19 NİSAN 1998

Ahmed Hulûsi

Üstad

− Evet, bundan sonra sizleri daha fazla işgal etmemek için, haftada iki defa bu kanalda olacağım Salı ve Cuma akşamları… Böylece sizlerin vaktini işgal etmeyeceğim olduğunca…

Şimdi bana sormak istedikleriniz var mı?..

Cevap

− Bizim vaktimizi işgal etmiyorsunuz Üstadım; üç gün bile bize az…

− İki gün çok az! Bizim bundan bir şikâyetimiz olamaz!

− Kâbe yeryüzünde, insan bedenindeki yürek midir Üstadım?

Üstad

− Kâbe, yeryüzünde belli enerji merkezlerinden biridir… Ve kişinin özündekiyle iletişim kurmasını sağlayan iletişim ve konsantrasyon merkezidir!..

Soru

− Pozitif diye tanımladığımız enerjinin, idraka etkisi var mıdır?

Üstad

− Sevap karşılığı olarak kullandığımız pozitif enerji, kişideki kudretin açığa çıkmasıyla ilgilidir, ilimle değil!..

Soru

− Allâh ahlâkıyla ahlâklanmak, iç güdüsel yaşamanın ve de tabiatın, vehmî benliğin ve şartlanmaların kaydından kurtulmaktır diyebilir miyiz?..

Üstad

− Yazdıklarından kurtulmak, Üniversite kapısından içeri adım atmaktır…

Soru

− Kurân’ın ahlâkı ile ahlâklanan, Allâh’ın ahlâkı ile ahlâklanmış olur mu?..

Üstad

− “OKU”yabilirsen Ümmül kitab’ı“ALLÂH Adıyla İşaret Edilen’in Ahlâkı”yla ahlâklanırsın!..

Kur’ân “OKU”yamayan, nasıl Kurân’da anlatılmaya çalışılanın ahlâkıyla ahlâklanır?..

Soru

− Yeryüzünde başka enerji merkezleri de olabilir mi?

Üstad

− Sanırım evet!.. 

Soru

− Sizce nereleri olabilir Üstadım?..

Üstad

− “Ahlâklanmak” ne demektir?.. Bunu nasıl anlamalıyız?

Cevaplar

− Beşeriyetin getirdiği kısıtlı değer yargılarından arınabilmek, muhakeme ve tefekkür gücü ile mânâyı özünde müşahede etmekle mümkündür…

− Allâh’ın ahlâkı ile ahlâklanmak haddini bilmek olabilir mi Üstadım?..

Üstad

− Hayır!..

Soru

− İnsanın kendi özünde olan ve Halifetullâh özelliğini yaratan isim ve sıfatlarının idrak edilerek gereğini yaşamak ve sistemden olabildiğince gâfil olmamaktır.

− Üstadım, “Evrensel Sırlar” kitabının başına koyduğunuz duanın ne olduğunu açıklayabilir misiniz?..

Üstad

− Nedir o..?

Cevap

− Daha önce belirtmiştiniz… Korunma ile ilgili…

Üstad

− “Evrensel Sırlar” kitabının başında dua görmedim ben!.. Orada, yaşanması zorunlu bir hâlin şartlarından bahsediliyor; gelecekteki yakıcı olaylardan korunmak için…

Başka diyeceği olan?..

Cevaplar

− İlâhî isimlerin mânâlarını kendinde bulmak, bunların kaydında olmadan bu mânâları yaşamak Allâh’ın ahlâkıyla ahlâklanmaktır…

− Allâh ismi ile işaret olunanı bilemeyeceğimize göre, Allâh’ın ahlâkı ile ahlâklanmak, O’na ait mânâları yaşayan Zât’ın hâli ile hâllenmektir… O Zât’ı sevmektir, mutlak olarak O’na teslim olmaktır… diye düşünüyorum…

− ‘Öz’ yaşanmaya başladığında, ‘Ahlâklanma’ gerçekleşir…

Üstad

− Genel hatları ile tasavvufun laklakasını ne güzel yapıyor; lakırtısını ediyor; cümlelerini kullanabiliyoruz değil mi?..

Ama gene de, böyle devam edersek, bu imanla sonunda cennetlik oluruz; hiç şüpheniz olmasın!..

Ahmed Hulûsi’nin kitaplarını görmüş olanlar böyle olursa; ya diğerleri?..

Cevaplar

− Amacımız cennetlik olmak değil Üstadım… 

− İnsan ne yapması gerektiğini bildiği hâlde, bildiklerini uygulayamıyorsa o noktada tatmin mi olmuştur?..

Üstad

− Bilmek ayrı şeydir, idrak yani inceliği kavramak ayrı şeydir!..

İnsanın doğal davranışı, bildiklerine göre değil kavradığı kadarına göre oluşur!..

Soru

− Üstadım, bildiğim kadarıyla emaneti ehline verme konusunda âyet ve hadisler var. Allâh’ın CAHİL ve ZÂLİM olan insana emaneti yüklemesindeki veya insanın yüklenmesindeki hikmet nedir acaba?..

Üstad

− Sorunun cevabı; “İnsan-ı Kâmil” kitabında, İnsan-ı Kâmil bölümünde var, oradan oku tafsilâtlı olarak…

Cevaplar

− Teşekkür ederim Üstadım…

− Üstadım, Allâh ahlâkı ile ahlâklanmak, her an yeni bir şanda olabilmektir… diye düşünüyorum…

− Şevkimizin artması için bize bir dua önerir misiniz Üstadım…

Üstad

− “Dua ve Zikir” kitabında önerdiğim duaları ediyorsan, zaten neticesini alacaksın demektir!..

Cevaplar

− Bu “ahlâklanma” insanın halife olma özelliği “sınırları” içindedir; mutlak mânâda değildir…

− İncelik nasıl kavranır?..

Üstad

− Ciddi şekilde aklını o konuya vererek ve bilenlerini bulup onlarla sohbet ederek!..

Cevap

− İnsan olarak “Hilâfet”ini yaşayabilmenin yolu da öncelikle kendi hakikatini bilmekten, tanımaktan, gereğini yaşamaktan geçer… Bunu en kolaylaştıran yol da ilim ve zikirdir. İlmi değerlendirecek olan beyin, zikirle kapasitesini arttırabilir ve o nispette de hakikatini fark eder (ALLÂH AHLÂKI İLE AHLÂKLANIR)…“İSLÂM” Kitabından…

AHLÂK bir modeldir… Sahibinden algılamak, eserinden algılamaktan daha zor ama süratlidir…

Üstad

− Başka sorusu olan?..

Soru

− “Âdem’e bütün Esmâ’yı talim eyledi, sonra o âlemini Melâikeye gösterip şunları isimleri ile haber verin buyurdu.”

Bir mânânın ortaya çıkabilmesi için, meleğin o mânâyı kendinde bulması gerekmiyor mu? Bu doğrultuda Âdem’in Esmâ’ları meleklere haber vermesini nasıl düşünmeliyiz?..

Üstad

− O melekler neredeydi?.. Neydi?.. Âdem’in neresindeydi?.. Âdem onlara neyi nasıl gösterdi?.. Meleklere kim hitap etti?.. Nerelerinden hitap etti?..

Soru

− Üstadım, sadece ADN cennetinde mi daimî olarak Allâh’ın Cemâl’i seyredilir?..

Üstad

− ADN cenneti nerededir?..

Cevaplar

− İmamı Rabbanî’nin ‘Kıymetsiz Yazılar’ adlı bir kitabında okuduğumu hatırlıyorum. Cennet boyutunda bulunduğunu bildirerek böyle bir bilgi ile birlikte diğer cennettekilerin muhtelif zamanlarda Allâh’ın Cemâli’ni seyrettirilmek için ADN cennetine götürüldükleri gibi bir şey hatırlıyorum, bu nedenle sordum.

− Bizim algıladığımız veya algılayamadığımız her mânâ kâmil insanın açığa çıkan mânâları mıdır..? Teşekkürler.

− ADN cenneti bir mekân değildir! Sıfat boyutunu idrak etmiş zât’ın hâlidir. Bu Dünya için de geçerlidir.

− Boyut olduğunu biliyoruz… Allâh’ı bilen ve tanıyan için dünya yaşamında da geçilecek bir boyut diye düşünüyorum…

− Üstadım, ADN cennetinin “DNA”ile yalnızca harf benzerliğimi var?

Üstad

− Evet!.. İkisi de ayrı şeyler!..

Allâh Cemâli’nin seyredildiği yer olabilir mi; yoksa bundan kastedilen bir boyut mudur?.. Bu boyut, dünya yaşamında da geçilebilecek bir boyut olabilir mi; yoksa mutlak cennet ortamında görülecek midir?

Cevaplar

− Dünya yaşamındayken de şuur boyutunda yaşanabilir diye düsünüyoruz…

− ADN cenneti mümin kulun kalbidir, diye düşünüyorum… Bu boyut dünya yaşamında da geçilecek boyuttur sanıyorum…

− ADN cenneti, içinde yaşadığımız ortamda şuurda yaşanılan bir hâldir ki; bu hâlde her an ALLÂH Cemâli seyredilir, diye düşünüyorum…

− Hz. Âdem’in yeryüzüne indirilmesinden önceki yerleştiği cennet mekânını ADN olarak biliyorum.

Üstad

− İnsanın, kendi hakikatini tanıyıp, gereğini yaşaması için mi DİN tebliğ edilmiştir insana? Yoksa bir tanrıya tapınarak kulluk görevini yerine getirmesi için mi?..

Önce varlığı Tek’e bir indirsek nasıl olur?!! 

Cevaplar

− Üstadım, Allâh’ın ahlâkı ile ahlâklanmak, dört aşamada anlatılmış kitaplarınızda… Birincisi; tabiatından kurtulmak. İkincisi; terkibiyetinden kurtulmak. Üçüncüsü; mutlak Ben diye anlatılan noktada kendini bulmak ve daha sonra da en son aşamada Rasûlullâh Efendimiz’in getirdiği gerçekleri algılayıp yaşamak.

Dolayısı ile bu öneri bence en azından üçüncü aşamada olanlar için getirilmiştir. Birinci ve ikinci aşamada olanların bunu yapması mümkün değil gibi geliyor bana…

Ahlâklanmak, algılamak ve hâllenmek anlamında kullanılıyor sanırım… Yanılıyor muyum?..

− Efendimiz’in sînesinden şeytanın payı çıkartıldığını okudum. Bu, şeytanın vücudumuzda maddi olarak bir payı olduğu anlamına gelir mi?..

Üstad

− Dışarıdaki “şeytaniyet” vasfının insan bedenindeki karşılığı “VEHİM” kuvvesidir. Düşünce sisteminde vehmin tesirinden kurtulması anlamınadır, bu sembolik anlatım.

Soru

− Hakikatin yaşanması tebligatla olmaz Üstadım…

Üstad

− Sana bilmediğin bir şey bildirilir ve arzu ediyorsan al kullan denilir…

Cevaplar

− Din ayrı, İslâm ayrı olarak telâkki edilmelidir. Din, sistemi anlatır. İslâm ise, sistemi vareden varlığın özünde olduğunu anlatır. Dinî tebliğleri yapmak, tanrıya tapınmak değildir. Bu hükümler sistemin şartlarına anti tesirler olarak yapılır, İslâm’ı anlamak ise, tanrıya tapınmanın ötesinde Allâh ismiyle işaret edilen mânâyı özünde bulmak demektir…

− Kadr Sûresi’nde ki “Ruh ve MELÂİKE…” ifadesindeki MELÂİKE kelimesi, Bakara: 30’daki “Hani Rabbin MELÂİKE’ye dedi ki…” ifadesindeki MELÂİKE kelimesi ile aynı anlamda mıdır?.. Teşekkür ederim…

Üstad

− Melekût boyutu kastediliyor melâike ile… RUH kelimesi ise burada Ruh-u Â’zâm’ın ilim yönünün zâhir oluşudur…

İlim, melekî güçlerle kişinin şuurunda açığa çıkmak için fırsat bekler bu anda; gibi bir mânâ algılayabiliriz sanırım!..

Soru

− Mi’râc Rabbine; secde Allâh’a cümlesi doğru mudur?.. Nasıl?.. Teşekkür ederim…

Üstad

− Mir’âc Rabbine olur… Secde Allâh’a olur, sonucu haşyettir!..

Haşyet bitmeden vahdet başlamaz!..

İrfanda haşyet, Vahdette seyr vardır!..

Beşerî değer yargıları kalkmadan, kimse kendini, tasavvufa girmiş saymasın!.. 

Kendi kendinize sorun; “Bu tamamıyla kalktı mı benden..?” diye; cevap, vicdanınızdan hayır diye geliyorsa, sakın kendinizi aldatmaya kalkmayın, sonra ilerde daha büyük hüsrana uğrarsınız!..

İnandığınız uğruna nelerinizden vazgeçebildiniz?..

Her şeyden; de diyebilseniz; bilin ki hâlâ benliktesiniz; ve benlikten geçememişsiniz!..

Kapı gibi ortada dururken benliğiniz ve onu oluşturan öğeler; nasıl özde bir olmaktan söz edebilirsiniz ki?..

Evrende üç tür vardır…

Özünde Allâh ahlâkı tâbirinin ifade ettiği mânâ ile yaşayanlar; kendini arayanlar; varlığının gereğini yaşayanlar…

Kendini arayanlar derken, din ya da tasavvufla hobi kabilinden ilgilenenleri kastetmiyorum elbette!..

Kendini arayanlara ayna olarak Din tebliğ edilmiştir!..

Kendini aramak ve tanımak gibi bir derdi olmayanları din enterese etmez!..

Onlar, diledikleri gibi yaşarlar ve sonucuna da katlanırlar!..

İnsan aynada kendini seyredemiyorsa, ya kördür, ya da ayna adıyla ve sanarak duvara bakıyordur!..

Kendindeki hangi özelliği keşfederek onu kullanmak suretiyle bir cehenneminden kurtulup, karşılığı olarak o cenneti yaşayabildin?..

Varsa eğer böyle bir şey, o sana örnek olsun!.. Daha geride hayalinden bile geçmeyen neler var!..

Ama bütün bunlar için gerçekten KENDİNİ TANIMAK değerli bir şey olmalı senin için!..

Yaşamının değil, günün kaç dakikasında, karşındakine, kendine davranılıyormuş gibi davranıyorsun?..

Karşındakinin, “sen” olduğunun; LAKIRTISINI etmek çok kolaydır!.. İki nefes yeter!.. Ya onu idrak ile hissedip, yaşamak!??

Başına ne gelirse, “ALLÂH”tan bilip, asla karşındakini yaşadığın o olaydan dolayı suçlamamak?!!

Bir yandan bunlar uygulanıp yaşanacak; diğer yandan da “Ümmül kitab”ı başlayacaksın “OKU”maya ki, ALLÂH ahlâkının ne olduğunu öğrenesin!..

Ümmül kitab’ı okuyup, idrak edemeyen, ne bilir ki “ALLÂH Adıyla İşaret Edilen”in Ahlâkını?..

Anlıyorum, uzattım!.. Özür dilerim… İyi geceler…

Hazmedebileceğiniz ölçüde duymadığınız yeni gerçeklerle yeniden buluşmak ümidiyle…