Ahad
- Bölünmez, parçalanmaz, cüzlerden meydana gelmemiş, parçalardan oluşmamış; sonsuz sınırsız TEK
- “ALLAH“ın “AHAD” oluşu mutlaktır! “ALLAH“ın “VAHİD” yani “BİR” oluşu ise mûzaftır; yani izâfîdir; yani GÖRESELdir; yani rölativdir!
Bu son derece önemli; ve kavranılması da o derece güç bir gerçektir ki, tasavvuf da bundan “HAKİKATLARIN HAKİKATI” olarak bahsetmiştir.
- Hz. Muhammed`in bildirdiği “ALLAH”a iman etmek için önce “Lâ ilahe illallah“; sonra da “Kul hu VALLAHU ahad” ayetlerinin manasını idrak etmek zorunludur!
- Evet, “ALLAH”a iman derken, “ALLAH”ı en asgari sınırı ile “İhlas” sûresinde belirtilen biçimde anlamak gerekir. Şayet “ALLAH”ın “AHAD” olduğunu akıldan çıkarırsak; veya “ALLAH”ın “AHAD” olduğunun manasını anlamadıysak; “ALLAH”ın “doğurulmamış ve doğurmamış olduğunun” mânâsını farkedemediysek, çözemediysek, idrak edemediysek; bu takdirde biz, “ALLAH`a inanıyorum” deriz; hem de “Âmentü billah” dememiş oluruz!… Lâfını etmiş, dille söylemiş oluruz; fakat, anlayış olarak bu kavramdan mahrumuzdur…
- “Kader” konusunu anlayabilmenin tek bir yolu vardır… O da “ALLAH”ın vahdaniyetini, tekliğini, ahadiyetini ve vâhidiyetini kavrayabilmekten geçer!.
- Şayet bir kişi, ALLAH`ın “vâhidiyet ve ahadiyet”ini kavrayamamış ise; o kişinin “kader” konusunu idrak edebilmesine asla ve asla imkan yoktur!.
- “O ALLAH AHAD`DIR“!.. Bu ALLAH`ın kendi kendisini, kendisine göre târifidir!.
Yani, “ALLAH“, “Ahad” olması nedeniyle kendisinin dışında bir varlık kabul etmez… Kendisinin dışında bir varlıktan söz etmek mümkün değildir!. - “ALLAH vardır ve O`nunla beraber hiçbir şey yoktur!.”
“Ahad” olarak var olan varlığın; dışında, gayrısında veya içinde gibi kavramlar olmaksızın, “O”nunla beraber var olan hiçbir şey yoktur!. - “ALLAH“ın “AHAD” oluşu mutlaktır!..
“ALLAH“ın “VAHİD” yani “BİR” oluşu ise mûzaftır; yani izâfîdir; yani GÖRESELdir; yani rölativdir!.. - HİÇLİK, yaratılmış için geçerli bir kavramdır. Ancak, Zat’ın bilinmezliğinden söz edebiliriz!.
“Ahadiyet” mertebesi itibariyle o “bilinmezliği”, biz kendi aramızda anlayabilmemiz için “hiçlik” tâbirini kullanırız. Ama, gerçekte “hiçlik” tâbiri kullanılmaz!. Bizim aramızda diyalog kurup konuyu paylaşabilmek için kullandığımız bir kelimedir bu. - “ALLAH”, “AHAD”dır!. Yani, öyle bir TEK ki, varlığı yanısıra ikinci bir varlıktan sözedilemiyeceği gibi; O’nun parçaların birleşmesiyle oluşan bir tümel yapı olduğundan da sözedilemez; yani Panteist görüş bu yüzden “ALLAH” ismiyle işaret edilen anlamı vermez!.
- “ALLAH”ın “AHAD” olşunu şayed iyice idrak edersek, görürüz ki -basiretle-, bir ALLAH, bir de, yanısıra kainat gibi, iki ayrı yapı mevcut değildir!
- Hazreti MUHAMMED`İN açıkladığı “ALLAH” bir TANRI değildir !..
Hazreti MUHAMMED`in açıkladığı “ALLAH”, AHAD`dır!..
Hazreti MUHAMMED`in açıkladığı “ALLAH”, sonsuz manalara sahip olup, her an bunları seyir halindedir!.. - İSLAM`ın “Tevhid” inancı, yani, Hazreti Muhammed`in açıkladığı inanç sistemi, TAPILACAK TANRI OLMADIĞI; ALLAH`ın AHAD olduğu ve dolayısıyla bir TANRI`nın mevcut olmadığı; insanların, bütün yaşamları boyunca kendilerinden meydana gelecek fiillerin neticelerine katlanacağı esasına dayanır!..
- “Allâh azze ve celle Kur’ân-ı Kerîm’i üç cüze ayırdı. Kul Huvallahu Ahad’ı da bunlardan biri kıldı”!..
- “Allah`ı idrâk, ancak O`nun idrâk edilemeyeceğini idrâktır” diyen Hazreti Ebû Bekir Sıddık radıyallahu anh,işte bu noktaya işaret etmiştir.
“Zâtı, bilinmezliğiyle bilmek”, “Ahadiyyet” sırrına vukufla mümkündür!..
Zâtın bilinmezliğini idrâk ettikten sonra, kalır iş isimleri yollu tafsîli bilmeye.Ki bu da ancak melekût âleminin içinde olan, ef`âl tecellîlerine vukûfla mümkün olur!.. - “Vâhidiyet” mertebesi “Nefs” ile kâimdir. “FERD”dir “Nefs”!..
“Ahadiyyet” ise “Hüviyyet”tir ki, “eniyyet” kabûl etmez…
“Ahadiyyet”, “eniyyet” dolayısıyla “vâhidiyyet” mertebesine tenezzül eder ki, “Ferd” ismiyle tanınır.
“Vİtrİyet” ise kesretin “hükmî” nihâyeti dolayısıyla erişilen Tek`lik mertebesidir. Kesret kavramının kalkışı ile “Vitriyet” hâsıl olur.
AHADİYET
- “Hiçlik”…
- “A’mâ”…
- “Hüviyyet”
- Vâhid’in Zâtı…
- Zât’ın hakikati …… Zâtı`nın bir vasfı(sıfatı)..
- Zâtın kendi kendini bilişi…
- Sınırsız sonsuzluk noktası…
- “Hû”
- “A’MÂİYET”
- “A’mâ” ile Zât’ın hakikati olan Ahadiyet mertebesine işaret edilmiştir!
- “A’mâ” ile Allah’ın Zât’ına işaret edilir!
- Nokta’nın varolduğu Ahadiyete işaret eden isim... “HÛ”!
- Allah Zâtı itibariyle “Vâhid-ül Ahad”dır!
- Ahadiyet, Hüviyettir ki “Eniyyet kabul etmez!
- Allah’ın cüzü olmaz! “Allah”, cüzlerden bileşik bir tümel yapı değildir.
- Ahadiyeti dahi Zât’ın bir vasfıdır; yani sıfatıdır…
- Ahadiyet, çokluk kavramlarını yok eder!
- Zât’ı bilinmezliğiyle bilmek, Ahadiyet sırrına vukufla mümkündür!
- Ahadiyetin tecellisinden söz edilemez!
- Ahadiyet’te tüm kavramlar düşer!
- Ahad olan Allah, kendisinin dışında hiçbir varlık olmadığına yine kendisi şehâdet eder!
- “Ahad”ın kendi kendine olduğu “An”!
- Vâhid’in Zâtı, Ahadiyettir!
- Ehadiyet-i İlâhide “Mutlak Ben” kavramı dahi yok olur ve “Hiçlik” oluşur…
- “Hiçlik” yaratılmış için geçerli bir kavramdır! Zât, Hiçlik kavramından da münezzehtir.
- Allah Ahad ise…
- Allah’ın “Ahad” oluşu mutlak; “Vâhid” yani “Bir” oluşu ise izâfidir;göreseldir.
- AHADİYET NOKTASI(Öz’ündeki Hiçlik…-Sınırsız sonsuzluk noktası…-Ahadiyet İlmi-Bütün ilimlerin ilmi-“Zât-ı Baht”-“Ahadiyet Hüviyeti”-“Hiçlik” Noktası-Kalpteki kara nokta-Sevde-i A’zâm-Zulmet-i A’zâm-Cehl-i Azim-El İlmü Noktatün)
- “Hiçlik” noktası, Mutlak varlıktaki Ahadiyet’e gelir.
- “Hiçlik”, ötede değil; içinizdedir!
- “Hiç”liğe mi’râc olmaz… “Hiç”likten tenezzül olmaz!
- Esmânın ulaşamadığı, tefekkürün durduğu, fikrin cereyan etmediği, yaşamın-hissiyatın sözü edilemediği nokta… “Hiçlik”!
- “Hiçlik” ne zaman başlar?
- “Huvallahû Ahad”ı söyleyebilmek…
- Allah’ı düşündüğünde aklına gelen her vasıf ve fikir, O’nun Ahadiyeti yanında yok olur!
- “AHADİYET SIFATI”YLA İDRÂKIN SONUCU-> Tahkiki anlamda “Allah’a iman”dır!
- Ef’al âleminden çıkan insan düşüncesi, Esmâ ve sıfat mertebesinden geçer; Zât’ın “Hiçlik” noktasına çarpar!
- Allah’ı Ahadiyeti itibariyle bilen için ne mertebe vardır… Ne de esmâlar arasında fark…
- Hiçliğin farkedilmesiyle kişi istiğfar eder…
- Ahadiyeti itibariyle Allah’ı bilen kişi müşahede eder ki, Allah “Doğurmamış” ve “Doğmamış” “Ahad”dır!
- Allah’ın “Ahad” oluşunun mânâsını kavrayabilirsek, herkesin kendi amellerinin karşılığına ulaşacağını idrâk etsek, bütün yaşamımız değişecektir!
- Allah indinde Hiçliğini idrâk edenin varlığa bakışı ve yaşayışı…
- Tanrısından kurtulanın yaşamı, “Hiçlik” mertebesidir!
- Kendi Zâtî hiçliğinin sınırsızlığı ve sonsuzluğunda “Hiç” olmak…
- Acziyeti hissetmenin sonu, “Hiçlik”tir!
- Allah’ı tefekkür eden dimağ, “Hiçlik”te “Hiç” olduğunu görür…
“Hiç” olabilirsen, “Hep”sin!
iHLAS 112-1 De ki: “Hu Allah EHAD`dır!”
iHLAS 112-2 Allah SAMED`dir (Som, çokluk kavramı düşünülemeyen; gayrı kavramından beri);
iHLAS 112-3 Doğurmamış ve doğurulmamıştır;
iHLAS 112-4 O`na hiçbir küfuv (denk) olmadı!
FATiHA 1-7 Ki o yol in`amda bulunduklarının (nefslerinin hakikati olan Allah Esma`sına iman edip, onlardaki kuvveleri şuurlu olarak açığa çıkarma) yoluna… Gayril mağdubi aleyhim; Gazabına uğrayanların (alemlerin ve nefsinin hakikatini göremeyip benlikleriyle kayıtlananların) Ve laddaaalliyn; Ve (Hakikatten-Vahid-ül AHAD-üs Samed olan Allah ismiyle işaret edilen anlayışından) saparak şirk koşanların yoluna değil.
KEHF 18-30 Muhakkak ki (Allah ismiyle işaret edilenin Esma özellikleriyle zahir oluşuna, Ahad-Samed oluşuna) iman edip imanın gereği olan düzgün çalışmalar yapanlar var ya; doğrusu iyi çalışmalarının karşılığını asla boşa çıkarmayız!
MERYEM 19-35 Çocuk edinmesi (kendinden gayrı mevcut olmayan El AHAD-üs Samed) Allah için olacak şey değildir; O, Subhan`dır! Bir işin olmasını hükmederse onun için yalnızca “Ol” der; o olur.
ZUHRUF 43-15 O`na, O`nun kullarından bir cüz kıldılar (Ahad üs Samed oluşunu inkar ile onu cüzlerden oluşmuş kabul ederek çocuğu olduğunu ileri sürdüler)… Muhakkak ki insan apaçık bir nankördür!
KAF 50-1 Kaf (KAF harfi {ENE} Eniyet`e işaret eder. insan Zatının üç mertebesi olan Ahadiyet, Eniyet ve Hüviyet tecellilerinden ilk açığa çıkış olan eniyet = ene = ego = BEN noktasına işaret eder. Kaf Dağı, Benlik dağı olarak tasavvufta sembolleştirilir. Dağ, benliğin sembolüdür. Allahu alem. A.H.)! Kur`an-ı Mecid (açıklanan muhteşem Bilgi)!
1766 – Hz. Ebu Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlulah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Allah`ın doksan dokuz ismi vardır. Kim bunları ezberlerse cennete girer. Allah tektir, teki sever.”
Bir rivâyette: “Kim o isimleri sayarsa cenntete girer” buyurmuştur. Buhârî hadisi bu lafızla tahric etmiştir. Müslim`de “tek” kelimesi yoktur.
Buhârî, Daavât 68; Müslim, Zikr 5, (2677); Tirmizî, Daavât 87, (3502).
Tirmizî`nin rivâyetinde Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Allah`ın isimlerini şöyle yazdı:
“O Allah ki O`nda başka ilâh yoktur. Rahman`dır. Rahim`dir. E1-Meliku`l-Kuddûsu, es-Selâmu, el-Mü`minu, el-Müheyminu, el-Azîzu, el-Cebbâru, el-Mütekebbiru, el-Hâliku, el-Bâriu, el-Musavviru, el-Gaffâru, el-Kahhâru, el-Vehhâbu, er-Rezzâku, el-Fettâhu, el-Alîmu, el-Kâbizu, el-Bâsitu, el-Hâfidu, er-Râfiu, el-Muizzu, el-Müzillu, es-Semîu, el-Basîru, el-Hakemu, el-Adlu, el-Latîfu, el-Habîru, el-Halîmu, el-Azîmu, el-Gafûru, eş-Şekûru, el-Aliyyu, eI-Kebîru, el-Hafîzu, el-Mukîtu, el-Hasîbu, el-Celîlu, el-Kerîmu, er-Rakîbu, el-Mucîbu, el-Vâsiu, el-Hakîmu, el-Vedûdu, el-Mecîdu, el-Bâisu, eş-Şehîdu, el-Hakku, el-Vekîlu, el-Kaviyyu, el-Metînu, el-Veliyyu, el-Hamîdu, el-Muhsî, el-Mubdiu, el-Muîdu, el-Muhyi, el-Mümîtu, el-Hayyu, el-Kayyûmu, el-Vâcidu, el-Mâcidu, el-Vâhidu, el-Ahadu, es-Samedu, el-Kâdiru, el-Muktediru, el-Muahhiru, el-Evvelu, el-Âhiru, ez-Zâhiru, el-Bâtinu, el-Vâli, el-Müte`âli, el-Berru, et-Tevvâbu, el-Müntekimu, el-Afuvvu, er-Raûfu, Mâliku`l-Mülki, Zü`l-Celâli ve`l-İkrâm, el-Muksitu, el-Câmiu, el-Ganiyyu, el-Muğnî, el-Mâni`, ed-Dârru, en-Nâfiu,en-Nûru, el-Hâdî, el-Bedîu, el-Bâki, el-Vârisu, er-Reşîdu es-Sâbüru.”
İsimleri bu şekilde, sâdece Tirmizî saymıştır.
El-Ahadu: Ferd demektir. Ahad ile vâhid arasındaki farka gelince, ahad, kendisiyle bir başka adedin zikredilmesini men edecek bir yapıya sâhiptir. Kelime hem müzekker, hem de müennestir. “Bana kimse (ahad) gelmedi derken, gelmeyen hem erkektir, hem de kadındır.” Vâhid’e gelince bu sayıların ilki olarak vazedilmiştir: “Bana halktan biri (vahid) geldi” denir ama, “Bana haktan kimse (ahad) geldi” denmez. Vâhid, emsâl ve nazîri kabûl etmeyen bir mâna üzere bina edilmiştir. Ahad ise ifrad ve arkadaşlardan yalnızlık üzere bina edilmiştir. Öyle ise, vâhid, zât itibariyle münferiddir, ahad ise mâna itibariyle münferiddir.
886 – Ebu Said (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) (bir gün) ashabına: “Sizden biri bir gecede Kur’ân-ı Kerim’in üçtebirini okumaktan aciz midir?” diye sordu.
” Buna hangimiz güç yetirebilir?” dediler. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
” Allahu Ahad, Allahu’s-Samed (İhlâs süresi) Kur’ân’ın üçtebiridir” buyurdu.
Buharî, Fedâilu’l-Kur’ân 13, Tevhid 1; Müslim, Müsâfırin 259, (811); Tirmizî, Sevâbu’l-Kur’ân 11, (2898); Nesâî, İftihah 69, (2,171); Muvatta, Kur’ân 17, 19 (1, 208); Ebu Davud, Vitr 18, Salât 353, (1961); İbnu Mâce, Edeb 52, (3787, 3788, 3789).
Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Bir kimse (ihlâs süresini kastederek): “Ey Allah’ın Resûlü, ben bu sureyi seviyorum” dedi.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Onu sevmen seni cennete sokacaktır” dedi.
Tirmizî, Sevâbu’l-Kur’ân 11, (2903).
z. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Kim Kul hüvallâhu ahad süresini günde iki yüz sefer okursa, üzerindeki kul borcu hariç, elli yıllık günah (amel defterinden) silinir.”
Tirmizî, Sevabu’l-Kur’ân 10, (2900).
889 – Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Kim yatağında uyumak isteyince, sağ tarafının üstüne yatar, sonra da Kul hüvallahu ahad’ı yüz kere okursa, Rab Teâla kıyamet günü kendisine: “Sağın üzerinde cennete gir” diyecektir.
Tirmizî, Sevâbu’1-Kur’ân 10, (2900).
896 – Abdullah İbnu Hubeyb (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hafif bir yağmur ve karanlığa mâruz kalmıştık. Bize namaz kıldırsın diye Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ı bekledik.” (Ravi der ki; Abdullah İbnu Hubeyb şu mânada birşeyler daha söyledi: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) çıktı ve:
” Söyle !” dedi. Ben:
“- Ne söyliyeyim?” diye sordum. Bunun üzerine;
” Akşama ve sabaha erince Kul hüvallahu ahad ve Muavvizeteyn sûrelerini üçer kere oku. Bu sana, her şeye karşı yeterlidir” dedi.
Nesâî, İsti’âze 1, (8, 250-253).
1795 – Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: “Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) yatağına girdiği zaman, ellerine üfleyip Muavvizeteyn’i ve Kul hüvallahu ahad’i okur ellerini yüzüne ve vücuduna sürer ve bunu üç kere tekrar ederdi. Hastalandığı zaman aynı şeyi kendisine yapmamı emrederdi”.
Buhari Fedâilu’l-Kur’ân 14, Tıbb, 39, Daavat 12; Müslim, Selâm 50, (2192); Muvattâ, Ayn 15, (2, 942); Tirmizi, Daavât 21, (3399); Ebu Dâvud, Tıbb 19, (3902).
2534 – Ebu Osman en-Nehdi anlatıyor: “İbnu Mes’ud (radıyallahu anh)’ın arkasında akşam namazı kılmıştım. Namazda Kulhüvallahü ahad’i okudu.”
Ebu Davud, Salat 133, (825).
2541 – Hz. Âşe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm askerî bir birliğin başına bir adamı komutan yapmıştı, Bu zât arkadaşlarına namaz kıldırırken, her seferinde kırâatını kulhüvallahu ahad ile tamamlıyordu. Döndükleri zaman durumu Hz. Peygamber’e söylediler. Aleyhissalatu vesselam:
“Sorun ona niçin öyle yapıyormuş?” buyurdu. Dediği gibi kendisine sorulmuştu.
“Çünkü O, Rahmân’ın sıfatıdır, ben onu okumayı seviyorum!” diye cevap verdi. Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam:
“Ona bildirin, Allah onu seviyor!” müjdesini verdi.”
Buhari, Ezan 106, Tevhid 1; Müslim, Salat 263, (813); Nesai, İftitah, 69, (2, 171).
2917 – Yine Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) sabahın iki rek ‘atinde şunları okurdu: “Kul ya eyyuhe ‘l- Kâfirun ” ve “Kul hüvallahu ahad.”
Müslim, Müsafirin 98, (726); Ebu Dâvud, Salât 98, (1256); Nesâî, İftitah 39, (2, 155, 156).
2918 – Tirmizî’nin İbnu Mes’ud’dan kaydettiği bir rivayette şöyle gelmiştir: “Ben bir ay kadar Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ı göz ucuyla tâkib ettim, sabahın farzdan önce kılınan iki rek ‘atinde şu sureleri okuyordu: “Kul yâ eyyühe’l-Kâfirun” ve “Kulhüvallahu ahad.”
Tirmizî, Salât 308, (417).
2964 – Abdülazîz İbnu Cüreye anlatıyor: “Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) ‘ya Resulullah ne ile vitir namazı kılardı? diye sorduk. Dedi ki: “Birinci rek ‘atte Sebbih isme Rabbeke’l-a’layı ikinci rek’atte Kulyâ eyyühâ’l-kâfirun suresini, üçüncü rek’atte, de Kulhüvallahü ahad ve Muavvizateyn’i okurdu.”
Ebu Dâavud, Salât 339, (1424); Tirmizî, Salât 340, (463), Nesâi, Kıyamu’l-Leyl 47, 48, (3, 244,245).
6204 – İbnu Ömer radıyallahu anh anlatıyor: “Resulullah aleyhissalatu vesselam akşam namazında “Kul ya eyyühe’l-kafirün” ve “kul hüvallahu ahad” surelerini okurdu.”
6298 – Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: “Resulullah aleyhissalatu vesselam fecirden önce iki rek’at namaz kılardı ve: “Şu iki sure ne kadar iyidir, sabahın o iki rekatinde bunlar okunur: Kulhü vallahu ahad” ve “Kul ya eyyühe’l-kafirün”.
7018 – Ebu Leyla el-Ensarî radıyallahu anh anlatıyor: “(Bir gün) ben Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın yanında otururken, Efendimize bir bedevi geldi: “Hasta bir erkek kardeşim var” dedi. Resülullah: “Kardeşinin hastalığı nedir?” diye sordu. “Kardeşimde biraz delilik var!” dedi. “Git onu bana getir!” buyurdular. Adam gitti kardeşini getirdi. Resülullah önüne oturttu. Fatiha-ı şerife Bakara suresinin başından ilk dört ayeti, ortalarindan “Ve ila hüküm ilahün vahidün” Ayeti, Ayete’l-Kürsi, sonundan ise üç ayeti; Al-i İmrandan bir ayeti ki bunun “şehidallahu ennahula ilahe illa hu” ayetinin olduğunu zannediyorum-A’raf suresinden bir ayeti; “inne rabbikumüllezi halaga” ayeti; Mü’minün süresinden bir ayeti; “ve men yedea ma allahi ilahen ahare la ber hane lehu” ayeti; Cin süresinden bir ayeti, “Ve ennehu tuala ceddü rabbina mattehaza sahiibeten veleden” ayeti, Saffât suresinin başından on ayeti, Haşir suresinin sonundan üç ayeti; Kulhüvallahu Ahad suresi, Muavvizateyn surelerini okuyarak ona afsun yaptığını işittim. Bunun üzerine bedevi ayağa kalktı. Tamamen iyileşmişti.”
7088 – Ebu Mes’ud radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Allah u ahad, el-Vahidu’s-Samed (yani İhlas suresi Kur’ân’ın üçte birine denktir.”
7119 – Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Allah Teâla hazretlerinin doksandokuz ismi vardır, yüzden bir eksik. O, tektir, teki sever. Kim bu isimleri ezberlerse cennete girer. Onlar şunlardır: Allah, el-Vahid, es-Samed, el-Evvel, el-Ahir, ez-Zâhir, el-Bâtın, el-Hâlık, el-Bâri, el-Musavvir, el-Melik, el-Hakk, es-Selâm, el-Mü’min, el-Müheymin, el-Azîz, el-Cebbâr, el-Mütekebbir, er-Rahmân, er-Rahîm, el-Latif, el-Habîr, es-Semî’, el-Basir, el-Alîm, el-Azîm, el-Bârr, el-Müte’âl, el-Celîl, el-Cemîl, el-Hayy, el-Kayyüm, el-Kâdir, el-Kâhir, el-Aliyyu, el-Hakîm, el-Karîb, el-Mucîb, el-Ganiyyu, el-Vehhab, el-Vedüd, eş-Şekür, el-Mâcid, el-Vacid, el-Vâli, er-Râşid, el-Afuvvu, el-Ğafür, el-Halîm, el-Kerîm, et-Tevvâb, er-Rabb, el-Mecîd, el-Veliyyu, eş-Şehîd, el-Mübîn, el-Bürhân, er-Ra’üf, er-Rahîm, el-Mübdiu, el-Mu’îd, el-Bâis, el-Vâris, el-Kaviyyu, eş-Şedîdu, ed-Dârru, en-Nâfi’u, el-Bâki, el-Vâkî, el-Hâfıd, er-Râfi’, el-Kâbıd, el-Bâsıt, el-Mu’ızzu, el-Müzillü, el-Muksıt, er-Rezzâk, Zü’l-Kuvve, el-Metîn, el-Kâim, ed-Dâim, el-Hâfız, el-Vekîl, el-Fâtır, es-Sâmi’, el-Mu’tî, el-Muhyî, el-Mümît, el-Mâni’, el-Câmi’, el-Hâdî, el-Kâfı, el-Ebed, el-Âlim, es-Sâdık, en-Nür, el-Münîr, et-Tâmm, el-Kadîm, el-Vitru, el-Ahadu, es-Samedu, ellezi lem yelid velem yüled ve lem yekün lehu küfüven ahad.”
Zûhrî der ki: “Bana birçok ilim ehlinden ulaştığına göre, bu Esmâu Hüsna’nın okunmasına “Lâ ilahe illallahu vahdehu lâ şerike leh. Lehü’l Mülkü ve Lehü’I-Hamdu bi-yedihi’l-Hayr ve huve ala külli şeyin kadîr, la ilahe illâllahu, lehül-Esmâu’l-Hüsnâ” diye başlanmalıdır.”
Kavram hakkında henüz bir not alınılmadı.