12 AĞUSTOS 1998

Ahmed Hulûsi

Üstad

− Merhaba dostlar… Bugün bir başka PC’den misafir olarak katılıyorum. A.H.

Kısa bir süre için USA’dan ayrıldım ve seyahatte olmam sebebiyle Eylül başına kadar bu sohbetlere ara vermek zorunda kalıyorum…

Bu ara biraz dolaşacağım Türkiye içinde… Bu sebeple de chatlere katılamayacağım…

Şu an KİTSAN’da OKYANUS ÖTESİNDEN isimli, ICQ ve MIRC sohbetlerini ihtiva eden kitabımız diziliyor…

İnşâAllâh o da bir ay içinde çıkacak, bir engel çıkmazsa… Bu arada biliyorsunuz Merkür rötarda…

Mars 21 Ağustos’ta Aslan burcuna giriyor ve aynı zamanda önce Neptün, sonra Plüton ve sonra da Uranüs’le önemli ve etkili açılara girecek… Bütün bu devreleri sakin, huzurlu, her türlü tartışma ve tatsızlıklardan uzak geçirmenizi dilerim…

Ben de insanlardan uzak köşelere gidip, oralarda dinlenmeye çalışacağım… Bu arada İzmir’e ve Ankara’ya da kısa seyahatlerim olacak sanırım…

Umarım Pazar sohbeti, beden−dünyamız SONRAsındaki ŞUUR âhiretimiz noktasında dikkatlerinizi çekmiş ve şuur boyutuna hitap eden cennet veya cehennem konusunda bazı yeni bakış açıları getirmiştir.

Evet, bu arada bana sormak istediğiniz bir şey var mı bu konuyla ilgili olarak?

Soru

− Üstadım, kişisel mi kitlesel mi tatsızlıklar söz konusu?

Üstad

− Hem kişisel hem de toplumsal olabilir, ancak bunun açığa çıkması bir-iki ayı bulabilir…

Cevap

− Teşekkür ederim Üstadım…

− Üstadım… Şuur boyutumuz âhiretimiz olduğuna göre, bugünden âhiretimizi bilmemiz mümkün müdür? Teşekkür ederim.

Üstad

− Size daha önce bir soru sormuştum, cevap vermediniz; gündüzki düşünceleriniz ile geceki rüyalarınız ne kadar bağdaşıyor diye…

Esasen, rüya bir yana, şuursal durumun bugünkü âhiretin olduğuna göre, şuursal olarak ne kadar cenneti ve ne kadar cehennemi yaşadığını kendine sorabilir herkes…

Soru

− Üstadım, İslâm’daki mezhepler hakkında ne düşünüyorsunuz?

Üstad

− “Mezhep”, anlayış demektir.

Soru

− Biraz açar mısınız?..

Üstad

− Allâh Rasûlü’nden sonraki asırlarda gelen bu konudaki belli araştırmacılar o günün şartları, örf ve âdetlerine GÖRE anladıklarını açıklamışlar, kendi aklıyla hareket edemeyenler de onları kendilerine örnek alarak bugünkü “mezhep” kavramını oluşturmuşlardır…

Bizler sadece Kurân’a, Rasûlullâh’a ve dolayısıyla ALLÂH’a tâbi olmakla mükellefiz.

Soru

− Ama toplumda bir kesim diğer bir kesimi, sırf inanç sistemi farklı diye kötülemeye devam ediyor.

Üstad

− Mezhep imamları ya da tarikat şeyhlerinin âhiret itibarıyla hiçbir tâbi olunurluğu yoktur… Ama bütün onlardan yansıyan bilgilerden, günümüz şartlarına uygun olanlarından istifâde edilebilir.

İslâm Dini’ni bilen, başkalarını kötülemekle vaktini aleyhine değerlendirmez; kendini âhirete hazırlamakla zamanını değerlendirir; başkalarına da doğru bildiğini söyler, geçer…

İnsanları yargılayacak olan ve dolayısıyla değerlendirmeye tâbi kılacak olan Allâh’tır; bana göre…

Soru

− Peki, bu yansıyan bilgilerin hangisinin günümüz şartlarına uygunluğunu nasıl tespit edeceğiz?..

Üstad

− Şunu kesinlikle bilelim ki;

Herkes, Hz.Muhammed’e tâbi olup yolundan gitmekle mükelleftir; kendi yararı için… Bunun dışında hiç kimseye tâbi olmakla mükellef değilsiniz…

Herkes kendi ilmi ve aklı kadarıyla kendi yolunu çizecek ve sonucuna da hiçbir mazeret gösteremeden kendisi katlanacaktır…

Bu konu sizin için ne kadar önemli ise, ona göre değer ve zaman verip ona göre de yolunuzu çizersiniz… Kimsenin kimseye talimat verme veya din koltuğunu kullanarak hükmetme hakkı ve yetkisi yoktur…

Artık şunu iyi bilin ki…

Günümüzde birtakım insanlar hâlâ bir Müceddid, bir MEHDİ, bir kurtarıcı bekliyorlar; gelip kendilerini kurtarsınlar diye…

Eğer bugüne kadar kendini Mehdi(!) ilan edenler bir yana konursa; bilin ki, bundan sonra ortaya çıkacak olan yeni bir müceddid veya mehdi olmayacaktır!

1400’ün ilk on yılı içinde (İmamı Rabbanî’ye göre), ya böyle biri çıktı ve Dünya’nın herhangi bir yerinde kendi hâlinde görevine devam etmede; ya da böyle biri hiç gelmeyecek.

İşte bu sebeple, beklentileri bırakıp, herkes kendini geliştirmeye ve hazırlamaya baksın… Öbür boyuta geçiş, beklentilerimizden çok daha yakın bizler için!

İsimler daima perde teşkil etmektedir müsemmaya!..

Soru

− Ölüm ötesi yaşamın gerçeğinin rüya olarak yaşanacağını düşünürsek rüyadaki yaşam mertebelerini nasıl fark ederiz?..

Üstad

− Önemli olan mertebe isimleri değil, yaşamının kendini tatmin etmesidir.

Soru

− Üstadım, Mars’ın 21 Ağustos’ta Aslan burcuna girmesi ve söylediğiniz planetlerle yaptığı açılar bizi nasıl etkileyecek, mümkünse açıklar mısınız?..

Üstad

− O konuyu Astroloji uzmanı Nuran Tuncel’den sorabilirsiniz… Önemli toplumsal olaylar ve değişmeler bekleyin…

Soru

− Üstadım… Vicdan, değişmez doğruları olan bir olgu mudur; yoksa edinilen bilgiler ışığında olgunlaşan şuurun ifadesi mi?.. 

Üstad

− “Vicdan”, “insan”da bulunan ve hak ile bâtılı ayırt eden muhakeme gücünün adıdır!

Soru

− Rüyada yaşadığımızın tatminini nasıl fark edebiliriz Üstadım?

− Üstad, siz mezhep imamlarının, tarikat şeyhlerinin tâbi olunurluğu olmadığını, ama bunlardan yansıyan bilgilerin günümüz şartlarına uygun olanlarından istifâde edilebilineceğini söylediniz… Ama sonra da Hz. Muhammed dışında kimseye tâbi olmakla mükellef olmadığınızı söylediniz… Burada ben biraz çelişki hissediyorum.

Üstad

− İnsanlar benim bilgi birikimimden de istifâde ediyor ama bana tâbi olmak diye bir kavram söz konusu değildir… İslâm’da değerli olan “Tahkik”tir; taklit değil!

Soru

− Yoo, size tâbi olmaktan bahsetmiyorum… Başkaca mezhep imamları ya da tarikat şeyhleri…

Üstad

− Bilgiden istifâde etmek ayrı şeydir, tâbi olmak ayrı şey… Bütün insanlar her dalda birbirlerinden yararlanırlar ama tâbi olunacak tek Zât, Rasûlullâh’tır!..

Ben tahkike erecek gücü-aklı kendimde bulamıyorum diyenler, diledikleri kişinin görüşlerinin yolundan gidebilirler… Ama hataları ve sevapları kendileri sırtlanarak!..

Öbür tarafta, “ben şuna tâbi olmuştum da ondan dolayı bu yanlış fikre kapıldım” ya da “şu yanlış davranışı ortaya koydum” gibi bir mazeret geçerli olmayacaktır.

Kişinin sorularının bittiği yer, onun tatmin olma noktasıdır… Buna da duygularla değil akılla erişilir!..

Hz. Muhammed aklı olanlara ve ilmi duyguyla değil, akılla değerlendirebileceklere yararlı olmuştur.

Duygu ve şartlanmalarla O’na yanaşanlar ise neticede O’na karşı cephede yer almışlardır…

Dostlar, ilme sarılan kurtuluşa erer.

Kişilere sarılanın işi ise şansa kalmıştır!

Sağlam yoldan gitmek isteyen daima akıl ve mantığını kullanarak ilim yolunu seçsin…

Soru

− Üstad, yani onca bilgili insanları bir yana bırakıp, Amerika’yı tekrar mı keşf edeceğiz?.. Tabii yine de aklımızı kullanalım ama bilgilerini de bir yana atmayalım…

Üstad

− Âhirete taşıyacağınız gerçek sermayeniz ilminizdir. Bilinçsiz tâbi olmalar size yalnızca TAKLİT getirir.

Bugün bilgisayarlardan daha büyük âlim yoktur yeryüzünde!..

Soru

− DOST nedir?..

− Lütfen Üstad… Tarihteki onca âlimleri bir yana bırakıp insan yapısı bilgisayarı nasıl en büyük âlim yaparsınız?

Üstad

− Ben bilginlerin bilgisinden yararlanın ama körü körüne tâbi olmayın, aklınızı kullanarak ele aldığının konunun her yönünü kavrayın, taklitten kurtulun diyorum.

Soru

− Evet. Neden?.. 

Üstad

− Bilgi ezberlemek değil, irfan tahsil etmektir önemli olan…

Bilgi insanın kendisini geliştirmesi ve gereğini yaşayabilmesi içindir.

İlim sahiplerinin ilminden istifâde edilecektir elbette ama körü körüne, kafa çalıştırmadan ben falancaya bağlıyım diyerek, yaşamak bana göre yanlıştır.

Soru soranlara dokunmayın lütfen.

Cevap

− Tamam.. O konuda hemfikirim, yeter ki âlimleri bir köşeye bırakmayalım…

Üstad

− İlim adamlarını hiçbir yere atamayız, çünkü onların bize aktardıklarıyla bugünlere geldik.

Cevap

− Evet… Çok doğru ve güzel…

Üstad

− Biz insanların taklit yolundan gitmeyi bırakıp, tahkike yönelmelerini ve Din konusunu hobi olmaktan çıkartıp hayat memat meselesi olarak değerlendirmelerini arzu ediyoruz. Çünkü herkes sonuçta her şeyini bu dünyada bırakıp, sonsuzluk boyutuna geçecek ve orada yalnızca bu dünya yaşamında edindiği sermaye ile yaşayacaktır.

Soru

− Evet, sanırım, Din biliminde aptalca ayrılıklardan sıyrılarak ikisini bir arada yürütürsek çok büyük doğrulara erişebiliriz…

Üstad

− Dünya hayatı her yönüyle sonuçta bir oyun-eğlence olarak nitelenmektedir…

Öyle ise, herkesin tek hedefi, ölüm ötesi yaşam yolunda Hz. Muhammed adı altında birleşerek yürümek olmalıdır.

Cevap

− Dünya hayatını sadece oyun-eğlence olarak görmeyelim lütfen… Bizler, bizlerden sonra gelecek nesilleri de çok fazlaca düşünmeliyiz.

Üstad

− Herkes kendi meşrebine göre bir anlayıştan hoşlanabilir ama bu onun özel hayatı olmalı; diğer insanlarla ilişkilerinde bu husus araya girmemelidir.

Soru

− O yüzden dünya yaşamındaki kötülükleri−bozuklukları mümkün olduğunca çalışarak ortadan kaldırmalıyız…

Üstad

− Allâh kolaylaştırsın…

Cevap

− Amin…

Üstad

− Peki kısmetse Eylül’de görüşmek üzere herkese iyi geceler…

Cevap

− Teşekkür ederiz Üstadım…