FETH SÛRESİ – DUA VE ZİKİR
Ahmed Hulûsi
- Kesinlikle sana öyle bir fetih(görüş açıklığı) verdik ki,(o) Feth-i Mubiyn’dir (apaçık açık hakikati sistemi müşahede)!
- Bu yüzden Allâh, senin geçmiş ve(fethe rağmen oluşacak) gelecek tüm zenbini(bedenselliğinin doğal getirisi perdeliliklerini) mağfiret eder (örter) ve sana olan nimetini tamamlar; seni, hakikatini yaşama yolunda yürütür!
- Allâh seni benzersiz, karşı konulmaz bir zafere erdirir!
- İmanlarının kat kat artması için, iman edenlerin kalplerine sekine(sükûn, güven duygusu) inzâl eden “HÛ”dur! Semâlar ve arzın orduları Allâh içindir! Allâh Aliym’dir, Hakiym’dir.
- İmanlı erkek ve kadınları, içinde ebedî kalacakları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokması, onlardan kötülüklerini silmesi içindir… İşte bu Allâh indînde azîm kurtuluştur!
- Bir de Esmâ’sıyla hakikatleri olan Allâh hakkında su-i zanda bulunan(O’nu tanrı gibi düşünen) münafık(ikiyüzlü) erkek ve kadınlara, şirk koşan erkek ve kadınlara azabı yaşatması içindir! Zanları yüzünden devranın belâsı başlarında patlasın! Allâh onlara gazap etmiş, onları lânetlemiş(inkârları sonucu hakikati yaşamaktan uzaklaştırmış); onlar için cehennem hazırlamıştır! Ne kötü dönüş yeridir!
- Semâlar ve arzın orduları(kuvveleri) Allâh’ındır… Allâh Aziyz’dir, Hakiym’dir.
- Muhakkak ki biz seni şahit, müjdeleyici ve uyarıcı olarak irsâl ettik!
- Artık varlığınızın Esmâ’sıyla hakikati olan Allâh’a ve Rasûlüne iman edip; O’na yardımcı olasınız, O’nu yüce bilip saygı gösteresiniz ve sabah akşam O’nu tespih edesiniz.
- Gerçektir ki(Rasûlüm) sana biat edenler(el tutuşup bağlılık sözü verenler) Allâh’a biat etmişlerdir ve Allâh’ın EL’i onların elleri üzerindedir (Biat edenlerin elleri üstünde Allâh’ın eli tedbir eder)! Kim sözünü bozarsa sadece kendi nefsi aleyhine bozmuş olur; kim Allâh ahdinde bağlılık gösterirse, ona da büyük ecir verir!
- Bedevîlerden geri bırakılanlar: “Bizi mallarımız ve çoluk çocuğumuz meşgûl etti; bizim için mağfiret dile” diyecekler… Onlar gerçekte, öyle düşünmediklerini dillendiriyorlar! De ki: “Sizde bir zarar açığa çıkarmayı irade ederse ya da sizde bir fayda oluşturmayı irade ederse; kim Allâh’ın istediğine karşı koyabilir?”… Hayır, Allâh yaptıklarınızdan(yaratanı olarak) haberdardır.
- Aslında siz Rasûl ve iman edenlerin, ailelerine asla geri dönmeyeceklerini zannettiniz! Bu fikir bilincinize güzel göründü de, böylece kötü zanda bulundunuz; helâkı hak etmiş bir topluluk oldunuz!
- Kim varlığının Esmâ’sıyla hakikati olan Allâh’a ve Rasûlüne iman etmezse, bilsin ki hakikat bilgisini inkâr edenler için saîri(alevli bir ateşi – radyasyon dalgaları) hazırlamışızdır.
- Semâlar ve arzın mülkü Allâh içindir! Dilediğini mağfiret eder(suçlu hâlini örter); dilediğini azaplandırır(bedenselliğinin getirisine terk eder)! Allâh Ğafûr’dur, Rahıym’dir.
- Bu geri bırakılanlar, ganimetleri almak için gittiğinizde: “Bırakın biz de sizinle gelelim” derler. Onlar, Allâh kelâmını(sözünü) değiştirmek istiyorlar! De ki: “Siz bize asla uyamazsınız; daha önce Allâh böyle buyurdu(hükmetti)”… Bu kez şöyle derler: “Hayır, bizi kıskanıyorsunuz”… Bilakis onlar, anlayışı kıt kimselerdir!
- Bedevîlerden o geri bırakılanlara de ki: “Siz son derece güçlü, cengâver bir toplulukla savaşa davet olunacaksınız… Onlarla savaşırsınız yahut onlar İslâm olurlar. Eğer itaat ederseniz Allâh size güzel bir ecir verir… Fakat daha önce yüz çevirdiğiniz gibi gene döneklik yaparsanız, sizi feci bir azap ile azaplandırır.”
- Köre, topala ve hasta olana zorlama yoktur! Kim itaat ederse Allâh ve Rasûlüne, onu altından ırmaklar akan cennetlere sokar… Kim de yüz çevirirse(Allâh) onu feci bir azapla azaplandırır.
- Andolsun ki Allâh, o ağacın altında sana biat ettiklerinde iman edenlerden razı oldu, onların kalplerinde olanı bildi de, üzerlerine sekine(huzur) inzâl etti ve kendilerine feth-i kariyb(yakîn açıklığı) verdi.
- Onları, alacakları birçok ganimetlere de nail etti… Allâh Aziyz’dir, Hakiym’dir.
- Allâh, size elde edeceğiniz birçok ganimetler vadetmiştir… Bunu da size pek çabuk verdi ve insanların ellerini sizden vazgeçirdi ki, bu iman edenler için bir işaret olsun ve sizi sıratı müstakime hidâyet etsin.
- Henüz onlara gücünüzün yetmediği daha başka şeyler de vadetti ki, onları Allâh(içten ve dıştan) ihâta etmiştir.(Zaten) Allâh her şeye Kaadir’dir.
- Eğer hakikat bilgisini inkâr edenler sizinle savaşsalardı, elbette arkalarını dönüp kaçacaklardı… Sonra da hiçbir velî(koruyucu) ve yardımcı bulamazlardı.
- Bu süregelen Sünnetullâh’tır! Sünnetullâh’ta asla değişme bulamazsın!
- Sizi onlara muzaffer kıldıktan sonra Mekke’nin göbeğinde, onların ellerini sizden, sizin ellerinizi onlardan uzak tutan “HÛ”dur! Allâh yaptıklarınızı(yaratanı olarak) Basıyr’dir.
- Onlar o kimselerdir ki; hakikat bilgisini inkâr ederler, sizi Mescid-i Haram’dan alıkoydular, bekletilen hedy kurbanlarının yerlerine ulaşmasına mâni oldular… Şayet orada(onların arasında) kendilerini henüz bilmediğiniz için çiğneyip ezeceğiniz ve bu bilmeyerek yapılan iş yüzünden üzüleceğiniz iman eden erkekler ve iman eden kadınlar olmasaydı(Allâh savaşı önlemezdi)… Dilediğini rahmetine sokmak içindi bu… Eğer birbirlerinden (iman edenlerle – kâfirler) ayrılmış olsalardı, onlardan inkâra sapanları elbette elim bir azap ile azaplandırırdık. (Sâlihlerin bulundukları yere gazabı ilâhî inmez)… (8.Enfâl: 33 ve 29.Ankebût: 32)
- O zaman hakikat bilgisini inkâr edenler, kalplerine hamiyeti(köylülük – cahillik gururu), cehalet tutuculuğunu(yeniye kapalılık) yerleştirmişlerdi… Allâh, Rasûlüne ve iman edenlere sekine inzâl etti ve onları kelime-i takva (lâ ilâhe illAllâh) anlayışında sâbitledi… Onlar bu sözü bizâtihi yaşayarak hak etmiş ve ehil kimselerdi… Allâh her şeyi Aliym’dir.
- Andolsun ki Allâh, Rasûlüne rüyasını Hak olarak doğruladı… İnşâAllâh,(kiminiz) kafalarınızı tıraş etmiş ve(kiminiz saçlarınızı) kısaltmış olarak, güven içinde Mescid-i Haram’a kesinlikle gireceksiniz!(Allâh) bilmediğinizi bilerek size bundan önce feth-i kariyb (yakınlık {kurb} fethi) müyesser kıldı.
- O, Rasûlünü, hakikatin dillenişi olarak(bil-HÜDA) ve Hak Din(Esmâ’nın açığa çıkışı sistemi ve düzeni olan Sünnetullâh realitesi anlayışı) ile irsâl etti ki, O’nu tüm din anlayışlarına üstün kılsın! (Varlıklarında) Şehiyd olarak Allâh yeter.
- MUHAMMED, Rasûlullâh’tır! O’nunla beraber bulunanlar, küffara(gerçeği reddedenlere) karşı sert, kendi aralarında çok merhametlidirler… Onları rükû eder(varlıkta her an tedbir edenin Allâh Esmâ’sı olduğunu müşahedesinin haşyeti, tâzimi içinde), secde eder (varlığın yalnızca Esmâ özelliklerinden ibaret olarak kendilerine özgü bağımsız vücutları olmadığının müşahedesiyle “yok”luklarını hisseder) ve Allâh’tan fazl (lütfu – Esmâ kuvvelerinin farkındalığı) ve RIDVAN (Hakikatinin farkındalığıyla bunun sonuçlarını kuvveden fiile çıkarma özelliği) ister hâlde görürsün… Sîmalarına gelince, vechlerinde (şuurlarında “yok”luklarının idrakı olan) secde eseri vardır! Bu onların Tevrat’taki (nefse dönük hükümler) misal yollu anlatımlarıdır… İncil’deki (teşbihî) temsillerine gelince: Bir ekin ki filizini yarıp çıkarmış, sonra onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış da gövdesi üzerine doğrulmuştur; ekincilerin hoşuna gider… Böyle yapar ki, onlarla (Esmâ’sıyla açığa çıkardığı) küffarı (gerçeği reddedenleri) öfkelendirsin! Allâh onlardan iman edip bunun gereğini uygulayanlara mağfiret ve çok büyük karşılığını yaşatmayı vadetmiştir.
Euzü Billahi mineş şeytanir racim1
BismillahirRahmânirRahiym2
1-) İnnâ fetahnâ leke fethan mubiynâ;
Kesinlikle sana öyle bir fetih (görüş açıklığı) verdik ki, (o) Feth-i Mubiyn`dir (apaçık açık hakikati sistemi müşahede)!
2-) Liyağfire lekellahu mâ tekaddeme min zenbike ve mâ teahhare ve yütimme nı`meteHÛ `aleyke ve yehdiyeke sıraten müstekıyma;
Bu yüzden Allâh, senin geçmiş ve (fethe rağmen oluşacak) gelecek tüm zenbini (bedenselliğinin doğal getirisi perdeliliklerini) mağfiret eder (örter) ve sana olan nimetini tamamlar; seni, hakikatini yaşama yolunda yürütür!
3-) Ve yensurekellâhu nasren `Aziyza;
Allâh seni benzersiz, karşı konulmaz bir zafere erdirir!
4-) “HU”velleziy enzeles sekiynete fiy kulûbil mu`miniyne liyezdâdû iymânen me`a iymânihim* ve lillâhi cünûdüs Semâvâti vel`Ard* ve kânAllâhu `Aliymen Hakiyma;
İmanlarının kat kat artması için, iman edenlerin kalplerine sekine (sükûn, güven duygusu) inzâl eden “HÛ”dur! Semâlar ve arzın orduları Allâh içindir! Allâh Aliym`dir, Hakiym`dir.
5-) Liyüdhılel mu`miniyne velmu`minati cennatin tecriy min tahtihel`enharü halidiyne fiyha ve yükeffire anhüm seyyiatihim ve kâne zâlike indAllâhi fevzen `azıyma;
İmanlı erkek ve kadınları, içinde ebedî kalacakları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokması, onlardan kötülüklerini silmesi içindir… İşte bu Allâh indînde aziym kurtuluştur!
6-) Ve yu`azzibel münafikıyne velmünafikati velmüşrikiyne velmüşrikâtiz zanniyne Billâhi zannessev`* aleyhim dairetüssev`* ve ğadıbAllâhu aleyhim ve leanehüm ve e`adde lehüm cehennem* ve saet masıyra;
Bir de Esmâ`sıyla hakikatleri olan Allâh hakkında su-i zanda bulunan (O`nu tanrı gibi düşünen) münafık (ikiyüzlü) erkek ve kadınlara, şirk koşan erkek ve kadınlara azabı yaşatması içindir! Zanları yüzünden devranın belâsı başlarında patlasın! Allâh onlara gazap etmiş, onları lânetlemiş (inkârları sonucu hakikati yaşamaktan uzaklaştırmış); onlar için cehennem hazırlamıştır! Ne kötü dönüş yeridir!
7-) Ve lillâhi cünudüs Semavati vel`Ard* ve kânAllâhu `Aziyzen Hakiyma;
Semâlar ve arzın orduları (kuvveleri) Allâh`ındır… Allâh Aziyz`dir, Hakiym`dir.
😎 İnna erselnake şahiden ve mübeşşiran ve neziyra;
Muhakkak ki biz seni şahit, müjdeleyici ve uyarıcı olarak irsâl ettik!
9-) Litu`minu Billâhi ve RasûliHİ ve tu`azziruhu ve tüvekkıruh* ve tüsebbihuHU bükreten ve asıyla;
Artık varlığınızın Esmâ`sıyla hakikati olan Allâh`a ve Rasûlüne iman edip; O`na yardımcı olasınız, O`nu yüce bilip saygı gösteresiniz ve sabah akşam O`nu tespih edesiniz.
10-) İnnelleziyne yübayi`ûneke innema yübayi`ûnAllâh* yedullahi fevka eydiyhim* femen nekese feinnema yenküsü alâ nefsih* ve men evfa Bima ahede aleyhullahe feseyu`tiyhi ecren `azıyma;
Gerçektir ki (Rasûlüm) sana biat edenler (el tutuşup bağlılık sözü verenler) Allâh`a biat etmişlerdir ve Allâh`ın EL`i onların elleri üzerindedir (Biat edenlerin elleri üstünde Allâh`ın eli tedbir eder)! Kim sözünü bozarsa sadece kendi nefsi aleyhine bozmuş olur; kim Allâh ahdinde bağlılık gösterirse, ona da büyük ecir verir!
11-) Seyekulü lekel muhallefune minel a`rabi şeğeletna emvalüna ve ehluna festağfir lena* yekulune Bielsinetihim ma leyse fiy kulubihim* kul femen yemlikü leküm minAllâhi şey`en in erade Biküm darren ev erade Biküm nef`a* bel kânAllâhu Bima tamelune Habiyra;
Bedevîlerden geri bırakılanlar: “Bizi mallarımız ve çoluk çocuğumuz meşgul etti; bizim için mağfiret dile” diyecekler… Onlar gerçekte, öyle düşünmediklerini dillendiriyorlar! De ki: “Sizde bir zarar açığa çıkarmayı irade ederse ya da sizde bir fayda oluşturmayı irade ederse; kim Allâh`ın istediğine karşı koyabilir?”… Hayır, Allâh yaptıklarınızdan (yaratanı olarak) haberdardır.
12-) Bel zanentüm en len yenkaliber Rasûlü velmu`minune ila ehliyhim ebeden ve züyyine zâlike fiy kulubiküm ve zanentüm zannessev`* ve küntüm kavmen bûra;
Aslında siz Rasûl ve iman edenlerin, ailelerine asla geri dönmeyeceklerini zannettiniz! Bu fikir bilincinize güzel göründü de, böylece kötü zanda bulundunuz; helâkı haketmiş bir topluluk oldunuz!
13-) Ve men lem yu`min Billâhi ve RasûliHİ feinna a`tedna zilkâfiriyne sa`ıyra;
Kim varlığının Esmâ`sıyla hakikati olan Allâh`a ve Rasûlüne iman etmezse, bilsin ki hakikat bilgisini inkâr edenler için saîri (alevli bir ateşi – radyasyon dalgaları) hazırlamışızdır.
14-) Ve lillâhi Mülküs Semavati vel`Ard* yağfiru limen yeşau ve yu`azzibu men yeşa`* ve kânAllâhu Ğafûren Rahıyma;
Semâlar ve arzın mülkü Allâh içindir! Dilediğini mağfiret eder (suçlu hâlini örter); dilediğini azaplandırır (bedenselliğinin getirisine terk eder)! Allâh Ğafûr`dur, Rahıym`dir.
15-) Seyekulül muhallefune izentalaktüm ilâ meğanime lite`huzûha zeruna nettebi`küm* yüriydune en yübeddilu kelamAllâh* kul len tettebi`ûna kezâliküm kalAllâhu min kabl* feseyekulune bel tahsüdunena* bel kânu lâ yefkahune illâ kaliylâ;
Bu geri bırakılanlar, ganimetleri almak için gittiğinizde: “Bırakın biz de sizinle gelelim” derler. Onlar, Allâh kelâmını (sözünü) değiştirmek istiyorlar! De ki: “Siz bize asla uyamazsınız; daha önce Allâh böyle buyurdu (hükmetti)”… Bu kez şöyle derler: “Hayır, bizi kıskanıyorsunuz”… Bilakis onlar, anlayışı kıt kimselerdir!
16-) Kul lilmuhallefiyne minel a`râbi setüd`avne ilâ kavmin uliy be`sin şediydin tukatilunehüm ev yüslimun* fein tutıy`u yü`tikümullâhu ecren hasena* ve in tetevellev kema tevelleytüm min kablü yu`azzibküm azâben eliyma;
Bedevîlerden o geri bırakılanlara de ki: “Siz son derece güçlü, cengâver bir toplulukla savaşa davet olunacaksınız… Onlarla savaşırsınız yahut onlar İslâm olurlar. Eğer itaat ederseniz Allâh size güzel bir ecir verir… Fakat daha önce yüz çevirdiğiniz gibi gene döneklik yaparsanız, sizi feci bir azap ile azaplandırır.”
17-) Leyse alel`ama harecün ve lâ alel`areci harecün ve lâ alelmeriydı harec* ve men yutı`ıllâhe ve RasûleHU yüdhılhü cennatin tecriy min tahtihel`enhar* ve men yetevelle yu`azzibhü azâben eliyma;
Köre, topala ve hasta olana zorlama yoktur! Kim itaat ederse Allâh ve Rasûlüne, onu altından ırmaklar akan cennetlere sokar… Kim de yüz çevirirse (Allâh) onu feci bir azapla azaplandırır.
18-) Lekad radıyAllâhu `anilmu`miniyne iz yubayi`ûneke tahteşşecereti fe`alime ma fiy kulubihim feenzelessekiynete aleyhim ve esâbehüm fethan kariyba;
Andolsun ki Allâh, o ağacın altında sana biat ettiklerinde iman edenlerden razı oldu, onların kalplerinde olanı bildi de, üzerlerine sekine (huzur) inzâl etti ve kendilerine feth-i kariyb (yakîn açıklığı) verdi.
19-) Ve meğanime kesiyreten ye`huzûneha* ve kânAllâhu `Aziyzen Hakiyma;
Onları, alacakları birçok ganimetlere de nail etti… Allâh Aziyz`dir, Hakiym`dir.
20-) Veadekümullâhu meğanime kesiyreten te`huzûneha fe`accele leküm hazihi ve keffe eydiyenNasi `anküm* ve litekûne ayeten lilmu`miniyne ve yehdiyeküm sıratan müstekıyma;
Allâh, size elde edeceğiniz birçok ganimetler vadetmiştir… Bunu da size pek çabuk verdi ve insanların ellerini sizden vazgeçirdi ki, bu iman edenler için bir işaret olsun ve sizi sırat-ı müstakime hidâyet etsin.
21-) Ve uhra lem takdiru aleyha kad ehatAllâhu Biha ve kânAllâhu alâ külli şey`in Kadiyra;
Henüz onlara gücünüzün yetmediği daha başka şeyler de vadetti ki, onları Allâh (içten ve dıştan) ihâta etmiştir. (Zaten) Allâh her şeye Kaadir`dir.
22-) Ve lev katelekümülleziyne keferu levellevül edbare sümme lâ yecidune Veliyyen ve lâ Nasıyra;
Eğer hakikat bilgisini inkâr edenler sizinle savaşsalardı, elbette arkalarını dönüp kaçacaklardı… Sonra da hiçbir velî (koruyucu) ve yardımcı bulamazlardı.
23-) SünnetAllâhilletiy kad halet min kabl* ve len tecide lisünnetillâhi tebdiyla;
Bu süregelen Sünnetullâh`tır! Sünnetullâh`ta asla değişme bulamazsın!
24-) Ve “HU”velleziy keffe eydiyehüm `anküm ve eydiyeküm `anhüm Bibatni Mekkete min ba`di en azfereküm aleyhim* ve kânAllâhu Bima ta`melune Basıyra;
Sizi onlara muzaffer kıldıktan sonra Mekke`nin göbeğinde, onların ellerini sizden, sizin ellerinizi onlardan uzak tutan “HÛ”dur! Allâh yaptıklarınızı (yaratanı olarak) Basıyr`dir.
25-) Hümülleziyne keferu ve sadduküm `anilMescidil Harâmi velhedye ma`kûfen en yeblüğa mahılleh* velevlâ ricalun mu`minune ve nisaün mu`minatün lem ta`lemuhüm en tetaûhüm fetusıybeküm minhüm me`arretün Biğayri `ılm* liyüdhılAllâhu fiy rahmetiHİ men yeşa`* lev tezeyyelu le`azzebnelleziyne keferu minhüm azâben eliyma;
Onlar o kimselerdir ki; hakikat bilgisini inkâr ederler, sizi Mescid-i Haram`dan alıkoydular, bekletilen hedy kurbanlarının yerlerine ulaşmasına mâni oldular… Şayet orada (onların arasında) kendilerini henüz bilmediğiniz için çiğneyip ezeceğiniz ve bu bilmeyerek yapılan iş yüzünden üzüleceğiniz iman eden erkekler ve iman eden kadınlar olmasaydı (Allâh savaşı önlemezdi)… Dilediğini rahmetine sokmak içindi bu… Eğer birbirlerinden (iman edenlerle – kâfirler) ayrılmış olsalardı, onlardan inkâra sapanları elbette elim bir azap ile azaplandırırdık. (Sâlihlerin bulundukları yere gazabı ilâhî inmez… 8.Enfâl: 33 ve 29.Ankebût: 32)
26-) İz ce`alelleziyne keferu fiy kulubihimül hamiyyete hamiyyetel cahiliyyeti feenzelAllâhu sekiynetehu alâ RasûliHİ ve alelmu`miniyne ve elzemehüm kelimetet takvâ ve kânû ehakka Biha ve ehleha* ve kânAllâhu Bikülli şey`in `Aliyma;
O zaman hakikat bilgisini inkâr edenler, kalplerine hamiyeti (köylülük – cahillik gururu), cehalet tutuculuğunu (yeniye kapalılık) yerleştirmişlerdi… Allâh, Rasûlüne ve iman edenlere sekine inzâl etti ve onları kelime-i takva (lâ ilâhe illAllâh) anlayışında sâbitledi… Onlar bu sözü bizâtihi yaşayarak hak etmiş ve ehil kimselerdi… Allâh her şeyi Aliym`dir.
27-) Lekad sadekAllâhu RasûleHUrrü`ya BilHakk* letedhulünnelMescidel Harâme inşaAllâhu aminiyne muhallikıyne ruûseküm ve mukassıriyne lâ tehâfun* fe `alime ma lem ta`lemu fece`ale min duni zâlike fethan kariyba;
Andolsun ki Allâh, Rasûlüne rüyasını Hak olarak doğruladı… İnşâAllâh, (kiminiz) kafalarınızı tıraş etmiş ve (kiminiz saçlarınızı) kısaltmış olarak, güven içinde Mescid-i Haram`a kesinlikle gireceksiniz! (Allâh) bilmediğinizi bilerek size bundan önce feth-i kariyb (yakınlık {kurb} fethi) müyesser kıldı.
28-) “HU”velleziy ersele RasûleHU Bilhüda ve Diynil Hakkı liyuzhirehu aleddiyni küllih* ve kefa Billâhi şehiyda;
O, Rasûlünü, hakikatin dillenişi olarak (bil-HÜDA) ve Hak Din (Esmâ`nın açığa çıkışı sistemi ve düzeni olan Sünnetullâh realitesi anlayışı) ile irsâl etti ki, O`nu tüm din anlayışlarına üstün kılsın! (Varlıklarında) Şehiyd olarak Allâh yeter.
29-) Muhammedün Rasûlullah* velleziyne me`ahu eşiddâu alelküffari ruhamâu beynehüm terahüm rükke`an sücceden yebteğune fadlen minAllâhi ve rıdvana* siymahüm fiy vücuhihim min eserissücudi zâlike meselühüm fiytTevrati, ve meselühüm fiyl`İnciyli kezer`m ahrece şat`ehu feâzerehu festağleza festeva alâ sukıhi yu`cibüzzürra`a liyeğıyza Bihimülküffar* veadAllâhulleziyne amenû ve amilussalihati minhüm mağfireten ve ecren `aziyma;
MUHAMMED, Rasûlullâh`tır! O`nunla beraber bulunanlar, küffara (gerçeği reddedenlere) karşı sert, kendi aralarında çok merhametlidirler… Onları rükû eder (varlıkta her an tedbir edenin Allâh Esmâ`sı olduğunu müşahedesinin haşyeti, tâzimi içinde), secde eder (varlığın yalnızca Esmâ özelliklerinden ibaret olarak kendilerine özgü bağımsız vücutları olmadığının müşahedesiyle “yok”luklarını hisseder) ve Allâh`tan fazl (lütfu – Esmâ kuvvelerinin farkındalığı) ve RIDVAN (Hakikatinin farkındalığıyla bunun sonuçlarını kuvveden fiile çıkarma özelliği) ister hâlde görürsün… Simalarına gelince, vechlerinde (şuurlarında “yok”luklarının idrakı olan) secde eseri vardır! Bu onların Tevrat`taki (nefse dönük hükümler) misal yollu anlatımlarıdır… İncil`deki (teşbihi) temsillerine gelince: Bir ekin ki filizini yarıp çıkarmış, sonra onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış da gövdesi üzerine doğrulmuştur; ekincilerin hoşuna gider… Böyle yapar ki, onlarla (Esmâ`sıyla açığa çıkardığı) küffarı (gerçeği reddedenleri) öfkelendirsin! Allâh onlardan iman edip bunun gereğini uygulayanlara mağfiret ve çok büyük karşılığını yaşatmayı vadetmiştir.
www.ahmedhulusi.org
1İnsandaki vehim kuvvesinin şartlanmalarla “yok”u var, “var”ı yok olarak düşünmesi sonucu; insana kendini Allâh Esmâ`sı dışında bağımsız bir varlık ve beden kabul ettiren; bunun sonucu olarak da gökte bir tanrı kabulüne yönlendiren, taşlanmış şeytanî vesveselerden, Hakikatim olan Allâh Esmâ`sının koruyucu kuvvelerine sığınırım.
2İsmi Allâh olanın, hakikatim olan Rahman ve Rahıym Esmâ`ları özellikleriyle…
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ
1 | اِنَّا فَتَحْنَا لَكَ فَتْحًا مُبٖينًا |
2 | لِيَغْفِرَ لَكَ اللّٰهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِكَ وَمَا تَاَخَّرَ وَيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكَ وَيَهْدِيَكَ صِرَاطًا مُسْتَقٖيمًا |
3 | وَيَنْصُرَكَ اللّٰهُ نَصْرًا عَزٖيزًا |
4 | هُوَ الَّذٖى اَنْزَلَ السَّكٖينَةَ فٖى قُلُوبِ الْمُؤْمِنٖينَ لِيَزْدَادُوا اٖيمَانًا مَعَ اٖيمَانِهِمْ وَلِلّٰهِ جُنُودُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَكَانَ اللّٰهُ عَلٖيمًا حَكٖيمًا |
5 | لِيُدْخِلَ الْمُؤْمِنٖينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ جَنَّاتٍ تَجْرٖى مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِدٖينَ فٖيهَا وَيُكَفِّرَ عَنْهُمْ سَيِّپَاتِهِمْ وَكَانَ ذٰلِكَ عِنْدَ اللّٰهِ فَوْزًا عَظٖيمًا |
6 | وَيُعَذِّبَ الْمُنَافِقٖينَ وَالْمُنَافِقَاتِ وَالْمُشْرِكٖينَ وَالْمُشْرِكَاتِ الظَّانّٖينَ بِاللّٰهِ ظَنَّ السَّوْءِ عَلَيْهِمْ دَائِرَةُ السَّوْءِ وَغَضِبَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ وَلَعَنَهُمْ وَاَعَدَّ لَهُمْ جَهَنَّمَ وَسَاءَتْ مَصٖيرًا |
7 | وَلِلّٰهِ جُنُودُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَكَانَ اللّٰهُ عَزٖيزًا حَكٖيمًا |
8 | اِنَّا اَرْسَلْنَاكَ شَاهِدًا وَمُبَشِّرًا وَنَذٖيرًا |
9 | لِتُؤْمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِهٖ وَتُعَزِّرُوهُ وَتُوَقِّرُوهُ وَتُسَبِّحُوهُ بُكْرَةً وَاَصٖيلًا |
10 | اِنَّ الَّذٖينَ يُبَايِعُونَكَ اِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللّٰهَ يَدُ اللّٰهِ فَوْقَ اَيْدٖيهِمْ فَمَنْ نَكَثَ فَاِنَّمَا يَنْكُثُ عَلٰى نَفْسِهٖ وَمَنْ اَوْفٰى بِمَا عَاهَدَ عَلَيْهُ اللّٰهَ فَسَيُؤْتٖيهِ اَجْرًا عَظٖيمًا |
11 | سَيَقُولُ لَكَ الْمُخَلَّفُونَ مِنَ الْاَعْرَابِ شَغَلَتْنَا اَمْوَالُنَا وَاَهْلُونَا فَاسْتَغْفِرْ لَنَا يَقُولُونَ بِاَلْسِنَتِهِمْ مَا لَيْسَ فٖى قُلُوبِهِمْ قُلْ فَمَنْ يَمْلِكُ لَكُمْ مِنَ اللّٰهِ شَيْپًا اِنْ اَرَادَ بِكُمْ ضَرًّا اَوْ اَرَادَ بِكُمْ نَفْعًا بَلْ كَانَ اللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبٖيرًا |
12 | بَلْ ظَنَنْتُمْ اَنْ لَنْ يَنْقَلِبَ الرَّسُولُ وَالْمُؤْمِنُونَ اِلٰى اَهْلٖيهِمْ اَبَدًا وَزُيِّنَ ذٰلِكَ فٖى قُلُوبِكُمْ وَظَنَنْتُمْ ظَنَّ السَّوْءِ وَكُنْتُمْ قَوْمًا بُورًا |
13 | وَمَنْ لَمْ يُؤْمِنْ بِاللّٰهِ وَرَسُولِهٖ فَاِنَّا اَعْتَدْنَا لِلْكَافِرٖينَ سَعٖيرًا |
14 | وَلِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ يَغْفِرُ لِمَنْ يَشَاءُ وَيُعَذِّبُ مَنْ يَشَاءُ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُورًا رَحٖيمًا |
15 | سَيَقُولُ الْمُخَلَّفُونَ اِذَا انْطَلَقْتُمْ اِلٰى مَغَانِمَ لِتَاْخُذُوهَا ذَرُونَا نَتَّبِعْكُمْ يُرٖيدُونَ اَنْ يُبَدِّلُوا كَلَامَ اللّٰهِ قُلْ لَنْ تَتَّبِعُونَا كَذٰلِكُمْ قَالَ اللّٰهُ مِنْ قَبْلُ فَسَيَقُولُونَ بَلْ تَحْسُدُونَنَا بَلْ كَانُوا لَا يَفْقَهُونَ اِلَّا قَلٖيلًا |
16 | قُلْ لِلْمُخَلَّفٖينَ مِنَ الْاَعْرَابِ سَتُدْعَوْنَ اِلٰى قَوْمٍ اُولٖى بَاْسٍ شَدٖيدٍ تُقَاتِلُونَهُمْ اَوْ يُسْلِمُونَ فَاِنْ تُطٖيعُوا يُؤْتِكُمُ اللّٰهُ اَجْرًا حَسَنًا وَاِنْ تَتَوَلَّوْا كَمَا تَوَلَّيْتُمْ مِنْ قَبْلُ يُعَذِّبْكُمْ عَذَابًا اَلٖيمًا |
17 | لَيْسَ عَلَى الْاَعْمٰى حَرَجٌ وَلَا عَلَى الْاَعْرَجِ حَرَجٌ وَلَا عَلَى الْمَرٖيضِ حَرَجٌ وَمَنْ يُطِعِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْرٖى مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ وَمَنْ يَتَوَلَّ يُعَذِّبْهُ عَذَابًا اَلٖيمًا |
18 | لَقَدْ رَضِىَ اللّٰهُ عَنِ الْمُؤْمِنٖينَ اِذْ يُبَايِعُونَكَ تَحْتَ الشَّجَرَةِ فَعَلِمَ مَا فٖى قُلُوبِهِمْ فَاَنْزَلَ السَّكٖينَةَ عَلَيْهِمْ وَاَثَابَهُمْ فَتْحًا قَرٖيبًا |
19 | وَمَغَانِمَ كَثٖيرَةً يَاْخُذُونَهَا وَكَانَ اللّٰهُ عَزٖيزًا حَكٖيمًا |
20 | وَعَدَكُمُ اللّٰهُ مَغَانِمَ كَثٖيرَةً تَاْخُذُونَهَا فَعَجَّلَ لَكُمْ هٰذِهٖ وَكَفَّ اَيْدِىَ النَّاسِ عَنْكُمْ وَلِتَكُونَ اٰيَةً لِلْمُؤْمِنٖينَ وَيَهْدِيَكُمْ صِرَاطًا مُسْتَقٖيمًا |
21 | وَاُخْرٰى لَمْ تَقْدِرُوا عَلَيْهَا قَدْ اَحَاطَ اللّٰهُ بِهَا وَكَانَ اللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَیْءٍ قَدٖيرًا |
22 | وَلَوْ قَاتَلَكُمُ الَّذٖينَ كَفَرُوا لَوَلَّوُا الْاَدْبَارَ ثُمَّ لَا يَجِدُونَ وَلِیًّا وَلَا نَصٖيرًا |
23 | سُنَّةَ اللّٰهِ الَّتٖى قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلُ وَلَنْ تَجِدَ لِسُنَّةِ اللّٰهِ تَبْدٖيلًا |
24 | وَهُوَ الَّذٖى كَفَّ اَيْدِيَهُمْ عَنْكُمْ وَاَيْدِيَكُمْ عَنْهُمْ بِبَطْنِ مَكَّةَ مِنْ بَعْدِ اَنْ اَظْفَرَكُمْ عَلَيْهِمْ وَكَانَ اللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصٖيرًا |
25 | هُمُ الَّذٖينَ كَفَرُوا وَصَدُّوكُمْ عَنِ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَالْهَدْیَ مَعْكُوفًا اَنْ يَبْلُغَ مَحِلَّهُ وَلَوْلَا رِجَالٌ مُؤْمِنُونَ وَنِسَاءٌ مُؤْمِنَاتٌ لَمْ تَعْلَمُوهُمْ اَنْ تَطَؤُهُمْ فَتُصٖيبَكُمْ مِنْهُمْ مَعَرَّةٌ بِغَيْرِ عِلْمٍ لِيُدْخِلَ اللّٰهُ فٖى رَحْمَتِهٖ مَنْ يَشَاءُ لَوْ تَزَيَّلُوا لَعَذَّبْنَا الَّذٖينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ عَذَابًا اَلٖيمًا |
26 | اِذْ جَعَلَ الَّذٖينَ كَفَرُوا فٖى قُلُوبِهِمُ الْحَمِيَّةَ حَمِيَّةَ الْجَاهِلِيَّةِ فَاَنْزَلَ اللّٰهُ سَكٖينَتَهُ عَلٰى رَسُولِهٖ وَعَلَى الْمُؤْمِنٖينَ وَاَلْزَمَهُمْ كَلِمَةَ التَّقْوٰى وَكَانُوا اَحَقَّ بِهَا وَاَهْلَهَا وَكَانَ اللّٰهُ بِكُلِّ شَیْءٍ عَلٖيمًا |
27 | لَقَدْ صَدَقَ اللّٰهُ رَسُولَهُ الرُّءْيَا بِالْحَقِّ لَتَدْخُلُنَّ الْمَسْجِدَ الْحَرَامَ اِنْ شَاءَ اللّٰهُ اٰمِنٖينَ مُحَلِّقٖينَ رُؤُسَكُمْ وَمُقَصِّرٖينَ لَا تَخَافُونَ فَعَلِمَ مَا لَمْ تَعْلَمُوا فَجَعَلَ مِنْ دُونِ ذٰلِكَ فَتْحًا قَرٖيبًا |
28 | هُوَ الَّذٖى اَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدٰى وَدٖينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدّٖينِ كُلِّهٖ وَكَفٰى بِاللّٰهِ شَهٖيدًا |
29 | مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِ وَالَّذٖينَ مَعَهُ اَشِدَّاءُ عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَاءُ بَيْنَهُمْ تَرٰیهُمْ رُكَّعًا سُجَّدًا يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِنَ اللّٰهِ وَرِضْوَانًا سٖيمَاهُمْ فٖى وُجُوهِهِمْ مِنْ اَثَرِ السُّجُودِ ذٰلِكَ مَثَلُهُمْ فِى التَّوْرٰيةِ وَمَثَلُهُمْ فِى الْاِنْجٖيلِ كَزَرْعٍ اَخْرَجَ شَطْپَهُ فَاٰزَرَهُ فَاسْتَغْلَظَ فَاسْتَوٰى عَلٰى سُوقِهٖ يُعْجِبُ الزُّرَّاعَ لِيَغٖيظَ بِهِمُ الْكُفَّارَ وَعَدَ اللّٰهُ الَّذٖينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنْهُمْ مَغْفِرَةً وَاَجْرًا عَظٖيمًا |
Bilgi:
Feth Sûresi, zâhir anlamı itibarıyla Hudeybiye Anlaşması ve Mekke’nin fethi ile alâkalı birçok hususu açıklar… Ancak, asla bu kadarıyla da değildir kapsamındaki anlamlar…
Bu sûrenin derinliklerinde öyle önemli bâtınî yani iç anlamlar söz konusudur ki, bunları ancak ehli kişiler bilir.
Biz bir iş’arî tefsir hazırlamadığımız için burada bu derinliğe girmeyeceğiz… Ancak, ilk üç âyetin bâtınî anlamından da söz etmeden geçmemiz mümkün değildir!.. Zira, bu üç âyet tasavvuftaki çok önemli bir hususa işaret etmektedir…
İsterseniz önce bu üç âyeti tekrar okuyalım:
1.Kesinlikle sana öyle bir fetih(açıklık) verdik ki,(o) Fethi Mubiyn’dir (apaçık açıklık-hakikati müşahede)!
2.Bu yüzden Allâh senin geçmiş ve(fethe rağmen oluşacak) gelecek tüm zenbini(bedenselliğinin doğal getirisi perdeliliklerini) mağfiret eder (örter) ve sana olan nimetini tamamlar; seni, hakikatini yaşama yolunda yürütür!
3.Allâh seni benzersiz, karşı konulmaz bir zafere erdirir!
Nakletmiş olduğumuz bu üç âyeti kerîmenin zâhir, yani ilk anda anlaşılan mânâsı bütün tefsir ve meâllerde mevcut olduğu için burada bunun üzerinde durmayacağım… Allâhû Teâlâ’nın bize ihsan buyurduğu açıklık ve irfan nispetinde buradan anladığımız mânânın açıklayabileceğimiz kadarına gelince…
Feth, kapalı olan bir şeyin açılması, ya da kişinin elde edemediği bir şeyi elde etmesi anlamlarına gelir… Bu anlamlarladır ki, dünya hayatı içinde bir kişinin elde edebileceği en büyük FETH, âhiret âleminden bir bölüm olan Berzah âleminin FETH’idir… Ki bu Feth’de ancak “yaşarken ölmek” suretiyle gerçekleşir!..
FETH iki türlüdür…
Zâhir Feth… Bâtın Feth…
Bâtın Feth dahi iki türlüdür…
a) FETH…
b) FETH-İ MUBİYN
Feth, esas itibarıyla yedi derecedir… Bu yedi derecenin birinci dereceden olanının gerçekleşmesiyle birlikte kişi Feth sahibi olmuş olur…
Feth kesinlikle kişinin çalışmasına bağlı, yani çalışmakla elde edilir bir şey değildir…
Feth nedir?..
Kişinin içinde bulunduğumuz şu boyutta, bu bedenle yaşarken; bir anda, beden bağımlılığından kurtularak, sanki ölmüş gibi, tamamıyla ruh beden yaşamına geçmesi ve ruhtaki özellikleriyle yaşamını bu Dünya’da sürdürmesi hâlidir.
“Ölmeden evvel ölmek” denilen hâlin Hakk-el yakîn yaşanmasıdır… Bize öğretilene göre, böyle kişilerin yeryüzünde sayıları kırkı bile bulmazmış, nûrânî feth sahipleri olarak…
Evet, Feth bu yönüyle de ikiye ayrılır:
1.Feth-i Zulmanî
2.Feth-i Nûrânî
Feth-i Zulmanî, müslim ya da gayrı müslim tüm insanlarda meydana gelebilir… Özellikle, Hindûlarda, Budist felsefe mensuplarında görülen ve Feth eseri olan bazı hâller hep bu Feth-i Zulmanî neticesidir ki, din terminolojisinde bu hâllere “istidraç” adı verilir.
Feth-i Zulmanî’nin iki büyük işareti vardır… Birincisi bu tür FETH kendisinde meydana gelmiş kişi, Hazreti Rasûlullâh AleyhisSelâm’ı kabul etmez… İkincisi de, birimsellikten, yani kendini bir birim olarak görmek perdesinden kurtulamamıştır!..
Feth-i Zulmanî sahipleri, kişinin tüm geçmişini bilebildiği gibi, aynı anda birkaç yerde bulunabilme, kabir ahvalini anlatabilme, CİN’lerle rahatlıkla iletişim kurabilme ve daha başka bazı akıl almaz davranışlar ortaya koyabilme özelliklerine sahiptirler…
Feth-i Nûrânî’de dahi benzer özellikler meydana gelir!.. Ancak bir farkla ki, bu zevât kısa sürede bu yaşama adepte olduktan sonra gelişmelerine devam ederler, fethin üçüncü derecesinde Hazreti Rasûlullâh ile sair Nebi ve Evliya ile buluşurlar ve Berzah âleminin çeşitli sırlarını agâh olurlar… Bundan sonra da Ricali Gaybarasında yerlerini alırlar…
Feth-i Mubiyn odur ki, gelen kişi, bu fethi kaldırabilir… Bu ne demektir?..
Kişiye feth geldiği zaman, yani fizik-biyolojik beden bağından kurtulduğu zaman, bu yaşam şeklini hazmedemeyip kendini içinde bulunduğu boyutun şartlarına kaptırabildiği gibi, buna güç yetiremeyip bedenden tümüyle de kopabilirler ki; bu da onun mutlak mânâda ölümü tadışına yol açabilir…
Feth geldikten sonra, mutlak mânâda ölüm gelmediği takdirde, o kişi beyin aracılığıyla gücünü arttırmaya, ilmini çok daha üst seviyeye yükseltmeye devam eder, yani ilerleme devam eder… Fethin arkasından ölümün gelişi ise onu bulunduğu yerde sınırlar…
Evet, bu konunun daha fazla açıklanmasına bu kitabın müsaadesi yoktur… Bu sebeple biz, şimdi yukarıdaki âyeti kerîmelerin işaretinden anladıklarımıza dönelim…
“Kesinlikle sana öyle bir fetih (açıklık) verdik ki…” (48.Feth: 1)
Kişide bu fethin oluşması onun hiçbir çalışmasına bağlı olmaksızın tamamıyla Allâh tarafındandır. Allâh vergisidir ki, “bu kesin ve apaçık bir fethe eriştir”… Böylece sen artık Berzah âleminin bir ferdi olarak Dünya’da yaşarsın her şeyin içyüzünü ve hikmetini bilirsin, dolayısıyla bundan sonra senden hiçbir “zenb”meydana gelmez. O gerçekler içinde yaşayan bir Ferd olarak, “Allâh senin geçmiş ve gelecek tüm zenbini bağışlar”… “Ebrârın güzellikleri, mukarreblerin kusurlarıdır” hükmünce, Allâh’ın Vahdâniyetini seyirden, beşerî yaşam şartlarınca perdelenmekten ileri gelen kusurlarını bağışlar. Ve tam kemâliyle ihsan ettiği bu feth ile Dünya’da oluşabilecek en mükemmel nimeti ihsan etmek suretiyle sana olan nimetini tamamlar. Zira, Dünya’da bir kişide zâhir olacak en büyük nimet Feth-i Nûrânîdir… Âdeta, Dünya’da yaşarken cennete girmek gibi bir şeydir bu…
“Ve sana öyle bir zafer verir ki, hiç kimse karşı koymaz!” yani bu Feth-i Mubiyn’e nail olarak yaptığın çalışmalar ile seni öyle bir zafere, başarıya ulaştırır ki Allâh, hiçbir aklı selim sahibi sana, açıkladıklarına, bildirdiklerine karşı koyamaz…
İşte bu üç âyeti kerîme Feth-i Mubiyn’e ermiş kişinin hâlini anlayabileceğimiz kadarıyla böyle izah eder…
Bu sûreyi her gün bir defa okumalıyız…
Ayrıca bu ilk üç âyeti her gün aynı sayıda olmak üzere üç yüz, beş yüz ya da bine kadar olmak üzere okumakta çok büyük fayda vardır manevî açılım isteyene…