BEŞİNCİ GÜN

Ahmed Hulûsi

Deniz kenarında oturuyordu Cem. Dersi saat üçte bitmişti.. Dün hiç bir haber çıkmamıştı Elf`ten… Ve Cem de, bir sigara tiryakisinin sigarasız kalışı gibisine, onu aramıştı.

Denize bakarken düşünüyordu… Toparlamaya çalışıyordu son geldiği noktayı…

-Yıllardır “ampul kavgası” yapan insanlar gibi yaşamışım… Hep ampullerle uğraşıp durdum… Bir gün olsun aklıma ampulleri ampul yapan nesne üzerinde durmak gelmedi… Hep şekilleriyle, renkleriyle, büyüklük-küçüklükleriyle uğraştım ampullerin !..

Hiç aklıma gelmedi elektrik!.. Oysa bütün ampullerin aslı, özü bir!.. Farklılık ise sadece görünümde…

Ya dalgalar..? Onların da kimi yüksek, kimi alçak… Kimi sağa kıvrık, kimi sola… Ya, birbiriyle çarpışan dalgalar… Kırılan dalgalar… Hepsi de gene görünümde, öyle değil mi ?.. Aslı esası hep gene su !.. Deniz adını takınmış su !.. Deniz, adını takınmış suyun, kendi kendine aldığı şekillerden ibaret değil miymiş dalga adını almış uzantılar !..

– Evet Cem çok isabetli gidiyorsun devam et… Özde !…

– Nasıl ?… Özde Elf !…

– Evren dediğin yapının aslı da bir enerji denizi değil mi?… Salt enerjinin, elektromanyetik dalgalar adıyla varlığa bürünüp, daha da yoğunlaşmasıyla kat kat maddeye yaklaşması ve nihâyet maddeleşmesiyle, tıpkı denizin dalgaları gibi çeşitli görünümler alması gibi..

-Evet haklısın… Aslında, ayrı birer varlıkmışçasına isimlendirdiğimiz dalgaların denizden, yâni sudan ayrı bir şey olmamasına rağmen, bizim ona bir müstakil varlığı varmışçasına isim vermemiz ile bunun arasında hiç fark yok… Su, salt enerji yerine ele alınırsa; madde ve maddî varlıklar dahi salt enerjinin dalgaları mesâbesinde kalır… Peki, bu salt enerji, dalgalanmadan evvel ne haldeydi?..

– Bu salt enerji, dalgalanmadan evvel, bir enerji varlığı hâlinde kendisine yön veren Kozmik bilincin imajında idi… Ve gerçekte, el ân öyle !..

– Anlayamadım ?..

– Bu enerji, yâni salt enerji, aynı zamanda bir bilince de sahip değil mi?… Ki bu akılla, düzenli bir dalgalanma (!) hâlinde evren adı altında açığa çıkmış.. ?

– Evet.. ?

-Aslında, işte bu salt enerji dahi, Kozmik bilinç ya da tümel akıl adını verdiğimiz aklın imajında idi !.. Ve bu bilincin imajında, deniz ve dalgalar husûle geldikten sonra; gene enerji bu aklın imajından ortaya çıktı, ve bundan sonra da safha safha evren meydana geldi.

Bu sebeple, orijini yönüyle, salt enerji denilen evrenin hayâtiyet sıfatının dahi, bilincin imajından ortaya çıktığı anlaşılır ki; bu Kozmik bilince nisbetle, bütün mevcûdat, salt enerjiden ibaret, bir hayâl hükmüne girer !..

O bilinç ise, bir noktadan, bir mutlak karanlıktan, bir bilinmezlik veya bir anlaşılmazlıktan ibarettir!… Hiçtir !.. Hiçliktir!..

Ve “el ân” (1) da öyledir !..

(1)El ân” ifadesinin geniş açıklaması için “Hz. MUHAMMED`in açıkladığı ALLAH” isimli kitabımıza bakmanızı öneririz. A.Hulûsi

– Hâlen de öyle midir ?…

– Elbette!.. Nitekim sizden birinin… Neyse, geçelim onların sözünü şimdilik!

– Peki, yani, bütün bu evren bir hayâl mi oluyor gerçekte ?…

-Sana – bana nisbetle değil !.. Dalgaların, varlığını borçlu olduğu salt enerjiye; o enerji sebebiyle var edilen evreni, imajında düşünen veya seyreden Kozmik bilince veya bir diğer deyişle, “Hiç”e nisbetle hayâldir evren!.

Hayâlî tohumdan meydana gelmiş ulu ağaç !..

Yaprakları, evrenin dalgaları!.. Ancak en üst dalının en ucuna giden, ağacın bir hayâl olduğunu müşahede edebilir…

Gerçek şu ki, müşahede eden de hayâldir, edilen de !..

Oysa, imajında hayâli yaratıp, hayâlin gözüyle kendine nazar eden ve nazar ettiğinin de ötesinde olan, bir mutlaktan başka bir şey yoktur !..

– Elf, şu ana kadar, düşünce sistemimi âdeta felç ettiren böylesine karışık bir fikir düzeyiyle karşılaşmamıştım !..

Hayâl ile hakikatın nerede ayrılıp, nerede birbirine karıştığını tesbit edebilmenin bundan daha zor bir çözümü yapılamazdı herhalde…

– Evet… İki denizdir hayâl ile gerçek !.. Birarada olan iki deniz !.. Ama aralarında bir berzah vardır ki, asla birbirleriyle birleşemezler!..

Ve sen bu iki denizi çok iyi anlamaya çalış… Berzah, boyut farkıdır.

– Şimdi “BEN” kelimesiyle işaret ettiğim gerçek benliğim, hayâl mi gerçek mi ?…

– Sana söylenecek her şeyi açıkladım bu hususta… Sualinin cevabını ise bizzat idrâkın verecektir !..

-Ama şu anda düşünemiyorum ki bu durumu !.. Kafam karmakarışık bir halde !.. Çözüm dediğin şey, tam anlamıyla bir problem benim için !..

Varlığım, bir hayâl ise; hayâlin, hayâlin ötesine geçmesi mümkün müdür? Yok eğer, mümkündür dersen, bu defa da hayâlin ötesine geçen hayâl olmaz, o gerçeğin ta kendisidir; ve bu defa da gerçek nasıl hayâl olmuştur?.

-Bugün artık seni bu sorularla ve görüştüğümüz meseleyle başbaşa bırakıp ayrılıyorum Cem… Sen bu meseleyi çözmeye çalış…

-Hey dur !.. Nereye ?… Yumağı çözüyorum derken bütün ipi karmakarışık edip gidiyorsun!.. Biraz daha yardımcı ol lütfen !

-Sana bu hususta anlatılabilecek her şeyi anlattım Cem !.. Söylediğim gibi bundan sonrası sadece ve sadece idrâkına kalmıştır… Sonra tekrar buluşur ve vardığın sonuçları tartışırız istersen…

Şimdilik ÖZDE !..

Cem ısrarın gereksiz olduğunu anlamıştı… Tek kelime ile cevapladı:

-ÖZDE!.

“ÖZDE, ama nasıl bir özde ?”

diye düşündü Cem… Ve devam etti kafasında…

“Hayâl olan bir özde mi, gerçek olan bir özde mi ?