BEKLENİLEN GÜN

Ahmed Hulûsi

Nihayet bir gün!.. Öğlenin en sıcak saati!.. Güneş cayır cayır ortalığı yakmada…

Bu saatte umumiyetle bütün şehir halkı evlerinin en serin köşelerine çekilip uyurlar yahut da serin bir yerde miskin miskin sohbet ederler…

Başını kalın bir örtüye sarmış bir şahıs, kızgın kumlar üzerinde sakin ve sessiz adımlarla Hazreti Ebu Bekir es Sıddîk’ın evine doğru gelmekte…

O sırada pencereden dışarıya doğru bakmakta olan ev halkından birisi gelen şahsı tanır ve içeridekilere haber verir:

− Bakın!.. Rasûlullâh geliyor… Hem de hiç gelmediği bir saatte!..

Bunu işiten Hazreti Sıddîk telaşla ayağa kalkar… Ve konuşur:

− Anam babam O’na feda olsun!.. Vallâhi çok mühim bir hâdise var herhâlde… Yoksa katiyen bu saatte buraya kadar gelmezdi!..

Rasûlü Ekrem umumiyetle sabah ve akşam saatlerinde onların evlerine uğrar, hâl hatır sorar ve biraz oturduktan sonra giderdi… Bu saatler, hiç de mutadı olmayan bir vakitti… Hazreti Sıddîk’ın da telaşı bundan ileri geliyordu zaten… Muhakkak ki, önemli bir mesele var…

Hz. Rasûlullâh AleyhisSelâm’a hicret emri, İsra’ Sûresi’nin 80. âyetiyle verilmiştir:

“De ki: Rabbim, girdiğim yere sıdk hâlinde girdir ve çıktığım yerden sıdk ile çıkart; ledünnünden zafere erdirici bir kudret oluştur bende!”(17.İsra’: 80)

Rasûlü Ekrem geldi; izin istedi. Buyur edilerek içeri girdi ve Hazreti Sıddîk’a bakarak:

− Yanında kim varsa dışarı çıkar! buyurdu…

Ebu Bekir es Sıddîk, odada bulunan hanımı Ümmü Rumani, kızı Esma ve kızı ve Rasûlü Ekrem’in nikâhlısı Hazreti Aişe’yi (Allâh cümlesinden razı olsun) kastederek:

− Yâ Rasûlullâh!.. Onlar senin ehlin ve mahremindir… dedi.

O vakit Rasûlü Ekrem meseleyi açıkladı:

− Yâ Eba Bekr!.. Cenâb-ı Allâh bana, Mekke’den çıkıp Medine’ye hicret etmem için izin verdi…

− Yâ Rasûlullâh, anam babam sana kurban olsun!.. Seyahatinizde ben de bulunacak mıyım?..

− Evet… Sen de benimle beraber geleceksin yâ Eba Bekr…

− Anam babam sana kurban olsun yâ Rasûlullâh!.. Şu iki binit devesinden birini seç de al öyle ise…

− Ancak bedeli ile alabilirim yâ Eba Bekr…

Hazreti Sıddîk, bunun üzerine Rasûlü Ekrem’den dört yüz dirhem aldı devenin bedeli için… Geriye kalan müddet içinde, Ümmü Rümani, Aişe ve Esma onların sefer levazımlarını hazırladılar aceleyle… Bir dağarcığın içine biraz et ile, bir miktar ekmek koydular… Sonra Esma belindeki kuşağı ikiye yırtarak, bir kısmıyla dağarcığı, diğer kısmıyla da su tulumunu bağladı… Bu yüzden, Esma’nın ismi “Zatü’n-nıtakeyn” yani “iki kuşak sahibi” kaldı…

Bundan sonra Hazreti Sıddîk, Füheyre oğlu Amir’i çağırttı:

− Yâ Amir!.. Sana şuradaki birkaç koyunu teslim ediyorum… Biz birkaç gece Sevr dağındaki ufak mağarada kalacağız… Sen bu koyunları al ve gündüzleri otlat; geceleri ise sütlerini sağarak bize getirirsin…

− Baş üstüne yâ Seyyidi…

Amir gittikten sonra, bu defa da, deveci Uraykıt oğlu Abdullah geldi:

− Yâ Abdullah!.. Sen kılavuzlukta mahir bir insansın… Sana şu bahçede duran iki deveyi teslim ediyorum!.. Bunları al ve deniz kenarına götürerek izlerini kaybet… Üç gece sonra da, onları alarak Sevr dağının eteğine gel ve bizi bul…

− Emredersin yâ Efendi!.. diyerek, Mekke’nin en usta kılavuzlarından birisi olan Abdullah gitti.

Aşağı yukarı bütün hazırlıklar tamamlanmıştı… Son olarak oğlu Abdullah’a şunları söyledi Hazreti Ebu Bekr es Sıddîk:

− Oğlum Abdullah!.. Gündüzleri şehirde dolaşarak haber topla; sonra geceleri de, kimseye görünmeksizin bize yeni haberler getir…