Emmâre Nefs

  • Kendini beden kabul eden insan tamamiyle bedene ait tatmin ve zevkler doğrultusunda yaşar ki, bilinç bu düzeydeki düşünceleri itibariyle “emmare nefs” adını alır…
  • Avam, yani bütün beşer normal olarak “Nefs-i Emmare” diye târif edilen mertebenin gereğini yaşarlar. “Nefs-i Emmare”… Bedene dönük bir yaşam biçimi… Kendini beden kabul etme ve bedene dönük arzu ve istekleri yerine getirir tarzda yaşam biçimi!…
  • Nefs“, bilincinizin rengine bürünen, “ben” kelimesiyle işaret ettiğiniz soyut varlığınızdır!.. “Hayat” sıfatının varlığını oluşturması sebebiyle “Ruh” ismini alır.. Kişilik bilincinin oluşması ertesinde birim “ruh”a izâfe edilir.. Bilince izâfetle “nefs” denilir ve bilinç mertebesine göre isimlenir.
    Ruh“la “hayat” bulmuş “nefs“te mevcut olan “Benlik” kavramının oluştuğu “bilincin seviyesinin adı“dır, “Nefs-i emmare“!.
  • Nefs“, bedende kendini tanıdığı ve beden kabul ettiği için; bedende gözünü açtığı için, bedenin istek ve arzularını, kendi istek ve arzularıymış gibi kabullenip, bedene dönük emirler vererek yaşamını sürdürür. Bu yüzden de tasavvufta “emmare nefs” adıyla anılır!.
  • Emreden Nefs anlamına, “Emmare Nefs” denmiştir. Bu düzeyde yaşayan bir insan, bütün ağırlığını, yeme içme, rahatına düşkün olma, uyuma, seks, bedene dönük nam, şan şöhret peşinde koşma ile ortaya koyar.
  • Nefs kelimesiyle anlatılmak istenen esas itibariyle bilinçtir. Bilinç ilk oluştuğunda, veri tabanının getirisi sonucu, kendini beden olarak kabullendiği için, bedeninin tüm isteklerini kendi istekleri olarak benimser; tamamen bedenselliğe dönük ihtiyaç ve zevklere dönük yaşar. Bundan dolayı da “emmare nefs” olarak tanımlanır. Yani bilincin, kendini beden olarak kabulü söz konusudur bu anlayış düzeyinde.
  • Emmare; emredenden geliyor, emredici nefs. Emmare, emredici nefs demektir!
    Emmare emredici nefs demekse, nefs emrediyor!
    Emreden kim?.. “Nefs” isminin arkasında o fiile emreden, onun terkibi yâni emreden, “Rabbı” oluyor!.. Rabbına uymuş oluyor!..
  • Emmare nefs”;ki o tamamıyla hayvansal bir yaşamdır… Bedenin istek ve arzularına dönük bir yaşamdır.
  • Emmare, Levvame, Mülhime, Mutmaine, Radiye, Mardiye ve Safiye!. Bu konuyu “KENDİNİ TANI” kitabında da detaylı anlatmıştık…
  • Büyüklenmekle“, kişi o mertebeden, “nefsi emmare” düzeyine “inme” durumuna girer; ki bu da mecazi ifadeyle “ALLAH`TAN UZAKLAŞMAK”; yani “ALLAH`ın la`netine uğramak” demektir!
  • LA`NET“, ALLAH`tan ayrı düşme, yani reddedilmiş olma; yani “emmare nefs” haliyle yaşama düzeyidir!…
  • Kişi, Emmare`de iken Levvame`ye geçer… Kâh Levvame halini yaşar.. Kâh Emmâre`ye düşer bedenin istek ve arzularına tabi hâle gelir. Yani, Emmâre ile Levvame arasında gidiş geliş vardır.
  • -Emmare nefs, Cennet’e giremez!… Niye?
  • “Nefsi Sâfiye” işaret edilen “kozmik bilinç“, şartlanmalardan, şartlanmaların oluşturduğu değer yargılarından ve değer yargılarından doğan duygulardan oluşan perdelerle ve varsayım kabulle “kendi özünden” uzak düşmüş ve nihayet “nefsi emmare” denilen en alt bilinç seviyesine düşmüştür…
  • Bâtın”ın, zâhirde gizli olduğunu… Sâfiye’nin, emmârede, kabın rengine göre açığa çıktığını… Tüm mertebelerin, aslında tek bir mertebe olup; “Ganî” orijinin, zâhirin şekil ve kalıbına büründüğünü…
  • Buzun neresinde hidrojen ve oksijen atomları?. Beynin neresinde akıl?… Emmârenin neresinde Sâfiye?…
  • Emmâredeki kişiye levvâmeyi anlatamazsınız; belki anlar gibi olur da HİSSEDEMEZ!. Ama levvâmedeki, hem emmâreyi anlar, hem de levvâmeyi… Mülhime’deki kimseye, mutmainneyi anlatamazsınız; ama o, hem mülhimenin farkındadır; hem de levvâme ve emmârenin ne olduğunu bilir…
  • Yedi isimle birbirinden ayrıymış gibi anlatılan bilinç, hakikat itibariyle tek bir bütündür, dedik ya… Bunun yanı sıra, kuvveden fiîle çıkış itibariyle, Emmâreden başlayıp, Sâfiyeye doğru yedi mertebe gibi saydıysak da, bu tümel yapıyı; gerçekte olay, işleyişi itibariyle tam tersinedir!.
  • İnsanları kötü yollara gitmekten koruyan, âhiret korkusu, tanrı korkusu ve cennet talebine dönük; tarîkat ismi taşıyan birçok topluluklar mevcuttur. İşte bu realite dolayısıyla da, meraklı ve arzulu fakat kendisine hazım sağlayacak alt yapısı olmayan insanlar; gerçek “nefs terbiyesi” almadıkları için; yazıtlara veya ilim ehlinin sohbetlerine dayanarak, mevcut “emmâre nefs” bilinci üstüne, “mülhime bilgisi” giydirerek, “tasavvuf sonradan görmelerine” dönüşmektedirler!.
  • Hanımında veya beyinde veya çocuğunda ya da yakın arkadaşlarında Hak’kı göremeyip; onlara, isimleri perdesince davranmak, perdeliliğin açık itirafıdır!.

    Yaşamı, yemek-içmek ve seks üzere kurulmuş; gününün çoğu, bunları düşünerek, bunların daha iyisini araştırarak geçen insan, “Sâfiye” mertebesinden söz etse; ya da “Mardiyye” bilgisinden dem vursa da, “Emmâre”den milim ileri gitmemiştir!.

    Mülhime” bilgisine bürünmüş “emmâre”nin; “levvâme”si de hemen hiç görülmemiştir neredeyse!.

    Zira, “Mülhime bilgisi” onun Deccalı olmuş; “emmâre”sindeki Deccal cennetini tercih etmiştir!.

    Deccal, bireyin bilincinde açığa çıkar!. Deccal, bireyin karşısına çıkar!. Deccal, bir ülkede toplumun karşısına çıkar!. Deccal, tüm dünyanın karşısına çıkar!.

  • İnsanlara baş olup, hükmetme duygusu “emmâre”nin dışa vurmasından başka bir şey değildir!.
  • Dedikodusu olanın ilmi yoktur; bunu kesin bilin!. İnsanları çekiştirenlerin, bilgisi ne kadar olursa olsun, nefis mertebesi “emmâre”dir; bunu hiç aklınızdan çıkartmayın!.
  • Allah’a imanla yola çıkıp; “mülhime”den sonra, birimselliğine tanrısallık atfederek, “küfr-ü mutlak”a girip; “nefsi emmâre”ye düşen; sonra da hatasını farkedemeyerek; ya da farketse de gururundan ötürü kabullenemeyerek, bu hâl üzere ölen çok kişi vardır ki; onlar, çevreleri tarafından bilgilerine ve söylediklerine bakılarak “velî” sanılmışlardır!.

  • Veli”, ilmin kıymetini bilir; insanların peşinden koşup, ilmi ayağa düşürmez! 
    Çünkü, “veli” mutmaindir ilminde ve hakikatinde; “mülhime” bilgisinin fitnesinden; “emmâre”nin göbeğinden uzak yaşamaktadır!. 
    İlimden sonra hevâsına tâbi olup; “mülhime bilgisini” kullanarak, “emmâre” nefsâniyetiyle insanlara tahakküm etmeye çalışanlar, sonunda hüsrana uğrayacaklardır!… Onlara tâbi olanlar da!
  • Ölmeden evvel ölme hâlini “Hakk-el yakîn” yaşayan “fetih” ehli kişiler hariç, diğerlerinin hepsi, “beyin radar dalgaları” sayesinde görür!. Bu durum ya tasavvufta çalışmalar yapmış ve “mardıyye nefs” mertebesine ulaşmış kişilerde meydana gelir;ya da “nefsi emmare”de olmasına rağmen bazı kişilerde “zulmânî feth” şeklinde “istidrac” yollu olabilir.. Bu konuyu “DUA ve ZİKİR” isimli kitabımızda geniş bir şekilde anlatmıştık.. Bu yüzden burada bu konunun detayına girmeyeceğim…
  • Nefsi Emmâre” yani “emreden bilinç” diye tanımlanan bu kişilik, kendini yalnızca beden yapı olarak kabul ederek, bildiği her şeyin bu “ben“e ait olmasını ister.
  • Cinlerin, “ârif“leri kandırmaları ise, “varlıklarının “Hak” olması sebebiyle hiç bir ibadet ve taate ihtiyaçları olmayacağı, ne yaparlarsa yapsınlar cehennemin onları yakmayacağı” yolundaki telkinlere dayanır!.. Ancak burada farkedilemeyen son derece önemli bir husus vardır:

    Her boyutun kuralı kendine hastır; bir boyutun kuralı diğer bir boyutta geçmez!…

    Yani, zât boyutunun, veya esmâ boyutunun gerçeği, efal boyutunun kurallarını ortadan kaldırmaz, veya geçersiz kılmaz!..

    Bu sebebledir ki… Yeterli çalışmayı yaparak gerekli enerjiyi ya da nuru toplamayan kişi, hakikatı itibariyle “HAK”da olsa, cehennem ortamına gittiği zaman yanar!… Tıpkı bugün, hakikatı “HAK” olan kağıdın, hakikatı “HAK” olan ateşte yanması gibi!…

    Tasavvufta, tarikatta öğretilen bilgiler; hakikatte öğretilen bilgiler; mârifete dair bilgiler; bunların hepsi de doğrudur!… Ama bunların hepsi de, bilinç boyutunda, şuur boyutunda geçerlidir!.

    “Ârif”in şayet bu basamaklardan geçmiş bir yetiştiricisi yoksa, buradayken rahatlıkla “mülhime mârifetine sahip cinin” yoldan çıkartıcı telkinlerine kapılarak, “Mülhime nefs” mertebesine gelmişken yeniden “emmare nefs” düzeyine düşer!..

Üstad

-Emmare nefs, Cennet’e giremez!… Niye?

Cevaplar

-Nefsine zulmetmektedir. Ancak (bana göre) gerçeğinin,kimliğinin farkına varamayan ve idrak ettiklerini yaşayamayan da emmare nefs’tedir…Birçokları kendilerini bu sınıftan saymasalar da maalesef bu böyledir…diye düşünüyorum…

-Bu Dünya’da sizi ne kadar görebildik ki ÜSTADIM?..

-Bir arada olmak isteği gibi Dünya şartlarının oluşturduğu psikolojilerin Cennet’te devam edeceğini sanmam…

-Üstadım, sizinle burada olmak Cennet’ten başka birşey değildir. Ben sadece akrabalarıma ihtiyaç duymayacağımı kastetmiştim…

Üstad

-Akrabaların okuyor mu bunları?..

Cevaplar

-Evet ben okuyorum Üstadım… Sonsuz bir hüzün duydum Üstadım…

-Ben de Üstadım..

-Ruhta görüşün keskin oluşu dolayısıyla âhiret, Cennet ve Cehennem boyutlarında birimler birbirini görebilir. Âyet ile; ve sizin anlattıklarınızla bu husus sabitleşmiştir!…

Rasûlullah’da Bilâli Habeşi ile Cennet’te görüşüyordu…

Şu fark var, Bâtınî boyutunu zâhire çıkarabilenlerin algılama kapasitesi daha fazladır… Önemli olan budur.

-İdrâki geniş olan her boyutta idraki dar olana göre daha farklı ve kapsamlı algılayacaktır. İleri bilinç düzeyindeki alt düzeydekine ister açık olur ister kapalı. Alt düzeydeki daha üsttekine göre zaten her boyutta â’mâdır…

-Her insan veri tabanında sahip olduğu bilgi kadar bulunduğu Cennet ortamını değerlendirebilir. Bu Dünya’da da yanyana eşler Cennet hayatı yaşıyor olabilirler , fakat değerlendirmeleri farklıdır…

Üstad

-Dostlar…

İnsanların anlayışı galiba bir kaç mertebe… Herkesin anlayışı bu mertebelerden birisi içine giriyor…

Şimdi sizin anlayışınız çeşitli anlayış mertebelerinden hangisi içinde acaba?…

Birinci mertebe şu:

Adama diyorsun ki: Şirk koşma!… Şirk büyük zulûmdür…

Dinliyor seni ve cevap veriyor: Evet haklısın Allah Tek’tir… O her an bizi görüyor!… Yarın mahşerde huzuruna çıkıcaz!.. Hesap vericez yaptıklarımız için!…

İkinci mertebe de şudur:

Ben Allah’a inanıyorum… Nasıl şirk koşarım ki… Emirlerini tutuyorum; yasaklarına uyuyorum; hem ben onu çok seviyorum!…

Üçüncü mertebe:

Evet, anladım ben asla şirk koşanlardan değilim!… İyi ama ne diye bu işi yapıp başını derde soktun?… Mâdem öyle işte böyle!…

Dördüncü mertebe:

Şirk derken herhalde şirki hafi demek istiyorsun!. Biz ondan gayrını görmüyoruz ki şirk düşüncesi içinde olalım!… Ben, sen, o yok; yalnızca O var!… Ama Âyet ne diyor: “O yaptıklarından sorulmaz ama siz mesûlsünüz!…” Öyle ise sen yaptıklarından sorulacaksın!…

Beşinci mertebe…

O bizim özümüz, varlığımız, herşeyimiz… Ama biz bunu yaşayamıyoruz!… Bir yaşayabilsem, o zaman nefsime zulümden kurtulacağım!…

Bir başka mertebe:

Sevdiğine: Sen Hak`sın ve gayrın yok!… Her yerde seni görüyorum!… Ama şu Ahmet abi yok mu!…

Bir başka mertebe…

“O” yok, ben varım!… Senarist tek; senaryo tek; herkes hakkıyla rolünü oynuyor… Bırak içkisine, kumarına zevkine devam etsin; orada da öyle istiyor!…

Bir başka mertebe…

Tek olmasına tek de, nedir bu Cehennem, Cennet?…

Evet bir kısım düşünenlerin düşünceleri…

Aman Üstadım, canım Üstadım, ben seni çok seviyorum Üstadım, ben asla şirk koşanlardan değilim ve nefsime zulmetmiyorum!…

Ben TEK`i görüyorum ya… Boş ver diğerlerinde de Öyle O işte!….

Evet, şirk koşmayan çeşitli düşünceler ve bakış açıları!… Bunlar imanlı ve Cennet’e gidecekler ve orada Cemâlullah’ı seyredecekler!…

Ha sâhi…

Neydi o Rasûlullah’ın işareti… Cennet ehlinin çoğunluğunu “bühl“ler oluşturacak anlamındaki hani…?

Bir neye, nasıl iman gerektiğini bilebilsem!…

Bir neyi, nasıl farketmem gerektiğini farkedebilsem!…

Bir neyi, nasıl idrâk etmem gerektiğini kavrayabilsem!…

Bir düşüncelerimdeki çelişkilerden kurtulabilsem!…

Bir idrak ettiklerimi tam uygulayabilsem…

Bilmeyenler için özetle anlatayım…

Adam tavuk gördükçe kaçıyormuş, çünkü “ben mısır tanesiyim, görürse beni yer..” diye… Almışlar hastanede tedaviye… Öğretmişler ki, sen mısır tanesi değil, insansın!…

Bir gün gelmiş, yıllar sonra, öğrendim bildim ki ben insanım, demiş!…

Salmışlar dışarı…

Bahçede giderken bir tavuk görünce gene kaçmış… Başhekim yakalatıp getirtmiş, demiş adama:

-Yavrum öğrenmiştin, ki insansın, niye kaçtın?

-İyi ama, o tavuk biliyor mu benim yem olmadığımı?… Hikâye bu işte!

Ben öğrendim bildim de O olduğumu; karşımdaki acaba biliyor mu?…

Benim- senin- onun, bir olduğumuzu, hep biliyoruz da; onlar acaba öyle olduğumuzu biliyorlar mı?

“O”, diye düşünmek acaba şirk midir?…

“O”, diye düşünmeden yaşamak nasıl olur?…

Hesap sormadan yaşamak, ne demektir?… Kimden hesap sorulur, ya da niye sorulmaz?…

Cehennem var mı, Hak mı, yalnızca ölüm sonrasında mı?… Ölümden sonra neler yaşayacağız?

Efendim ölümden sonra şunları şunları yaşayacağız…

Nereden biliyorsun?…

Rasûlullah dedi ki; falanca ermiş dedi ki, sen dedin ki!…

Dedim ki, dedin ki, dedi ki…lerle TAKLİTTEN ÇIKIP TAHKİKE ULAŞACAĞIZ, öyle mi?…

Mukallidun, şirk ehlidir; diyen ne demek istemiş ki?…

Hangi bilgimiz YAKÎNE dayanıyorsa, onda şirk yoktur!…

Cebinde olmayan, üzerinde tasarruf etmemekte olduğun şey senin değildir!..

Şirkin zıddıdır yakîn!..

Cebindekidir yakin!…

Yakîn tasarrufu getirir, ki o da tahkikin sonucudur!…

En büyük yalancı, ilmini paylaşmadığı kişiye seni seviyorum diyendir!…

Sevgi, sahip olmak değil, paylaşmaktır!…

Bilincini paylaşmadığın kişiye seviyorum seni, demek, yalnızca onu aldatmaktır!…

Allah Rasûlü: “Aldatan bizden değildir” demiş…

Bunu yalnızca maddi anlamda anlamak basitliktir!…

Çevrenle ilmini, bilincini paylaşmıyorsan; onların kendilerini Cehennem ateşine atmalarına yolaçacak davranışlarına gözyumuyorsan, onlara ihanet ediyorsun; onlara zulmediyorsun; onları harcıyorsun; demektir…

Allah Rasûlü’nü sevdiğini söylerken bile yalan söylüyorsun; dediler bana!… Niye dedim…

Çünkü O, bütün ömrünü insanlara ölümötesi yaşamı ve hakikatı anlatmak için değerlendirmişti… Sen O’nun yolunda ne çalışma yapıyorsun ki, onu sevdiğini söyleyebilesin… Dünyada bırakıp gideceğin şeyler uğruna ömrünü tüketirken, çevrenle ilmini ve inancını paylaşmaya korkarken, nasıl O’na olan inancın ve sevginden sözedebilirsin ki…. dediler!…

TAKLİTTEN TAHKİKE giden yol uzun; ve yaşamımız ortada!…

Kendimizi tatminse amaç, bunun bedeli hayli ağır!…

İlk şart Taklitten çıkıp, Tahkike ermek için…. Kendimizi aldatmaktan vaz geçmek!.

Düşünelim o zaman, ne kadar şuurlu yaşıyoruz… Ne kadarlık kabulümüz, falanca dediği için;ne kadarı da yakînimiz sonucu?…


Lâ Sohbeti

Üstad Ahmed Hulûsi’nin 2008 yılında yaptığı bir sohbet.

Herkesin bir notası var, bir bilinç seviyesi var. Bu sohbette Üstad Ahmed Hulûsi, nefs mertebelerinin müzik notaları ile olan benzerliğini anlatıyor.

Beyin, sayısız dalgalar alır ve sayısız dalgalar yayar. Bugünkü bilimin eriştiği verilere göre, bizim madde ve madde ötesi olarak algıladığımız herşey dalgalardan meydana gelmiştir. Buna göre daha evvelden bahsedildiği gibi, biz bir dalga okyanusunda yaşamaktayız. Evren bir dalga okyanusudur. Bu dalga okyanusu algılayan cihazlara göre, GÖRE madde olarak vardır. Nasıl atomaltı boyut mevcutsa, aynı şekilde üst madde olarak isimlendirdiğimiz bir başka boyutun içinde yaşıyoruz ki, bedendeki hücrelerin içinde yaşayanların yapısına nispetle, insan bedeninin yapısı neyse, o üst madde diye tanımlanan boyutun varlığına göre de biz aynı durumdayız…

KAFiRUN 109-1 De ki: “Ey hakikat bilgisini inkar edenler!”
KAFiRUN 109-2 Sizin tapındığınıza (nefsi emmârenize – bağırsak beyninize) ben tapınmam!

BAKARA 2-27 Onlar, Allâh ahdini (Esmâ`sını açığa çıkarmanın farkındalığıyla yaşama istidadının gereğini) dünyaya geldikten sonra yerine getirmezler. Birleştirilmesini emrettiğini (Esmâ hakikati müşahedesini) keserler ve arzda (bedensel yaşam boyutunda) fesat çıkarırlar (bedensel arzular {karındaki ikinci beyin dürtüleri – komutları/nefsi emmâre} peşinde ömür tüketirler). İşte bunlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir.

EN’AM 6-95  Muhakkak ki Allâh tohumu ve çekirdekleri çatlatıp yarandır (Esmâ tohumundan varlık sûretlerini yaratan)! Ölüden (hakikat ilmi yoksunu) diriyi (Hayy ismi özelliğiyle ölümsüzlüğünü fark edeni) çıkarır… Diriden (hakikat bilgisiyle yaşarken – mülhime kavrayışı içindeyken) de ölüyü (kozasını terk edemeyip nefsi emmâreye – bedenselliğe düşeni) çıkarır! İşte Allâh budur! Nasıl (hâlden hâle) çevriliyorsunuz?

YUSUF 12-53  “Ben nefsimi temize çıkarmıyorum… Muhakkak ki nefs, var gücüyle kötülüğü emreder… Rabbimin rahmet ettiği müstesna… Muhakkak ki Rabbim Ğafûr`dur, Rahıym`dir.”

KASAS 28-38 Firavun dedi ki: “Ey önderler… Sizin için benden gayrı bir tanrı bilmemekteyim! Ey Haman, tuğla ocağı yak da (tuğladan) bir kule inşa et, belki tepesine çıkar Musa`nın her şeyin üstündeki Tanrısını görürüm! Doğrusu ben Onun yalancılardan olduğunu düşünüyorum!” (Kadim Hakikat bilgisini elde eden Firavun, bunu şuurun sınırsız kuşatıcılığıyla tüm varlıkta müşahede yerine; birimselliğine hasrederek bedenselliğine vermiş ve bedenselliğinde dilediğini yapma noktasına, nefs-i emmâre yaşamına düşmüştü. Bu yüzdendir ki Musa a.s. ona hakikat bilgisini aktarmak yerine yani Allâh`a iman yerine, Rabb-ül âlemîn`e iman noktasına çekerek, uyarı yapmıştı. Yani Tüm varlıkta tedbir eden Esmâ mertebesine dikkatini çekerek hayalindeki vahdeti bedenselliğinde yaşamak yerine tüm varlığa yaygın Esmâ mânâları çıkışına iman etmesini teklif etmişti. A.H.)

NAZİ’AT 79-24 “Ben, sizin en âlâ Rabbinizim!” dedi. (Kadim Hakikat bilgisini elde eden Firavun, bunu şuurun sınırsız kuşatıcılığıyla tüm varlıkta müşahedesi yerine; bilincine yükleyerek bedenselliğine vermiş; bilinç varlığına tanrısallık vermiş ve bedenselliğinde dilediğini yapma noktasına yani nefs-i emmâre yaşamına düşmüştü. Bu yüzdendir ki Musa a.s. ona hakikat bilgisini aktarmak yerine, yani Allâh`a iman yerine, Rabb-ül âlemîn`e iman noktasına çekerek uyarı yapmıştı. Yani tüm varlıkta tedbir eden Esmâ mertebesine dikkatini çekerek hayalindeki vahdeti, bilinç – beden boyutunda yaşayarak birimselliğiyle sınırlamak yerine; şuur boyutunda tüm varlığa yaygın Esmâ mânâları çıkışına iman etmesini teklif etmişti. A.H.)

Kavram hakkında henüz bir not alınılmadı.

Fiiller Âlemi

Anlamı Ef`âl âlemi denen fiiller âleminin, yani bütün bu gördüğümüz-göremediğimiz, algıladığımız-algılayamadığımız fiillerin, bireylerin, birimlerin yani “kesret” denen “çokluk” âleminin meydana geldiği, oluştuğu ilk boyut, melekler âlemidir. “Ef`âl âlemi” diye bilinen

Oku »

Birr

Anlamı Allah Esma`sının sizde oluşturduğu güzelliği yaşamak Hayr İşin hakikatini yaşamak Detaylı Bilgiler Vechlerinizi (yüzünüzü veya şuurunuzu) doğuya veya batıya (varlığın hakikati veya sistem bilgisine) çevirmeniz BİRR (işin hakikatini yaşamak) değildir. Asıl BİRR, “B” işareti anlamıyla

Oku »

Tanrı – İlâh

TANRI – İLÂH, tapınılan varlık anlamına gelir.. Öğülen, yüceltilen, büyütülen ve bütün bunların karşılığında da kişiye istek ve arzuları istikametinde bağışlarda bulunacağı umulan varlıktır TANRI!.. Dilimizdeki “TANRI”, “İLAH”, “MABUD” kelimeleri ile bunların İngilizce`deki karşılığı olan “GOD”,Fransızca`da

Oku »