Üstad
-Emmare nefs, Cennet’e giremez!… Niye?
Cevaplar
-Nefsine zulmetmektedir. Ancak (bana göre) gerçeğinin,kimliğinin farkına varamayan ve idrak ettiklerini yaşayamayan da emmare nefs’tedir…Birçokları kendilerini bu sınıftan saymasalar da maalesef bu böyledir…diye düşünüyorum…
-Bu Dünya’da sizi ne kadar görebildik ki ÜSTADIM?..
-Bir arada olmak isteği gibi Dünya şartlarının oluşturduğu psikolojilerin Cennet’te devam edeceğini sanmam…
-Üstadım, sizinle burada olmak Cennet’ten başka birşey değildir. Ben sadece akrabalarıma ihtiyaç duymayacağımı kastetmiştim…
Üstad
-Akrabaların okuyor mu bunları?..
Cevaplar
-Evet ben okuyorum Üstadım… Sonsuz bir hüzün duydum Üstadım…
-Ben de Üstadım..
-Ruhta görüşün keskin oluşu dolayısıyla âhiret, Cennet ve Cehennem boyutlarında birimler birbirini görebilir. Âyet ile; ve sizin anlattıklarınızla bu husus sabitleşmiştir!…
Rasûlullah’da Bilâli Habeşi ile Cennet’te görüşüyordu…
Şu fark var, Bâtınî boyutunu zâhire çıkarabilenlerin algılama kapasitesi daha fazladır… Önemli olan budur.
-İdrâki geniş olan her boyutta idraki dar olana göre daha farklı ve kapsamlı algılayacaktır. İleri bilinç düzeyindeki alt düzeydekine ister açık olur ister kapalı. Alt düzeydeki daha üsttekine göre zaten her boyutta â’mâdır…
-Her insan veri tabanında sahip olduğu bilgi kadar bulunduğu Cennet ortamını değerlendirebilir. Bu Dünya’da da yanyana eşler Cennet hayatı yaşıyor olabilirler , fakat değerlendirmeleri farklıdır…
Üstad
-Dostlar…
İnsanların anlayışı galiba bir kaç mertebe… Herkesin anlayışı bu mertebelerden birisi içine giriyor…
Şimdi sizin anlayışınız çeşitli anlayış mertebelerinden hangisi içinde acaba?…
Birinci mertebe şu:
Adama diyorsun ki: Şirk koşma!… Şirk büyük zulûmdür…
Dinliyor seni ve cevap veriyor: Evet haklısın Allah Tek’tir… O her an bizi görüyor!… Yarın mahşerde huzuruna çıkıcaz!.. Hesap vericez yaptıklarımız için!…
İkinci mertebe de şudur:
Ben Allah’a inanıyorum… Nasıl şirk koşarım ki… Emirlerini tutuyorum; yasaklarına uyuyorum; hem ben onu çok seviyorum!…
Üçüncü mertebe:
Evet, anladım ben asla şirk koşanlardan değilim!… İyi ama ne diye bu işi yapıp başını derde soktun?… Mâdem öyle işte böyle!…
Dördüncü mertebe:
Şirk derken herhalde şirki hafi demek istiyorsun!. Biz ondan gayrını görmüyoruz ki şirk düşüncesi içinde olalım!… Ben, sen, o yok; yalnızca O var!… Ama Âyet ne diyor: “O yaptıklarından sorulmaz ama siz mesûlsünüz!…” Öyle ise sen yaptıklarından sorulacaksın!…
Beşinci mertebe…
O bizim özümüz, varlığımız, herşeyimiz… Ama biz bunu yaşayamıyoruz!… Bir yaşayabilsem, o zaman nefsime zulümden kurtulacağım!…
Bir başka mertebe:
Sevdiğine: Sen Hak`sın ve gayrın yok!… Her yerde seni görüyorum!… Ama şu Ahmet abi yok mu!…
Bir başka mertebe…
“O” yok, ben varım!… Senarist tek; senaryo tek; herkes hakkıyla rolünü oynuyor… Bırak içkisine, kumarına zevkine devam etsin; orada da öyle istiyor!…
Bir başka mertebe…
Tek olmasına tek de, nedir bu Cehennem, Cennet?…
Evet bir kısım düşünenlerin düşünceleri…
Aman Üstadım, canım Üstadım, ben seni çok seviyorum Üstadım, ben asla şirk koşanlardan değilim ve nefsime zulmetmiyorum!…
Ben TEK`i görüyorum ya… Boş ver diğerlerinde de Öyle O işte!….
Evet, şirk koşmayan çeşitli düşünceler ve bakış açıları!… Bunlar imanlı ve Cennet’e gidecekler ve orada Cemâlullah’ı seyredecekler!…
Ha sâhi…
Neydi o Rasûlullah’ın işareti… Cennet ehlinin çoğunluğunu “bühl“ler oluşturacak anlamındaki hani…?
Bir neye, nasıl iman gerektiğini bilebilsem!…
Bir neyi, nasıl farketmem gerektiğini farkedebilsem!…
Bir neyi, nasıl idrâk etmem gerektiğini kavrayabilsem!…
Bir düşüncelerimdeki çelişkilerden kurtulabilsem!…
Bir idrak ettiklerimi tam uygulayabilsem…
Bilmeyenler için özetle anlatayım…
Adam tavuk gördükçe kaçıyormuş, çünkü “ben mısır tanesiyim, görürse beni yer..” diye… Almışlar hastanede tedaviye… Öğretmişler ki, sen mısır tanesi değil, insansın!…
Bir gün gelmiş, yıllar sonra, öğrendim bildim ki ben insanım, demiş!…
Salmışlar dışarı…
Bahçede giderken bir tavuk görünce gene kaçmış… Başhekim yakalatıp getirtmiş, demiş adama:
-Yavrum öğrenmiştin, ki insansın, niye kaçtın?
-İyi ama, o tavuk biliyor mu benim yem olmadığımı?… Hikâye bu işte!
Ben öğrendim bildim de O olduğumu; karşımdaki acaba biliyor mu?…
Benim- senin- onun, bir olduğumuzu, hep biliyoruz da; onlar acaba öyle olduğumuzu biliyorlar mı?
“O”, diye düşünmek acaba şirk midir?…
“O”, diye düşünmeden yaşamak nasıl olur?…
Hesap sormadan yaşamak, ne demektir?… Kimden hesap sorulur, ya da niye sorulmaz?…
Cehennem var mı, Hak mı, yalnızca ölüm sonrasında mı?… Ölümden sonra neler yaşayacağız?
Efendim ölümden sonra şunları şunları yaşayacağız…
Nereden biliyorsun?…
Rasûlullah dedi ki; falanca ermiş dedi ki, sen dedin ki!…
Dedim ki, dedin ki, dedi ki…lerle TAKLİTTEN ÇIKIP TAHKİKE ULAŞACAĞIZ, öyle mi?…
Mukallidun, şirk ehlidir; diyen ne demek istemiş ki?…
Hangi bilgimiz YAKÎNE dayanıyorsa, onda şirk yoktur!…
Cebinde olmayan, üzerinde tasarruf etmemekte olduğun şey senin değildir!..
Şirkin zıddıdır yakîn!..
Cebindekidir yakin!…
Yakîn tasarrufu getirir, ki o da tahkikin sonucudur!…
En büyük yalancı, ilmini paylaşmadığı kişiye seni seviyorum diyendir!…
Sevgi, sahip olmak değil, paylaşmaktır!…
Bilincini paylaşmadığın kişiye seviyorum seni, demek, yalnızca onu aldatmaktır!…
Allah Rasûlü: “Aldatan bizden değildir” demiş…
Bunu yalnızca maddi anlamda anlamak basitliktir!…
Çevrenle ilmini, bilincini paylaşmıyorsan; onların kendilerini Cehennem ateşine atmalarına yolaçacak davranışlarına gözyumuyorsan, onlara ihanet ediyorsun; onlara zulmediyorsun; onları harcıyorsun; demektir…
Allah Rasûlü’nü sevdiğini söylerken bile yalan söylüyorsun; dediler bana!… Niye dedim…
Çünkü O, bütün ömrünü insanlara ölümötesi yaşamı ve hakikatı anlatmak için değerlendirmişti… Sen O’nun yolunda ne çalışma yapıyorsun ki, onu sevdiğini söyleyebilesin… Dünyada bırakıp gideceğin şeyler uğruna ömrünü tüketirken, çevrenle ilmini ve inancını paylaşmaya korkarken, nasıl O’na olan inancın ve sevginden sözedebilirsin ki…. dediler!…
TAKLİTTEN TAHKİKE giden yol uzun; ve yaşamımız ortada!…
Kendimizi tatminse amaç, bunun bedeli hayli ağır!…
İlk şart Taklitten çıkıp, Tahkike ermek için…. Kendimizi aldatmaktan vaz geçmek!.
Düşünelim o zaman, ne kadar şuurlu yaşıyoruz… Ne kadarlık kabulümüz, falanca dediği için;ne kadarı da yakînimiz sonucu?…