Efâl Âlemi
- Ef`âl âlemi denen fiiller âleminin, yani bütün bu gördüğümüz-göremediğimiz, algıladığımız-algılayamadığımız fiillerin, bireylerin, birimlerin yani “kesret” denen “çokluk” âleminin meydana geldiği, oluştuğu ilk boyut, melekler âlemidir.
- Madde bedeninizle ortaya koyduğunuz fiilleriniz vardır ki, bu boyuta tasavvufta “Ef`âl Âlemi” ya da “Nâsût” veya “Şehâdet Âlemi” denilir. Görme, duyma, hissetme, algılama gibi özelliklerinizin olduğu boyut ise “Melekût Âlemi” olarak anlatılır.
- Kesret; ilâhi isimlerin mânâlarının değişik terkiplerle âşikâre çıkmasından başka bir şey değildir!.. Ve bu terkiplere göre seyredilen âlem, “fiiller âlemi” dediğimiz “ef’al âlemi”dediğimiz âlemdir!.
- “Ef`âl âlemi” diye bilinen fiiller âlemi yani kesret âlemi, tümüyle “melekût” diye bahsedilen âlemdir. Bunun bir üst ya da alt boyutu olarak tanımlayacağımız, esmâ âlemi yani Allah`ın isimleri boyutu ise sırf mânâdan ibarettir ki bunda kesret yani çokluk kavramı mevcut değildir.
- “Ef`âl âlemi” denen fiiller âlemi ise.. Buna, tüm varlıklarıyla, o varlıkların algılayabildiği evren de denebilir…
- Ef`âl âlemi denen fiiller âlemi, yani meleklerin, cinlerin ve insanların da içinde yer aldığı kâinat ise bu varlıkların algılama araçlarına, duygularına göre mevcut olup; ALLAH`ın “İLMİNE“de ise, ALLAH`ın “İNDİNDE” mevcut “İLMÎ SÛRETLER“dir..
- Şehâdet âlemi dendiği zaman, bazılarının anladığı gibi, biz sadece madde âlemini anlamayız!.. Melekût âlemi denen melekler âlemi de gene bu ef`âl âlemi içine girer. Yani Esmâ âlemi dışında kalan âlem, ef`âl âlemidir!.. Bu şehâdet âlemine, ruhlar âlemi denilen âlem, melekler âlemi denilen âlem, cinler âlemi denilen âlem girer; hepsi de ef`âl âlemi hükmündedir!..
- Gerçekte, hakikatte “EF’AL mertebesi” mevcud değildir!
Hakikatte efal mertebesi mevcud değildir!
Ef’al mertebesinin varlığı tümüyle hayâldedir; hayâldir.
Hakikatte Zât, sıfat ve esmâ âlemi mevcuddur!
Hakikatte bu üç mertebe mevcuddur!
Bu üç mertebenin ötesindeki Ef’al mertebesi ise, hayâldir; “hayâli mutlak”tır. Bu hayâli mutlak içinde oluşan hayâli birimlerin kendi hayâli arz ve semâları vardır!
Bunların tamamı da EF’AL ÂLEMİ’dir! - Senin yaratılmışlığın hiç bir zaman kalkmaz!..Yaratılmışlık hükmün, hiç bir zaman kalkmaz!..Çünkü, ef’âl âleminin dışına fiil düzeyinde çıkabilmen mümkün değildir…Bugün nasıl ef’âl âlemindeysen, bundan bir milyon sene sonra da yine ef’âl âleminde olacaksın!..
Beş milyar sene sonra da yine ef’âl âleminde olacaksın!.. ef’âl âlemi, bugün madde dediğimiz terkible devam eder; yarın bir tür hologramik ışınsal beden dediğimiz yapıyla devam eder; ama neticede gene ef’âl âlemidir!..
Ancak; kendi varlığında mevcut olan mânâların, Hak’ka aidiyeti yönüyle, yaratılmış değilsindir!.. Ef’âl boyutu itibariyle, yaratılmışsın!..
Öyleyse bu iki yönünün idrâkında olarak; her ikisinin de ayrı ayrı hakkını verebilirsen; işte o zaman ebedi saadete ermiş olursun!..Aksi halde bir yönün, diğer yönünü perdelerse, bunun neticesinde mutlaka ayağının kayması, hakikatten sapman sözkonusudur…
- İlâhi kitabı yani ümmül kitabı okumaya çalışacağız!… İlâhi kitap, ef`al âleminin, yani fiillerin oluştuğu boyutun tümüdür!. Çünkü bu kitabın her satırı, bir ismi ilâhinin mazharı olarak zuhur etmektedir.
- Ef`al boyutu denen; algılama araçları ile var görünen; var kabul edilen; var sayılan; tüm fiiller, orijinde mana olarak mevcuttur; ve “fiiller boyutu” denen “kesret âlemi” için, bu sebeple denmiştir ki; “HERŞEY HAYÂLDEN İBARETTİR; ÂLEMLERİN ASLI HAYÂLDİR.”
- “ALLAH, ADEM`İ KENDİ SÛRETİ ÜZERE MEYDANA GETİRDİ, YARATTI” anlamındaki Rasûlullah uyarısı gereğince de, insan ismi altında, Zât boyutu, sıfat ve esmâ boyutu ve ef`al boyutu mevcuttur.
- Bilmek, şuurdadır… Uygulamak, ef`âl alemindedir.. İhsâ, ilimdedir… İnzâl, zuhurdur!.
- Cennet ehli aslında birkaç sınıftır. Kezâ cennet de!..
Ef`âl cenneti, esmâ cenneti, sıfat cenneti ve zât cenneti olmak üzere dört cennetin mevcûdiyetinden sözedilir.Ancak bu dört cennet birbirinden ayrı dört mekân şeklinde olmayıp, boyutsal tasniftir!..
- Herkes, ortak olarak ef`âl cenneti hâlini yaşayacaktır.
- “Zulmet perdeleri”, ef`âl âlemi içinde yer alıp; basîretimizin Hak`kı görmesine engel olan her şeydir. Daha doğrusu, şeyi, şey olarak kabul etmemize yol açan beş duyumuzdur!..
- Eşya, yani ef`âl âleminde bulunan her şey, Allah`ın esmâ-ül hüsnası diye bildiğimiz, özetle doksandokuz isminin mânâlarının terkiplerinden ibarettir. O mânâlar, terkipler şeklinde algıladığımız veya algılayamadığımız şeyleri meydana getirir!.. Burayı iyi anlamak lâzımdır, çünkü çok önemli bir anahtardır bu husus. Ki ancak bu anahtar ile eşyanın hakikatı kavranabilir.
- “Rabbin namazı”, Rabb-ül âlemiyn’in rubûbiyet hükümlerinin ef`âl âleminde yürürlükte olmasıdır.
- Esasen, Rabbanî seyr, kendi esmâsı üzerinedir. Ef`âl ise esmânın tabiî neticesi olarak meydana gelir.
- Vâhid’in, zâtî sıfatları yollu kendini seyri “Rahmâniyet”; ef’âl ‘i meydana getirecek isimleri yollu seyri “Melîkiyyet”; o isimlerle ef’âl ‘i oluşturması ise “Rubûbiyet”tir!. Rabb, fiili oluşturan; Merbûb ise fiil olarak çıkandır!.
- Ef’âl mertebesinin ilmi ayrıdır…Esmâ mertebesinin ilmi ayrıdır…Sıfat mertebesinin ilmi başkadır…Zât’ın ilmi başkadır!…Ledün ilmi başkadır…
- Mi’râc önce ef’âl âleminden olur…Ef’âl âleminden mi’râc, isimlerin müsemmâlarının Allah’ın gayrı olarak mevcûd olduğu fikrinden ve zannından kurtulup, Tek fâili mutlak’ı müşâhede etmektir…
- “Ef`al âlemi” denilen, tüm birimlerin -insan, cin ve melek- ve oluşların meydana geldiği boyut, varlığını “RUBÛBİYET” mertebesinden elde eder…
- «Hayy» vasfıyla kastedilen mânâda hayat sıfatı sahibi varlık, «ilim» sıfatıyla kendinde seyretmek istediği mânâları o mânâlara uygun suretler ile müşahedeyi «MÜRÎD» ismince irade etmiş; «Kudret» sıfatıyla onlara birimsel görüntüler ve izhar etmek istediği mânâlara uygun «akıl» hibe etmiş; kendi ilminden var etmesi dolayısıyla onlara ve onlardan her an bir bakış açısı oluşturmuş böylece «SEMλ ve «BASÎR» isimlerinin mânâları ortaya çıkmış; birimsellikleri daha önce «kelâm» vasfından «kelime»ler şeklinde oluşmuş; ve nihâyet «tekvin» vasfıyla da ef’âl âleminde yaşam oluşmuştur.
- Esasen Zât, sıfat, esmâ ve ef’al dediğimiz bu dört mertebe gerçekte tek bir boyut, tek bir mertebedir. Ve bu tek mertebede kendini bulan, dördüyle birlikte bulmuş olur…Bunlardan sadece herhangi birinde kendini bulma ve ötekilerini öteye atma, sendeki “ikilik” anlayışının ortada kalkmamasındandır.
- Sıfat mertebesi ise salt benliği biliş mertebesidir…tabiî buradaki benlikten murad izâfi benlik değildir!..Esmâ mertebesi ise benliğindeki mânâları buluştur…Benliğindeki çeşitli mânâların, değişik şekiller ve oranlarla terkibi ef’al mertebesini meydana getirir. Ef’al mertebesindeki değişik terkipler, yani mânâ terkipleri de senin mutlak varlığınla, yani zâtınla kaimdir…Zâtın olmasa, o mânâlar hiç olmaz. Dolayısıyla, zât aynen ef’al mertebesinde mevcuttur!.. Bu sebeple, ef’al mertebesinde müşahede edilen, gerçekte aynen Zâttır; ancak , herhangi bir kayıt veya sınırlama sözkonusu olmaksızın, kendi boyutunda!
- Şeriat, hakikatın ef’âl mertebesindeki adıdır!
- Bizim ef’âl mertebesinde gördüğümüz bütün fiiller hakikata dayanır. ”Hakikat” dediğimiz şey, Hak’kın varlığı ve onda mevcut olan mânâların âşikâre çıkışıdır…Bu mânâlar, âşikâre çıkarken, terkibiyet hükmüyle zâhir olduğu için biz ona “beşerden” meydana geliyor deriz…
- Zâtının, sıfatının. esmâsının ve ef’âlinin hakkını ayrı ayrı verdiğin zaman, hakkını edâ edersin; varlığın, ef’âlin hakkını vermediğin zaman veya esmânın hakkını vermediğin zaman veya sıfatın hakkını vermediğin zaman veya esmânın hakkını vermediğin zaman veya zâtının hakkını vermediği zaman “nefsine zulmedenlerden” olursun…
- Risâlet’in mânâsı, Ulùhiyetin hükümlerini; Ulùhiyetin beşeriyetin ebedi saadetine dönük emirlerini, ef’âl mertebesinde ortaya koymaktadır!.. Ef’âl mertebesinde Ulùhiyetin hükmü ve gereği olan yeni emirleri ortaya koymak Risâlettir!..Ve bu ef’âl mertebesinde gerçekleşir!..
- ”Kul” dediğimiz, “Ef’âl mertebesinde terkibin ortaya çıkışı” değil mi?
- Ef`âl mertebesinin ötesinde, ayrıca bir esmâ mertebesi ve bu esmâ mertebesinde varolan ayrı ayrı mânâlar, mânâ kütleleri söz konusu değildir!
- Eğer ehli isen, kişinin haline, ef`al ‘ine baktığın zaman, kimin, neyin vârisi olduğunu, nereden feyz aldığını, ilminin hangi mertebeden kaynaklandığını, bilirsin!
- “O“, herşeydir!… Her şey, “O“nun ef`al mertebesindeki görüntüsüdür…
Esmâ mertebesinde ise; sırf mânâlar söz konusudur… Madde veya mikrodalga yahut ışınsal kökenli varlıklar burada bahis konusu değildir!.. Burası vahdet mertebesidir… - Niçin “Biz, onu” diyor?.. “Ben, inzâl ettim onu” demiyor da, “Biz inzâl ettik onu” diyor?…
Buradaki “Biz” hükmü, ef`al=fiiller âlemindeki kesret hâliyle alâkalı bir olaydır. Yani, çokluk ile ilgili bir olaydır… - İnsanın da bir Zât`ı; bu Zât`a ait vasıfları, sıfatları; bu Zât`a ait mânâları; ve bu mânâların açığa çıktığı mahâl olan bedeni, vardır…
Nasıl ki, Mutlak Varlık; Zât, Sıfat, Esmâ ve Ef`al olarak târif olunuyorsa, aynı şekilde insanın da zâtı, sıfatı, esmâsı, ef`âli söz konusudur…
Zâtı itibariyle insanın zâtı, mutlak varlığın Zâtıdır. İnsanın kendine has özel bir zâtı yoktur..insan, O Zât`ın varlığı ile kâimdir.
- Âlem, ef`âl mertebesi itibariyle değil, esmâ mertebesi itibariyle yaratılmış;hakikatı itibariyle “yok“tan var olmuş, “yok” olan âlemlerdir!.
- Arş, ilimde vahdetin kesrete dönüştüğü sınırdır!…
Yani ilmi ilahi ile Esmâ ve Efâl boyutu arasındaki sınır… Ef’al boyutunu kapsayan alan, arşın altıdır…Bir diğer ifade ile, Esmâ ve Ef’âl boyutu arasındaki sınır…Ef’âl boyutunu kapsayan alan arşın altıdır…
Bir diğer ifade ile; arşın üstü ilmi ilâhi , içi de kesret âlemi-ilmin zuhur mahallidir… Zikir, “Allah“ın sende kendine bakışıdır!… Bu da Sıfat, Esmâ yollu veya sana izâfeten Ef`âl yollu olabilir!… Varlığın ise, tesbihindir!… Son hedef; ya Ef`al boyutunun sayısız mânâ dalgaları arasında çalkalanmak; ya Esmâ boyutunun sayısız mânâları içinde kulaç atmak; ya Zâtî sıfatlarla vasıflanmış olarak endindeki vasıfları seyretmek, ya da bunlarla birlikte kendi Zâtî Hiçliğinin sınırsızlığı ve sonsuzluğunda “HİÇ” olmak!!.
Soru
-Üstadım!.. Yâsin /12.âyette; ” …… İmamı Mübin’de İHSÂ ettik” deniyor , İhsâ `nın İnzal ile olan farkı nedir?
Üstad
-Bilmek ile uygulamak arasındaki fark gibi… Bilmek şuurdadır… Uygulamak Ef`âl Âlemi’ndedir.. İhsa, ilimledir… İnzâl
Soru
-Üstadım, vefat olayı ile ilgili Kuranda fâile nispetle 4 tâbir var: Allah vefat ettirir, Melekülmevt vefat ettirir, Melâike vefat ettirir, Rasüllerimiz vefat ettirir, diye, fark ne?.
Üstad
–Meleki boyut, Teklik boyutu ile ef`âl âlemi arasındaki elçilik boyutudur!…
Birincide ana yapının ismi veriliyor, diğerlerinde aracı yapının ismi veriliyor, sonuncuda ise o yapının vasfından sözediliyor… Yani olay dört başı mâmur anlatılmış oluyor…Ayrıca “Rasûl” kavramını ileride daha geniş anlatacağız.
”Rasûl”lük “Tanrının elçiliği” değildir!..
Soru
-“Arşın şuur olduğu” “Allah arşı istiva etti” şuhûduna ne dersiniz..?
Üstad
-Arş nedir önce onu kavramak lazım… Sonra da arşı taşıyan MELEKLER nedir bunu düşünmek gerek…
Eğer bunu anlarsanız; meleklerin, şeytan denen cinler gibi somut objeler olmadığını da düşünürseniz; o zaman “Arş” ismi arkasında açığa çıkan mânâ nedir ve bu mânâ hangi özelliklerle ayakta durmaktadır; sorusunun cevabını düşünme noktasına geliriz…
O zaman “hamd“ın ve “tesbih“in ne olduğunu düşünmek; ve burada açığa çıkan mânânın “hamd“ının ne şekilde olabileceğini farketmek zaruretiyle karşı karşıya kalırız…
Arş, ilimde vahdetin kesrete dönüştüğü sınırdır!…
Yani ilmi ilahi ile Esmâ ve Efâl boyutu arasındaki sınır… Ef’al boyutunu kapsayan alan, arşın altıdır…
Bir diğer ifade ile, Esmâ ve Ef’âl boyutu arasındaki sınır…Ef’âl boyutunu kapsayan alan arşın altıdır…
Bir diğer ifade ile; arşın üstü ilmi ilâhi , içi de kesret âlemi-ilmin zuhur mahallidir…
Allah’ın arşı ıstıvası, kesret âleminin O’nun ilmiyle meydana gelmesi ve ezelden ebede bunun böylece devam etmesidir… İşte bütün bunları eğer hissedebilirsek o zaman bu Âyetin mânâsına YÖNELMİŞ OLURUZ…
Soru
-Kur’ân ‘da bazen “biz” yaptık veya “biz yarattık” ,bazen de “ Allahû Teâlâ “ yaptı , deniyor bu “biz” kimdir Üstadım ?…
Üstad
–Çokluk âlemindeki tüm oluşlar melâike aracılığıyla açığa çıkar…
Kur’ân ‘da “ALLAH Adıyla İşaret Edilen Zât”, bazen melâike diliyle açığa çıkarır yaptıklarını, bazen de ağaç veya ateşle…
Musa’ya ateşten veya ağaçtan hitâp ettiği gibi, bazen de melâike diliyle hitâp eder bizlere, ki o zaman, “BİZ “ tâbiri kullanılır…
Soru
-Terkibiyet ne zaman kalkar?
Üstad
-Terkibiyetin sonsuza dek kalkmayacağını söyledik…
Terkibiyet ile kişinin varlığı oluşmuştur. Bu varlık kendi özünde eğer hakikatine doğru bir yolculuğa çıkarsa… Kendini Ef’âl boyutunda, Esmâ boyutunda, Sıfat boyutunda ve Zât boyutunda tanıyabilir!…
Esmâ boyutunda tanıdığı zaman şuurunda çokluk kavramı değerini yitirir…
Eğer Esmâ boyutundan Sıfat boyutuna geçerse, ilminde terkibiyet hükmü kalkar…
Zât boyutu itibariyle ise yaşayan bilir…
Esmâ boyutundaki, şuurda çokluk kavramının kalkması, kısmen terkibiyetin kalkması diye ifade edilir…
Sıfat boyutunda olanda ise terkibiyet hükmü kalmamıştır… İlminde!…
Ancak hiç bir şekilde, kesret boyutundaki yani Ef’âl boyutundaki birimsellik ortadan kalkmaz!… Yani terkibiyet hiç bir şekilde ortadan kalkmaz… Anlaşıldı mı?
Soru
-Üstadım.. Namaz Mi’râc ise, cemaatle namaz kılmak ne demektir acaba ?..
Üstad
-Çoklukta Bir’liğin yaşanması.
KESRET
- “İlâhi isimler”in mânâlarının değişik terkiplerle âşikâre çıkması
- “İlâhi isimler”in mânâ terkiplerinin seyredildiği âlem
- Varolduğu, beyin tarafından kabul edilen her şey
- Algılayanın algılama özelliğinden kaynaklanan bir sanı ve hayâl…
- Beynin, kesitsel algılama araçlarına GÖRE varsaydığı herşey
- Kesitsel verilerin imajları
- Sınırlı algılama kapasitesi olan algılama aracının kapasitesinden doğan imgesel bir varlıklar
- Varlıkların hakikatına-aslına-orijinine nüfuz edememekten doğan görüş
- Holografik bir tümellik olan “Anayapı”nın, bizim “Evren” dediğimiz halde algılanmak için, dilediği algılayıcıların dilediği kapasitelerinde göresel farklılıklar meydana getirmek sûretiyle oluşturduğu “çokluk” görüntüsü
- Ef’al Âlemi
- Fiiller Âlemi
“KESRET”(Çokluk) GÖRÜŞÜNÜN SEBEBİ
Bir birimde, “insan var, hayvan var, cin var, melek var; bunların her biri de kendi başlarına diledikleri gibi yaşıyorlar; kâinat başıboş bırakılmış hadsiz hesapsız canlıyla dolu…” gibi bir görüş, tamamiyle o kişinin varlıkların hakikatına, aslına orijinine nüfuz edememekten doğan “çokluk görüşü”dür.
Kesret; ilâhi isimlerin mânâlarının değişik terkiplerle âşikâre çıkmasından başka bir şey değildir!. Ve bu terkiplere göre seyredilen âlem, fiiller âlemi dediğimiz ef’al âlemi dediğimiz âlemdir!.
VAROLDUĞU, BEYİN TARAFINDAN KABUL EDİLEN HER ŞEY BEYNİN KESİTSEL ALGILAMA ARAÇLARINA “GÖRE”DİR;
VE O GÖRÜNTÜLERİN HER BİRİ, KESİTSEL VERİLERİN İMAJLARIDIR
Bulunduğunuz odayı, tavanını açmak suretiyle, bir milyar defa büyütme kapasitesine sahip elektron mikroskobunun lamına koyun ve sonra da objektifinden bakın… Bir milyarlık büyütme kapasitesi, bize atomları görme olanağını verecektir… Bu takdirde, artık biz, o odadaki çeşitli isimler taktığımız eşyayı değil; demir, bakır, çinko, hidrojen, azot, oksijen vesaire gibi pekçok atomlardan ibaret, homojen bir kütleyi göreceğiz.
Göz aracıyla aynı odaya bakan beyin, az önce bir çok eşyanın varlığından söz ederken; elektron mikroskobu aracılığıyla aynı odaya bakan beyin sayısız eşyadan değil, homojen atomik bileşik bir kütleden sözedecektir; ki artık, “pek çok”, sadece, “yüzküsur” atom türüne dönüşmüştür nazarımızda!.
Şayet, beynin kullandığı algılama aracı, bir milyar defa büyütme kapasitesi yerine, bir trilyon, ya da yüz katrilyon gibi rakkamlara çıksa ne olur?…
Bu takdirde öyle bir noktaya geliriz ki, evrende varolduğunu kabul ettiğimiz herşeyin, o şeye bakan algılama aracının kapasitesinden doğan, imgesel bir varlık olduğunu idrak ederiz!
İşte varolduğu, beyin tarafından kabul edilen her şey, beynin kesitsel algılama araçlarına GÖREdir; ve o görüntülerin her biri, kesitsel verilerin imajlarıdır!.
HERŞEY,
O’NUN EF’AL MERTEBESİNDEKİ GÖRÜNTÜSÜDÜR
Gerçekte, âlem Tek varlıktan ibarettir; yani, tek bir yapıdır! Tek`in teklerinin tek tek zikri olmaz!
Hz. Âli, “ Görmediğim Allah`a ibadet etmem “ demiştir.
“Hiç bir şey görmem ki, evvelinde Allah`ı görmüş olmayayım.” demiştir Hz. Ebu Bekr.
“O”, her şeydir ve her şey “O”nun ef`al mertebesindeki görüntüsüdür.. “Kesret âlemi” de budur!
O’NA AİT MÂNÂLAR,
“KESRET”İ MEYDANA GETİRİR!
“Kâinat” ismi altında Zâtından başka bir varlık yoktur!. Kâinatın ardında, özünde, zâhirinde veya bâtınında, zâtından gayrı bir varlık yoktur!.
Kısacası, kâinatın hüviyeti O’dur!
Kâinatın benliği, O’na aittir!.. O’na ait mânâlar, değişik terkipler şeklinde, değişik isimler olarak, kesret dediğimiz görüntüyü meydana getirir!
Kesret; ilâhi isimlerin mânâlarının değişik terkiplerle âşikâre çıkmasından başka bir şey değildir!..Ve bu terkiplere göre seyredilen, âlem, “fiiller âlemi” dediğimiz “ef’al âlemi” dediğimiz âlemdir!..
KESRET’İN KAYNAĞI,
TEK MUTLAK RUH’TUR
Kesret kavramının kaynağı olan “Tek mutlak RUH”tan meydana gelen tüm melekût âlemi; ve o âlemde meydana gelen Müheymin melâike, Âlâ-i illîyyîn, ve diğer meleklerin varlığı…
Esmâ mertebesinin zuhûru olarak varlığı meydana gelmiş olan melekût!.
Varlığını melekûttan alan tüm ef’âl mertebesi varlıkları…
“KESRET” GÖRÜNTÜSÜ,
SINIRLI ALGILAMA KAPASİTESİ OLAN ARAÇTAN DOĞMAKTADIR!
Esas itibariyle, âlemler, “Kesret Âlemi” ve “Vahdet Âlemi” olarak ikiye ayrılır. Ancak bu kesin böyle değil; anlayışın ya da bir diğer şekliyle anlayış yetersizliğinin oluşturduğu ikidir bu âlemler.
***
“Kesret âlemi” denen çokluk görüntüsünün yeraldığı âlemde birbirinden bağımsız görünen sayısız varlık tespit edilmektedir.
Oysa bu sayısız varlık, “göz” adını taktığımız sınırlı algılama kapasitesi olan araç yüzünden bize böyle görünmektedir.
Gerçekte “çok” yok, TEK vardır!.
İnsan bedenini düşünelim… Trilyonlarca hücreden oluşan bir yapı!! Her organ diğerlerinden son derece farklı yapıya sahip!. Âdeta, farklı düşünce ve görev sahibi pek çok varlığın bir araya gelerek oluşturduğu tek bir beden görüntüsü. Ama, varoluş sistemleri aynı. Aynı özden meydana gelerek oluşmuşlar.
Biraz daha derine inerek konuya yaklaşalım… Gözün algılama boyutunda milyarlarca tür görülmesine rağmen, bir milyar defa büyüten elektron mikroskobunun bakışıyla aynı varlıkları değerlendirdiğimiz zaman görmekteyiz ki varlık sayısı yüz küsûr atom türüne inmektedir.
Eğer biraz daha derine inersek, evrende bulunan milyarlarca türün sayısız anlamlar taşıyan dalgaboyları farklı mikrodalga yapıdan ibaret olduğunu göreceğiz.
İşte bu noktada kesret yâni çokluk, Tek’liğe dönüşmüş olacaktır. Pek çok fikir ve hayâl sahibi tek bir şuur gibi!.
İşte “melekût âlemi” diye anlatılan, sayısız mânâlar ihtiva eden mikrodalga kökenli kozmik âlem de; “ceberût âlemi” diye anlatılan da, o sayısız mânâları hâvi TEK bir KOZMİK BİLİNÇ’TİR!.
BİRÇOK VARLIKLAR MÜŞAHEDESİ
VEHİM YOLLU GÖRÜLEN HAYÂLLERDİR!
Hakk’kın varlığı olarak bir çok varlıklar mevcut değildir!. Kalpler ve ruhlar mevcut değildir!.
Bunların hepsi de vehim yollu görülen hayâllerdir!. Gaflet ve uykuda olmanın sonucu olarak meydana gelmektedir!.
Çünkü bunların hepsi de, “ilmî sûretler” olmaktan öte bir şey değillerdir!. “İlmî sûretler” ise ancak ve ancak, sadece ve sadece Allah’ın ilminde mevcutturlar!.
Emir ve hüküm hep kesret âleminin neticesidir!. Kesret âlemi içinde, varlıklar arasında geçerli bir sistemdir.
Bu kavramla kayıtlı bir müşahede devam ettiği sürece, kesret âleminin son bulması ve Teklik seyrine girilmesi asla mümkün olmaz!. Bu yüzden de, Allah’a urûc murad ediliyorsa, çokluk görme basîretsizliğinden arınıp; “Emir –âmir – memur”; “hâkim- mahkûm – hüküm” üçlüsünün varolmadığını idrâk edip; TEK’in seyrine girilecektir.
“ÇOKLUK”, “İSİMLER”DE MEYDANA GELMEKTEDİR
BASİRETLE BAKARSAN VAROLAN, YALNIZCA ALLAHIN VECHİDİR!
Senin ayrı ayrı varlıklar görmene sebep gözündeki yetersizlik demedik mi?..
Gözündeki yetersizliği, şuur kemâliyle eğer kaldırırsan, idrâkına giren sahada, yani basiretinde varlıkların çokluğu yoktur! Gözde, çokluk vardır!. Dolayısıyla basiretinde, Allah’ın “vechinden”başka bir şey yoktur! Yani Allah’ın çeşitli isimlerinin mânâları… Çeşitli isimlerin mânâları, aslında tek mânâdır, burayı iyi anlayalım!
Bütün isimlerle kastedilen mânâlar ayrı ayrı mânâlar olmayıp, tek bir mânâdır!. Tek bir mânâ, değişik isimlerle, değişik mânâlar varmış şeklinde çoğaltılmaktadır!.
Aslında, bütün isimlerin müsemmâsı tek bir varlıktır! Tek bir varlıkta tek bir mânâdır! Değişik mânâlar, değişik isimlerle varolmaktadır.. Dolayısıyla sen, hangi mânâ yönünden ele alsan, o tek varlığı ele almış, tek kaynağı ele almış olursun ki; işte çokluk-teklik noktası bu ince noktada birleşmektedir! Burada tek, çok olmaktadır!
Yani, çokluk, isimlerde meydana gelmektedir. Aslında mânâlar yok, tek bir mânâ yapı var!.O tek mânâ, değişik yönler itibariyle ele alındığı için, değişik mânâlar varmış gibi bir husus ortaya çıkıyor. Yani mânâlar îtibârîdir.. İzâfidir.. Aslında bir mânâ yapı vardır.
ÇOKLUK GÖRÜNTÜSÜNÜN OLUŞUMU
HOLOGRAFİK BİR TÜMELLİK OLAN “ANAYAPI”
DİLEDİĞİ ALGILAYICILARIN DİLEDİĞİ KAPASİTELERİNDE GÖRESEL FARKLILIKLAR MEYDANA GETİRİR
BOHM’un, KUANTUM açıklamasında yeni boyut dediği ve “KUANTUM POTANSİYELİ” diye adlandırdığı bu görüşe göre;
-Atomaltı parçacıklarda sâbit bir yer sözkonusu olmadığından, uzayda heryer eşittir. Bu özelliğe mekânsızlık diyoruz. Bütün atomaltı parçacıklar birbiri ile ilişkili ve iletişimlidir.
-Holografik özelliğinden dolayı da küçük bir parçanın tümdeki bilgiyi taşıması, bilginin de mekân kavramı sözkonusu olmaksızın tümde eşit olarak dağıldığını göstermektedir.
Bütün bunların sonucunda ortaya çıkan gerçek, evrende mekânı olan herhangi bir yerdeki bir TANRININ varlığından sözedilemeyeceğidir.
Öte yandan İslâm’ın kutsal kitabı Kurân’a göre de, “TANRI YOKTUR, SADECE ALLAH VARDIR”.
Bu “ALLAH”, “AHAD”dır!. Yani, öyle bir TEK ki, varlığı yanısıra ikinci bir varlıktan sözedilemeyeceği gibi; O’nun parçaların birleşmesiyle oluşan bir tümel yapı olduğundan da sözedilemez; yani Panteist görüş bu yüzden “ALLAH” ismiyle işaret edilen anlamı vermez!.
Algılamaya GÖRE var kabul edilen her ŞEY, O’nun varlığıyla vardır; ne var ki, O, şeylerin toplamı değildir!. Gerçekte SADECE “O” VARDIR; evrendeki çokluk kavramını oluşturan şeyler, algılayanın algılama özelliğinden kaynaklanan bir sanı ve hayâldir!.
Holografik bir tümellik olan anayapı, bizim “Evren” dediğimiz halde algılanmak için, dilediği algılayıcıların dilediği kapasitelerinde göresel farklılıklar meydana getirmek sûretiyle, “çokluk” görüntüsü oluşturmaktadır. Gerçekte, sadece “ALLAH” vardır ve O’nun yanısıra hiç bir şey yoktur!.
KESRET KAVRAMININ BİTTİĞİ NOKTA->”SİDRE-İ MÜNTEHA
|
Sidre-i Münteha, mânâ itibariyle kesret kavramının bittiği noktadır!
Yani bilinç boyutunda-şuurunda kesret kavramı kalkıp, Tekliği müşahede etme noktasını hissettiğin anda sen sidre-i münteha’dasın!
(Soru; Cibril’in son makamı oluyor değil mi?)
Kesret kalkarsa Cibril kalır mı geride???
Mirâc’a çıkarken ne oldu orada Cibril? Yok oldu! Çünkü kesret kavramı kalktı.
Kesret kavramı kalkınca Cibril kaldı mı?
”Onun bir adım ötesinde ben yokum… Yanarım” dedi.
İşte bu sebepten kesret kavramının bittiği yer, “Sidre-i münteha”dır.
HAŞR 59-22 Hu Allah, tanrı yok, sadece “Hu”! Gayb ve şehadeti daimi bilendir! “Hu”, er-Rahman (tüm El Esma özelliklerini mündemiç olan) er-Rahim`dir (tüm El Esma özelliklerini açığa çıkaran-o özelliklerle Efal alemini seyrinde yaşamakta olan).
HAŞR 59-23 Hu Allah, tanrı yok, sadece “Hu”! Melik`tir (efal, oluşlar aleminde mutlak hükmü yürüyen), Kuddus`tür (yaratılmışlığa ve kevne ait nitelenmelerden, yaratılmış kavramlardan münezzeh), Selam`dır (yaratılmışlarda yakin ve kurb halini oluşturup maiyet sırrını açığa çıkartan), Mümin`dir (iman açığa çıkartarak hakikatini müşahedeye yönelten), Müheymin`dir (gözetip himaye eden, muhteşem azametini seyirde yaratılmışlığı kaldıran), Aziz`dir (karşı konulması imkansız olarak dilediğini yapan), Cebbar`dır (iradesini zorunlu kabul ettiren), Mütekebbir`dir (Mutlak yegane Kibriya {eniyeti} olan)! Allah, onların ortak koştukları tanrı kavramlarından Subhan`dır!
MU’MiNUN 23-20 Ve (yine o su ile) Tur-i Sina`dan (Musa`ın Rabbiyle buluştuğu mahal) çıkan, yağ veren ve yiyenler için bir katık olan (zeytin) ağaç. (incirin, teklikteki çokluk sembolüne karşı zeytin de direkt teklik sembolü olarak değerlendirilir, tasavvuf düşüncesinde.)
iHLAS 112-2 Allah SAMED`dir (Som, çokluk kavramı düşünülemeyen; gayrı kavramından beri);
RAHMAN 55-7 Semayı (bilinci; Levvame mertebesinden Mardiye mertebesine kadar) yükseltmiş ve mizanı (vahdet-kesret değerlerini dengeli yaşama özelliğini) yerleştirmiştir.
RA’D – RAD 13-2 (ismi) Allah (olan), “Hu”dur ki semaları (algılanan madde ötesi boyutları-bilinç {yedi nefs} mertebelerini) gördüğünüz bir şeye dayanaksız yükseltti! Sonra Arş üzerine istiva etti (Esma`sının özelliklerini Fiiller aleminde hükümran kıldı)! Güneş`i, Ay`ı hükmünün açığa çıkması için işlevlendirmiştir; her biri belli bir ömre sahip olarak işlevine devam eder… Hükmü doğrultusunda (her şeyi) oluşturur-yönlendirir; tüm detaylarıyla var eder; Rabbinizin likasına (hakikatinizdeki Rabbinizin Esma`sının açığa çıkışının farkındalığına) yakin sahibi olmanız için.
SECDE 32-4 Allah, O ki, semalar (gökler veya şuur) ve arzı (yeryüzü veya beden) ve ikisi arasında olanları altı aşamada-süreçte (insan itibarıyla aşama: .sperm/yumurta, .döllenme (zigot), .geometrik hücre çoğalması, .hücre farklılaşması, .organların oluşması, .farklılaşan organların işlevlenmesi-şuur ve duyuların oluşması. A.H.) yarattı, sonra Arş`a istiva etti (Esma özellikleriyle fiiller aleminde tedbirata başladı)… Sizin O`ndan başka ne bir Veli`niz ve ne de bir şefaat ediciniz vardır… Hala bunu düşünüp, değerlendirmiyor musunuz? (Bu ayeti iki yönlü düşünmek gerek kanaatimce. insanın dış dünyası ve insanın varlığı olarak. A.H.)
SEBE’ 34-3 Hakikat bilgisini inkar edenler: “O saat (ölümle hakikati fark etmek) bize gelmeyecek” dediler… De ki: “Hayır, gaybı bilen Rabbime yemin ederim ki elbette size gelecektir! Semalarda ve arzda zerre ağırlığınca bir şey dahi O`ndan gizli kalmaz! (Hatta) ondan daha küçük ve daha büyük (ne varsa o da) Kitab-ı Mubin`dedir (apaçık kitap olan fiiller aleminde).”
Kavram hakkında henüz bir not alınılmadı.
Önemli olan
Konu hakkında bilgiler Ahmed Hulûsi Önemli olan; Neyi niçin yaptığını mutlaka ve mutlaka hissedilmesi!. Dua edebilmen en önemli nimettir. İçinden geldiği gibi, kendi dilinle, kendi kelimelerinle, kavradıklarına göre dua et.