan…
  • Namazdan-zikirden-duadan mahrum nefs
  • Musa Rasûl’e  asi olan

VAHDET idrak edilmeden, vehimden kurtulunmaz!. “Allah”ı anlamadan vehmi atan firavun olur!.

 

FİRAVUNUN HATASI

(Soru: Üstadım, Firavunun hatası neredeydi?… )

Kendinde gördüğünü, karşısındakinde görememek!…

 

FİRAVUN AZABI GÖRÜNCE İMAN ETTİ Mİ?

(Soru: Üstadım.. Füsûs da geçtiği gibi; İlimde Mürsel Nebilerin rütbesini ve Rubûbiyetin özelliklerini bilen bir yapı Firavun.. ve Cennet’te olduğunu söyleyen Arabi, Ciyli v.d . Evliyaullah..  Buna göre, Hadisde geçen; Firavun’un suda boğulduğu sırada, CEBRAİLin:” Ey Muhammed sen beni, denizin çamurundan alıp Allah’ın RAHMET’i O’na ulaşıverir korkusuyla ağzını tıkarken görseydin..” Hadisini nasıl anlamalıyız?…)

Hadiste bundan sonra “Firavun imansız öldü” eki var mı?…

(Cevap: Hayır, Üstadım…)

(Soru: Âyette: “Musa dedi ki: Ey Rabbimiz!.. Hakikaten sen, Firavun ve ileri gelenlerine dünya hayatında ziynet ve nice mallar verdin… Ey Rabbimiz, senin yolundan insanları saptırsınlar diye mi (bu nimetleri verdin)… Ey Rabbimiz, onların mallarını yok et, kalplerine sıkıntı ver, çünkü AZÂBI GÖRÜNCEYE KADAR İMAN ETMEZLER!..” buyuruluyor… Firavun’un imanla vefat eceğine bu Âyet‘te ayrıca işaret etmez mi?.. Teşekkür ederim..)

İman, ölmeden önce geçerlidir!… Azâbı görünce Firavun’un iman ettiği de bu âyetten çıkartılabilir elbette… Teşekkür ederim…

 

BENLİĞİNİN GERÇEĞİNE EREMEMİŞ OLUP

HAKKANİYET VASFINI BEDENİNDE YAŞAMA GAFLETİNE DÜŞEN,

FİRAVUN GİBİ OLUR!

Ister ilim aracılığıyla olsun ister sezgi ilham yollu olsun varlığın tekliiğini ve dolayısıyla kendi benliğinin varolmayıp o Tek’in varlığıyla kaim ve daim bir varlık olduğunu idrak eden kişi çok önemli bir varta bir tehlike ile içiçedir yüzyüzedir ve pekçok insan bu tehlikeli bölgede kaymış ve neticede helâk olmuştur.

O tehlike de şudur; kendi benliğinin varlolmayıp ilâhi benlikle varolduğunu hisseden kişi elinde olmaksızın “ben Hakk’ım“ der. Elinde olmaksızın “cübbemin altında Allah’tan gayrı yoktur“ der…

Cüneydi Bağdadi!

“Subhani.. Subhan benim şanım ve azâmetinm yücedir“ der.

Ama benliğinin gerçeğine bu yüce zevat gibi erememişse o hakkaniyet vasfını bedeninde yaşama gafletine düşer. “Şu beden şu birim Hakk’tır“ der bedeninin tabiatı istikametinde yaşama gafletine düşer. “Ben Hakkı’m“ diyerek sınır tanımaz bedenin istek ve arzularını sınırsız bir biçimde yaşamak gafletine düşer.âdeta firavun gibi olur, “ben sizin yüce rabbinizim ben Hakk’ım“ der herkesi de kendi kuluymuş gibi zanneder!. Hakk’ı kendi benliğinde görüp gayrını beşer olarak Hakk’tan gayrı varlıklarmış gibi görmek gaflet ve dalâletine dûçar olur. İ

İşte bu, onun helâka giden yolda adım atmaya başlamasıdır!

Oysa bu kişinin kendisini bilinç boyutunda nefsin hakikati boyutunda ilim boyutunda tanıyıp hissetmesi gerekir. “Ben hakkım varlııkta Hakk’tan gayrı birey yok, öyleyse ben dilediğimi yaparım!!!“ diyerek içkiye, sekse, kumara yönelen maalesef tasavvuf sırlarından bihaber pekçok kişi aramızda dolaşıyor .

 

“MÜLHİME” BİLİNCİ İÇİNDEYDİ FİRAVUN…

Bugün, bize çok acı da gelecek olsa, iki gerçek üzerinde durmak istiyorum…

Ben yaşarken de olsa, ölümümden sonra da olsa, bunlar benim kesin olarak doğru bildiklerimdir.

1986 senesinde İnsan ve Sırları kitabımda yazdığım, bugün bazı detaylarına girdiğim bu gerçekler, sistemin evrensel gerçekleridir.

Lutfen bunları iyi bilin ve arzu ederseniz yaşamınızın en değerli kıstasları olarak değerlendirin.

Yaşamının önde gelen değerleri para ve cinsellik olan kişilerin, “HOBİ” kabilinden tasavvufla da ilgilenerek vicdanlarını göya rahatlatma yolunu seçmeleri hiçbir zaman onları aradıkları hedefe ulaştırmayacaktır!… Sadece kendilerini; ve belki de bilgi birikimleri dolayısıyla çevrelerindekini aldatacaklar; ve bunun vebalini omuzlayacaklardır.

Dostlarım…

Mevlana Celaleddin hikaye eder…

Bir gün Musa aleyhisselam yolda giderken, ilerde bir koyun sürüsü ve ağacın altına uzanmış bir çoban görür… Yaklaşır ağacın altına doğru… Bakar çoban konuşuyor kendi kendine… Kulak verir…

-Ey ULU TANRIM !… Sen ne güzelsin!… Ne olur şimdi buraya gelseydin de, seni kucağıma yatırıp BİTLERİNİ AYIKLASAYDIM!… Tırnaklarını kesseydim… Saçlarını okşayıp sana koyunlarımın sütünden içirseydim… Aklayıp, paklayıp tertemiz etseydim…

Sen ne güzelsin, ne iyisin, ne adilsin!… Sen olmasaydın nasıl bu dünya ayakta dururdu!.. Sen bizi seyrediyorsun… Yaptıklarımızı görüyorsun!.. Yarın senin huzuruna geleceğiz… Ne olur bizim kusurlarımızı görmezden gel; yaptıklarımızı bağışla!..

TANRIM… Ne olur yanlış yaparsam beni cehennemine atma!.. Beni cennetine sok!.. Ben seni çok seviyorum ama bir türlü göremiyorum.. Ne zaman seni göreceğim acaba?..

Tanrım, bütün arzum senin yanına gelip seninle olmak!.. Sana yaranmak için her istediğini yapmaya hazırım… Bazı emirlerini tutamıyorsam, beni bağışla ne olursun!”

Firavun’a tanrılık davasındaki yanlışından vazgeçmesi için uğraş veren Musa aleyhisselamın başı çobanlarla da derde girmekten kurtulmamış sizin anlıyacağınız…

Ne mi olmuş o çobana?

O şimdi…

Şeyhefendi, tekkede !…

Hocaefendi, camide !…

Sayın Hocam, üniversitede !.

Musa aleyhisselamdan söz açılmışken devam edelim…

Firavun, eski kaynaklardan gelen gerçek bilgilere dayanarak TANRI’nın var olmadığını idrak etmiş olan kendinden öncekiler gibi; sadece kendisinin tanrısal gücüne inanıyordu… “Allah” ismiyle işaret edilenin ne olduğunu idrak edememenin yetersizliği dolayısıyla…

MÜLHİME” bilinci içindeydi FİRAVUN!..

Kendisini “Hak” görüyordu, karşısındakileri ise “yok”!..

Çevresindekiler onun kullarıydı!… Elpençe divan dururlardır önünde hep!..

Kullarının hiçbir değeri yoktu onun indinde!..

Onlara hakaret eder; küfreder; her bahaneyle aşağılardı!..

Kullara yalan söylemesi mubahtı onun!…

Kullarının dedikodusunu yapıp diğerlerine; onları çekiştirmesi mubahtı!…

Kendisine paye verenlere, saygı gösterenlere mertebeler dağıtır; en ufak saygısızlık gösterenleri sapıtmışlıkla itham edip, aşağıların aşağısına sokardı…

O dilediğini yapardı…

Çünkü Firavundu o!..

Yalnızca kendisi en büyüktü…

Tüm bilgisini borçlu olduğu efsanevî mısır kitaplığı bile onun için bir değer ifade etmezdi artık ona!…

En büyük kendisi idi!…

Kullarının tek ibadeti kendisine tapınmaları ve saygı göstermeleri olmalıydı…

Ne namazı; zikir bile yaptırmazdı kullarına!..

Yalnızca kendisi!..

Kulları olmadan kendisinin bir şey ifade etmeyeceğini bildiğinden, yalnız kalmayı ve yaşamayı hiç sevmez ve katlanamazdı!..

Kendisine tapınanlara bildiklerinin bazılarını aktarır ve onların da kendisinin olmadığı yerlerde tanrılık taslayarak tatmin olmalarına müsaade ederdi..

Yanındaki bazı kulları bilgi sayar olmuşlardı adeta!..

İlim, kuru bilgide kalmış; yaşam para kazanıp, bilgiyle çevreye üstünlük taslama yarışına dönmüştü!..

Yalan mübahtı!… Dedikodu mübahtı!… Gıybet mubahtı!… Haram diye bir şey kalmamıştı artık!… Herkes yanlızca diğerlerinde bir şeyler almak ve kotarmak için sürdürülmeye dönüşmüştü!…

İlim ayağa düşmüş; maddi veya manevi çıkar sağlama sermayesi olmuştu!..

Musa aleyhisselam gerçekleri açıklayıp, insanları uyarınca, onların üzerine saldırmaya başladılar…

Musa, ilmin gereğini yaşayanlarıyla Mülhime Denizinde geçip giderken; Firavun da kendi kullarıyla mülhime denizinde yürüyemeye kalktı!..

Musa geçti!… İnananları da…

Firavuna tâbi olanlar ise Mülhime Denizinde, -pardon Kızıl Deniz’de- boğulup helâk oldular!..

 

CİNLER, İNSANLARI

MÜLHİME İDRAKI İÇİN FİRAVUNLAŞTIRIRLAR…

Ne senin yapmadıklarının hesabı bana sorulacak… Ne de, benim yediğim elmanın vebali sana!… Senin yaptıkların beni ilgilendirmez; benim yaptıklarım da seni hiç ilgilendirmez!…

Sen yoluna… Ben yoluma… Herkes kendi yoluna!

Sana gerekli olan bilgileri yeteri kadarıyla ulaştırdım bugüne kadar!.. Yararlı buluyorsan, önce onları uygula, başkalarıyla uğraşmayı bırakıp bir yana!…

Sen bu dünyada, varsa öyle bir arzun, Allah’a ermek için varsın!.. Başkalarının dedikodusuyla, gıybetiyle zamanını boşa harcaman sana hüsrandan başka bir şey getirmiyecektir!.

Zikrin dünyadaki en önemli ve değerli şey olduğunu açıklamak için DUA ve ZİKİR kitabını yazdım, ilmim kadarıyla… Hala zikrin önemini ve değerini anlamıyorsan, sana söylenecek hiçbir şey yok!.

Zikir yapan her kişinin beyninde oluşan hassasiyet dolayısıyla cinlerle farkında olmadan veya olarak iletişim kurulabileceğini; cinlerin insanları mülhime idrakı için FİRAVUNLAŞTIRACAĞINI belirterek KORUNMA dualarına mutlaka devam edilmesi zorunluluğunu yazdım… Ama senin ilmin daha fazla ve benim bilmediklerimi biliyorsan; elbette ki bunlara ihtiyacın olmayabilir…

Bir anlayışı kıt diyor ki:

-Ben sana inandım, güvendim; korunma duasına ihtiyacım yok!

Anlıyamıyor ki, aldığın ilaç senin virüsüne şifa olur; ilaç almaksızın doktora güvenmen değil!.

Allah Rasulüne güvenmiyorlarmıydı ki sahabe, onun öğrettiği dua ve ayetlere devam ediyorlardı?

Anlayışı sınırlılar…

Anlayışı kıtlar…

Nasipsizler…

Salât”ı ikâme edemeseler dahi, “namaz”ın kılınmasının beyinde oluşturacağı nuraniyetin-enerjinin bilincinde olamazlar; ve onu terkederler!… Getirirsinden ebeden mahrum kalırlar!.

Tefekkürî zikrin ne olduğunu idrak edemeseler dahi, esmâ zikrinin beynin gelişmesindeki rolünü kavrayamayan basiretsizler, üniversite okumayacağım ki aritmetiği niye öğreneyim anlayışıyla zikri terkederler!

İLİM MEKRİNE UĞRAMIŞLAR, tasavvuf bilgisayarı haline gelmenin kendilerini nasıl Firavunlaştırdığının farkına varamazlar “korunma” dualarına” devam etmedikleri için!

Turistik umre seyyahatleriyle gösteriş, eğlence veya vicdan tatmini arayanlar hüsrana uğradıklarını anladıkları zaman hem kendileri hem de kulları için iş işten geçmiş olacaktır!.

Dostlarım…

Kim size…

Namazın gereksiz olduğunu söylüyorsa…

Zikrin yapılmamasını, yararsız olduğunu söylüyorsa…

“Korunma dualarına” devam etmekten sizi caydırıyorsa…

Yalan söylüyorsa…

İnsanların arkasından konuşuyor; insanları birbirine çekiştirerek aralarını açıyorsa…

Gıybet yapıyorsa…

İnsanlara hitabederken onları tehdit ediyorsa kendisinde bir mertebe vehmederek…

O kişiden kesinlikle uzak durun; isterse benim soframın müdavimi olsun!… İsa aleyhisselama ihanet eden de onun sofrasındaydı, bunu unutmayın!.

Benim yayınladıklarıma ters düşeni savunan bizden olamaz!..

Mukallitin muhakkikler sofrasında yeri olmayacaktır âhırette!.

Hayalindeki “TANRI” kavramından kurtulamayıp; “ALLAH” adıyla işaret edileni kavrayamayanlar, sistemi anlayamadıkları için, insanların yaptıklarının karşılığını almayacaklarını sanırlar; ve olayı gene farkında olmadan ÖTEDEKİNE atarlar!.

Oysa herkes kendi yaptıklarının sonuçlarına katlanacaktır!.

Dostum…

Sana ilim geldikten sonra hâlâ ilmin dışındaki vehim ve hayalinden kaynaklanan kendi göresel doğrularına tâbi olursan, bil ki bunun vebali çok ağır olacak ve bunun faturasını ödiyemiyecek; kendine geleceği cehennem edeceksin!.

İnsanlar her zaman hata yapabilir… Tâbi olursanız insanlara, onların hatasını da paylaşmak zorunda kalırsınız…

Siz, bana kalırsa, yalnızca Allah Rasulü Hazreti Muhammed Mustafa aleyhisselama ve O’nun getirdiği ilme tâbi olunuz; sizin gibi bir fâniye tâbi olmak yerine… Kendi yolunuzu bu ilim doğrultusunda kendiniz çiziniz ve sonuçlarına da katlanınınız, kimseyi suçlamadan!

Allah hepimizi firavunlaşmış şeyhlerden korusun; Hazreti Muhammedin yolundan ayırmasın!.

BAKARA 2-49 Sizi Firavun ailesinden de kurtarmıştık, ki size en kötü azabı yaşattırıyorlardı. Erkek çocuklarınızı boğazlayıp, kadınlarınızı hayatta bırakıyorlardı. Rabbinizin azametli bir belası içindeydiniz.

BAKARA 2-50 Varlığınızdaki Allah Esma`sı kuvvesinin açığa çıkartılmasıyla denizi yarıp sizi kurtarmış; Firavun ailesini ise size bakıp dururken boğmuştuk!

AL-U iMRAN 3-11 (Onların gidişatı) tıpkı Firavun hanedanı ve onlardan öncekilerin gidişatı gibi… (Onlar) işaretlerimizi (Esma`nın açığa çıkışı olan işaretleri) yalanlamışlardı. Allah da onları bu suçlarıyla yakalayıverdi. Allah Şedid ül ikab`dır (yapılan suçun hak ettiği karşılığı vermede çok şiddetlidir).

ARAF (A’RAF) 7-103 Sonra, onların ardından Musa`yı (Esma`nın açığa çıkışı olan) delillerimiz ile Firavun ve onun ileri gelenlerine ba`settik… (Firavun ve ileri gelenleri ise) onlara (delillerimizin hakkını vermeyerek) zulmettiler… Fesat çıkaranların sonu nasıl oldu, bir bak!

ARAF (A’RAF) 7-104 Musa dedi ki: “Ey Firavun! Muhakkak ki ben alemlerin Rabbinden bir Rasulüm.”

ARAF (A’RAF) 7-106 (Firavun): “Eğer bir mucize ile geldinse, hadi getir mucizeni; eğer sözünde sadıksan!” dedi.

ARAF (A’RAF) 7-109 Firavun`un halkınının ileri gelenleri (rahipler): “Muhakkak ki bu çok şey bilen bir sihirbaz” dediler…

ARAF (A’RAF) 7-110 Sizi arzınızdan (makamınızdan) uzaklaştırmak istiyor… (Firavun sordu): “Öneriniz ne?”

ARAF (A’RAF) 7-113 O sihirbazlar Firavun`a geldi… Dediler ki: “Eğer biz galip gelirsek, muhakkak ki bize bir mükafat var, değil mi?”

ARAF (A’RAF) 7-114 (Firavun): “Evet” dedi… “Muhakkak ki siz benim çok yakınlarımdan olacaksınız.”

ARAF (A’RAF) 7-123 Firavun: “Ben izin vermeden mi Ona iman ettiniz? Muhakkak ki bu bir mekrdir (hiledir); halkı oradan çıkarıp götürmek için, bunu şehirde tezgahlayıp kurdunuz… (Cezanızı) yakında göreceksiniz” dedi.

ARAF (A’RAF) 7-127 Firavun çevresindeki ileri gelenler: “Musa`yı ve halkını, yeryüzünde bozgunculuk yapıp, seni ve ilahlarını terk etsinler diye mi bırakıyorsun?” dediler… (Firavun da): “Oğullarını öldürüp, kadınlarını diri bırakacağız… Biz onların üzerinde kahredici güce sahibiz” dedi.

ARAF (A’RAF) 7-130 Andolsun ki al-i Firavun`u, belki nedenini düşünürler diye, senelerle (kuraklık) ve ürün kıtlığıyla bunalttık.

ARAF (A’RAF) 7-137 Hor görülüp güçsüz bırakılmış topluluğu, içinde bereketler oluşturduğumuz yeryüzünün doğularına ve batılarına mirasçı kıldık… Rabbinin israiloğullarına olan o en güzel sözü, sabretmeleri sonucu yerine geldi. Firavun ve halkının yapageldikleri şeyleri ve dikip yükselttiklerini de yerle bir ettik!

ARAF (A’RAF) 7-141 Hani (şunu da hatırlayın) sizi Firavun hanedanından kurtarmıştık… (Hani onlar) azabın en kötüsünü size tattırıyorlardı; erkek çocuklarınızı öldürüyorlar, kadınlarınızı diri bırakıyorlardı… işte bunda sizin için, Rabbiniz tarafından büyük deneme vardı.

ENFAL 8-52 (Bunların durumu) Firavun hanedanı ve onlardan öncekilerin gidişatı gibi… (Onlar) Allah`ın işaretlerindeki varlığını (Esma`sının açığa çıkışı olan işaretleri) inkar ettiler, Allah da onları kendi suçlarıyla yakaladı… Muhakkak ki Allah Kaviy`dir, Şedid ül ikab`dır (suçun sonucunu şiddetle yaşatandır).

ENFAL 8-54 Tıpkı Firavun hanedanı ve onlardan öncekilerin vaziyeti gibi (durumları)! (Onlar) Rablerinin işaretlerindeki varlığını (Rabbani özelliklerini) yalanladılar, (biz de) onları suçları sonucu helak ettik ve al-i Firavun`u da suda boğduk! Hepsi zalimlerdi.

YUNUS 10-75 Sonra, bunların ardından Musa`yı ve Harun`u, işaretlerimiz olarak ba`settik, Firavun`a ve ileri gelenlerine… (Onlar ise) kibirlendiler ve suçlular toplumu oldular.

YUNUS 10-79 Firavun: “Bütün bilgili sihirbazları bana getirin!” dedi.

YUNUS 10-83 Firavun ve ileri gelenlerinin başlarına bela olacağı korkusuyla, Musa`ya, kendi halkından genç bir gruptan başka kimse iman etmedi… Muhakkak ki Firavun yeryüzünde zorba hükümran idi! Muhakkak ki O, israf edenlerdendi!

YUNUS 10-88 Musa dedi ki: “Rabbimiz! Muhakkak ki Firavun ve ileri gelenlerine, dünya hayatının zinet ve mallarını sen verdin… Rabbimiz, (halkı) senin yolundan saptırsınlar diye mi? Rabbimiz mallarını sil-süpür; içlerini bunalt! Zira onlar acı azabı görmedikçe iman etmezler.”

YUNUS 10-90 israiloğullarını denizden geçirdik… Firavun ve ordusu haddi aştı ve düşman olarak onları izledi… Ta ki boğulma hali Ona erişince: “iman ettim ki tanrı yoktur, ancak israiloğullarının kendisine iman ettiği vardır. Ben müslimlerdenim” dedi.

HUD 11-97 Firavun ve ileri gelen adamlarına… Onlar Firavun`un emrine tabi oldular… (Oysa) Firavun`un emri olgunluğu yansıtmıyordu.

HUD 11-98 (Firavun) kıyamet sürecinde halkının önüne geçip önderlik eder… (işte) onları ateşe ulaştırır! O varılan yer ne kötü bir yerdir.

İbrahim 14-6 Hani Musa kavmine dedi ki: “Üzerinizdeki Allah nimetini hatırlayın… Hani (şunu da hatırlayın ki) sizi Firavun hanedanından kurtardı… Onlar azabın en kötüsünü size tattırıyorlardı; erkek çocuklarınızı boğazlıyorlar, kadınlarınızı diri bırakıyorlardı… işte bunda size, Rabbiniz tarafından büyük bir bela vardı!”

iSRA 17-101 Andolsun ki biz, Musa`ya apaçık dokuz mucize verdik… israiloğullarına sor, (Musa) onlara geldiğinde, Firavun Ona demişti ki: “Muhakkak ki ben, senin büyücü olduğunu zannediyorum, ya Musa!”

iSRA 17-102 (Musa da Firavun`a) dedi ki: “Andolsun ki, bunları, doğruluğumu sana gösteren kanıtlar olarak semaların ve arzın Rabbinden başkasının inzal etmediğini pekala bilirsin… Muhakkak ki ben de senin hüsrana uğramış olduğunu zannediyorum, ey Firavun!”

iSRA 17-103 (Firavun) onları arzdan sürüp çıkarmayı irade etti… Biz de onu ve onunla beraber olan kimseleri toptan, suda boğduk!

TAHA 20-24 Git Firavun`a! Muhakkak ki o iyice azdı!

TAHA 20-40 Hani kız kardeşin yürüyor (Firavun ailesine gidip) ve diyordu ki: `Onu kabullenip yetiştirecek kimseyi size göstereyim mi?`… Böylece seni annene geri döndürdük gözü aydın olsun ve hüzünlenmesin diye… (Hem) sen bir kişiyi öldürdün de biz seni o dertten kurtardık… Seni denemeden denemeye uğrattık da… (Hani) Ehl-i Medyen içinde (Şuayb a.s.ın yanında) senelerce kaldın… Sonra da kaderin üzere buraya geldin ya Musa!

TAHA 20-43 ikiniz gidin Firavun`a! Muhakkak ki o taşkınlık etmiştir.

TAHA 20-49 (Firavun) sordu: “Sizin Rabbiniz kimdir, ya Musa?”

TAHA 20-51 (Firavun) sordu: “Peki ya eski nesillerin hali nice olur (çünkü görmediler)?”

TAHA 20-56 Andolsun ki biz Ona (Firavun`a) işaretlerimizin hepsini gösterdik… (Fakat o) yalanladı ve kabulden kaçındı.

TAHA 20-60 Firavun döndü (gitti) ve hilesini (büyücülerini) topladı, sonra geldi.

TAHA 20-63 (Firavunun sihirbazları) dediler ki: “Şu ikisi, iki büyücüden başka bir şey değildir… Sihirleri ile sizi arzınızdan çıkarmak ve sizin örnek yaşam tarzınızı yok etmeyi diliyorlar.”

TAHA 20-71 (Firavun) dedi ki: “Ben size izin vermeden Ona iman ettiniz ha! Muhakkak ki O, size sihri öğreten büyüğünüzdür… Andolsun ki, sizin ellerinizi ve sizin ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve elbette sizi hurma dallarından asacağım… Hangimizin azapça daha şiddetli ve daha kalıcı olduğunu elbette bileceksiniz!”

TAHA 20-78 Firavun, ordusu ile onları izledi de kendilerini deniz kaplayıp içine aldı, boğdu.

TAHA 20-79 Firavun, halkını saptırdı, doğru yola kılavuzlamadı.

TAHA 20-85 (Rabbi) dedi ki: “Doğrusu biz senden sonra kavmini, anlayış seviyelerini görsünler diye denedik… Onları, Samiri (Firavun sarayından kaçıp aralarına katılan Mısırlı istidraç sahibi birisi) saptırdı!”

MU’MiNUN 23-46 Firavun`a ve onun ileri gelenlerine… Sadece kibirlilik tasladılar ve baş eğmeyen bir topluluk oldular.

ŞUARA 26-11 Firavun`un halkına… Korkup korunmayacaklar mı?

ŞUARA 26-16 ikiniz Firavun`a gelin ve deyin ki: Muhakkak ki biz Rabb-ül alemin`in (Esma özellikleriyle alemdekileri yaratanın) Rasulüyüz…

ŞUARA 26-18 (Firavun) dedi ki: “Yanımızda ufak çocukken, seni terbiye edip yetiştirmedik mi? Hayatının nice yıllarını bizimle geçirmemiş miydin?”

ŞUARA 26-19 Bir de o fiili işledin! (Firavun`un halkından birini öldürmek)… Sen nankörlerdensin!

ŞUARA 26-23 Firavun dedi ki: “Peki, Rabb-ül alemin nedir?”

ŞUARA 26-25 (Firavun) etrafında olanlara: “işitiyor musunuz?” dedi.

ŞUARA 26-27 (Firavun) dedi ki: “Size irsal olunan bu Rasulünüz kesinlikle cinni etki altındadır.” (Rasullerin birçoğu hakikati dillendirdiğinde, cin etkisi altında olma ithamına maruz kalmıştır. A.H.)

ŞUARA 26-29 (Firavun) dedi ki: “Andolsun ki, eğer benim gayrımı tanrı edinirsen, seni zindana attırırım!”

ŞUARA 26-31 (Firavun) dedi ki: “Hadi göster bakalım, eğer doğru söyleyenlerden isen?”

ŞUARA 26-34 (Firavun) çevresindeki ileri gelenlerine dedi ki: “Muhakkak ki bu çok bilen bir sihirbaz…”

ŞUARA 26-41 Sihirbazlar geldiklerinde, Firavun`a dediler ki: “Peki biz galip gelirsek, bir kazancımız olacak mı?”

ŞUARA 26-42 (Firavun): “Evet” dedi… “Siz o takdirde benim en yakınlarım olacaksınız.”

ŞUARA 26-44 Onlar da iplerini ve asalarını attılar ve: “Firavun`un izzetine yemin olsun, galip geleceğiz” dediler.

ŞUARA 26-49 (Firavun) dedi ki: “Ben size izin vermeden mi Ona iman ettiniz? Kesinlikle O, size sihri öğreten büyüğünüzdür… Yakında bileceksiniz… Ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama kestirip, kesinlikle hepinizi toptan astıracağım.”

ŞUARA 26-53 Firavun, şehirlere haberciler saldı…

ŞUARA 26-56 Doğrusu biz (her şeye) hazırlıklı bir topluluğuz (dedi Firavun).

ŞUARA 26-59 işte böyle… (Sonunda) onlara (Firavun hanedanına) israiloğullarını varis kıldık.

ŞUARA 26-60 (Firavun ve ordusu) güneş doğarken onları izlediler.

NEML 27-12 Elini de koynuna sok… Sağlıklı, bembeyaz çıkar… Bunlar, Firavun ve onun toplumuna (onlarla irsal olunduğun) dokuz ayet içindedir! Muhakkak ki onlar inançları bozuk bir topluluk oldular.

KASAS 28-3 iman eden bir kavim için, Musa ve Firavun`un haberinden bir kısmını sana Hak olarak tilavet edeceğiz.

KASAS 28-4 Muhakkak ki Firavun o bölgede üstünlük kurmuş ve oranın halkını çeşitli sınıflara bölmüştü. Onlardan bir sınıfı aciz bırakıp aşağılamak için, onların oğullarını boğazlıyor ve kadınlarını diri bırakıyordu… Muhakkak ki o, bozgunculardandı.

KASAS 28-6 Onları o bölgede güvenli kılalım; Firavun`u, Haman`ı (başrahibi) ve o ikisinin ordularını korktuklarına uğratalım!

KASAS 28-8 Firavun`un ailesi Onu kaybolmuş çocuk olarak bulup aldı. Kendileri için düşman ve hüzün vesilesi olacağı için… Muhakkak ki Firavun, Haman ve o ikisinin orduları yanlış işler yapıyordu!

KASAS 28-9 Firavun`un karısı dedi ki: “Benim için de senin için de göz aydınlığıdır (bu çocuk). Onu öldürmeyin! Umulur ki bize faydalı olur yahut Onu evlat ediniriz”… Onlar (işin) farkında değillerdi.

KASAS 28-32 Elini koynuna sok, sağlıklı bembeyaz çıkar! Korkudan kaldırdığın kollarını da indir, rahatla! işte bu ikisi, Firavun ve onun ileri gelenlerine, Rabbinden iki delildir… Muhakkak ki onlar inançları bozuk bir toplumdurlar.

KASAS 28-38 Firavun dedi ki: “Ey önderler… Sizin için benden gayrı bir tanrı bilmemekteyim! Ey Haman, tuğla ocağı yak da (tuğladan) bir kule inşa et, belki tepesine çıkar Musa`nın her şeyin üstündeki Tanrısını görürüm! Doğrusu ben Onun yalancılardan olduğunu düşünüyorum!” (Kadim Hakikat bilgisini elde eden Firavun, bunu şuurun sınırsız kuşatıcılığıyla tüm varlıkta müşahede yerine; birimselliğine hasrederek bedenselliğine vermiş ve bedenselliğinde dilediğini yapma noktasına, nefs-i emmare yaşamına düşmüştü. Bu yüzdendir ki Musa a.s. ona hakikat bilgisini aktarmak yerine yani Allah`a iman yerine, Rabb-ül alemin`e iman noktasına çekerek, uyarı yapmıştı. Yani Tüm varlıkta tedbir eden Esma mertebesine dikkatini çekerek hayalindeki vahdeti bedenselliğinde yaşamak yerine tüm varlığa yaygın Esma manaları çıkışına iman etmesini teklif etmişti. A.H.)

ANKEBUT 29-39 Karun`u, Firavun`u ve Haman`ı (da böyle yaptık)… Andolsun ki Musa onlara apaçık deliller olarak geldi de; dünyada benlik-büyüklük tasladılar… Oysa (gücümüzün) önüne geçemezlerdi!

SAD 38-12 Bunlardan önce Nuh`un halkı, Ad (Hud`un halkı) ve sütunlar (üzerine kurulu saraylar) sahibi Firavun yalanladı.

MÜ’MiN 40-24 Firavun`a, Haman`a ve Karun`a (irsal ettik)… Dediler ki: “Çok yalancı bir büyücüdür.”

MÜ’MiN 40-26 Firavun dedi ki: “Bırakın beni, Musa`yı öldüreyim… O da Rabbini (yardıma) çağırsın… Muhakkak ki ben, (Musa`nın) din anlayışınızı değiştirmesinden yahut bu beldede fesat çıkarmasından korkuyorum.”

MÜ’MiN 40-28 Firavun ailesinden olup o ana kadar imanını açıklamamış bir adam dedi ki: “Rabbim Allah`tır, dediği için mi bir adamı öldürüyorsunuz? Oysa O, size Rabbinizden apaçık delillerle gelmiştir… Eğer o yalancı ise, yalanı kendi aleyhinedir… Şayet doğru söyleyen ise, sizi uyardığı azap size isabet eder! Muhakkak ki Allah, (hakikat sermayesini) israf eden, çok yalancı kimseye hidayet etmez.”

MÜ’MiN 40-29 (O adam dedi ki): “Ey vatandaşlarım! Yeryüzünde hüküm sürenler olarak bugün zenginlik sizindir… Fakat, eğer bize gelirse, Allah`ın hışmına karşı bize kim yardım edip kurtarır?”… Firavun dedi ki: “Ben size kendi görüşümden başkasını göstermiyorum ve tek çıkar yoldan başkasına da sizi kılavuzluk etmiyorum.”

MÜ’MiN 40-36 Firavun dedi ki: “Ey Haman! Benim için yüksek bir kule bina et, belki o sebeplere ulaşırım.”

MÜ’MiN 40-37 Semaların sebeplerine… Bu sayede Musa`nın tanrısını anlayabilirim! Kesinlikle Onun yalancı olduğunu düşünüyorum!… Böylece Firavun`a yaptığı işin kötülüğü süslendirildi ve (hakikatine giden) yoldan engellendi… Firavun`un yöntemi hüsrandan başka bir şey sağlamadı!

MÜ’MiN 40-38 (Firavun`un ailesinden) o iman eden dedi ki: “Ey halkım… Bana uyun, sizi olgunluğa erdirici yola yönlendireyim.”

MÜ’MiN 40-45 Nihayet Allah onu (o imanlı adamı, Firavun ehlinin) yaptıkları mekrin kötülüklerinden korudu… al-i Firavun`u ise azabın kötüsü kuşattı.

MÜ’MiN 40-46 (O kötü azap) Nar`dır! Sabah-akşam ona arz olunurlar… O saatin geldiği süreçte de: “al-i Firavun`u azabın en şiddetlisine sokun!” (denilir).

ZUHRUF 43-46 Andolsun ki Musa`yı işaretlerimizle Firavun ve onun ileri gelenlerine irsal ettik de (Musa) dedi: “Ben Rabb-ül alemin`in Rasulüyüm.”

ZUHRUF 43-51 Firavun, halkı içinde nida edip dedi ki: “Ey halkım! Mısır`ın varlığı ve altımdan akan şu nehirler benim değil mi? Hala görmüyor musunuz?”

ZUHRUF 43-54 (Firavun) halkını aşağıladı… Onlar da ona itaat ettiler… Muhakkak ki onlar inancı bozulmuş bir toplumdu!

DUHAN 44-17 Andolsun ki onlardan önce Firavun kavmini de güç işlerle denedik… Onlara kerim bir Rasul gelmişti.

DUHAN 44-31 Firavun`dan (benliğin sembolü)! Muhakkak ki O, üstünlük taslayan, israf edenlerden (hakikatindeki kuvveleri boşa harcayan) idi.

KAF 50-13 Ad, Firavun ve Lut`un kardeşleri de (yalanladı).

ZARiYAT 51-38 Musa`da da… Hani Onu Firavun`a apaçık bir delil olarak irsal etmiştik.

NECM 53-17 Görüşü ne kaydı (gayrı kavramına); ne de haddi aştı (hakikati müşahededen dolayı tanrılık davasına düşüp, Firavunlaştı)!

KAMER 54-41 Andolsun ki Firavun ailesine de uyarıcılar geldi.

TAHRiM 66-11 Allah, iman edenler için de Firavun`un karısını (ders alınası) misal verdi. Hani (Asiye) dedi ki: “Rabbim, benim için indinde, cennette bir ev bina et! Firavun`dan ve onun yaptıklarından beni kurtar! Beni zalimler topluluğundan da kurtar!”

HAKKA 69-9 Firavun, ondan öncekiler ve helak olmuş şehirler, hep o hatayı yapanlar!

MÜZZEMMiL 73-15 Muhakkak ki biz, Firavun`a bir Rasul (hakikatine yönlendirici, arındırıcı) irsal ettiğimiz gibi size de, şahit olarak bir Rasul irsal ettik.

MÜZZEMMiL 73-16 Firavun o Rasule asi oldu da onu kahredici tutuşla yakalayıverdik!

NAZiAT 79-17 Git Firavun`a! Muhakkak ki o azgınlaştı!

NAZiAT 79-21 (Firavun) yalanladı ve isyan etti.

NAZiAT 79-24 Ben, sizin en ala Rabbinizim! dedi. (Kadim Hakikat bilgisini elde eden Firavun, bunu şuurun sınırsız kuşatıcılığıyla tüm varlıkta müşahedesi yerine; bilincine yükleyerek bedenselliğine vermiş; bilinç varlığına tanrısallık vermiş ve bedenselliğinde dilediğini yapma noktasına yani nefs-i emmare yaşamına düşmüştü. Bu yüzdendir ki Musa a.s. ona hakikat bilgisini aktarmak yerine, yani Allah`a iman yerine, Rabb-ül alemin`e iman noktasına çekerek uyarı yapmıştı. Yani tüm varlıkta tedbir eden Esma mertebesine dikkatini çekerek hayalindeki vahdeti, bilinç-beden boyutunda yaşayarak birimselliğiyle sınırlamak yerine; şuur boyutunda tüm varlığa yaygın Esma manaları çıkışına iman etmesini teklif etmişti. A.H.)

BÜRUC 85-18 Firavun ve Semud`u (helak eden)!

FECR 89-10 Yüksek direklerin (piramitlerin) sahibi Firavun`a.

Abdülvahid b. Süleym r.a. şöyle demiştir:

Mekke`ye geldim, Ata b. Ebi Rebah`la buluştum ve:

-Ey Ebu Muhammed, Basralılar, kader (yani önceden takdir edilmiş bir şey) yoktur diyorlar, dedim.

Ata r.a.:

-Evlatçığım, sen Kur`ân okur musun? dedi.

-Evet!. dedim. Ata r.a.:

-Şu halde “Zuhrûf”u oku!.. dedi. Ben de

“Ha-mim, açıklayan kitaba yemin ederim. Biz onu anlayasınız diye Arapça bir Kur`ân yaptık. Muhakkak o, nezdimizdeki ana kitapta çok yüce, çok hikmetlidir.” (Zuhrûf 1-4)

âyetlerini okudum. Ata r.a. :

– “Ümmü`l-Kitab – Ana kitap” nedir, bilir misin?… diye sordu.

– ALLAH ve Rasûlü daha iyi bilir, dedim. Ata r.a.:-O, bir kitaptır ki, ALLAH gökleri ve yeri yaratmadan önce onu yazmıştır. Orada Firavun`un Cehennemlik olduğu vardır; orada “Tebbet yeda Ebi Lehebin-Ebu Leheb`in iki eli kurusun” vardır, dedi.

***

7299 – Ebu Ümame radıyallahu anh anlatıyor: “Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: “Allah’ın cennete soktuğu hiç kimse yoktur ki, onu yetmişiki zevce ile evlendirmiş olmasın. Bunlardan ikisi hüru’l-ayn (siyah gözlü), yetmiş tanesi cehennemliklerden kendine düşen mirasıdır. Bu kadınlardan herbiri şehvet çekicidir ve cennetlik her erkeğin şehvet gücü dâimidir.”

Hişam İbnu Halid der ki: “(Hadiste geçen) “Cehennemliklerden kendine düşenmirası” ibaresinden maksad, cehenneme giren erkeklerdir; bunların kadınlarına cennet ehli varis olurlar, tıpkı Firavun’un hanımına varis olunduğu gibi.”

 

656 – İbnu Abbâs (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Cenab-ı Hakk Firavun’u suda boğduğu zaman: “Beni İsrail’in inandığından başka ilah olmadığına inandım” dedi. (Yunus, 90). Cebrail buyurdu ki: “Ey Muhammed, sen beni denizin çamurundan alıp, (Allah’ın) rahmeti ona ulaşıverir korkusuyla ağzını tıkarken görseydin.”

Tirmizi, Tefsir, Yunus, (3106).

 

4449 – Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: “”Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“(Ahiretin) en hayırlı kadını Meryem Bintu İmrân’dır. (Dünyanın) en hayırlı kadını Hatice Bintu Huveylid’dir.” Ravi bunu söylerken, eliyle semaya ve arza işaret etti.

Buhari, Menakıbu’l-Ensar 20, Enbiya 45; Müslim, Fezailu’s-Sahabe 69, (2430); Tirmizi, Menakıb, (3887).

Rezin bir rivayette şu ziyadeyi kaydetmiştir: “”Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Erkeklerden pek çokları kemâle ermiştir. Kadınlardan ise İmran’ın kızı Meryem, Firavun’un karısı Asiye, Huveylid’in kızı Hatice ve Muhammed’in kızı Fâtıma’dan başka kimse kemâle ermemiştir. Hz. Aişe’nin kadınlara üstünlüğü, tiridin diğer yiyeceklere üstünlüğü gibidir.”

Bu rivayet Buhari’de Ebu Musa hadisi olarak gelmiştir. (Enbiya 45), Müslim, Fezailu’s-Sahabe 70, (2431); Tirmizi, Et’ime 31, (1835).

 

7176 – Übey İbnu Ka’b radıyallahu anh’ın anlattığına göre: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm Mi’rac gecesinde çok hoş bir koku hissetti.

“Ey Cibril bu güzel koku nedir?” diye sordu. O da anlattı:

“Bu mâşıta (berber) kadının, iki oğlunun ve kocasının kabirlerinin kokusudur. Bunların hikâyesi şöyledir: Hızır aleyhisselâm, Benî İsrail’in ileri gelenlerinden biriydi. Onun yol güzergahında manastırda oturan bir rahib vardı. Hızır oradan geçtikçe rahib önüne çıkar, İslâmı öğretirdi. Hızır büluğa erince babası onu bir kadınla evlendirdi. Hızır İslâmı hanımına öğretti ve bunu kimseye haber vermemesi hususunda söz aldı. Kendisi kadınlara yaklaşmazdı. Bu sebeple bir müddet sonra kadını boşadı. Aradan zaman geçince babası, Hızır’ı bir başka kadınla evlendirdi. Hızır ona da İslam’ı öğretti ve kimseye söylememesi için söz aldı. Bu sırrı o iki kadından biri tuttu, diğeri ifşa etti. (Böylece onun İslâm’ı yaydığı ortaya çıktı.) Bunun üzerine Hızır oradan kaçtı. Deniz ortasında bir adaya geldi. Odun kesmek için iki kişi oraya geldi ve onu gördüler. Bunlardan biri Hızır’ı gördüğünü gizledi, diğeri ifşa etti ve: “Ben Hızır’ı gördüm!” dedi. Ona: “Seninle beraber onu başka kim gördü?” denildi. O: “Falan kimse!” dedi. Ona soruldu ise de gördüğünü söylemedi. Onların dininde yalan söyleyen öldürülürdü. Zamanla bu sır tutan adam öbür sır tutan kadınla evlendi. Bu kadın, Firavun’un kızının başını tararken tarak elinden düştü. Kadıncağız: “Firavun helak olsun!” dedi. Kız bunu babasına haber verdi. Kadının kocasından başka iki de oğlu vardı. Firavun, onları da çağırttı. Bunları dinlerinden çevirmek için Firavun ısrar etti. Onlar direndiler. O zaman Firavun: “Öyleyse sizi öldüreceğim!”dedi. Karı-koca: “Bu, tarafınızdan bize bir ihsan olur!” diye merdane cevap verdiler ve: “Madem öldüreceksin hiç olsun bizi bir kabre koy!” dediler. O da öyle yaptı. Resülullah aleyhissatâtu vesselâm, Mirac’ta iken güzel bir koku duydu, Cibril aleyhisselâm’a bunu sordu. O da bu hâdiseyi anlattı.”

Kavram hakkında henüz bir not alınılmadı.

Tâhir

Anlamı Kur’ân-ı Kerîm’i anlamak için önce “tâhir’ olmak, yani -arınmış” olmak gerekir. Çünki, “Arınmamış olanlar dokunmasınlar” deniliyor. Bu âyeti mâalesef yanlış anlıyor; gidip suyla yıkanıp, abdest alıp “arındığımızı” sanıyoruz!.. “Tahir“in

Oku »

Temiz

Şirk, “necis” (pis) olarak tanımlanmıştır! Zıddı olan “tahir” (pislikten arınmış, temiz) ise gene Kurân’da “arınmamış olanlar bu kitaba el sürmesinler” çünkü şirk düşüncesi içindeyken anlatılmak istenenleri anlamaları mümkün olmaz; gerçeğine işaret

Oku »

Ahmak

Anlamı Cahil, bilmeyen; aptal, bilmediğini bilmeyen; ahmak da, anlıyamadığını anlamayandır!.. Anlatıldığı ve açıklandığı halde anlamayıp, yalnızca ezberlediğini tekrâr eden. «Cennet ehlinin çoğunluğunu BÜHL kimseler teşkil eder» buyruluyor. «Bühl» kelimesi Arapçada «saf»

Oku »