Ahadiyet
- Ahadiyyeti” târif eden en uygun kelime de “HİÇLİK”tir.
- “LÂHUT” fikir kabul etmez! Düşünce, o boyutta “yok” olur! “Ahadiyet” denilen bu mertebe “hiç“liktir!
- “Allah yerleri ve gökleri yaratmadan evvel altında ve üstünde hava bulunmayan A`MÂ `da idi.” diye cevap veren Rasûlullah, Zâtın hakikatı olan bu AHADiyet mertebesi’ne işaret etmiştir.
“ALLAH” ismi, toplayan bir isimdir…Yâni, Allah’ın hem Zât’ını, hem vasıflarını, hem de sayısız özelliklerini içeren bir isimdir… Allah ismiyle işaret edilen ZÂT’ın Hüviyetine ise “HU” ismi işâret eder…AHADİYYET sıfatıyla idrâk edildikten sonra, gerçek manâsıyla “Allah’a imân” meydana gelir ve “yakîn” hasıl olur; iş taklitten çıkar, Tahkike varır…Aksi halde, hep Allah “İSMİNE” iman edilir ki, bu da ehli taklidinmertebesidir… Tahkike ermişlerin ismi ise “müferridûn” veya “mukarrebun”dur ki; Allah “İSMİNDE” değil; ALLAH’IN AHADİYYETİNDE benlikleri yok olmuş; “el ân öyledir” sırrına binâen, Allah Bakîdir mânâsı yaşanır olmuştur…
Vâhid’in zâtı “Ahadiyyet”, kendini bilişi “Eniyyet”, zâtında hiçlik hâli “Â’mâ ‘iyet”…Evet bunların tümü birden de tekrar edelim “ULÛHİYET”tir!.Allah’ın bizde izhâr ettiği ilme göre, bu böyledir…Muhakkak ki Hakikat Allah indindedir!.
Vâhidiyetin bâtını Ahadiyyet, zâhiri ise Rahmâniyet’tir.Topluca adı ise Ulûhiyet’tir.
“Vâhidiyet” mertebesi “Nefs” ile kâimdir. “FERD”dir “Nefs”!..
“Ahadiyyet” ise “Hüviyyet”tir ki, “eniyyet” kabûl etmez…
“Ahadiyyet”, “eniyyet” dolayısıyla “vâhidiyyet” mertebesine tenezzül eder ki, “Ferd” ismiyle tanınır.
“Vİtrİyet” ise kesretin “hükmî” nihâyeti dolayısıyla erişilen Tek`lik mertebesidir. Kesret kavramının kalkışı ile “Vitriyet” hâsıl olur.
“Nefsi kül” kavramı kalkınca “Vitriyet” yaşanır!.
İşte yukarıda, çıkılması gerekli olarak işaret edilen “Nefs”, nefsi küldür. Ki neticede “vitriyet” tahakkuk etsin ve Zât`a yönelim başlasın. “Vitriyet” kesretin nihâyeti ve kalkışı olarak, “Ferdiyet” yaşamını getirir.
Bütün bunlar “Mardiyye nefs” ismiyle işaret edilen bilinç düzeyinde başlar.
- “ALLAH`ın AHADİYETİ” hakkında, Hazreti Muhammed Aleyhisselâm’dan gelen ilk bilgiler, Hz. Âli ve Hz. Ebû Bekir tarafından dalga dalga bütün velilere yayılmış ve nihayet İmam GAZALİ ve Muhyiddin A`râbîtarafından «Vahdeti vücûd» şeklinde bir TEKLİK, anlayışı olarak sistematize edilmiştir…
Ancak aradan geçen süre içinde çeşitli yanlış anlamalar, “AHADİYET“in yanlış yorumlanmasına sebep olmuş ve:
«Mevcûdat ALLAH`tır; ALLAH, varlıkta ne görüyorsan hepsinin toplamıdır» şeklindeki gerçek ötesi bir çizgiyi oluşturmuştur!. - “Ey Rabbim!… Var olan gerçek varlık sen imişsin, meğer ben yokmuşum!…”
- Tabii bunu diyebilmek için, Allah`ın “Ahadiyet“ini, “Vahîdiyet“ini, “Vahdet” ve “Vahdâniyet“ini anlamış olmak lazım… Yani kısacası, Allah`ın TEK`liğini kavramış olmak lazım!…
- Ahadiyeti öz olarak düşünmek büyük bir yanılgıdır. Ahadiyeti’nden sözedildiğinde tüm kavramlar düşer; öz-dış gibi tanımlar düşünülmez.
- “Kader” konusunu anlayabilmenin tek bir yolu vardır… O da “ALLAH”ın vahdaniyetini, tekliğini, ahadiyetini ve vâhidiyetini kavrayabilmekten geçer!.
Şayet bir kişi, ALLAH`ın “vâhidiyet ve ahadiyet”ini kavrayamamış ise; o kişinin “kader” konusunu idrak edebilmesine asla ve asla imkan yoktur!.
Zira, “Kader” konusunu idrak edebilmenin yolu, önce de vurguladığım gibi, ALLAH`ın Vâhidiyetini ve Ahadiyetini idrak edebilmekten geçer!.
Bunu da herkese anlatabilmek mümkün olmadığı için, “kader” konusunun derinliğine genellikle girilmemiş… - HİÇLİK, yaratılmış için geçerli bir kavramdır. Ancak, Zat’ın bilinmezliğinden söz edebiliriz!. “Ahadiyet” mertebesi itibariyle o “bilinmezliği”, biz kendi aramızda anlayabilmemiz için “hiçlik” tâbirini kullanırız. Ama, gerçekte “hiçlik” tâbiri kullanılmaz!. Bizim aramızda diyalog kurup konuyu paylaşabilmek için kullandığımız bir kelimedir bu.
- İHLÂS sûresinin çok geniş bir yorumunu, ALLAH isminin işaret ettiği mânâyı ve Allah’ın asla bir tanrı olmadığını “Hazreti MUHAMMED’in AÇIKLADIĞI ALLAH” isimli kitabımızda yapmıştık…TEK’lik, yâni AHAD oluşun mânâsını iyi anlamak isteyen okuyucularımıza bu kitabı tavsiye ederiz. İşte burada, AHADİYET’in ne olduğunu anlayabilmek için gelinmesi zorunlu olan “Vâhidiyet” mertebesinin inceliğinden ve bu mertebede yaşanacak olan şândan sözediliyor…
- Allah’ın “Ahadiyet”ine iman etmek ve Muhammed Mustafa’nın “ABDU-HÛ” ve “RASÛLU-HÛ” oluşunu kavrayıp hissetmek ve yaşamaktan daha şerefli bir idrâk olamaz…
- “Zât`ı hakkında tefekkür edilmez!.” Hükmünce, Zâtı yönünden, ne sonsuzluğundan, ne de sınırsızlığından söz etmek mümkündür!… Hattâ, “Ahadiyet” dahi, vasfıdır… Zâtı`nın bir vasfıdır, yani, sıfatıdır!.
- “CEBERÛT” âlemi olarak tanımlanmış bu salt tekillik boyutunun mânâlarının açığa çıkarılması (tenezzülü) ise, “MELEKÛT” âlemi diye anlatılan tüm varlık seyrini ve yaşamını meydana getirir!. “LÂHUT” ise fikir kabul etmez! Düşünce, o boyutta “yok” olur! “Ahadiyet” denilen bu mertebe “hiç“liktir!
- “Huşû”nun nedeni, “rububiyet” gerçeği değil; “Ekber”iyet nurlarının kişiye açılmaya başlamasıdır.
Bu durum da kişiyi, “Kahhâr“iyet gerçeği ile yüzleştirir!. Sonuç, “Ahadiyet” sıfatının bilinçte açığa çıkışıdır. Bu mertebenin zâhiri (dışa dönük yönü) “mardiye” bilinci; bâtını (içe dönük yönü – hissedişi) ise “sâfiye” hâlidir” yaşantısı “â`mâ“iyettir!. - “DATA“! Tüm bildirilmiş ve bildirilmemiş Esmâ-ül Hüsnâ, O`ndaki özelliklere işaret eder… Ki bu özellikler “tek kare resmin” mürekkebidir!
“DATA”! Ahadiyet derûnudur ki; fikirden söz edilmez bu özelliği hakkında… Bildirilen odur ki, “Ahadiyet” in kanalından (semboliktir bu kelime) “Zatî ilm” ile varlığını alır. Uzun yıllar önce yazdığımız “Şuhud-u zat” kavramı buna işaret eder. Bunun sonucunda, tenezzülü ile “Vahdet-i şuhud” yaşanır… Onun dahi tenezzülü ile “Vahdet-i vücud” yaşantısı açığa çıkar. Tüm bunların açığa çıkışı hep Esmâ mertebesi kapsamında olur. - “DATA”! Vahidiyet, tüm isimlerle işaret edilen özelliklerin kendi TEK`illiğinde mevcut olduğuna dikkati çeker.
- “DATA”! Hüviyetiyle, “HU” ismiyle, “Ahadiyeti”ni fark ettirir! “Ahadiyet” derûnundan açılan kapı ötesindeki, mutlak “Zat”a işaret eder! “Esmâ” diye işaret edilen özelliklerin, “seyr” amaçlı olarak “bilinmekliği için”, “vehim nuru”ndan yaratılmış olduğunu anlatır!
- “ULUHİYET”iyle “İLMİ”ndeki “DATA”ları kapsayan; “el VASİ”den hareketle düşünebildiğimiz; “ALLAH”ismiyle işaret edilen, “DATA”nın “AHADİYET”inden açılan kapının bâtınıdır, derûnudur. O`ndan “ayrı” bir şey değil!. Ne var ki, bu “DATA”ya “aynı”lık yani “tümüyle O`dur”luk vermez. Belki hem “aynı”dır, hem “ayrı”!
- AHADİYYETİ itibariyle Allah’ı bilen kişi, müşâhede eder ki gerçekten Allah, “Doğurmamış” ve “doğmamuş” AHAD’DIR!.Bilinen ve okunan tüm mertebeler, Hakikata ulaşmak için vesile olması yönünden kabûl edilmiş itibarî ve izâfî anlatımlardır!…
- İlmin ilmi, ilimden cehildir!…Yâni bütün ilimlerin ilmi, AHADİYYET HÜVİYETİDİR ki, Zât-ı baht diye anılır…”Hiçlik” diye bilinen bu nokta tam bir karanlıktır ki, zulmeti â’zâm diye de bilinir!.
“Allah”ı düşündüğünde aklına gelen her vasıf ve özellik ve fikir; “O”nun “Ahadiyyet”i yanında yok olur!.. “O”, her fikirden “Ganî”dir!…
Bir deyişe göre;
“Nokta`da başlayan, Elif`de biter”!..
Yani, her şey “Ahadiyyet” noktasında başlamış ve “Vâhidiyet” elifinde son bulmuştur. tecelli tek bir tecellidir ki, o da “Tecelli-i Vâhid” olarak anlatılmak istenilmiştir.Tasavvufî tabiriyle “fenâfillah” denilen bu yolculukta, kişi kendisinin ve evrenin “var“lığının gerçekte ismi “Allah” olan indinde, “yok“luktan ibaret olduğunu; “Yok“tan yaratılmış olduğunu; gerçekte yalnızca “var” olanın “ALLAH” ismiyle işaret edilen olduğunu fark eder… Bu fark ediş, sonuçta kendi “yok“luğunu, “HİÇ“liğini fark etmesi realitesine erer! İdrak veya anlayışının “yok” olduğu noktadır bu!. “Vahdet” anlayışından çıkılarak yürünülen “seyri afâkî“de ise, önce kademe kademe tüm varlığın gerçekte “birimlerden oluşmamış tek bir varlık olduğu” yani “tekillik-vahidiyet” fark edilir; sonra kapasite elverirse bu anlayış “ahadiyyet” yani “HİÇ“likte noktalanır!. Sonuç, mutlak karanlık yaşantısıdır; “âmâ“dır bilinç açısından!. İsmi “ALLAH” olanın, “ahadiyyet” yani “HİÇ“lik sıfatı dolayısıyla, tefekkürün söz konusu olmadığı bu mertebenin yaşantısından dahi söz edilemez!.
Tek Bir yapının yaşantısından olan her şey!. “Allah” adıyla işaret edilenin her an yeni bir şanda olan esmâsı! ZÂT`ıyla kâim olan “esmâ”!.. Ötesi “hiç“lik!.. Öyle olduğuna işâret eden Ahadiyyet vasfı!… “Âlemlerden Ganî” oluşunun işaret ettiği “Ekber” oluşu…
“Zâtı, bilinmezliğiyle bilmek”, “Ahadiyyet” sırrına vukufla mümkündür!..
Tasavvuf çalışmaları sonucu hâsıl olan velâyet 17 mertebedir.
Bunları sıralamak gerekirse…
Velâyeti Hassa:
Velâyeti Suğra (Evliyânın velâyetidir) (İlmi, ilmi Bâtın`dır) Velâyeti Kübrâ (Enbiyânın velâyetidir) (İlmi, Bâtın`dır) Velâyeti Uzmâ (Müferridûn, Gavs, Müceddid ve İnsan-ı Kâmil velâyetidir; Nübüvveti Tâ`rifiyye kemâlâtının vârisleridir; ilimleri, ilmi Ledün`dür) Velâyeti Ulyâ (Mele-i âlâ velâyetidir; İnsân-ı Kâmil buna dahildir)
Kemâlâtı Enbiya:
5.Kemâlâtı Dâirei Nübüvvet (Lâ mevcûda illallah hakikatı)
Kemâlâtı Dâirei Risâlet (Zâtın tecellîi dâimisinden letâifi aşere) Kemâlâtı Dâirei Ulûl Azim
Hakâyıkı selâse-i ilâhi: Velâyeti Suğra`da bu üç kemâlât yaşanır. Tecellîi Esmâ mertebesidir.
Hakikatı Kâbe Hakikatı Kur`ân Hakikatı Salât
Seyri kademi memnu:
10-Mabûdiyeti Sırfı Zâti (Ruhu A`zâm, Kelimei Tevhidin hakikatı)
11-Hakayıkı erbai enbiyâ: Velâyeti Kübrâ`da hasıl olan bazı kemâlâttır. Tecelîi Sıfat mertebesidir
12-Hakâyıkı Daire-i İbrahimîyye (Hanîfiyet)
13-Hakâyıkı Daire-i Musevîyye (Sıfatiyyûn, Furkan, Nefsiyyûn)
14-Hakâyıkı Daire-i Muhammedîyye (Zâtiyyun, Kur`ân, Ulûhiyyet)
15-Hakâyıkı Daire-i Ahmediyye (Vâhidiyet)
Tecellîi Zât sonucu oluşan kemâlâttır:
16-Lâ taâyyün (A`mâ)
17-Hubbu Sırfı Zâti (Ahadiyyet)Tavaftan sonra mutlak namaz: Anlatılan vazifeleri yapan için Ahadiyyet`in zuhûru ile, ona ait hükmün yaşamıdır. Bu namazın İbrahim makamında kılınması: Hullet makamına işarettir.
Soru:
-Allah`ın Ahadiyeti ve Ekberiyeti…. Öz`e yakınlık ve kapsam itibariyle nasıl bir değerlendirme yapabiliriz?.. Teşekkürler..
Üstad:
-Ahadiyeti öz olarak düşünmek büyük bir yanılgıdır.
Ekberiyeti,yaradılmışa göredir.
Ahadiyeti’nden sözedildiğinde tüm kavramlar düşer; öz-dış gibi tanımlar düşünülmez.
Soru
-Vahdeti Vücûd görüşü veya “ilmin malûma tâbi oluşu”, Ahadiyet sıfatının velâyet kemâlâtı ile algılanışından mı ortaya çıkıyor?
Üstad
-Velâyet kemâlâtının sınırlarından ileri geliyor.. “Vâhidiyet” sıfatının müşahedesinden ileri geliyor…
Soru
-İnsan-ı Kâmil`in tercümesinden şu cümleyi açıklamanızı rica etmekteyim:
Ahadiyyet, Ulûhiyyetin mertebe olarak daha altındadır. Ulûhiyyet zâtın mazharlarının kendisine ve başkasına şumûl itibariyle en faziletlisidir. Bundan dolayı Allah ehli kimseler Ahadiyyet tecellisini men etmiş fakat Ulûhiyyet tecellisini men etmemişlerdir.
Üstad
-Ahadiyyet sırrı, Zât’ına işaret eder ki orada kesret kavramı düşünülemez… Düşünülemediği gibi, kesret kavramına dönük bir şey de konuşulamaz… Zâtın kendi kendini bilişidir!…
Ulûhiyet ise, hem Ahadiyeti, hem de kesrete ait bütün kavramları içine alır… Bu yoldan da şuur, özüne döndüğünde, erebildiği noktaya kadar ulaşır…
Bu sebeble Ulûhiyetin kişideki tecellisinden sözedilebilir, fakat Ahadiyet tecellisinden sözedilemez… edilse dahi, bu ancak anlatım sadedindedir…
Soru
-“Allah`ın âlemlerden Ganî” oluşu, hüviyeti itibariyle mi yoksa Ahadiyeti itibariyle mi?…
Üstad
-Ahadiyyet bahsolduğunda, kesretten, âlemlerden söz edilebilir mi?.. Vâhidiyeti itibarı ile..
Soru
-Hiçbir yorum ve kabul Allah`ın AHADİYYETİ`ni gözardı edecek şekilde olmamalı.. Çünkü mutlak olan Allah`ın AHADİYYETİDİR… Bu durumda gerçekte herşey bir HÜKÜM`dür… Şuur ile şuurun hükmü arasında bir kopukluk, bir ayrılık ve bir zaman olur mu?… Öyle ise ZÂT`ın ilmi dışında (ilmiNİN değil) hiçbir şey mevcûd değildir… Yaşam da bu hükmün algılanışından ibaret bir bütünlüktür…
Üstad
-Teşekkürler…
AHADİYET
- “Hiçlik”…
- “A’mâ”…
- “Hüviyyet”
- Vâhid’in Zâtı…
- Zât’ın hakikati …… Zâtı`nın bir vasfı(sıfatı)..
- Zâtın kendi kendini bilişi…
- Sınırsız sonsuzluk noktası…
- “Hû”
- “A’MÂİYET”
- “A’mâ” ile Zât’ın hakikati olan Ahadiyet mertebesine işaret edilmiştir!
- “A’mâ” ile Allah’ın Zât’ına işaret edilir!
- Nokta’nın varolduğu Ahadiyete işaret eden isim... “HÛ”!
- Allah Zâtı itibariyle “Vâhid-ül Ahad”dır!
- Ahadiyet, Hüviyettir ki “Eniyyet kabul etmez!
- Allah’ın cüzü olmaz! “Allah”, cüzlerden bileşik bir tümel yapı değildir.
- Ahadiyeti dahi Zât’ın bir vasfıdır; yani sıfatıdır…
- Ahadiyet, çokluk kavramlarını yok eder!
- Zât’ı bilinmezliğiyle bilmek, Ahadiyet sırrına vukufla mümkündür!
- Ahadiyetin tecellisinden söz edilemez!
- Ahadiyet’te tüm kavramlar düşer!
- Ahad olan Allah, kendisinin dışında hiçbir varlık olmadığına yine kendisi şehâdet eder!
- “Ahad”ın kendi kendine olduğu “An”!
- Vâhid’in Zâtı, Ahadiyettir!
- Ehadiyet-i İlâhide “Mutlak Ben” kavramı dahi yok olur ve “Hiçlik” oluşur…
- “Hiçlik” yaratılmış için geçerli bir kavramdır! Zât, Hiçlik kavramından da münezzehtir.
- Allah Ahad ise…
- Allah’ın “Ahad” oluşu mutlak; “Vâhid” yani “Bir” oluşu ise izâfidir;göreseldir.
- AHADİYET NOKTASI(Öz’ündeki Hiçlik…-Sınırsız sonsuzluk noktası…-Ahadiyet İlmi-Bütün ilimlerin ilmi-“Zât-ı Baht”-“Ahadiyet Hüviyeti”-“Hiçlik” Noktası-Kalpteki kara nokta-Sevde-i A’zâm-Zulmet-i A’zâm-Cehl-i Azim-El İlmü Noktatün)
- “Hiçlik” noktası, Mutlak varlıktaki Ahadiyet’e gelir.
- “Hiçlik”, ötede değil; içinizdedir!
- “Hiç”liğe mi’râc olmaz… “Hiç”likten tenezzül olmaz!
- Esmânın ulaşamadığı, tefekkürün durduğu, fikrin cereyan etmediği, yaşamın-hissiyatın sözü edilemediği nokta… “Hiçlik”!
- “Hiçlik” ne zaman başlar?
- “Huvallahû Ahad”ı söyleyebilmek…
- Allah’ı düşündüğünde aklına gelen her vasıf ve fikir, O’nun Ahadiyeti yanında yok olur!
- “AHADİYET SIFATI”YLA İDRÂKIN SONUCU-> Tahkiki anlamda “Allah’a iman”dır!
- Ef’al âleminden çıkan insan düşüncesi, Esmâ ve sıfat mertebesinden geçer; Zât’ın “Hiçlik” noktasına çarpar!
- Allah’ı Ahadiyeti itibariyle bilen için ne mertebe vardır… Ne de esmâlar arasında fark…
- Hiçliğin farkedilmesiyle kişi istiğfar eder…
- Ahadiyeti itibariyle Allah’ı bilen kişi müşahede eder ki, Allah “Doğurmamış” ve “Doğmamış” “Ahad”dır!
- Allah’ın “Ahad” oluşunun mânâsını kavrayabilirsek, herkesin kendi amellerinin karşılığına ulaşacağını idrâk etsek, bütün yaşamımız değişecektir!
- Allah indinde Hiçliğini idrâk edenin varlığa bakışı ve yaşayışı…
- Tanrısından kurtulanın yaşamı, “Hiçlik” mertebesidir!
- Kendi Zâtî hiçliğinin sınırsızlığı ve sonsuzluğunda “Hiç” olmak…
- Acziyeti hissetmenin sonu, “Hiçlik”tir!
- Allah’ı tefekkür eden dimağ, “Hiçlik”te “Hiç” olduğunu görür…
“Hiç” olabilirsen, “Hep”sin!
iHLAS 112-1 De ki: “Hu Allah EHAD`dır!”
iHLAS 112-2 Allah SAMED`dir (Som, çokluk kavramı düşünülemeyen; gayrı kavramından beri);
iHLAS 112-3 Doğurmamış ve doğurulmamıştır;
iHLAS 112-4 O`na hiçbir küfuv (denk) olmadı!
FATiHA 1-7 Ki o yol in`amda bulunduklarının (nefslerinin hakikati olan Allah Esma`sına iman edip, onlardaki kuvveleri şuurlu olarak açığa çıkarma) yoluna… Gayril mağdubi aleyhim; Gazabına uğrayanların (alemlerin ve nefsinin hakikatini göremeyip benlikleriyle kayıtlananların) Ve laddaaalliyn; Ve (Hakikatten-Vahid-ül AHAD-üs Samed olan Allah ismiyle işaret edilen anlayışından) saparak şirk koşanların yoluna değil.
KEHF 18-30 Muhakkak ki (Allah ismiyle işaret edilenin Esma özellikleriyle zahir oluşuna, Ahad-Samed oluşuna) iman edip imanın gereği olan düzgün çalışmalar yapanlar var ya; doğrusu iyi çalışmalarının karşılığını asla boşa çıkarmayız!
MERYEM 19-35 Çocuk edinmesi (kendinden gayrı mevcut olmayan El AHAD-üs Samed) Allah için olacak şey değildir; O, Subhan`dır! Bir işin olmasını hükmederse onun için yalnızca “Ol” der; o olur.
ZUHRUF 43-15 O`na, O`nun kullarından bir cüz kıldılar (Ahad üs Samed oluşunu inkar ile onu cüzlerden oluşmuş kabul ederek çocuğu olduğunu ileri sürdüler)… Muhakkak ki insan apaçık bir nankördür!
KAF 50-1 Kaf (KAF harfi {ENE} Eniyet`e işaret eder. insan Zatının üç mertebesi olan Ahadiyet, Eniyet ve Hüviyet tecellilerinden ilk açığa çıkış olan eniyet = ene = ego = BEN noktasına işaret eder. Kaf Dağı, Benlik dağı olarak tasavvufta sembolleştirilir. Dağ, benliğin sembolüdür. Allahu alem. A.H.)! Kur`an-ı Mecid (açıklanan muhteşem Bilgi)!
1766 – Hz. Ebu Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlulah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Allah`ın doksan dokuz ismi vardır. Kim bunları ezberlerse cennete girer. Allah tektir, teki sever.”
Bir rivâyette: “Kim o isimleri sayarsa cenntete girer” buyurmuştur. Buhârî hadisi bu lafızla tahric etmiştir. Müslim`de “tek” kelimesi yoktur.
Buhârî, Daavât 68; Müslim, Zikr 5, (2677); Tirmizî, Daavât 87, (3502).
Tirmizî`nin rivâyetinde Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Allah`ın isimlerini şöyle yazdı:
“O Allah ki O`nda başka ilâh yoktur. Rahman`dır. Rahim`dir. E1-Meliku`l-Kuddûsu, es-Selâmu, el-Mü`minu, el-Müheyminu, el-Azîzu, el-Cebbâru, el-Mütekebbiru, el-Hâliku, el-Bâriu, el-Musavviru, el-Gaffâru, el-Kahhâru, el-Vehhâbu, er-Rezzâku, el-Fettâhu, el-Alîmu, el-Kâbizu, el-Bâsitu, el-Hâfidu, er-Râfiu, el-Muizzu, el-Müzillu, es-Semîu, el-Basîru, el-Hakemu, el-Adlu, el-Latîfu, el-Habîru, el-Halîmu, el-Azîmu, el-Gafûru, eş-Şekûru, el-Aliyyu, eI-Kebîru, el-Hafîzu, el-Mukîtu, el-Hasîbu, el-Celîlu, el-Kerîmu, er-Rakîbu, el-Mucîbu, el-Vâsiu, el-Hakîmu, el-Vedûdu, el-Mecîdu, el-Bâisu, eş-Şehîdu, el-Hakku, el-Vekîlu, el-Kaviyyu, el-Metînu, el-Veliyyu, el-Hamîdu, el-Muhsî, el-Mubdiu, el-Muîdu, el-Muhyi, el-Mümîtu, el-Hayyu, el-Kayyûmu, el-Vâcidu, el-Mâcidu, el-Vâhidu, el-Ahadu, es-Samedu, el-Kâdiru, el-Muktediru, el-Muahhiru, el-Evvelu, el-Âhiru, ez-Zâhiru, el-Bâtinu, el-Vâli, el-Müte`âli, el-Berru, et-Tevvâbu, el-Müntekimu, el-Afuvvu, er-Raûfu, Mâliku`l-Mülki, Zü`l-Celâli ve`l-İkrâm, el-Muksitu, el-Câmiu, el-Ganiyyu, el-Muğnî, el-Mâni`, ed-Dârru, en-Nâfiu,en-Nûru, el-Hâdî, el-Bedîu, el-Bâki, el-Vârisu, er-Reşîdu es-Sâbüru.”
İsimleri bu şekilde, sâdece Tirmizî saymıştır.
El-Ahadu: Ferd demektir. Ahad ile vâhid arasındaki farka gelince, ahad, kendisiyle bir başka adedin zikredilmesini men edecek bir yapıya sâhiptir. Kelime hem müzekker, hem de müennestir. “Bana kimse (ahad) gelmedi derken, gelmeyen hem erkektir, hem de kadındır.” Vâhid’e gelince bu sayıların ilki olarak vazedilmiştir: “Bana halktan biri (vahid) geldi” denir ama, “Bana haktan kimse (ahad) geldi” denmez. Vâhid, emsâl ve nazîri kabûl etmeyen bir mâna üzere bina edilmiştir. Ahad ise ifrad ve arkadaşlardan yalnızlık üzere bina edilmiştir. Öyle ise, vâhid, zât itibariyle münferiddir, ahad ise mâna itibariyle münferiddir.
886 – Ebu Said (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) (bir gün) ashabına: “Sizden biri bir gecede Kur’ân-ı Kerim’in üçtebirini okumaktan aciz midir?” diye sordu.
” Buna hangimiz güç yetirebilir?” dediler. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
” Allahu Ahad, Allahu’s-Samed (İhlâs süresi) Kur’ân’ın üçtebiridir” buyurdu.
Buharî, Fedâilu’l-Kur’ân 13, Tevhid 1; Müslim, Müsâfırin 259, (811); Tirmizî, Sevâbu’l-Kur’ân 11, (2898); Nesâî, İftihah 69, (2,171); Muvatta, Kur’ân 17, 19 (1, 208); Ebu Davud, Vitr 18, Salât 353, (1961); İbnu Mâce, Edeb 52, (3787, 3788, 3789).
Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Bir kimse (ihlâs süresini kastederek): “Ey Allah’ın Resûlü, ben bu sureyi seviyorum” dedi.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Onu sevmen seni cennete sokacaktır” dedi.
Tirmizî, Sevâbu’l-Kur’ân 11, (2903).
z. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Kim Kul hüvallâhu ahad süresini günde iki yüz sefer okursa, üzerindeki kul borcu hariç, elli yıllık günah (amel defterinden) silinir.”
Tirmizî, Sevabu’l-Kur’ân 10, (2900).
889 – Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Kim yatağında uyumak isteyince, sağ tarafının üstüne yatar, sonra da Kul hüvallahu ahad’ı yüz kere okursa, Rab Teâla kıyamet günü kendisine: “Sağın üzerinde cennete gir” diyecektir.
Tirmizî, Sevâbu’1-Kur’ân 10, (2900).
896 – Abdullah İbnu Hubeyb (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hafif bir yağmur ve karanlığa mâruz kalmıştık. Bize namaz kıldırsın diye Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ı bekledik.” (Ravi der ki; Abdullah İbnu Hubeyb şu mânada birşeyler daha söyledi: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) çıktı ve:
” Söyle !” dedi. Ben:
“- Ne söyliyeyim?” diye sordum. Bunun üzerine;
” Akşama ve sabaha erince Kul hüvallahu ahad ve Muavvizeteyn sûrelerini üçer kere oku. Bu sana, her şeye karşı yeterlidir” dedi.
Nesâî, İsti’âze 1, (8, 250-253).
1795 – Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: “Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) yatağına girdiği zaman, ellerine üfleyip Muavvizeteyn’i ve Kul hüvallahu ahad’i okur ellerini yüzüne ve vücuduna sürer ve bunu üç kere tekrar ederdi. Hastalandığı zaman aynı şeyi kendisine yapmamı emrederdi”.
Buhari Fedâilu’l-Kur’ân 14, Tıbb, 39, Daavat 12; Müslim, Selâm 50, (2192); Muvattâ, Ayn 15, (2, 942); Tirmizi, Daavât 21, (3399); Ebu Dâvud, Tıbb 19, (3902).
2534 – Ebu Osman en-Nehdi anlatıyor: “İbnu Mes’ud (radıyallahu anh)’ın arkasında akşam namazı kılmıştım. Namazda Kulhüvallahü ahad’i okudu.”
Ebu Davud, Salat 133, (825).
2541 – Hz. Âşe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm askerî bir birliğin başına bir adamı komutan yapmıştı, Bu zât arkadaşlarına namaz kıldırırken, her seferinde kırâatını kulhüvallahu ahad ile tamamlıyordu. Döndükleri zaman durumu Hz. Peygamber’e söylediler. Aleyhissalatu vesselam:
“Sorun ona niçin öyle yapıyormuş?” buyurdu. Dediği gibi kendisine sorulmuştu.
“Çünkü O, Rahmân’ın sıfatıdır, ben onu okumayı seviyorum!” diye cevap verdi. Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam:
“Ona bildirin, Allah onu seviyor!” müjdesini verdi.”
Buhari, Ezan 106, Tevhid 1; Müslim, Salat 263, (813); Nesai, İftitah, 69, (2, 171).
2917 – Yine Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) sabahın iki rek ‘atinde şunları okurdu: “Kul ya eyyuhe ‘l- Kâfirun ” ve “Kul hüvallahu ahad.”
Müslim, Müsafirin 98, (726); Ebu Dâvud, Salât 98, (1256); Nesâî, İftitah 39, (2, 155, 156).
2918 – Tirmizî’nin İbnu Mes’ud’dan kaydettiği bir rivayette şöyle gelmiştir: “Ben bir ay kadar Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ı göz ucuyla tâkib ettim, sabahın farzdan önce kılınan iki rek ‘atinde şu sureleri okuyordu: “Kul yâ eyyühe’l-Kâfirun” ve “Kulhüvallahu ahad.”
Tirmizî, Salât 308, (417).
2964 – Abdülazîz İbnu Cüreye anlatıyor: “Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) ‘ya Resulullah ne ile vitir namazı kılardı? diye sorduk. Dedi ki: “Birinci rek ‘atte Sebbih isme Rabbeke’l-a’layı ikinci rek’atte Kulyâ eyyühâ’l-kâfirun suresini, üçüncü rek’atte, de Kulhüvallahü ahad ve Muavvizateyn’i okurdu.”
Ebu Dâavud, Salât 339, (1424); Tirmizî, Salât 340, (463), Nesâi, Kıyamu’l-Leyl 47, 48, (3, 244,245).
6204 – İbnu Ömer radıyallahu anh anlatıyor: “Resulullah aleyhissalatu vesselam akşam namazında “Kul ya eyyühe’l-kafirün” ve “kul hüvallahu ahad” surelerini okurdu.”
6298 – Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: “Resulullah aleyhissalatu vesselam fecirden önce iki rek’at namaz kılardı ve: “Şu iki sure ne kadar iyidir, sabahın o iki rekatinde bunlar okunur: Kulhü vallahu ahad” ve “Kul ya eyyühe’l-kafirün”.
7018 – Ebu Leyla el-Ensarî radıyallahu anh anlatıyor: “(Bir gün) ben Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın yanında otururken, Efendimize bir bedevi geldi: “Hasta bir erkek kardeşim var” dedi. Resülullah: “Kardeşinin hastalığı nedir?” diye sordu. “Kardeşimde biraz delilik var!” dedi. “Git onu bana getir!” buyurdular. Adam gitti kardeşini getirdi. Resülullah önüne oturttu. Fatiha-ı şerife Bakara suresinin başından ilk dört ayeti, ortalarindan “Ve ila hüküm ilahün vahidün” Ayeti, Ayete’l-Kürsi, sonundan ise üç ayeti; Al-i İmrandan bir ayeti ki bunun “şehidallahu ennahula ilahe illa hu” ayetinin olduğunu zannediyorum-A’raf suresinden bir ayeti; “inne rabbikumüllezi halaga” ayeti; Mü’minün süresinden bir ayeti; “ve men yedea ma allahi ilahen ahare la ber hane lehu” ayeti; Cin süresinden bir ayeti, “Ve ennehu tuala ceddü rabbina mattehaza sahiibeten veleden” ayeti, Saffât suresinin başından on ayeti, Haşir suresinin sonundan üç ayeti; Kulhüvallahu Ahad suresi, Muavvizateyn surelerini okuyarak ona afsun yaptığını işittim. Bunun üzerine bedevi ayağa kalktı. Tamamen iyileşmişti.”
7088 – Ebu Mes’ud radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Allah u ahad, el-Vahidu’s-Samed (yani İhlas suresi Kur’ân’ın üçte birine denktir.”
7119 – Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Allah Teâla hazretlerinin doksandokuz ismi vardır, yüzden bir eksik. O, tektir, teki sever. Kim bu isimleri ezberlerse cennete girer. Onlar şunlardır: Allah, el-Vahid, es-Samed, el-Evvel, el-Ahir, ez-Zâhir, el-Bâtın, el-Hâlık, el-Bâri, el-Musavvir, el-Melik, el-Hakk, es-Selâm, el-Mü’min, el-Müheymin, el-Azîz, el-Cebbâr, el-Mütekebbir, er-Rahmân, er-Rahîm, el-Latif, el-Habîr, es-Semî’, el-Basir, el-Alîm, el-Azîm, el-Bârr, el-Müte’âl, el-Celîl, el-Cemîl, el-Hayy, el-Kayyüm, el-Kâdir, el-Kâhir, el-Aliyyu, el-Hakîm, el-Karîb, el-Mucîb, el-Ganiyyu, el-Vehhab, el-Vedüd, eş-Şekür, el-Mâcid, el-Vacid, el-Vâli, er-Râşid, el-Afuvvu, el-Ğafür, el-Halîm, el-Kerîm, et-Tevvâb, er-Rabb, el-Mecîd, el-Veliyyu, eş-Şehîd, el-Mübîn, el-Bürhân, er-Ra’üf, er-Rahîm, el-Mübdiu, el-Mu’îd, el-Bâis, el-Vâris, el-Kaviyyu, eş-Şedîdu, ed-Dârru, en-Nâfi’u, el-Bâki, el-Vâkî, el-Hâfıd, er-Râfi’, el-Kâbıd, el-Bâsıt, el-Mu’ızzu, el-Müzillü, el-Muksıt, er-Rezzâk, Zü’l-Kuvve, el-Metîn, el-Kâim, ed-Dâim, el-Hâfız, el-Vekîl, el-Fâtır, es-Sâmi’, el-Mu’tî, el-Muhyî, el-Mümît, el-Mâni’, el-Câmi’, el-Hâdî, el-Kâfı, el-Ebed, el-Âlim, es-Sâdık, en-Nür, el-Münîr, et-Tâmm, el-Kadîm, el-Vitru, el-Ahadu, es-Samedu, ellezi lem yelid velem yüled ve lem yekün lehu küfüven ahad.”
Zûhrî der ki: “Bana birçok ilim ehlinden ulaştığına göre, bu Esmâu Hüsna’nın okunmasına “Lâ ilahe illallahu vahdehu lâ şerike leh. Lehü’l Mülkü ve Lehü’I-Hamdu bi-yedihi’l-Hayr ve huve ala külli şeyin kadîr, la ilahe illâllahu, lehül-Esmâu’l-Hüsnâ” diye başlanmalıdır.”
Kavram hakkında henüz bir not alınılmadı.
Islah
Anlamı Yanlışlarını düzeltmek. Yerli yerinde kullanmak. Islah olanlar (içinde bulundukları yanlışlar ortamından çıkanlar). BAKARA 11: Onlara, arzda (yeryüzünde ve bedende) fesat çıkarmayın (varoluş amacına uygun olmayan şekilde hareket etmeyin), denildiğinde: “Biz ıslahçılarız (yerli yerinde kullananlarız)” dediler.